Çarşamba Mayıs 15, 2024

Komünistler Alman Burjuvazisini Yargılıyor (Münih Duruşmaları)

Yıl 4 Ekim-12 Kasım 1852, Köln’de, 11 Komünistler Birliği üyesi yargılanıyor.

Yıl 2015-2016 Münih. TKP/ML (Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist) olduğu gerekçesiyle 10 komünistin “yargılanma” amaçlı duruşmaları ve esaretleri devam ediyor.

Birinciler, “vatana ihanet” suçlamasıyla ceza alıyor.

TKP/ML’liler; “Türkiye’de terör örgütü yöneticileri oldukları” gerekçesiyle “yargılanıyor”.

TKP/ML, Almanya’da yasak değil ve hiç bir AB ülkesinde yasak olmadığı gibi “terör örgütü” olarakda değerlendirilmiyor. Burjuvazinin, komünistleri “terör örgütü listesine” almaları, komünistleri gücendirmez. Bu tür “liste”ler, burjuvazinin sınıf düşmanlığının belgesi olması dışında bir anlam taşımaz.

Alman burjuvazisinin tarihi, burjuvazinin anti-komünizm tarihidir. Köln Komünistler Birliği üyelerinin cezalandırılması ilk olmasına karşın son değildir. 21 Ekim 1878 tarihinde Bismarck hükümetinin, çıkardığı; anti-komünist yasa (Gesetz gegen die gemeingefärlichen Bestrebungen der Sozialdemokratie –Sosyaldemokratların tehlikeli tolumsal emellerine karşı kanun-) Sosyal-Demokrat Parti’nin tüm faaliyetlerini yasakladı.

Aynı burjuvazi, Nazi faşizmine karşı en kararlı mücadeleyi veren ve bu mücadele içinde binlerce üyesini ve taraftarını yitiren Almanya Komünist Partisi (KPD), proletarya diktatörlüğünü savunduğu gerekçesiyle, binlerce üyesi ve kadrosu olan bir parti 17 Agustos 1956’da yasaklandı. Böylece Alman burjuvazisi, o dönem SSCB’ye karşı efendisi ve koruyucusu ABD burjuvazisinin McCarthizmci yöntemini ve Nazi Almanya’sının komünist yasaklamalarını yeniden uygulamaya soktu.

Tarih tekerrür etmiyor. Kendini yenileyerek devam ediyor. Ancak aynı toplumsal sistemin temel karşıt sınıfları arasındaki mücadele, bu toplumsal sürecin içinde birbirine benzer şekilde meydana geliyor. Kapitalist sistemin efendileri burjuvazi ve onun siyasal temsilcileri ile proletaryanın temsilcileri komünistler arasında kıyasıya bir mücadele sürüyor. Burjuvazi dipten gelen dalganın önüne geçmek için çaba harcıyor. Komünistler, dalga boyutunu en yükseğe çıkarmak için mücadele veriyor. Siyasal savaş burada kızışıyor. Proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf savaşımı burjuva mahkemelerinde de yansımasını buluyor.

1852’den günümüze kadar, komünizm korkusu, proletarya diktatörlüğü korkusu, Alman burjuvazisini korkutmaya devam ediyor. O, komünistleri “terör örgütü” olarak kriminalize etmeyi deniyor.

Nazi iktidarı sürecinde, fabrika yakınlarına toplama kampı kurduran burjuvazi, alçalmanın dibini bulmuştu. Ve günümüz Alman teklelerinin sermayesi kan ve göz yaşıyla semirmiştir.

Engels, yoldaşı Wilhelm Wolff’u anlattığı bir makalesinde, 1848 devrimleri sürecinde, Alman burjuvazisi için şöyle bir belirlemesi var: “ ..devrimden ayrılarak kendini alçattı.” O günden beri Alman burjuvazisi işçi sınıfı hareketi ve onun siyasal önderleri karşısında korkuya kapılarak cellatlaşmıştır. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Ernst Tählmann gibi işçi sınıfı önderlerini alçakca katledimiştir.

Burjuvazi komünistleri, devrimcileri ve ezilen ulus hareketlerini hala tehlikeli görmeye devam ediyor. Almanya’da PKK, FARC, DHKPC ve daha bir çok devrimci ve ilerici ezilen ulus hareketleri var. Sermayenin “güvenliği, selameti ve egemenlik alanlarını genişletmek için”, komünizme karşı savaşının yanında ilerici halk hareketlerine karşı kendinini alçaltma prensibinden taviz vermiyor. Soykırımla karşı karşıya kalan bir ulusun temsilcisi PKK’yi, Türk devleti karşısında “terörist” görmeye devam ediyor.

Alman devleti’nin sermaye ve meta ihraç ettiği ve ucuz işgücünden yararlandığı ülkelerin burjuvazisine destek vermek için 129a-b yasası var: “terör örgütü oluşturmak.” Neye karşı: öldürme, kitle katliamı, insanlığa karşı suç, savaş suçu, kişilerin özgürlüğünü engellemeye yönelik suç” vb. 129b ceza kanunu ise, 129a’nın yurtdışında işlenmesi yönelik.

Bu kanun maddeleri içinde yazılanlara uygun bir terör örgüt yapılanması; TKP/ML ya da herhangi bir devrimci örgütü değil, Alman devleti ve onun bağlaşıklarına uygundur. Afganistan’da, Belgrad’da... Afganistan halkının üzerine yağdırılan bombalar ve o ülke halkının ortaçağ karanlığına mahkum edilmesinin ikinci sorumlusuda Alman emperyalist devletidir.

“Sırpları durdurma” adı altında, günlerce Belgrad ve diğer Sırp şehirlerinin havadan bombalanması ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak uranyum bomların kullanılması... Yugoslav halklarının birbirini boğazlatmada birinci derecede sorumlusu ve suçlusu Alman emperyalizmidir.

Bunlara daha eklenecekler var. Başta, Güney Afrika ırkçı devletiyle yıkıldığı güne kadar resmi ilişki kurmak, ticari ve siyasi ilişki yürütmek. Aynı şekilde Şili’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Allende’ye darbe yapan Arjantin faşist cuntasıyla resmi ilişki kurmak. Türkiye’de 12 Eylül 1980’de anayasal düzeni askeri cuntayla yıkan 12 Eylül faşist cuntasıyla ilişki kurmak ve ticari ilişki yürütmek. Ve bu ülkelere silah satmanın yanı sıra sermaye ve meta ihraç etmek.

Demokrasi ile yönetilmeyen ülkelerle ilişki kurmak ve onlara silah satmak. Bunların başında Suudi Arabistan gelmektedir. Kürtleri katleden (129a völkemord), Kürt şehirlerinin “Made in Germany” yazılı silahlarla bombalayan TC ile ilişki kurmak, geliştirmek ve silah satmaya devam etmek. İŞİD’i her yönden destekleyen TC hükümeti ile sıkı ilişki yürütmek. Alman basınında Türk hükümetinin Cizre ve diğer Kürt şehirlerinde “savaş suçu” işlediği yazılmasına karşı, ilişkilerin sürdürülmesi... Der Spigel: “Özgürlüğünü Kaybeden Ülke”1 diye kapak yapmasına karşın, TC ile “sıkı dotluk ilişkisi” sürdürülüyor. Yine T.C. CB Erdoğan ve diğer Hükümet üyeleri hakkında, Uluslararası Hukuk Demokrasi Derneği (MAF-DAD)2 dava açmasına karşın, hala resmi ilişkiyi sürdürmek. Irak, Suriye ve Libya’da kitle katlimaları (129a stgb, völkemord) ABD ile suç ortaklığı yapmak.

Yukarıda söylediğime tekrar dönersem: Ortada bir suç ve bu suçu işleyen var. Ancak, bu, ne TKP/ML ne de diğer ezilen ulus örgütleri ne de devrimci örgütler... Bu suçu işlemeye devam eden Alman hükümetidir. Alman burjuvazisi insanlığa karşı suç işlemeye hala devam ediyor.

Uluslararası Af örgütü (Amnesty), Almanya devletini, “ırkçı saldırılara karşı halkı korumuyor” diye suçladı. Almanya’da son bir yıl içinde 23 bin ırkçı saldırı oldu. Bunların 1458 şiddet içeriyor.3 Komünistlere yönelik bu tür bir suç iddiası olmadığı gibi, bu tür olaylar komünistlerin karşı çıktığı ve mücadele ettiği faşist yönelimlerdir. Ancak, Alman savıcılığı, Neonazi ırkçılarını değil, siyasal görüşlerinden dolayı komünistleri tutuklamayı, burjuvazinin çıkarına görüyor. Nazilerin içinde bir hayli V-Mann (gizli polis) olduğuda basına çıkmıştı. Ve sosyal medyada alay konusu olmuştu. “V-Mannlar açığa çıktı, Neonaziler yöneticisiz kaldı” diye. Ve Naziler içindeki gizli polis yoğunluğundan hareketle bir de film yapılmıştı: “V-Mann-Land”4 (Gizli Polis Ülkesi)

Komünistleri tuvaletlerde dahi dinlemeye alan devlet, 7 yıl (2000-2006) içinde 10 kişiyi katleden neonazi faşist (NSU)5 çetesini nedense takip etmemiş. Yine devletin gizli polisinin (V.mann) bu çetenin içinde yer aldığı haberleri peş peşe basına yansıyor. Bu seri cinayetleri, Alman polisi bilinçli olarak ”dönerci cinayetleri” olarak lanse etti: “Yabancılar arasındaki karanlık işler.” Amaç; kamuoyunu yabancı düşmanlığına yönlendirmekti.

Ünlü yazara Günhter Gras, daha 1997 yılında, ülkedeki yabancı düşmanlığını eleştirmek için; “ülkemden utanıyorum” demişti. Alman burjuva hükümetlerinin dıştalayıcı, kutuplaştırıcı ve yabancı düşmanı politikaları sonucu AfD (Almanya için Alternatif) gibi ırkçı partileri bazı eylaetlerde ikinci parti durumuna getirildi.

Karşı-devrimin tüm ideolojik-siyasal toplumsal türevlerini bünyesinde toplayan burjuvazinin, “barış, demokrasi ve özgürlük””ten söz etmesi, savunur gözükmesi, büyük bir sahtekarlıktır. Bunların olmadığı yerde burjuvazi vardır.

Savcı, TKP/ML’nin ,silahlı mücadeleyi savunmasını “suç” görüyor. Nazizme karşı savaşan hiç bir örgüt ve birey Nürnberg Mahkemeleri’nde yargılanmadı. Nazizme karşı silahlı mücadele meşru ve haklı görüldü. O mahkemelerde o zaman sadece ve sadece Nazi ve ileri gelen yöneticileri yargılandı. Demek ki, soykırımcı, ırkçı ve faşist rejimlere karşı özgürlük için silaha sarılmak meşruymuş. Türkiye’de “demokrasi değil, diktatörlük var” diye bütün Alman basını yazıyor. “İnsan hakları”, Türk ve Suudi sultanlarıyla altın varaklı koltuklarda oturarak savunulamaz. Hiç bir politik özgürlüğün olmadığı ülkelerde burjuvazi, işçi sınıfına ve emekçilere tek bir seçenek bırakıyor: karşı-devrimin silahlı devlet terörüne karşı silahlı devrimci mücadele!

Bugünde özgürlüğünü isteyen, her türlü sömürü ve baskıya karşı çıkanlara “neden silaha sarıldın” diye suçlama ya da kınama yapılamaz. Dünya haklarını terörize edenler,, baskı uygulayan, sömüren, her türlü işkence yöntemini meşru gören, anti-demokratik ve faşist tüm rejimleri destekleyen ve bunlara silah satanların önce kendilerinin aynaya bakması gerekiyor. Bugün dünyanın her yerinde karşı-devrimci bir şiddet varsa onun tek sorumlusu, Alman devletinin de içinde olduğu emperyalist devletler topluluğudur.

TKP/ML’nin, Alman burjuvazisi tarafında “yargılanması”nın arkasında, Alman sermayesinin Türkiye’deki yoğun faaliyetleri ile yakından ilgilidir. Ve Alman tekelci burjuvazisi Türkiye’den Almanya’ya akan sermaye birikiminin önüne engel çıkarılmasını istemiyor.

1933’de Nazi rejmi Dimitrow’u ne amaçla yargılanmışsa, bugünkü burjuvazinin siyasal temsilcisi koalisyon (CDU-SPD) hükümeti de aynı siyasal nedenlerle TKP/ML’lileri “yargılıyor.” Ancak, Nazi mahkemelerinde Dimitrov, yargılanan değil, yargılayan oldu. Şu anda TKP/ML’li komünistlerde aynı şeyi yapıyor: Yargılanan değil, yargılayanlar kürsüsünde oturuyorlar.

TKP/ML, Münih Duruşmaları’nı, yargılanan değil, yargılayana çevirmiş durumda. Alman işçi sınıf kendi tarihini de aynen böyle yazacaktır. TKP/ML tutukluları, “savunma” yapmıyorlar. Başta Alman bujuvazisi olmak üzere, tüm emperyalist ve faşist rejimleri yargılıyorlar.

Alman devletinin faşist Türk devletiyle ilişkileri ve neden desteklediklerini belgeleriyle ortaya koyuyorlar. “TKP/ML Münih Duruşmaları” üzerindeki kamuoyuna açılma yasağı kalktığında bu daha net görülecektir. Alman işçi sınıfı bu komünistleri sahiplenmeye hep sürdürecektir.

Enternasyonal proletarya adına burjuvaziyi kendi salonlarında yargılayan bu komünistler, salondaki dinleyiciler tarafından ayakta alkışlanmayı hak ediyorlar.

Korkun burjuvazi, komünistler vardı, var olacak! 

45855

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sayfalar