Pazartesi Mayıs 20, 2024

Mersin Eylemi: Savaşın Dayanılmaz Ağırlığı – Emir Arda

26 Eylül günü, Mersin Mezitli’de ki Tece polisevine yapılan eylemin üzerinden ortalama bir hafta geçti. Eylem, yapıldığı günden itibaren, ak koyun ile kara koyunu ayrıştıran bir işleve sahip oldu açıkçası. İki kadın devrimcinin fedai eylemi, siyasal alanın tam ortasına, onu ikiye bölen bir çizgi çekti… Bu yazı eylemin hemen ertesinde kaleme alınabilirdi. Ancak hem HPG’nin açıklamasını beklemek daha doğruydu, hem devletin vereceği refleksi ve eylemin sonuçlarını görmeliydik. O yüzden bu yazının yazılması ve yayınlanması bugüne değin bekletildi… Bu kadar bekleme yeterli. Artık bir değerlendirme yapmak zorundayız.

Eylemin yapıldığı geceden başlayalım. Eylem gerçekleştiği andan hemen sonra, gece 12 civarı ana akım medyaya düştü. CNN, NTV, Habertürk gibi bir çok kanal, İHA’nın alandan yaptığı yayını, canlı olarak yayınlıyordu. Sonuçta TC’nin idari yapısında “büyükşehir” sayılan bir kentteki bir polisevinin önünde ardı ardına silahlar patlamış, polisler karşılık vermiş ve hemen peşi sıra, kentin birçok noktasından duyulabilen ve hatta görülebilen bir patlama meydana gelmişti. Ana akım medyanın, ilk anda aktardığına göre; iki kişi bir araç ile polisevinin önüne gelmiş, silahlarla polisevinin nizamiyesini taramış, sonra kaçmaya çalışırlarken biri vurulmuş, geldikleri araba alev almış ve patlamış, diğeri kaçmayı başarmış ama daha sonra silahıyla birlikte yakalanmıştı.

Hem olabildiğince muğlak, hem de çok kurgusal bilgilerdi bunlar. Salt bu bilgiler ile eylemin bir devlet operasyonu olduğu iddia edilebilirdi. Ancak sabahında servis edilen görüntüler eylemin bir devlet operasyonu değil devrimci bir örgütün devrimci bir eylemi olduğunu açıkça gösteriyordu. İki kadın devrimci, doğrudan bir polisevini hedef almış, sırtlarındaki patlayıcılarla kendilerini feda etmişlerdi. Öyle “araba yanmış, patlamış” gibisinden absürtlükler sözkonusu değildi. Azıcık aklı olanın, KÖH’e bağlı medyayı birazcık olsun takip edenin, herhangi bir kanıta ihtiyacı yoktu zaten bu konuda.

Hemen akabinde, önce valiliğin, ardından Soylu’nun yaptığı açıklamalar ile bir spekülasyon üzerinden CHP hedef tahtasına oturtuldu. İktidar, bu durumu, pek tabii olarak kullanmak istiyordu. Ancak bu tutmadı. Tutsaydı da çok bir şey değişmezdi ama HPG-BİM imzasıyla yayınlanan açıklama, düzen içi siyaset alanının tam ortasına bir bomba misali düşmüş oldu. Eylemi yapan devrimcilerin açıklanan sicil bilgileri, iktidarın CHP üzerinden yaptığı spekülasyonu açığa çıkarmış ve boşa düşürmüştü. Bugün, bu konu üzerine koparılan yaygaranın ve spekülasyonun toplumsal bir karşılık alamadığını, tartışmanın yavaş yavaş sönümlendiğini görebiliyoruz.

Eylemin bu şekilde kullanılması bir kenara dursun, bu durum, iktidar kliklerinin içerisinde, “istihbarat zaafı kimden kaynaklı?” gibisinden bir tartışmaya bile yol açtı. Soylu’nun “bizlik bir durum değil, sınır dışından paramotorla geldiler” gibisinden MİT ve TSK’yı sorumlu gösteren açıklamaları bunun bir sonucuydu. Eski general İsmail Hakkı Pekin’in, KRT TV’de “paramotor işi zor, sınırdan gelmişlerdir, iç istihbaratta zaafiyet var” gibisinden söylemleri de, Soylu’nun bu iddiasına, karşı taraftan verilen yanıttı. Soylu’nun kendini haklı çıkarmak için halen üst üste yaptığı açıklamalar ise bir çırpınma halinden başka bir şey değil…

Ama her şeyden önemlisi, iki kadın devrimcinin bu eylemi; bitirildi denilen “terör”ün bitmediğinin, öyle kolay kolay da bitmeyeceğinin bir kanıtı oldu. HPG’nin “aşılamaz denilen yollar aşılabilir” belirtmesi bu noktada önemli bir alt çizme. Bu, coğrafyamızda devrimcilerin bitmeyeceğinin ve “yaşlı bir köstebek misali tünel kazdıklarının” tekrardan ilanıdır. Eylemin sonucunda, tıpkı Gare’de yaşanan hezimette olduğu gibi iktidarın acziyetini gösteren bir sonuç ortaya çıkmıştır. Ancak tek acziyet iktidara ait değil. Eylemin hemen ardı sıra gelen kınamalar, yapılan tartışmalar solun da bir acziyet içerisinde olduğunu açıkça gösteriyor. Seçimlere bir süreç olarak değil ama bir mekanizma olarak önem atfeden, stratejisini parlamento çalışmalarına odaklamış sol, eylemden oldukça rahatsız olmuş durumda…

2023 seçimleri önemli; düzen içi siyasette her anlamıyla ciddi kırılmalar yaratabilecek bir potansiyele sahip kuşkusuz. Ancak 2023 seçimleri, bir bütün olarak TC sınırları içerisindeki toplumsal yapının özgün niteliklerinden ve yaşadığımız nesnel gerçeklikten bağımsız olarak ele alınamaz… İşte bunu böyle ele alan sol, abandone olmuş, şoka girmiş, n’apacağını bilememiş; sürmekte olan “savaşın dayanılmaz ağırlığı”nın altında kalmıştır. HDP’nin içerisinden gelen açıklamalar böylesi bir durumun ifadeleri. Nitekim, MYK’nın yaptığı açıklama, bu abandone olma halinin aşıldığını ve yeterli olmasa da daha ileri bir tutumun alındığını bize gösteriyor. Bu konuyu daha fazla tartışmaya açmaya gerek yok o yüzden. Ancak solun diğer taraflarının, bu ağırlık altında ki acziyetlerine dair bir şeyler söylemek gerekir.

Bir: Bugün TC sınırları içerisinde yaşanan şiddet, çatışma ve kavga ortamı gökten düşmemiştir. Bu, en azından 150 senelik bir hikayedir. TC devleti, “iki düşman kardeşin kavgası”yla başlayan bu 150 senelik hikayenin bir kırılma anında, iç-dış güçlerin şekillendirdiği bir iç savaşın içerisinde kurulmuş ve yapısal özelliklerini bu iç savaşın içerisinde kazanmış bir mekanizmadır. TC devletinin üstüne oturduğu toplumsal yapıda, bu dinamiğin yıkıcı sonuçlarıyla şekillenmiştir. Bu yüzden, 100 senelik cumhuriyet tarihi, en istikrarlı sayıldığı dönemlerde bile e-muhtıraların vb. yayınlandığı bir istikrarsızlık tarihidir esas itibariyle. Kurucu bir dinamik olarak iç savaşın yarattığı siyasal-psikoloji ve ideolojik-kültürel-ulusal kutuplaşma toplumun her bir yanına sinmiştir. TC devlet mekanizması, tüm bu sürecin bir ürünü olan, inkara, tekçiliğe, sömürgeciliğe, baskı-teröre vb. dayalı bir ulus-devlet paradigması ile işlerliğini korumaktadır. Bugün “Kürt sorunu” diye anılan mesele bu yüzden TC devletinin zayıf karnı; esas itibariyle bir düğüm noktasıdır. 2013’den bu yana gelişen süreç, bu 100 senelik cumhuriyet tarihinin, yaşamakta olduğumuz verili evresidir. 2023 seçimleri, bu verili evrenin nereye doğru gideceğini belirleyebilecek bir eşiktir. Bugün herkesin gizli gizli konuştuğu “iktidarın, hükümeti, faşist terör aracılığıyla devretmeme olasılığı”, bu süreçte, inisiyatif üstünlüğünün maalesef iktidarda olduğunun bir göstergesidir.

İki: Devrimciler bu ülkede, olması gerektiği gibi, yeri geldiğinde yıpratma, yeri geldiğinde kent, yeri geldiğinde barikat savaşlarıyla, ‘71 devrimci kopuşundan bu yana, 50 senedir, devlete, kontrgerillaya ve onun güdümündeki sivil faşistlere karşı mücadele ediyor. KÖH ise 40 senedir yürüttüğü savaş ve zayıf karna vurduğu darbelerle, ipi düğüm noktasından kesip atabilecek bir güç haline gelmiş durumda. Eğer bugün TC sınırları içerisinde bir devrim olasılığından bahsedilecekse, bu, uzun seneler boyunca sürmüş olan bu iki mücadelenin tek bir kanalda birleşmesi sayesinde mümkündür. Eğer 2023 seçimlerinin sonucunda, kitleler lehine öyle ya da böyle olumlu bir sonuç çıkartılmak isteniyorsa, bu da, iktidarın inisiyatif üstünlüğünü kırmayı gerektirmektedir. Devrim veya kitleler lehine olacak herhangi bir değişim, yukarıda belirttiğimiz tarihsel-yapısal özgünlüklerden ve verili nesnellikten dolayı, müphem ve muhayyel stratejisizliklerin veya “demokratik siyasetin” bir ürünü değil, canla-kanla yürütülen birleşik bir devrimci savaşın ürünü olacaktır. “Demokratik siyaset” denilen düzen içi siyaset alanı ise istismar edilecek taktik unsurlarının toplamından daha fazla bir şey değildir. Aksini iddia etmek, ya ham hayaldir ya da çok bilindik bir oportünizmdir.

Üç: Bu 150 senelik hikayenin, 100 senelik cumhuriyet tarihinin ve 50 senelik devrimci mücadelenin, 2013’ten bu yana süren verili evresinde, dağda-ovada onbinlerce savaşçısını kaybetmiş, sömürgeciliğe, tekçiliğe ve inkara karşı, hali hazırda kimyasal silahlara ve taktik nükleer bombalara direnerek savaşan KÖH, pek tabii olarak, yürüttüğü savaşı, en geniş kitlelere duyurabilmek, düşman saflarını yıpratabilmek ve bu safları dağıtabilmek için kent meydanlarına taşıyor. O yüzden, Mersin eylemi, nereden bakarsanız bakın, hem meşrudur hem de gereklidir. Mersin eyleminin ilkesel boyutuna dair yapılacak herhangi bir meşruluk tartışması kimin devrimci olduğunun kimin ise olmadığının/olamayacağının turnusol kağıdıdır. Eylemin taktik geçerliliğini tartışmak ise iktidarın inisiyatif üstünlüğüne razı gelindiğinin bir delilidir.

Dört: Elbette devrimci bir eylem yapıcı bir şekilde eleştirilebilir. Ama her devrimci eylemin ardı sıra “terör” diye köpürmek, yapıcı bir eleştiri değildir. Ki “terör”, bir işkenceci sürüsüne gereken cevabı hak ettiği şekilde vermekse ve kimileri bunu kınamayı kendine bir vazife biliyorsa, o kimileri gibi olmaktansa terörist olmak bir onurdur! Zaten, iki kadın devrimcinin bu eylemi, devlet karşısında görece daha güçsüz olan devrimcilerin, yürüttüğü ve yürütmesi gereken yıpratma savaşının bir örneğidir. Merakı olanlar veya unutanlar, yıpratma savaşının, batı dillerindeki karşılığının ne olduğuna arama motorlarından tekrar bakabilir. O yüzden ne bu eyleme, ne de herhangi bir eyleme, birilerinin her fırsatta “terör” diye köpürmesi, devrimciler açısından bir şey ifade etmez-etmemesi gerekir. Ama kim “terör” diyorsa, kim sözde eleştirisini bu söylem üzerine kuruyorsa, bu onu devletin ağzıyla konuşan bir oportünist yapar.

Beş: Bugün bu eylem sonrası alanının daraldığı veya daralabileceği iddia edilen “demokratik siyaset” denilen yasal mevziler, ‘90larda faili meçhul cinayetlerde katledilen, işkencehanelerde ve zindanlarda direnen, savaş cephelerinde ölümsüzleşen onbinlerce devrimcinin canı pahasına kurulabilmiştir. Böylesi bir mücadele dinamiğinden bağımsız yürütülmeye çalışılacak olan yasal mücadelenin en fazla ulaşacağı nokta “1965 TİP seçim başarısı”dır. TİP, böylesi bir dinamiğe sırtını döndüğü içindir ki, bu başarı bir daha tekrar etmemiştir. Ki zaten HDP örneği o başarıyı kat be kat aşan bir noktadadır. Yasal mücadeleyi mümkün kılan, devletin, hukuki olarak ezilenlere bahşettiği sınırlar değil, ezilenlerin aşağıdan yukarıya doğru yarattığı basınçtır. Bugün, bu basıncı yaratan ve HDP’ye oy veren milyonlarca insan, meclis kürsülerinden yapılan konuşmalara veya esnaf ziyaretlerine vb. tav olduğu için değil, 50 senedir kesintisiz bir şekilde mücadele veren devrimcilere güvendiği için sandığa gitmektedir. Bugün, seçildikten sonra parti değiştirmiş olsun olmasın, kim HDP listelerinden vekil çıkabilmişse, bugün kim bu vb. ünvanlara yaslanarak jan janlı kongre salonlarının kürsülerinden retorik patlatabiliyorsa, devrimcilerin verdikleri can, ödedikleri bedel ve “terör” diye eleştirilen devrimci eylemler sayesinde bunu yapabilmektedir. O yüzden artık herkesin haddini hududunu bilmesi gerekmektedir!

1557

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar