Perşembe Mayıs 2, 2024

İttifaklar sorunu üzerine

Kısa bir süre önce, “Partizan ile Özgür Gelecek ayrılığının” merkezindeki konu olarak ‘ittifaklar sorunu’na dair başlıklı bir makale okudum.

Makale, “Partizanın Defteri”nde, fikret karavaz tarafından kaleme alınmış.

Yazarın kim olduğu hakkında herhangi bir bilgim yok. Ancak muhtemelen kaypakkaya geleneğinden bir arkadaştır.

Böyle olması durumunda da attığı başlığı bir yerlere oturtmak pek mümkün olamıyor: Çünkü bilebildiğim kadarıyla yakın dönemde “Partizan” ve ‘‘Özgür Gelecek” ismi altında bir ayrılık yaşanmadı.

En son paraçalanmanın tarihi bundan üç dört yıl öncesine aittir. ‘Partizan’ ismini o günden bu yana her iki taraf da kullanmaya devam ediyorken; yazarın böyle bir tasarrufta bulunma hakkı olmasa gerek.

Yazar isimlendirmeyi illede gazeteler üzerinden yapacaktıysa, bilmeliydiki bunun isabetli karşılığı özgür gelecek ve yeni demokrasi olabilirdi ancakki.

Öncelikle bunu böylece düzeltmek gerekiyor galiba.

Düzeltilmesi gereken ikinci öncelikli nokta da şudur: yaşanan sözkonusu ayrılığın merkezi gerekçesinin ittifaklar sorunu olduğunu ileri sürmek asla doğru olmaz! Evet, elbette o süreçte yapı içinde HBDH’ye (Halkların Birleşik Devrimci Hareketi) katılıp katılmama konusunda bir tartışma (ve haliylede bir saflaşma) realitesi sözkonusudur. Ve keza bu süreçte henüz yapının iradesi sonuçlanmamışken; “merkez” adına, kamuoyuna HBDH’ye dahil olunmayacağının açıklanmaısı yapılmıştır. İradeyi hiçe sayan bu aleni darbeci tutuma karşı, mealen: “Hayır, HBDH’nin bir bileşeni olmaya devam edeceğiz. Çünkü bu karar, iradeyi temsil etme yetkisini henüz yitirmemiş olan PMK’nın kararıdır. Alınan kayıplardan ötürü şu an MK iradesine sahip resmi yönetici bir organımız yoktur” şeklinde, ikinci bir açıklama daha yapılmştır.

Ancak kamuoyu önünde yapılan bu karşılıklı restleşmelere karşın, henüz bir ayrılık ilanı yapılmış değildir.

Evet bu restleşme, yapı içinde bir saflaşma durumunun yaşandığının bariz bir ifadesidir. Ancak saflaşmanın asıl nedeninin, hbdh somutunda yaşanan görüş ayrılığı olmadığı, yukarıda mealen verdiğim kamuoyu açıklamasındanda anlaşılacağı gibi; mevcutta yapının iradesini temsil eden bir mk olmamasına rağmen, birilerinin kendisinde bu yetkiyi görüyor ve öyle davranıyor olmasıdır.

Zamanında yapılmayan ve tüzüğün tanıdığı erteleme yetkisini de kullandığı halde kongreyi toplama becerisi gösteremeyerek zaten iradeyi temsil etme yetkisini hukuken, 2015 yılında alınan kayıplarla sayısal yeterliliğini de yitirmesiyle, iradeyi temsil etme hakkını tamamen yitrmiş olan bir “yönetici organ” gerçekliği sözkonusudur. Yapı içindeki asıl tartışma ve saflaşma, tamamen bunun üzerinedir.

Yapının o sürecine ilişkin resmi iç belgeleri incelendiğinde görülecektirki; 2015 de verilen kayıplarla, PMK’sı tüzükce öngörülen sayısal yeterliliğini yitirerek, iradeyi temsil edemez duruma düşmüştür.

Ancak kalan MK üyelerinden biri ısraren bunu kabullenmez. Diğer üye ise temsil yetkilerinin kalmadığını ileri sürerek istifa beyanında bulunur.

Yetkili olduğunu ileri süren üye, tek başına karar alma yetkisi olmamasına rağmen, ikinci sırada bulunan yedek üyeyi mk ya alarak güya üç kişilik bi organ oluşturur. Ve ama diğer asıl üye zaten istifa etmiştir. Yani bu durumda bile organ olma vasfı bulunmamaktadır. Ancak bu‚ ufak ayrıntı ‘es’ geçilir. Üç kişilik bir organ var sayılır ve yanına aldığı ikinci üyenin koşulsuz desteğiyle, bire karşı iki oy çokluğuyla(!) MK adına kararlar alınır. HBDH ile ilgili alınan karar da işte bu türde darbeci bir karardır.

Yapı içerisinde bu tutumu darbecilik olarak tanımlayıp karşı çıkanlar hizipçilik ve yapının birliğini sabote etmekle itham edilir.

Karşı taraf da son derece haklı olarak, bunu, yapı iradesinin darbe yoluyla gasp edilmesi olarak tanımlar ve uymayacağını, yapıyı acilen kongreye taşıyacak geçici bir oluşuma gidilmesini dayatır.

Ayrışma ve restleşmeler tamamen bu konu üzerinde yaşanır. Tabanın baskısıyla bölünme yaşanmadan yapıyı kongreye götürme sahte arayışlarında bir süre mesai harcandıktan sonra, ilginçtir, tıpkı 1994’tekine benzer bir‚ fırsatı ganimete çevirme marifetiyle kamuoyuna; hizipçilerin yapıdan atıldığı açıklanır.

Özetle: 1994 darbeciliğinin bir başka versiyonu yaşatılmıştır yapıya. Yani yapının bölünmesinin değil, parçalanmasının gerekçesi asla somut bir ideolojik-siyasi konu değildir. Bundan ötürüde şunu tereddütsüce ifade ediyorum: bu yapının yaşaya geldiği en boktan gerekçeli ayrılıktır son yaşatılanı. Birileri adeta özel bir gayret ile bu yapıyı parçalanmaya sürüklemiş ve diğer bir kısmı ise maalesefki basiretsizlikleriyle bunu kolaylaştırmıştır.

(Burada, parantez içinde, kişisel tavrıma ilişkin olarak da şunları kamuoyuyla paylaşmakta herhangi bir sakınca görmüyorum: hapishane koşullarında öğrendim olup biteni. En başından itibaren yapılanın darbecilik olduğunu söyledim ve buna karşı çıktım. Bu örgütsel krizin aşılabilmesi için yol ve yöntemler önerdim. Ancak ne yazıkki parçalamaya kilitlenenleri ısrarlarından vazgeçirmeyi beceremedim. Sonuçta yapı ikiye bölündü ve bir şekilde bir yerlerde durup mücadeleye devam etmek gerekiyordu. Hapisten çıktıktan sonra her iki tarafla da görüşmelerde bulundum. Yaşananın 1994 tarzı bir darbe olduğu benim için netti. O dönem nasılki darbecilere karşı tereddütsüzce yapıdan yana tavır aldıysam, elbetteki bu kezde öyle yaptım. Yani ben de darbeci tutum ve dayatmalar karşısında yapının meşru işleyişini öne çıkararak yapının genel ilkesel çıkarlarını önceleyenlere verilen ad ile, bir “hizipçi”yim.)

Fikret Karavaz’ın konu bağlamında söylemiş olduğu şeyleri düzelteme adına bunları ifade etmiş olayım.

Böylece yazarın ele almaya çalıştığı asıl mevzuya geçebiliriz: Komünist-Devrimciler ittifak sorununu nasıl ele almalı?

Öncelikle belirtmek gerekiyorki Komünist Devrimciler için ittifaklar sorunu ideolojik-ilkesel bir sorun olmayıp; siyasal mücadelenin taktiksel bir sorunudur. Dolayısıylada sorun her türlü katı- basma kalıp formülerin dışında, günün objektif ve subjektif somut koşulları içerisinde, dinamik olarak ele alınacak bir sorundur.

Temel prensibimizin ne olması gerektiğini (Fikret’in de alıntıladığı) Lenin’in şu sözlerinde bulabiliriz:

“Güçlü bir düşman ancak, güçlerin en yoğun biçimde biraraya toplanmasıyla ve ancak hem düşmanlar arasındaki en küçük‚ çatlak‘larda dahil her çatlaktan, çeşitli ülkelerin burjuvazileri arasındaki, tek tek ülkelerde burjuvazinin çeşitli grup ve kesimleri arasındaki her türlü çıkar çatışmasından, hem de geçici, istikrarsız, emniyetsiz, güvenilmez ve koşulluda olsa, kitlesel bir müttefik kazanmak için en küçük imkan da dahil her imkandan mutlaka en ihtimamlı, en itinallı, en dikkatli ve en usta şekilde yararlanılırsa yenilebilir. (…)” (Sol komünizm.)

Lenin’in verdiği bu perspekktife itirazı olanlara bir diyeceğimiz yok. Ancak bunu kendi doğruları olarak benimsemiş olanlar için, Lenin’in burada öne çıkardığı şu “olmazsa olmazlar”ı doğru tarzda özümsemek, ittifaklar sorununun doğru tarzda ele alınabilmesinde belirleyici önemdedir.

Sorunun özü tamamen şudur: siyasal mücadelede, güçlü bir düşmanı yenilgiye uğratmada ittifaklar sorununun önemi nedir?

Lenin bunun tek bir “sihirli” formülünün oldğunu söyler: güçlerin en yoğun biçimde biraraya toplanması!

Bunu yapabilmek için der Lenin; “geçici, istikrarsız, emniyetsiz, güvenilmez ve koşullu da olsa kitlesel bir müttefik kazanmak için en küçük imkân da dahil her imkândan mutlaka en ihtimamlı, en itinalı, en usta şekilde yararlanmak” şarttır.

Bunun için de der Lenin; “düşmanlar arasındaki en küçük çatlaklar da dahil her çatlaktan ve burjuvazinin çeşitli grup ve kesimleri arasındaki her türlü çıkar çatışmasından ustaca yararlanmak” gerekir.

Yani mesele bu kadar açık ve nettir!.. İttifaklar sorununda bize başka herhangi bir kayıt-koşul gerekmiyor.

Sınıflar arasındaki siyasal iktidar mücadelesi bir hamlelik, ani darbesel bir kalkışma durumu olmadığına göre; mücadele, uzunca evrimsel bir süreç içerisinde çok çeşitli aşamalardan ve biçimlerden geçerek final evresine varacağına göre; ve mücadelenin herbir aşamasındaki muharebeler de kaçınılmaz olarak yengi-yenilgiler şeklinde sonuçlanacağından,ve final sahnesine de ancakki bu evrelerde kazanılacak muharebelerle varılacağına göre; demekki  komünist-devrimciler için devrim anına kadar olan o kıyasıya mücadelede de düşmanı yenilgiye uğratabilmenin en önemli araçlarından biri, kaçınılmaz olarak, “geçici, istikrarsız, emniyetsiz, güvenilmez ve koşullu da  olsa kitlesel bir müttefik kazanma” siyaseti gütmek, bir keyfiyet değil, bir zorunluluktur.

Komünist-devrimci hareketin devrime önderlik yapabilmesi için gelişip güçlenerek, güçlü kitlesel bir tabana sahip olabilmesi gerekiyor. Bu ise, devrim öncesi sürecin mücadelesinde göşterdiği performansıyla doğrudan ilgili bir durumdur. Sınıf mücadelesinde kimseye bileğinin gücüyle kazanmadıkça öyle durup dururken önderlik rolü başedilmez. Bunu hakkiyla mücadele ederek kazanabilirsin ancakki.

Kazanmanın “sihirli koşulları”ndan biri de, Lenin’in yukarıda anlattığı tarzda bir mücadeleciliğin gereğince davranabilme becerisi ve başarısı gösterebilmeye bağlıdır.

Komünist-devrimcilerin, devrimin güçlü fiili önderi haline gelebilmesi, düşmanla yürüteceği doğrudan mücadele seyrinde göstereceği başarılara endeksli olduğuna göre ve bu başarılar da önemli oranda güdeceği ittifaklar siyaseti ve bundaki başarısına bağlı olacağına göre; demekki “Maoizm” adına kesilen şu türden ahkamların gerçek yaşamda kayda değer bir karşılığı olmayacaktır/yoktur da nitekim:

* İttifaklar sorununu, Mao Zedung’un uzun süreli halk savaşı stratejisi içinde tanımlayıp çerçevelediği halkın birleşik cephesi anlayışına indirgemek.

* İttifaklar sorununu, demokratik devrime, demokratik devrimi de toprak sorununa/ köylü sorununa indirgeyip, “milli burjuvazi”yi bu ittifakın “olmazsa olmaz” bir bileşeni saymak.

* Komünist partisinin önderliği koşuluyla ittifaklar kurmayı veya içinde yer almayı öngörmek.

* Komünist-devrimcilerin gücünü, “bir veya birkaç bölgede kızıl siyasi iktidar kurmuş olma” veya Fikret’in açılımıyla; “KP’nin demokratik devrimin sorunlarını kapsayan asgari programının geniş kitleler tarafından kabuledilmiş olması”na indirgemek.

Evet bütün bunlar, ittifaklar sorununda “Maoizm” adına kesilen ahkamlardır.

Buna göre demekki, Lenin’den yapılan alıntıdaki o sözlerin bir hükmü bulunmuyor. Aksesuar olarak kullanılmak maksadıyla aktarılmış olmalı.

Mao Zedung (ÇKP’nin 8. Kongresi sürecinde, kısa bir süreliğine, içine düştüğü hatalı yaklaşımları dışında) çok sıkı bir leninisttir. Ama “Maoizm” teorisi, sol subjektif bir teori olarak, esasta birçok temel sorunda Leninizmi yatsır. (Nitekim MKP’nin 1. Kongresinde bu açıkça dile getrilir de. Leninist devrim teorisinin 1935 yılında Mao’nun çizgisinin ÇKP’ye hâkim olmasıyla birlikte aşıldığını, eski döneme ait bir teori olarak geçerliliğini yitirdiği iddia edilir. MKP’nin tarihi muhasebesi üzerine yazdığım kitapta bu sorunu detaylıca görmek mümkün.)

Leninizmin aleni yatsınması üzerine kurulu bu sol-sübjektif perspektif; hem adeta tüm ülkeleri yarı-feodal, yarı-sömürge olarak görmekte ve hem de böyle değilse bile, diğer sosyo-ekonomik yapıları es geçmekte ve devrim stratejisinden tutun da ittifaklar sorununa kadar devrim teorisinin hemen tüm unsurlarında Leninist devrim teorisi itinayla es geçer.

Somut olarak ittifaklar sorununda irdelenecek olursa görülecektirki; “Maoist Birleşik Halk Cephesi anlayışı”, devrim mücadelesinin başarıya ulaşmasının “olmazsa olmaz” üç stratejik silahından biri olan ittifaklar sorununda, komünist-devrimcileri esasen silahsızlandırmaktadır.

Çünkü öngörülen anlayış; komünist-devrimcileri, öncelikle yarı-sömürge, yarı-feodal sosyo-ekonomik koşullar ile sınırlıyor. Ve buna göre de o basma kalıp şablon ile reçeteler yazmaya koşulluyor:

“Halkın Birleşik Cephesi, işçi-köylü temel ittifakı üzerinde, devrimden çıkarı olan anti-feodal, anti-emperyalist ve anti-komprador sınıf ve katmanların ittifakıdır. Esası toprak devrimi olan Demokratik Halk Devrimi sürecinde milli burjuvazi, bu ittifakın vazgeçilemez bileşenidir. Halkın Birleşik Cephesi (HBC), KP öderliğini şart koşar. Halkın birleşik cephesinin kurulabilmesi için KP önderliğinde bir veya birkaç bölgede kızıl siyasi üslerin kurulmuş olması gerekir. Bu, yürütülen savaşın en azından stratejik denge aşamasında olması anlamına gelir. KP bu güce, savaş bu düzeye varmadan HBC kurulamaz. KP önderliğinde kurulmamış olan ittifaklar da hem HBC olarak tanımlanamazlar ve hemde bunlar içinde yer almak kuyrukçu, sınıf işbirlikçi pozisyona düşürür. HBC bir iktidar orgaınıdır. Devrimle kurulacak yeni demokrasinin iktidar organıdır ve milli burjuvazi, sosyalist devrime kadar bu halk iktidarının bir bileşeni olarak varlığını devam ettirir.”

“Maoist HBC anlayışı” diye sunulan sol-sübjektif perspektifin kaba özeti budur! Görüleceği üzere bu perspektifte; 

a-) ülkenin sosyo-ekonomik yapısında yaşanmış olan değişim ve dönüşümlerin, örneğin kapitalist üretim ilişkilerinin hakim hale geçmiş olmasının ve bunun devrim aşamasında ve ittifaklar sorununda ne tür farklılaşmalar yarattığının bir önemi bulunmuyor.

b-) Türkiye ve K.Kürdistan somutunda yaşanan gelişmelerin tolumsal ve ulusal çelişmeleri ve keza savaş strateji ve taktiklerini nasıl etkilediği ve değiştirdiğinin bir hükmü bulunmuyor. Türkiye ve K. Kürdistan’ın iki farklı sosyo-ekonomik yapıya, iki farklı devrim aşamasına ve iki farklı devrim stratejisine, iki farklı itifaklar siyasetine ve bunlarla birlikte çok daha ivedilikle öne çıkan birleşik devrim stratejisi ihtiyacına göre devrim teorisini yenilemek geregtiğinin bir önemi bulunmuyor. 

c-) derimci mücadelenin öncü öznesi olarak komünist-devrimcilerin, devrimci mücadeleye fiilen başladıkları andan itibaren, mücadelenin herbir evresini başarıyla tamamlayabilmek için, mücadelenin farklı herbir evresinde düşmanı o özgülün somutunda yenilgiye uğratma mücadelesinin de, Lenin’in önemle vurguladığı tarzda bir “kitlesel müttefikler” siyasetiyle mümkün olabileceğinin bir önemi bulunmuyor. Komünist-devrimcilerin, diğer sınıf ve katmanlara, onların siyasal önderi örgütlerine önderliklerini kabul ettirecek o güçlü duruma hangi mücadele yol ve araçlarını kulanarak varabileceklerinin bir önemi bulunmuyor. (Tipik bir öncü savaş mantığı mı güdülüyor acaba? Biz gerilla mücadelesiyle düşmana darbeler vurdukça, düşman zayıflayacak ve ters orantılı olarak bizde güçleneceğiz. Ve böylece kitleleşeceğiz. Işte bu sayede devrimden çıkarı bulunan diğer sınıf ve katmanlar dahil, milli burjuvazinin sol kanadıda önderliğimizi kabul ederek HBC’yi oluşturma koşularını olgunlaştırmış olacağız.) vs. vs.

Fikret’in yaklaşımı da bunun tipik örneklerindendir. Lenin referansıyla konu özgülündeki doğmatik-mekanik yaklaşıların eleştirisi yapılmak istenmişse de ancak anlaşılan o ki, tedrisatından geçtiği “Maoizim” buna pek fazla şans tanımamış. Karşımızda farklı versiyonuyla kaskatı bir dogmatizm var.

Bu öylesine tipiktir ki; Mao Zedung’un Çin koşulları ve uzun süreli halk savaşı stratejisi bağlamında formüle ettiği, Kaypakkaya’nın da (indirgemeci bir tarzla) doğrudan Türkiye ve K. Kürdistan koşulları için öngördüğü, tanımlı, “Halkın Birleşik Cephesi” teorisini, “Maoist Birleşik Cephe Anlayışı” adı altında, genel geçerliğe sahip bir teoriymiş gibi, ittifaklar sorununa ilişkin tüm teorisini bunun kantarına vurarak oluşturmaya çalışmış.

Fikret ittifaklar sorununda bir şeylerin yerli yerine oturmadığının, düşmana karşı başarılı bir mücadele yürütebilmek için (ve hatta güçlerin korunabilmesi için bile), hiç olmazsa, öncelikle devrimci güçlerin enerji ve imkanlarını birleştirmek zorunda olduğunun ayırdında. Bunun önem ve aciliyetini görüyor ve kendince çözüm önerileri geliştirme gayreti sergiliyor. Bu değerli bir duyarlılık elbet; ancak ufuk parametreleri “Maoist birleşik cephe anlayışı” belirlenmiş olduğundan; ortaya koydukları da, kaçınılmaz olarak, hem dogmatik-mekanik yaklaşımın bir başka versiyonu olmanın ötesine geçemesine pek şans tanımamıştır, ve hem de ittifaklar sorununa bugün hangi biçim ve yöntemlerle yanıt vermek gerektiği noktasında ileri sürdükleriyle tam bir, “iki arada bir derede durumu”nda kalmasına yol açmıştır.

Tüm diğer “Maoist”ler gibi Fikret de Leninist ittifaklar sorununu götürüp, belli koşulların ve belli bir devrim stratejisinin özgün ifadesi olarak tanımlanıp formüle edilen HBC kalıbına uyarlı olarak ele alıp sunmaya çalışıyor. Haliylede ortaya konanlar ya hayatta karşılığı bulunmayan boş/hoş teorik şeyler oluyor, ya da Fikret’in ki gibi (sözü mazur görün lütven) uçuk-kaçık özelliklerle sakatlanmış görüşler olabiliyor.

Fikret bu yazısında, “Partizan ile Özgür Gelecek” arasındaki ayrılığın temel nedeni olarak gördüğü HBDH (Halkların Birleşik Devrimci Hareketi) oluşumunu, “Maoist birleşik cephe anlayışı”na uyarlamış ve bunun bugünün koşulları içinde, HBC olarak değil ama, oluşan somut acil ihtiyaca asgari oranda da olsa yanıt verebileceğinden hareketle, HBDH’ni, HBC’nin özgün bir “prototipi” olarak kabul edilebileceğini ileri sürüyor. Örneğin şöyle diyor:

* “HBDH oluşumu dar anlamda devrimci güçleri ve Kürt Özgürlük Hareketini kapsayan anti faşist, anti emperyalist, anti şoven bir birleşik cephe prototipidir.”

* “Peki coğrafyamızda birleşik cephenin bir prototipinin gerçekleşme koşulları var mıdır? Coğrafyamızda köylülük genel olarak kendi tarlasını ekip biçen küçük köylü karakterindedir. Topraksız köylülüğün oranı genel ortalama içinde düşük kalmaktadır. Bu olgu, toprak talebinin cılız olması sebebiyle, köylüllğün geniş kitleler halinde hızla demokratik devrime politize olmasını engellemektedir. (Bu saptama, kendi sebep-sonuç denklemini doğru kuramayan kusurlu bir saptamadır. “Coğrafya” nızdaki köylülük zaten kendi tarlasını ekip biçen küçük üretici karakterindeki bir köylülükse; eşyanın tabiatı gereği, bu karakterli bir köylülüğün, toprak sorununa endeksli bir demokratik devrim talebi olmayacaktırki! Böyle bir talebi olmayan köylüyü, sırf “köylü”dür diye “özü toprak sorunu olan demokratik devrim”in otomatikmen temel öznelerinden biri saymak nasıl bir şey olabilir acaba? Sorunu, verili anda tanımlanan köylülüğün, mevcut sistemle olan temel çelişmeleri üzerinden ele almak yerine, sırf onun sınıfsal/sosyolojik tanımı baz alınarak analizler yapılırsa, kaçınılmaz olarak ortaya böylesi absürt belirlemeler çıkar. Bu karakterli bir köylülüğün demokratik devrime neden hızlıca akmadığının “makul” bir nedenini bulup izah etmek gerekiyorki “kutsal teori”ye gölge düşmesin! “Türk köylülüğü halen şovenizmin etkisi altında olduğu için geniş kitleler halinde halk savaşına politize olamamakta…” BN.) Buna karşılık bileşenleri içinde Kürt köylülüğü, proletaryası ve küçük burjuvazisi ile birlikte milli burjuvazisi ve bir kısım büyük toprak mülkiyetini de barındıran Kürt Özgürlük Hareketi’nin (KÖH) anti faşist karekteri (KÖH’nin anti-faşistliği de anti-emperyalistliği de konjöktüreldir, bunu asla akıldan çıkarmamak gerekir. PKK’nin demokratlığı da anti-faşitliği ve anti-emperyalistliği de ulusal davalarına stratejik olarak öngördükleri çözüme endeksli olup, koşulludur! Bunu anlamak için akademik analizler yapmaya da gerek yok. A. Öcalan’ın paradigmaları ve PKK’nin bunları nasıl sahiplendiği de ortada. Ve ama daha da önemlisi KÖH’nin buğün faşist ilan edip devirmek istediği gücün sadece Tayip-Bahçeli şahsında somutlaşan mevcut hükümet olduğu da alenen ortada. Ve keza daha dün denilecek kadar yakın bir tarihte Kürtlere bir takım kırıntı haklar elde etme pahasına bunlarla barışmak isteğiyle masaya oturdukları da herkesin hafızasında tazedir henüz. Öte taraftan çeşitli emperyalist güç ve odaklar ile kurdukları ve içine girdikleri ilişkiler ve bu ilişkilerin onları nasıl bir “kurt kapanı”na soktuğu da yine herkesce malüm olan bir durum. Peki bütün bunları yok sayan yukarıdaki o genelleme nitelemeleri kullanmak ne kadar doğru olabilir acaba? Bunları söylüyor olmak, günün realitesi içinde KÖH’nin halk ve demokrasi güçleri ve devrimçi dinamikler arasında olmadığını söylemek anlamına gelmez elbetteki. Teslim etmek gerekiyorki KÖH, bugünün en önemli, en örgütlü, en güçlü vede en dinamik devrimci gücüdür. Devrim davası güdenlerin, faşizmi darbeleyip geriletmek adına da olsa, bu hareketle, günün ihtiyacı olan birleşik mücadele gücü oluşturabilmek için ittifak kurma siyaseti gütmesi bir zorunluluktur. Ve ama bunu yaparken PKK hareketinin demokratlığının da anti-faşist ve anti-emperyalistliğinin de konjöktürel olduğunu, asla unutmadan yapmak gerekiyor. Sorunun püf noktası burasıdır. BN.) ile varlığı ve bileşenleri içinde asıl savaşan güçlerin Kürt köylülüğünden olluşması Kürt özgürlük hareketine aynı zamanda köylü sorununun coğrafyamıza özgü politik biçimi karakterini vermektedir.”

* “Kürt özgürlük hareketinin varlığı koşullarında anti faşist, anti emperyalist gerilla savaşı (KÖH’nin yürüttüğü gerilla savaşını bütünlüklü bir karakter olarak bu şekilde tanımlamak da yukarıda ifade ettiğim gerekçelerden ötürü doğru olmayacaktır. Öncelikle şunu net olarak koymak gerekiyorki PKK önderliğinde yürütüle gelen gerilla savaşı, asla doğrudan anti-emperyalist bir özelliğe sahip olmamıştır. Bu dün de böyleydi bugünde. Bu gerilla savaşı, bağımsız Kürdistan hedefiyle, “sömürgeci Türk devleti”ne karşı başlatılmıştı. Bu özelliğiyle, devletin faşist veya burjuva demokrasisi olmasının bir önemi olmayacaktır onun için. Dolayısıylada onu karakterize eden özelliği anti-sömürgeciliğidir. Sömürgeci devletin faşist olup olmaması belirleyici bir özelik değildir bu denklemde... Benimsediği yeni paradigma ve stratejik hedefi bakımından ise PKK hareketi bugün devrimci değil reformist bir harekettir: silahli reformist! Bugün yürüttüğü gerilla savaşı ise, sadece mevcut faşist hükümete geri adım attırma veya olmuyorsa devirmeyle sınırlı bir anti-faşist özellik kazanmış oluyor ki; bu da tamamen objektif bir sonuçtur. BN) Kürt Özgürlük Hareketini Irak ve Suriye’de askeri üslere (bu ifade ediş yanlış! Artık şu dört parça Kürdistan’ı, şuranın-buranın Kürdistanı veya parçanın bulunduğu ülkenin içinde bir eyaletmiş gibi, sadece o ülke adını zikretmekle veya “coğrafyamız” gibi, geride kalmış bir dönemin kavramlarıyla Kürdistan ismini örtülemek doğru değildir. Kürtler dört parçanın her birini hangi isimle anıyorlarsa, biz de öyle adlandırmalıyız. BN) sahip olması, kitle desteği ve gerilla savaşı itibari ile halen stratejik savunma aşamasında olmasına rağmean stratejik denge aşamasına yakın özellikler göstermektedir. (...)”

* “(…) Kürt sorunu mevcut niteliği ile demokratik devrimin dinamosu rolünü oynamaktadır. Kürt özgürlük mücadelesindeki her gelişme demokratik devrim sürecinde ileri bir aşamaya karşılık gelmektedir. (Oldukça ölçüsüz abartılı sübjektif bir misyon biçme! BN.) Mevcut siyasal konjöktürde demokratik devrim mücadelesi sürdüren siyasal yapıların Kürt Özgürlük Hareketi ile birleşik cephe prototipi etrafında birleşmeleri siyasal ve askeri bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.”

* “Geniş anlamda halkın birleşik cephesinin oluşması ise” diyor; “yukarıda değinilen nesnel şartların gerçekleşmesine bağlıdır. (Yani özetlemek gerekirse bu “nesnel şartlar”ı; a) Komünist Parti önderliği ve b) KP önderliğinde bir ya da birkaç bölgede KSİ’nın kurulmuş olması, yani bir başka ifadeyle; KP’nin öngörmüş olduğu asgari proğramın geniş kitleler tarafından benimsenerek, KP önderliğinin fiiliyatta da kabuledilmiş olmasıdır. BN.) Demokratik devrim mücadelesi sürdüren siyasal yapılar KSİ’ların gerçekleşmesi ve geniş kitlelerin demokratik devrime politize olmasını beklemeden dar anlamda bir birleşik cephe protipi etrafında Kürt hareketi ile HBDH oluşumu etrafında doğru bir siyasal hamle ile ortaklaşmalıdırlar. (Sıkı bir paradoks!.. Dogmatik-mekanik ele alış maalesef ki, somut koşulların somut tahlili üzerinden günün ihtiyacı olan siyasal çözümlemeleri geliştirmenin önüne işte böyle koca bir duvar olarak dikiliveriyor. Yaşanan sürecin realitesinin öne çıkarmış olduğu temel toplumsal çelişme tarafından karakterize olan devrimci mücadelenin başarıyla sürdürebilmesi için, devrimci güçlerin ihtiyacı olan ittifaklar sorununun nasıl ve hangi biçimlerde mümkün olabileceğini tartışma yerine; tanımlı HBC’ye koşullu tanım ve analizlerle, sorunu kısır döngü tartışmalar girdabında boğmak!.. Bir kesim, “HBC’nin nesnel koşulları henüz oluşmamıştır” desturuyla, günün siyasal mücadelesinde siyasetsizlik ile karakterize olurken; bir kesim ise, Fikret’in yaptığına benzer tarzlarla ve adeta binbir türlü akil hileleri ile, tanımlı HBC’ni, kendince tanımladığı günün koşullarına uydurmaya çabalar. Doğma referanslardan ötürü doğrudan, günün ittifak siyaseti, HBDH oluşumudur’ diyemeyince, mecburen “kitabına uydurma” halçaresiyle “makul” kılma devreye giriyor. Ve ama tanımlı HBC olgusunun hatları ve kriterleri çok keskin olduğundan, maalesefki bu iyi niyetli gayretleri çırılçıplak açıkta bırakıyor. Çünkü tanımlı HBC, çok açık ve net olarak, önderliğini kabul ettirmiş olan bir KP önderliğini şart koşar. Bu “olmazsa olmaz” şartı içermeyen hiçbir ittifak türü HBC’nin bir versiyonu olma özelliği taşıyamaz. Olgu işte böylesine katıdır. Bu bağlamda rahatlıkla görülebilirki; HBDH, HBC’nin bir prototipi olma özeliğine sahip değildir. Çünkü öngörülen hiçbir şartı taşımamaktadır. Şayet, mevcut haliyle HBDH, örneğin KP önderliğinde kurulmuş bir oluşum olsaydı da yine örneğin bu cepheye kazanılması öngörülen sınıf ve katmanlardan önemlice bir bölümünü veya temel ittifak unsurundan birini henüz gerektiği gibi içermiyor olsaydı, işte o zaman buna HBC’nin öncülü bir ittifak şekli demek mümkün olabilirdi. Oysa HBDH bu özelliklerin hiçbirini taşımıyor. Dolayısıylada rahatlıkla söylenebilirki; HBDH, tanımlı HBC’nin asla bir “prototipi” olamaz. BN.) (...)”

Fikret ise, tanımlı HBC’ni referans almasına karşın, KP önderliği şartını es geçerek, HBDH nin neden HBC’nin bir prototipi olarak tanımlanabileceğini şu argümanlarla “kitabına uydurma”ya çalışıyor:

* “Halkların birleşik cephesinin gerçekleşme koşullarından en önemlisi demokratik devrimin asgari programının geniş kitlelerce benimsenmesidir. Bu anlamda demokratik devrimin asgari programı Kürt Özgürlük Hareketi’nin kitlesi tarafından kabul görmektedir. (...)”

* “Kürt Özgürlük Hareketi’nin sınır dışında da olsa askeri üs bölgelerine sahip olması ve bu bölgelerin komünist faaliyete uygun (“Komünist faaliyete uygun olması”! Bununla anlatılmak istenen herhaldeki komünistlerin buralardan yararlanmalarına PKK’nin şimdilik izin veriyor oluşudur. BN.) Birleşik cephe için KSİ şartına özgün bir nitelik vermektedir. (...)”

* “Ulusal sorunun var olduğu ve geniş kitlesel örgütlülüğe dönüştüğü bir ülkede milli burjuvazi ve köylülük siyaseten bölünmüştür. Hem ezen ulus milli burajuvazisi hem de ezilen ulus milli burjuvazisi ile anti emperyalist, anti faşist, anti şöven temelde ittifak yapmanın nesnel koşulları yoktur. Ezen ulus milli burjuvazisi şövendir. (…) demokratik devrim mücadelesi sürdüren siyasal yapıların ittifak siyasetinde ezilen ulus milli burjuvazisi ve halk sınıfları ile ittifak nesnel bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. (...)”

Fikret işte bu şekilde kitabına uydurmaya çalışmış. Ama besbelliki üç şıkta özet olarak aktardığım bu argümanlar, tanımlı HBC’nin hiçbir koşulunun karşılığı değil. Neden değil? Çünkü ne PKK’nin güney ve batı Kürdistan topraklarında olan askeri üsleri ve özerk alanları KP’nin önderliğinde kurulmuş KSİ olarak onun savaşı stratejik denge aşamasına getirmiş olduğunun bir ifadesidir; ne KÖH’nin örgütlü taban kitlesi demokratik devrim asgari programı etrafına KP otoritesi altındaki bir kitledir ve ne de ezilen ulus milli burjuvazisi KP’nin öngördüğü demokratik devrimin asgari programını kabul etmiş bir gerçekliğe sahiptir.

Çünkü herşeyden önce ortada farklı iki devrim proğramı var: biri sosyal/sınıfsal, diğeri ise ulusal karakterlidir. Ulusal çelişmenin çözümüne dair asgari proğramları da farklıdır. Komünist-devrimciler ulusal çelişmeyi UKKTH ilkesinin gereğince çözmeyi öngörüyorlarken; PKK, ezen ulusun en temel imtiyazı olan ezilen ulus üzerindeki hakimiyet unsuru olan tek devlet otoritesine bağlı kalan bir çözüm öngörmektedir. Yani komünist-devrimcilerin yıkmayı önceliklediği devleti, onlar, koruyacaklarına dair taahhütte bulunmaktalar. vs. vs. Yani en temel başlıklarda bile farklı asgari programlar sözkonusudur. Hal böyle oluncada, ne PKK önderliği altındaki örgütlü kitleler ve nede ulusal çelişmenin öncelikli çözümü talebiyle KÖH ile belli düzeylerde birlikte hareket eden ezilen ulus burjuvazisi KP’nin öngörmüş olduğu demokratik devrimin asgari programı üzerinden ittifak kurulmuş bir güçtür.

Olgulardan hareket edilecekse şayet, olgusal gerçeklik budur. Bir diğer olgusal gerçeklikte; baskın bileşeni itibarıyla, HBDH’nin, esasen PKK’nin inisiyatifi ve kotrolü altında olduğudur. PKK’nin ise, değil demokratik devrim, ulusal çelişmenin çözümünde de devrimci olmayıp, reformist bir hareket olduğu, bir başka olgusal gerçektir. (Fikret kendisini öylesine kaptırmışki görüşlerinin heyecanına, şunları dahi söylemekte bir sıkıntı görmüyor: “(…) Kürt Özgürlük Hareketinin siyaseten reformist niteliği geçici ve konjöktürel bir durumdur. Demokratik devrim mücadelesinin ilerleyen aşamalarında (…) demokratik devrimin başarısından geçtiğini kendi deneyimleri ile öğrenecektir. (...)” abç. Bu bir saptama değil, bir temenni olabilir ancakki. İyi de günün siyasetini afaki fikirler üzerinden kuramayız, değilmi? PKK’nin bugünkü olgusal gerçekliğini baz almak zorundayız. Yarın olurda değişip devrimcileşirse veya bugünki duruşunu dahi aratır bir pozisyona girerse, bunu o zaman değerlendirebiliriz ancak ki.)

Peki böylesi bir realitede HBDH nasıl olacakta Demokratik Halk Devrimi olarak tanımlı olan bir devrimi gerçekleştirmenin esaslı silahlarından biri olan HBC’nin bugünkü koşullarda oluşmuş bir öncülü olabilecek acaba?

HBDH’ni niye olduğu gibi, yani günün somutunun doğurduğu acil bir ihtiyacın yanıtı olarak, kendi gerçekliği içinde, bir ittifak oluşumu olarak değil de başka koşulların ürünü olan, tanımlanmış bir şey üzerinden ele alıyor ve onun kriterlerine uydurmaya çalışıyoruz acaba?

HBDH, devrimci demokrasi güçlerinin ve ama esasta da KÖH’nin, işgalci-sömürgeci faşist Türk devleti barbarlığının, 2015 yılı itibariyle startını verdiği azgın saldırı ve imha etme politikasına karşı anlamlı bir direniş hattı oluşturabilmenin ihtiyacı olarak gündeme gelmiştir. Vurgulamak gerekirki bu talep KÖH’den gelmiştir ve elbette öncelikle kendileri açısından, sonderece isabetli bir siyasi hamledir de. Mücadelenin, hayatın gerçeklerinin ve de savaş yasalarının zorunlu hükümlerince davranmışlardır. Oluşumun bileşeni diğer devrimci demokrasi güçleri ise (MLKP hariç, çünkü bunlar zaten Kürt ulusal sorununu çözme görevini doğrudan üstlendiklerinden, kendilerini adeta KÖH’nin özerk bir bileşeni olarak konumlandırmışlardı), esasta KÖH ile dayanışma, bir nevi “enternasyonal güç” olarak işgalci faşist saldırılar karşısında Kürt halkının saflarında savaşabilmenin bir aracı olarak görüp kabul ettiklerinden ötürü HBDH’ne dahil olmuşlardır. Ve elbette bu da çok anlamlı ve tarihi bir görev ve sorumluluk örneğidir de. (Fakat şunu da belirtmek gerekiyorki; normalde bu tür siyasal hamleler öncelikle kendisini komünist devrimci addeden öncü öznelerce, öncü olmalarının bir gereği olarak, gündeme getirilir ve oluşumuna önayak olunur. Ama bizde zaten hemen hemen hiçbirşey asla olması gereken gibi olmadı şimdiye dek. Ezen-ezilen ulus çelişmesinin çözümü görevinin demokratik devrime ve ezilen ulusun burjuva ve küçük burjuva unsularına havele edilmesi ve aktüel görvin ise desteklemekle sınırlı tutulmasının yeterli görülüyor olması gibi daha birçok sorunda asla bir öncü misyonu üslenilememiştir. vs. vs.)

Yani özcesi, HBDH’nin “gizli öyküsü”nün easası budur demek hiçte yanlış olmaz. Hal böyle olunca da, bu oluşuma daha farklı misyonlar yüklemenin anlamı da gereği de yoktur aslında, değil mi?

Özetle altını çizerek vurgulamak gerekirse; ittifaklar sorununun ele alınmasında rehber alınması gereken temel perspektif Lenin’in sunduğu perspektiftir. Mao Zedung’un temel aldığı ve uyarladığı perspektif de budur.

2193

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar