Pazartesi Mayıs 6, 2024

HAVUÇ AYDINLAR (MAYALARIN ANISINA)

 

Burjuvazi, kendi sistemini “ilerici” ve insanlığın sahip olabileceği “en iyi toplumsal sistem” olarak tanıtmaya devam ediyor ve bu sistemi savunanları, bu sistemin sürdürülmesinin teorisini yapanları da toplumun karşısına “aydın” olarak çıkarıyor. Elindeki devletin baskı gücünü ve üretim araçlarına sahip olmanın getirdiği tüm avantajları kullanarak;  burjuva ideolojik manipüle araçlarını her saniye, her saat topluma empoze ediyor.

Burjuva aydını, feodalizme kaşı kapitalist sistemi ve onun değerlerini savunurken aydındı. Feodal sistemi ve onun değerlerini savunanlar ise artık aydın olmaktan çıkıp gericileşmişlerdi. Çünkü onlar, ölen bir toplumsal sistemi savunuyorlardı, bu nedenle de “aydın” olamazlardı, olsa olsa yeni bir toplumsal sistemin karşısında yer alan karşı-devrimcilerdi. 

Aydını, salt aydınlatma kavramı içinde ele alsak dahi, toplumu aydınlatıcı bir görev üstlenmesi gerekiyor. Toplumu aydınlatma ise ölen, gerileyen ve artık toplumun sahip olduğu üretici güçlerin gerisinde kalmış ve onun gelişmesi önünde engel haline gelmiş, gerici üretim ilişkilerine sahip toplumsal sistemi savunmanın aydınlatıcı bir yanı olmadığı gibi, aydınlanmanın önünde bir engel oluşturmaktadır.

Bulunduğu toplumsal sistemi yargılamayan ve daha ileri bir toplumsal sistemi savunmayan ve bunun mücadelesini vermeyene aydın denemez.

Ve artık, kapitalist sistem, sürdürülemez ve çürümüş bir toplumsal sistem haline gelmiştir. Her ne kadar kapitalist sistemi ayakta tutma adına; kapitalist üretim ilişkilerini yeniden ve yeniden üretmek için, yoğun bir savaşım (her türlü baskı, anti-demokratik uygulama, faşizm, kitlesel katliam, kitlesel aç bırakma, emperyalist savaş ve işgaller vb. vb.)  verse de, bu onun, toplumsal bir sistem olarak miadını çoktan doldurduğunun göstergesinden başka bir şey değildir.

İnsanın insanı sömürdüğü, baskı altına aldığı, bir avuç sömürücü sınıflar dışında, çalışan emekçilerin tüm haklarının elinden alındığı bir sistemin, düzeltilebilecek, savunulacak bir yanı olamaz. Böylesi bir sistemi savunmak ya da bazı “aşırı uçların” törpülenmesiyle her şeyin yolunda olacağını savunmanın aydın olmakla hiç bir ilişkisi yoktur. Gericiliği savunmak ve  onu yaşatmaya çalışmak karşı-devrimciliktir.

Bugün, insanlık, daha ileri bir toplumsal sisteme sahip olabilecek bir gelişmeye sahiptir. İnsanın insanı sömürmediği, her türlü baskının ortadan kalktığı, özel mülkiyetçi sistemin yok edilip, toplumsal mülkiyetin hakim kılındığı sosyalist ve komünist bir toplumsal sistemin kurulmasının bütünüyle koşulları vardır.

Bu anlamda, kapitalist sistemin savunucuları aydın olamaz. Aydın, daha ileri bir toplumsal (sosyalist-komünist) sistemi savunanlara denir.

Bir işçinin grevle haklarını almaya çalışması, sömrülmeden insan gibi yaşamak istemesi bir aydının ve aydınlanmanın mücadelesidir. Binlerce adsız devrimci propagandistin, örgütleyicinin ve ajitatörün işçi ve emekçileri aydınlatmak için gece gündüz çalışması, sosyalizmin propagandasını yapması, toplumun en ileri aydınları olmasındandır. Gerçek aydın da bunlardır.

2009-2010 yılında Tekel işçilerinin, “grevden önce günde  beş vakit namaz kılıyorduk, şimdi beş vakit komünizmin propagandasını yapıyoruz” demeleri, onların toplumun en ileri aydınları arasına sokmuştur.

Ne AB emperyalist burjuvazisinin “sevgili” Pamuk’ları, ne fetullahcı Altan’lar ne de Belge’ler, Çalışlar’lar, Berktay’lar, Cemal’ler ve bunlara benzeyen daha yüzlercesi, burjuva sistemin direkt savunucuları ya da onun liberalize edilmesini isteyenler, ezilenlerin aydınlığını değil, burjuva karanlığının savunucularıdır.

Günümüzde burjuvazinin “aydın” diye toplumun karşısına çıkardıkları, alınıp-satılan birer metadır. Bunlar, sermayeye hizmet ettiği, patronun karını yükseltiği oranda  burjuvazinin gözünde “aydın” adı altında birer üretim aracıdır. Gerici kapitalist sistemin kendini yeniden üretmenin aletleridir. Ve bunlar da bunun bilincinde olarak hareket ederler.

Burjuva “aydınları”nın en önemli görevlerinin arasında; kapitalist sistemi kitlelere “şirin” göstermek ve proletaryayı burjuvazinin çıkarları lehine uzlaştırmak vardır.... Bunlar; “kapitalist sömürücü sistemin bekası için bazı tavizler verin” diye burjuvaziye de öğütler de bulunurlar. “Demokrasi” oyununu asla ve asla elden bırakmayın derler. Ama, asla, kapitalist sistemin işçi ve emekçileri sömürmesine ve toplumun sahip olduğu üretim araçlarının bir avuç burjuvazinin elinde özel mülkiyet şeklinde toplanmasına dokunmazlar. İşçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çatışmanın temelinde bunun olduğunu bildiklerinden, bunu doğal ve olması gereken bir şey gibi göstererek, burjuvazinin sopasını kitlelere “havuç” olarak gösterme aymazlığına girişirler. Eğer, bunlara bir sıfat yakıştırmak gerekiyorsa; “burjuvazinin havuç aydınları” demek, yerinde bir tanımlama olur.

Tarihsel miadını çoktan doldurmuş ve insanlığın ve doğanın üzerine bir karabasan gibi çöken kapitalist sitemin savunucuları; “yazar, çizer, sanatçı, gazeteci, romancı, akademisyen vb. olabilirler. Ama içinde yaşadığımız toplumun aydınlatıcısı olamazlar. Çünkü böylesi bir ideolojik siyasal donanıma sahip değiller. Bu bağlamda da, bunları aydın olarak adlandırmak, eşyanın tabiatına terstir.

Sömürüye karşı çıkmayan, özel mülkiyeti savunan, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmayan, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı olmayan birisi AYDIN OLAMAZ VE BUNLARA AYDIN DENEMEZ.

Burjuvazinin kapitalist sitemini kutsayanlara “aydın” demek, ezilen milyonlara, “ modern köleler olarak kalmaya devam edin” demekle aynıdır.

Burjuvazinin, işçi ve emekçilerin karşısına “aydın” sıfatıyla çıkardıkları, ideolojik manipüle araçları olarak, geleceğin ve daha ileri bir toplumsal sistemin savunucuları değil, kokuşmuş, çürümüş ve ölen bir sistemin savunucuları ve propagandistleridir.

Bugün, toplumu aydınlatmak için  burjuvazinin karanlık propagandistlerinin karşısında işçi ve emekçilerin devrimci propagandistlerinin mücadelesi vardır. Birinciler, aydınlanmanın karşısında yer alırken, ikinciler, aydınlanmanın kararlı savunucularıdır. Gerisi, burjuva propagandası ve burjuva ideolojisinin işçi ve emekçiler tarafından kabul edilmesini sağlama araçlarıdır. ***21.12.2012

106851

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar