Cumartesi Haziran 1, 2024

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Gazeteler, Türkiye’de, “1941 yılından beri meydana gelen maden kazalarında 3 binden fazla işçinin yaşamını yitirdiğini yazıyor. Ancak, bu ölümler birer istatistik olarak tarihteki yerini alırken, acı ve gözyaşlarının ise istatistikleri maalesef tutulamıyor.

Sadece 2013 yılında işkazalarında ölen işçi sayısı 1235 olarak veriliyor. Bu veri eksik olmasına karşın oldukça yüksek bir rakamdır. „İş kazası“ adı altında, ortalama olarak yılda 1072 işçi ölüyor. Sadece bu yılın ilk dört ayında ölen işçi sayısı; 396[1] AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2013 sonuna kadar toplam 13 bin 442 işçi katledilmiştir.

Türkiye, iş kazalarında, TMMO’nın raporuna göre, „iş kazası“ adı altında ölüm oranı, her yüzbin işçi de;  Avrupada birinci, dünyada ise üçüncü sıradadır.

Mesleki hastalık oranı ise, akıl almaz bir şekilde yükselmektedir. Devletin resmi kurumu olan SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu)‘na göre meslek hastalığına tutulan çalışanların sayısı yılda 600’ü geçmezken sendika ve diğer araştırma kurumlarının verilerine göre bu rakam yılda. 35-40 bin arasıdadır.

Türkiye ve Kürdistan’da, 1,5 milyon iş yerinde yılda ortalama 70 bin iş kazası olduğu bildiriliyor. İş kazalarının artmasının bir nedeni de, sendikasız çalışmanın artmasından kaynaklanmaktadır. İşçilerin, örgütlü bir mücadeleden yoksun olması, sendikasızlaştırılması ve sendikaya üye olmak isteyenlerin ya da üye olanların işen atılması ve de atılma tehdidiyle karşı karşıya kalmaları, sendikalaşma oranını gün geçtikçe düşürmektedir. Özellikle AKP hükümeti iş başına geldikten sonra, sendikasızlaştırma politikası yaygınlık kazanmıştır. Çalışma koşulları işçiler için cehennem olurken, sermayedarlar için ise tam bir cennete dönüştürülmüştür. AKP’nin bu kadar uzun yıllar ayakta kalmasının bir nedenide budur. Tüm sermaye kesimi tarafından desteklenmesidir. Son yıllarda bazı sermaye kesimlerinin AKP’ye karşı çıkmaları, iş koşullarının işverenler aleyhine olduğundan değil, sömürüden daha az pay almaları ve kendi aralarındaki pazar rekabetinden dolayıdır.

Türkiye ve Kürdistan’da, işçilerin sendikalarda örgütlenmeleri önüne çok yönlü engel çıkarılırken, sendikalı olanlarda sendikasızlaştırılmak isteniyor. Sendikalaşmak isteyenler ise hükümet yanlısı karşı-devrimci ve sarı sendikalarda örgütlenmeye zorlanmaktadır. Memur-Sen, Hak-İş bunlardan bazılarıdır. 2012 yılında 2,2 milyon olan sendikalı işçi sayısı günümüzde 1.096.540[2]] gerilemiştir. Yürürlükteki yasalara göre sendikalaşma hakkı olan işçi sayısı ise, aynı bakanlığın verilerine göre 11.600.554’dir. Bu rakamlar, Çalışma Bakanlığı‘na aittir.

Türkiye’de çalıştırılan çocuk sayısı da bir milyonun üzerindedir. Kayıtlı çalışan 900 bin civarında olduğu söylenirken, kayıtlı ve kayıtsız toplamının bir milyonun çok üzerinde olduğuda biliniyor. Bunun anlamı da, sömürünün çok yoğun ve vahşice olduğudur.

Maden ocaklarında çalışanların ücretleri de asgari ücretin üstünde değildir. Bazı kaynaklar 900 TL olarak verirken, bazı kaynaklar ise 1600 TL geçmediğini söylemektedir. 15 yaşından küçük çocuklarında madende (ölenlerin arasında 15 yaşında çocuklar olduğu söyleniyor) çalıştırıldığına göre, ücretlerin düşüklüğü de kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Gazeteler, sermayedarların karlarını ne kadar artırdıklarını ve bir önceki yıla oranla yüzde kaç yükselttiklerini, büyük manşetlerden verirler. Ancak, işçi ölümleri küçük manşetlerle duyurulur ya da hiç yer verilmeyerek yok sayılması istenir. Oysa, patronların karlarının yükselmesiyle doğru orantılı olarak işçi ölümleri de artar. Bütün dünyadaki istatistikler bunu doğrular. İş kazalarında yaralanarak sakat kalanların ise bu verilerin kat kat üstünde olduğu bir gerçektir. 

Özelleştirmelerin artması, taşeronlaşmanın yaygınlaştırılması, her türlü sağlık ve yaşam güvenliğinden yoksun, örgütsüzleştirilmiş bir işçi kitlesi yaratıldı. Burjuvazi sermayenin kar oranını arttırmak için işçi ücretlerini düşürürken, sendikasızlaşma ve işçi güvenliğini de en alt düzeye çekti. Soma Holding’de bunlardan biridir. Şirket, kendini tanıttığı broşürlerde „en güvenli çalışma“ koşullarını yarattığını ileri sürmesi, gerçekleri dile getirdiği anlamına gelmiyor.

Türkiye’nin en büyük kömür maden işletmecesi olan Soma Holding bünyesinde 6 bin işçi çalıştığı bildiriliyor. Ancak, ölümlerin en çok işletmeninde bu olduğu bir gerçek olarak duruyor. Adı geçen bu holdingin İstanbul’da göğe yükselen gökdelenlerinin tersine koşut olarak da, bu şirket bünyesinde çalışan işçi ölümleri artmaktadır.

Soma maden ocaklarındaki katliam, bir kere daha gösterdi ki; sermayenin kar oranı arttıkça işçi yoksullaşması ve ölümleri de arttıyor. Sermayenin karının yükselmesi, işçilere ölüm, ailelerine ve yakınlarınaysa acı ve gözyaşı olarak geri dönüyor.

Şu ana kadar ortaya çıkan ölen işçi sayısının ikiyüzü geçmesine karşın bu sayının giderek yükseleceği de belirtiliyor. Aslında, işveren maden ocaklarında kaç kişi olduğunu biliyor ve açıklamaktan kaçınıyor. Elbette bunu hükümet yetkilileri de biliyor. Bildikleri içinde, bölgeye önce asker sevkiyatı yapıyorlar. İstanbul’un deneyimli çevik gücünün önemli bir bölümünü buraya aktarıyor. Olası tepkileri bastırmak için. Halkı kandırmak ve timsah gözyaşlarını gizlemek  için de “üç günlük yas” ilan ediyorlar. 

Burjuvazinin ilk “tedbiri” kendini korumaya yöneliktir. Maden ocaklarında kalan işçileri kurtarmak ise, sermayenin güvenliğinden sonra geliyor. Salt maden ocaklarında ölüm olaylarıyla ilgili olmayıp, işçilerin çalıştığı tüm işyerlerinden, “önce güvenlik” dediği şey, sermayenin korunmasıdır. Grev yaparak hakkını arayan ve işten atılmalara karşı çıkan işçilerin karşısına, önce polis ve asker çıkar, sonra da mahkeme kapıları gözükür.  Çünkü sistem, kapitalist sistemdir. Daha genel bir söylemle, bu düzen zenginlerin düzenidir.

Ölümler Kader Mi?

Çalışan işçilerin “iş kazası” adı altında öldürülmeleri bir kader değildir. Kapitalist sistemin doğal gelişiminin bir sonucudur. Yukarıda istatistiki olarak ortaya koyduğumuz verilerde gösteriyor ki, Türkiye’de burjuvazi, işçiler üzerindeki sömürü oranını arttırıcı her türlü uygulamayı devlet aracılığıyla yapıyor. Burjuvazi açısından sermaye birikimini artırmanın sınırı yoktur. Bu nedenle de vahşice sömürü ve baskınında sınırı yoktur. Sömürü oranı arttıkça, baskılarda artacak ve işçilerin yaşamları daha da kötüleşecektir. Aynı bugün olduğu gibi. 

İşçilerin “iş kazası” adı altında katledilmeleri, işçi ve emekçilere bir “kader”, “alınyazısı”, “tanrı buyruğu” olarak sunuluyor ve sunulmaya devam edecektir. Ancak, işçilerin vahşice sömürülmesi ise, doğal karşılanacaktır. Tayyip Erdoğan madende çalışanların “ölmeleri de normal”dır diyecektir. Böylece o, görevi gereği, sermayenin katliamci ve kitleleri sindirme politikasını savunmaya ve sürdürmeye devam edecektir.

Burjuvazinin işçi ve emekçilere “kader” olarak sunduğu yaşam tarzını, sistemi kökten reddetmek gerekiyor. Çünkü  kapitalist sistem, bütün doğayı öldürdüğü gibi insanlığı da öldürüyor. Bütün yaşamı yok ediyor. 

Türk faşist devleti, dün Roboski’de yaptığı katliamı bugün  Soma’da yaptı. Biçimi ne olursa olsun her ikisini de aynı amaçla yaptı. Daha fazla sömürmek, düzenini sağlamak ve halkı sindirmek için.

Dün Gezi’de katlettiklerini bugün Soma’da katletti. Gezi’de direnenler, bu katliamların olmaması için sokaklara çıkmıştı. Eğer, daha fazla emekçi sokaklara çıkıp haykırsaydı, belki Soma’daki madenci katliam yaşanmayacaktı.

Ne ölümler “kader”, ne de sömürülmek. Ama, çalışma araçları sermayenin tekelinde olduğu sürece, ölümleri işçi ve emekçilere “kader “ yapmaya devam edeceklerdir. Ne zaman ki, işçi sınıfı ve emekçiler kendi kaderlerini kendi ellerine aldıklarında, sermayenin de kölesi olmaktan kurtularak dünyayı özgürleştireceklerdir.

Bu katliam karşısında sessiz kalmak, sokaklara çıkıp haykırmamak, genel grev ilan etmemek, ihanetin en büyüğü olacaktır. Bütün fabrikalarda şalterler ölen madenciler için indirilmelidir. Bütün işçi ve emekçiler demokratik hak ve özgürlükler için sokakları, alanları zapt etmelidirler. Bugün susmak, geleceğimizi burjuvazinin katliamcı sistemine teslim etmek demektir.

Sokaklara çıkan kitlelerin talebi, sadece enerji bakanının istifasını istemekle yetinmemelidir. Hükümetin istifasını istenmelidir. Soma Holding’in başkanı dahil yöneticilerinin tutuklanması ve yargılanması istenmelidir. Başbakan Erdoğan’ın derhal istifa etmesi ve yargılanması talep edilmeli ve katil Türk devletinden hesap sorulmalıdır.

Sonuç olarak; Madencilerin ölümü kader değil, sermayenin kar oranını arttırma katliamıdır!

Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütün halkımızın başı sağolsun!

***14.05.2014


 

 

 

94558

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

Sayfalar