Perşembe Mayıs 16, 2024

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

Hendek taktiği yanlışlığını ve KCK nin ciddi stratejik hata yaptığını belirtmiştim.
Bu gün sonuçları daha net ortaya çıkmaktadır.
Sömürgeciliğe karşı savaşta dahil her tür meşru direnme yöntemi kullanılablir. Belirttiğim gibi bu tartışmaz götürmez.
Ama savaş adı altında TC’nin dayattığı savaşı TC’nin istediği minderde güreşerek kabul edersen sonuçları vahim olur.

*Hendek ve barikat kurarak savaşma tarzı Kuzey Kürdistan da intihar etmek gibi birşeydir.

YDG-H nin yaptığı belirtiliyor. KCK bu vebalin sorumluluğunu taşıyor.
Eskiden işçiler barikat savaşları veriyorlardı. Sonra teknik gelişti ve diğer gelişmelerle birlikte barikat savaşlarının sökmediği görüldü.
Batı Kürdistan da Suriye otoritesi kalmadı ve iç kargaşa arttı ve devlet denilen şey zayıfladı.
Elde ettiğin şehri barikatlar ve değişik mevzilerle savunabilirsin.
Ama Türkiye ve Kuzey, Suriye ve Batı Kürdistan değildir.
Bütün şehirlerimiz ve herşeyimiz TC sömürgeciliğinin işgali altındadır.
Ben sizin direnme isteğinize itiraz etmiyorum, direnme tarzınıza itiraz ediyorum.

Hendek ve barikatlar kuruyosunuz.
Üstelik bunu sizi destekleyen kitlenin en fazla olduğu yerde yapıyorsunuz.
Sonuç ne oluyor?
Düşman sırayla üstünüze geliyor, yakıp ve yıkıyor, tahrip ediyor. Bahane olarak ta sizi gösteriyor.
Direndiğiniz bir yerde olağanüstü hal ilan ediliyor. Bütün ekipmanlarını ve modern tekniklerini kuşanıp geliyorlar. Siz orada savaşı kabul ediyorsunuz. Düşman, halk ve direnişçi ayrımı göstermeden herkesi hedef yapıyor. İlçeyi veya şehri dağıtıyor. Dükkanlar kapanıyor. İşyerleri tahrip oluyor, evler yıkılıyor. İnsanlarımız katlediliyor.
Bastırdıkrtan sonra da halkımız göç etmeye başlıyor, ne ellerinde sermeyesi ve nede gideceği bir yer, ortada sağa sola sığıntı olmak istiyor.
Bir fotoğraf karesinde insanlarımızın yüzüne ve gözlerine baktığım da içim yanıyor.
Diyeceksiniz ki, “düşmandır ve yapıyor”, eskidende yapıyordu.
Evet anladık, ama sen tarzını ve taktiğini doğru seç düşman yaparsa yapsın, bu ayrı bir durumdur.
Ama sen bir yere çakılıyorsun ve düşmanın üzerine gelmesine davetiye çıkarıyorsun.
Bunların çoğu gençtir ve tecrübesiz olabilirler.
Ama KCK ye ne oluyor?
Böyle bir tarz hoşunuza mı gidiyor?

*Bu saplantıyı sürdürürseniz hendeğe düşersiniz?

Bir yerde direnilirken başka yerler yardımada koşamıyor. Hatta aynı şehirde bile yardımlara gidilmiyor.
Sizlerde savaşı yayarak diğer yerlerde cevap veremiyorsunuz.
Barikat ve hendeğin arkasında ki halkımız TC işgal orduları ve özel güçleri ile başbaşa kalıyor.
İşgalden kurtarılan bir alan yok, özyönetim ilan ettiğiniz yerlerde bildiri okuma dışında özyönetimlerin bir fonksiyonu yok.
Genel bir kalkışma ortamı da bulunmuyor.
O zaman tek tek kendinizi ve halkı ezdirmeyiniz.
Bu oldukça zamanı, zemini, yeri ve oluşmayan şartları ile yanlış bir direnme tarzıdır.
Bu uygulamadan vazgeçmeniz, herkesten çok sizin yararınıza olur.

*Direnemek ve savaşmak mı istiyorsunuz, eyvallah, bu da sizin tercihiniz…
Buna söyleyecek fazla bir lafım yok.
Amaçlarınızı netleştirin ve yapınız…
Örneğin savaş ve direniş analizlerini yapanlara sorsanız size muhtemelen şunları söyleyeceklerdir:
-Savaşı düşmanın istediği koşul, zaman ve zeminde değil, kendi zaman ve zemininde yürüt.
-Yolara döşediğin ve düşman araçları ve kuvvetleri geçtiğinde patlatığın patlayıcılar sana zarar vermez, düşmanına verir. Bunları yangınlaştır.
-Şehir ve ilçelerde savaşı geliştirmek mi istiyorsun, birbirinden haberi olmayan ve birbirini tanımayan küçük birimler oluştur, dolaşan veya çeşitli yerlerdeki polis ve ordu güçlerine karşı ani saldırlar yap,uygun şekilde bombalar koy.
Madem bu kadar direnen var, şehir ve ilçelerde polis ve askeri güçler gezemiyecek duruma gelsin. Özellikle akşamları korkularından dışarı çıkmasınlar.
-Küçük birimlerle savaşı ve saldılarını her tarafa yay. Düşman bir yere güç yığdırıp vururken dikkatlerini dağıtacak saldırılar yap
-Sen her yerdesin hemde hiç bir yerdesin, taktiğin bu olsun.
Teknik, izleme ve dinleme ve yer tespitleri ve bunların teknikleri gelişmiş, buna göre direniş tarzını ayarla.
-Vur görünme, bu durumda düşman kitleye saldırsa kıyamet kopar.
-Halkta sivil ittiatsizlik eylemlerini uygun zaman ve zeminde yapsın.
-Kendini ve halkı açık hedef yapacak savaş taktiklerinden kaçın…
Muhtemelen analistlerin yapacağı değerlendirmelerin bir kısmını aktardım, size başka şeylerde sıralayabilirler…
Biliyorum, bunlar zor işlerdir, anı anına insiyatif konularak geliştirilecek işlerdir.
Hadi size kolay gelsin…
Madem “Türkiyeliliyiz” ittifak güçlerle savaşı Türkiye dede yayınız…..

*Bu hendek ve barikat tarzından vazgeçmeniz öncelikle sizin yararınazdır.

Ama çoğunluklada Kürdistan halkının direnişinin yararına olur.
Savaş tarzı ve taktikleri Kuran ın ayetleri değildir. Pratikte bir tarz ve taktik veya strateji işlemiyorsa sonuçları kazançtan çok zarar veriyorsa hemen değiştirilir.
Benden söylemesi.
Vazgeçmek veya devamında yana olmak sizin kararınızdır.
(devam edecek…)

44271

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Sayfalar