Cuma Mayıs 17, 2024

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur. Çünkü ulusal sorunun özü budur. Ezilen ulusun varlığı, burjuva anlamda “demokrasi” ile bağdaşmaz. Ve ezilen ulus üzerindeki tahakküm, baskı, zulüm ve şiddet, sadece ezilen ulusa yönelik olmaz, ezen ulusun mensuplarına, yani halkına yönelikte olur. Bu bağlamda, Kürt halkı ile Türk halkının kaderi ortaktır. Kürt halkının ve bir bütün olarak Kürt ulusunun haklı mücadelesini desteklemeyen, sahip çıkmayan ve ona omuz vermeyenin, demokratlığı ve hatta burjuva demokrasisinden yana olduğu kuşku götürür.

Bugün, burjuva anlamda dahi demokrasi isteyenlerin,  Kürt ulusnun haklı mücadelesini desteklemesi gerekir. Çünkü Kürtlerin mücadelesi, en yalın anlamıyla bir demokrasi mücadelesidir.

Nedir bunlar:

1-      Bugün özelinde özerk yönetim

2-      Anadilde eğitim

3-      Daha genel anlamda söylenirse; Kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı.

Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmeden Kürt sorunu bitmeyecek, ve Türk egemen sınıfların Kürtler üzerindeki baskı ve zulmü de sona ermeyecektir.

Gelinen aşamada, Kürtler; örgütsüz, silahsız ve kendi ulusal demokratik haklarına sahip çıkmayan Kürtler değildir. Bunların hepsi var ve bir çok cephede savaşacak kadar, örgütlü, silahlı ve kendi ulusal haklarını savunacak kadar ulusal sorunlarına duyarlı bir ulusal yapısı var. Böyle bir örgütlenme ve kitlesel sahiplenme karşısında Türk devletinin tankları, topları ve paramiliter güçleri Kürtlere artık boyun eğdiremez.

Kürtler, 12 Eylül ya da 1990’ların başındaki gibi de değildir. Ne bölgedeki durum eskisi gibi ne de Kürtlerin örgütsel, askeri ve siyasal durumları eskisi gibi. Oysa, Türk devleti, her ne kadar Türk kitlesinin önemli bir bölümünü (milliyetçilik temelinde) arkasına alsada, iyice teşhir olmuş durumdadır. ABD ve AB emperyalistlerinin destekleri de, Kürtlere boyun eğdirmelerine yetmeyecektir.  

Türk milliyetçiliği ve şovenizm, devlete, Kürtlerin ulusal mücadelesini bastırmaya yetmediği gibi, osmanlıcılık rüyaları da Kürtlerin mücadelesini geriletmeye yetmeyecektir. Savaşan güçler açısından olgu ve süreç dünden çok farklıdır. Türk devletinin askeri  güc ne olursa olsun, karşısında örgütlü bir halk vardır. Bu bağlamda, bu süreç Kürtlerin lehinedir.

Türk devletinin, 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, Kürdistan illerinde sokağa çıkma yasakları ve askeri saldırıları sonrası, artık Kuzey Kürdistan “Türkiye Kürdistanı” olmaktan da çıkmıştır. Bu süreç hızla gelişmekte ve Türk devletinin vahşice saldırısı, Batı (Rojva) ve Kuzey Kürdistanı hızla birleşmeye götürmektedir. Ortalarından zorla sınır çekilmiş bu iki halkın birleşmesi ve birlikte hareket etmesi için bütün koşullar olgunlaşmıştır. Çünkü, Türk devleti açıktan kendi vatandaşları olarak gördüğü Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş durumu, Kuzey Kürdistan Kürtleri’nin “Türk vatandaşı” olmadığının açık bir kanıtıdır. Ve bu halkın geriye dönşünü beklemek siyasal saflık olur.

Kuzey Kürdistan’ın durumu Filistin gibidir. İsrail Filistin halkına boyun eğdiremediği gibi, faşist Türk devleti de bütün askeri gücünü Kürdistan’a yığsa da, Kürtlere boyun eğdiremeyecektir.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Kürt halkının bu haklı mücadelesinin yanıda olmalı ve ona açıktan destek vermeli ve omuz omuza savaşmalıdır. İşçi sınıfı hareketinin gelişmesi ve çeşitli uluslardan işçi sınıfının birliğinin sağlanması, bugün özgülünde ezilen ulusun ulusal demokratik hakları için verdiği mücadeleyi desteklemekten ve falist Türk devletinin zorbalığına karşı direnenlerle yanyana olmaktan geçiyor. Bu mücadele, aynı zamanda, ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesidir. Ezen ulus milliyetçiliğini ve sosyal şovenizmi yıkmanın bir yoluda budur.

Kürtdistan illerinin tank ve toplarla bombalanmasının Türkiye’nin batı illerinde yaşanmayacağını düşünenler yanılır. Sınıf çıkarları için Burjuvazi, kendi halkını katletmekten çekinmedi ve çekinmeyecektir. 

Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin emperyalist savaş tehlikesini kapıya getirip dayattığı bir süreçte,  ve buna bağlı olarak, bölgede olanca hızıyla süren savaşlar; Türk devletinin eski, normal "barış" sürecine döneceğini düşünenleri yanıltır. Türk egemen sınıfları, dışarıda ve içeride savaş durumunda kalacaktır. Komünist ve devrimciler, siyasal mücadele taktiklerini buna göre şekillendirmelidir.

Örgütlü bir halkı hiç bir güç yenemez. Türk egemen sınıfları bu halkın ortasında defalarca bomba patlatmış ve sayısız katliamlar yapmıştır. Buna karlşın, halk yılmamış ve her fırsatta başını kaldırmaya ve direnmeye çalışmaktadır. Bu anlamda, işçi sınıf ve emekçilerin gücü küçümsenmemelidir. Kitle direnişlerinin örgütlenmesi için daha militan çabalarharcanmalıdır. Kitlelerin önemli bir bölümünün, devletin demokratik güçlere karşı savaşından ve saldırganlığından hiç memnun olmadığı ve en asgarisinden bu iktidarın gitmesini istedikleri ortadadır. Bu toplumsal olgu, devrimcilerin lehine ve faşist devletin ise aleyhinedir.

1994’lerde, PKK’yi dağlarda yanlız bırakıp “alan temizliği” taktiği ile Kürtleri zorla köylerinden göçertip şehirlere yığan Türk devleti, bugün de Kürtleri batıya sürmeye çalışıyor. Dünkü taktik, nasıl ki, Kürtlerin sürüldüğü illeri birer hendek savaşı verecek duruma getirmişse, çok yakın bir zamanda batı illerini de hendek ve barikat savaşlarına  dönüştürecektir.  

Türk Burjuva devleti Kürtlere savaş açmakla, çözümsüzlüğün çözümüne savaş açmıştır. Devletin bildiği tek çözüm; katliamlarla sindirmek ve ezmek. Ancak, halkın da yaşamak için bildiği tarihsel bir şey var: Örgütlenmek, silahlanmak, savaşmak ve asla boyun eğmemek...

16.12.2015 

42828

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Sayfalar