Çarşamba Mayıs 8, 2024

Proletaryasız Burjuva Çağı Hayali(!)

 

Sevgili yoldaşım Mehmet Akkaya, Nisan ayında, Nisan Yayımcılık tarafından yayımlanan; “Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih” adlı kitabımla ilgili bir değerlendirme yayınladı. Öncelikle, kendisine teşekkür ediyorum. Çünkü kendine Marksist Leninist diyen örgütlerde eleştiri kültürü uzun zamandır ortadan kalktı. Daha doğrusu birbirini pek eleştirmedikleri gibi, sınıf mücadelesinin teorik sorunlarından mümkün oldukça uzak durmaya çalışıyorlar. Oysa, devrimci eleştiri, sınıf mücadelesinin olmazsa olmazlarındandır. Eleştiri olmayan yerde gelişmede olamaz.

Akkaya, üretken bir felsefeci. Bu nedenle de kendisini kutluyorum.

Şimdi söz konusu kitabıma yönelik eleştirilere gelebiliriz.

Birçok okuyucu ve yoldaşım, kitabın isminin uzun olması yanında isabetli olmadığı eleştirilerini getirdiler. Akkaya da aynı görüşte. Kitabın ismi “Artı-Değerin Kaynağı” da olabilirdi. Ancak, tartışılan konu bağlamında, üretici güçlerin gelişimi ve bunun sonucunun işçinin üretim sürecinin denetleyicisi ve düzenleyicisi olacağını vurgulamak için bu adı seçtim. Dijitalleşme olarak adlandırılan ve üretim sürecinin yoğun bir şekilde makineleşmesiyle, kaçınılmaz bir son olan işçi sınıfının konumudur. Böylesi bir durumda işçiler bir sınıf olmaktan çıkacaktır. Bugün yoğun olarak tartışılan “yapay zekâ” vb. gibi kavramlar ve bunların üretim süreci içinde yer almaları, komünist toplumun nasıl olacağının da ön habercisidir.

Kitabı burada yeniden tekrarlamayacağım elbette. Ama, güncel ideolojik tartışmaları esas alan ve proletaryanın “öldüğünden” ve de makinelerin artı-değer ürettiği gibi burjuva ideolojik manipülasyonların etkisi altında kalan anlayışların MLM temelde sert bir eleştirisidir. Bu tür tartışmalar kitap içinde var ve üretim sürecine makinelerin giriş tarihinden beri de vardır ve hala devam etmektedir.

En önemli sorun, “işçi sınıfının üretim sürecinin dışında kaldığı”, burjuvazinin artık “yapay zekâsı var”, “işçiye gereksinimi kalmadığı” gibi, sınıftan kaçan küçük burjuvaların anlayışının mahkûm edilmesi gerekiyordu.

Küçük burjuva oportünizmi burjuvaziden daha da geri. Burjuvazi “daha fazla ihtiyacımız var” diye bas bas bağırıyor ve buna uygun yeni yasalar çıkarıyor. Uzun zamandan beri, “işçi açığımız var ve daha fazla göçmen işçi almalıyız” diye çaba harcıyorlar. Alman tekelleri, hükümeti eleştiriyor, “işçi açığımızı giderecek önlemler almıyorsunuz” diye. Göçmen düşmanı İtalyan faşist hükümeti ve onun başkanı Meloni, “acilen 400 bin işçiye ihtiyacımız var” diyor ve dışardan işçi alımını kolaylaştıracak yasalar çıkarıyorlar.

“İşçilerin sayısı azalıyor” bilinçli çarpıtmasına istatistikler yanıt veriyor. İşçilerin sayısı azalmıyor, tersine artıyor. Kitabın içinde de istatistiki verilerle ortaya konduğu gibi, nispi azalmaya karşı mutlak bir artış söz konusudur. Bu gerçek, hiçbir küçük burjuva liberal yaklaşımlarla karartılamaz.

Akkaya;

Köse'nin, paylaştığı ülke ve dünya çapındaki istatistiklere inanılacak olursa işçi sınıfı niceliksel olarak azalmak şöyle dursun, tam tersine artmıştır. "İnanılırsa" diye ihtiyatla söylüyorum. Çünkü verilerin hemen hepsi sistem içi kurumların yayımladığı istatistiki bilgilerden oluşuyor. Bunlar ne derece doğruları yansıtıyor, akılda tutmak gerekir. Şu da var ki, burjuva kurumların istatistiklerin de bile işçi sınıfının büyüdüğü gösteriliyorsa yazar iyiden iyiye haklı bir noktada bulunmaktadır.

diyor.

Bu yanlış bir vargı. Burjuva istatistiklerde kısmen çarpıtmalar olsa da genel anlamda doğrudur ve kendileri de bu istatistiki verilere göre faaliyet yürütmektedir. Özellikle, burjuvazi işçi sayısını az göstermeye çalışıyor, anacak tam olarak gerçek verileri gizleyemiyor. TÜİK bile temel gerçekleri gizleyemez ve gizleyemiyor. En göze çarpanı enflasyon oran belirlemesidir ki, bunu bile tam olarak gizleyemiyor, enflasyon içine aldığı kalemleri değiştirerek “az” göstermeye yolunu izliyor.

Akkaya'nın “burjuva istatistiklerine güvenmeme” “ihtiyatı” bana bir olayı anımsattı. Bir zamanlar “ülke yarı-feodal mi kapitalist mi” tartışmaları yapılırken, bazı arkadaşlarımız; “bölgelere özel ekip çıkarıp ekonomik araştırma yapsın” önerileri getirmişlerdi. Yani, “burjuvazinin istatistiklerine güven olmaz, biz yapalım” demekle, olmayacak, yapılamayacak bir öneri ile, anti-bilimsellikte ısrarla diretiyorlardı.

Ve ben o zamanlar şöyle demiştim: “Marx, Kapitali burjuva istatistikleri temel alarak yazmıştır. Yine Lenin, “Rusya'da Kapitalizmin gelişmesi” adlı kitabını Rus monarşisinin istatistiklerini temel alarak yazmıştır. Küçük burjuva sol çocukluğu, gerçekleri kabullenemeyince, işi yokuşa sürer. Ve bizler analizler yaparken burjuva istatistiklerini temel almak zorundayız. Bütün bilgiler onların elinde.

Akkaya'nın, makalesinin içinde bir başlık var; “Köse'nin Kitabı ve Sol Sapma

Burayı dikkatlice okudum. Akkaya bu kitabı övüyor. Ama birden bir “sol sekter ve sol sapma” saptamasında bulunuyor. Kitap içindeki hangi anlayışı “sol sekter ve sol sapma” bulduğunu ise somut olarak belirtmediği için, söylemiş olmak için söylenmiş gibi duruyor. Yani, Akkaya'nın kitabı bütünlüklü değerlendirmesiyle çelişen bir saptama.

Köse'nin kitabına, Marksizmin Ortodoks yorumu hakimdir diyebiliriz. Eser, şüphesiz devrimci çizgidedir. Referans noktaları Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung olarak verilmiştir. Yine de kitabın bunları da aşan, "sol sapma" diyebileceğimiz bir boyutunun da olduğu ileri sürülebilir. 'Önderler ne söylediyse doğru söylemiş ne yaptılarsa doğru yapmışlardır' gibi bir yaklaşım var. Dolayısıyla temel, devrimci kaynaklara gözü kapalı bu yaklaşım tarzının da sorgulanması gerekiyor.

Batı Marksizm’inin getirdiği eleştirileri görmezden gelmek, yeni toplumsal hareketleri yok saymak ya da önemsememek, kadın hareketini, ezilen ulus mücadelesini ve bugünlerde gündem olan Akbelen'de (Muğla) olduğu gibi köylü direnişlerini paranteze alan bir bakışın ve teorinin kendisi de başlı başına bir problematiktir.” (Akkaya'nın makalesinden)

“Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak” adı altında bir kitabım var. Ancak, “Marksizmin Ortodoks yorumu” gibi sözler genelde burjuva liberallerine ait. Marksizm’i savunanlara bu argümanı kullanıyorlar. Evet ben, MLM savunuyor ve bu dünya görüşünün çarpıtılmasına, burjuva liberal ve küçük burjuva oportünist “yorum”larına kesinlikle karşıyım ve kitaplarım bunun kanıtıdır. Ama aynı zamanda Marksizmin bir doğma değil bir eylem kılavuzu olduğundan da hareket ederim ve tüm kitap ve diğer yayınlanan araştırmalarımda buna örnektir.

Sevgili Akkaya, bu kitapta neyin “sol sekter” ve neyin sol sapma” olduğunu göstermesi iyi ve böylece “sol sekter” hatamı görmekte bana yardımcı olmuş olurdu. Maalesef bunu benden esirgemiş.

“Önderler ne söylediyse doğru söylemiş ne yaptılarsa doğru yapmışlardırböyle bir görüşüm olmadığı gibi, kitap için böyle bir izlenim verecek bir anlayış ya da düşünce tarzı da gösterilemez. Akkaya bunu nereden çıkarmış bilemiyorum.

“Batı Marksizmin getirdiği eleştirileri görmezden gelmek...” böyle diyor Akkaya. “Batı Marksizm’den neyi kastediyor anlaşılmıyor. Batıya ait özel bir Marksizm yok. Marksizm evrensel bir ideolojidir. Çünkü burjuvazi evrensel bir sınıf olduğu gibi proletarya da evrensel bir sınıftır.  Bunların dünya görüşleri de evrenseldir.

Batılı burjuva liberallerin Marksizm’e ve Leninizm’e getirdikleri eleştirilerden söz ediyorsa, elbette bunlara karşıyım ve bunların proletaryanın ML dünya görüşüyle bir ilişkileri olmadığı gibi, bütünüyle emperyalist burjuvaziye hizmet eden görüşlerdir. “Batı Marksizm’inden “Frankfurt Okulu”, “Euro Komünizm” vb. gibi akımlar kastediliyorsa, bunların “Marksizm’i aşma” adına getirdikleri bütün argümanlar yine ML tarafından burjuva çöplüğüne geri atıldı. Ama “Batı Marksizm”inden kasıt MLPD[1] gibi ML partilerin ve Stefan Engel gibi ML teorisyenlerin görüşleri ise, kabulümdür. Bunlar ML görüşlerdir.

Ancak, Akkaya'nın kastettiği (net olarak isim belirtmemiş olmasına karşın) yukarıda sözünü ettiğim revizyonist ve reformist çevreler olsa gerek. Oysa bunlar çoktan fiziksel olarak da burjuva tekelleriyle iç içe geçtiler.

“.. toplumsal hareketleri yok saymak..” bu eleştiriyi bana getiriyor Akkaya yoldaşım. Kitap bu tür hareketleri yok mu sayıyor? Nereden çıkıyor bu eleştiri. Kitap içinde hangi görüşüme dayandırılıyor? Belli değil. Temelsiz bir eleştiri yöntemi? Ayrıca doğa katliamına karşı mücadelenin sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğu, kapitalizm yıkılmadan insan ve doğa yıkımının önlenemeyeceği bu kitap içinde yer alır.

Kitabın tartıştığı konu esas olarak doğanın kapitalizm tarafından yıkımı ya da toplumsal hareketler değil. Ancak, hiçbir komünist bunlara karşı duyarsız değildir. Kitabın “Son Söz” bölümünde şöyle söyleniyor:

Buradaki inceleme ve araştırma nesnemiz, esas olarak, gelinen aşamada kapitalizmin işgücüne gereksinim kalmadığı, onun yerini makinelerin aldığı anlayışının, kapitalizmin nesnel gerçekliğini doğrulamadığını ortaya koymaktı. Bu da güncel verilerle ortaya konduğu inancındayım.[2]

ve toplumsal hareketlere ve doğanın yıkımına karşı da es geçilmemiştir.

“.... Son 20 yıl içinde gelişen kitle hareketleri, kapitalizm karşıtı gösteriler ve nüfusun %99’un, nüfusun %1’inin yönetimi altında yaşamak istemeyişini her defasında ve büyük kitlesel gösterilerle ortaya koyması, doğanın tahribatıyla kronik hale gelen çevre krizi, ekonomik krizlerin eskiye oranla daha fazla sıklaşması, mülteci ve genel toplumsal sağlık (virüs salgınları vb.) kronikleşmiş krizleri, kapitalist sistemin çanlarının çaldığını ve yeni toplumsal bir sistem olan uluslararası sosyalist toplumun tohumlarının çoktan filizlendiğini ve bu filizlenen toplumun artık kapitalist toplumun yerini almasının zorunluluğunun açık ve net göstergeleridir.”[3]

Akkaya, bende olmadığını söylediği ve eleştirdiği konular, kısaca var. Ancak, Akkaya anlaşılan ikna olmamış ki, Frankfurt okulu vb. gibi reformist burjuva liberallerin eleştirilerini kabullenmemi beklemiş? Diye düşünmeden edemiyorum.

Akkaya devam ediyor.

Köse, kapitalizmin tarihindeki dönüm noktalarını işaret ederken tartışmayı, 200 yıldır güneşin altında yeni bir şey yoktur demeye getiriyor. Hadi dünyada nitel değişiklik olmadı diyelim, olan nicelik değişiklikler teorilerde bazı farklılıklara yol açmaz mı? Köse, farkında olmadan, ekonomik gerçekliklere oranla ideolojiye daha çok önem verdiğinin ayırdında değil.

Bu yaklaşımın yüzeysel olduğunu söylemek durumundayım. “200 yıldır güneşin altına hiçbir şey değişmedi” gibi bir yaklaşım olmadığı gibi, gelişmeler ele alınmıştır. Her şeyden önce sosyalist ülkelerin doğuşu ve sonra yıkılması, kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmesi vb. Ve ayrıca, kapitalist üretim sürecinin temel yapısı değişmedi, ama makineleşmeler (yapay zekâ vb.) artması ... Diğer yandan kapitalizmin kendi içinde çelişmelerin keskinleşmesi vb. Ama, ücretli işgücü sömürüsü, sermaye birikiminin temeli, kapitalist sistemin sınıfsal yapısı ve bu sınıflar arasındaki emek sermaye çelişmesi değişmemiştir. Sevgili Akkaya'nın eleştirdiği kitabımın içeriği,

Kapitalizmin diyalektik gelişiminin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Veriler bunun bir göstergesidir.  Akkaya eleştirinde yanlış kapı çalıyor ve burjuva liberal okulların ortaya koyduğu ideolojik izi takip ediyor izlenimini veriyor.

Anlaşılıyor ki, sol sekter bakış açısının etkisinde kalan Köse, esas-tali diyalektiğini yapamıyor. 'Sınıf dinamiği ve mücadelesi esastır, diğer dinamikler ve mücadeleler talidir, ikisi arasında diyalektik bir ilişki vardır' deme düzeyine yükselemiyor. Her şeyi sınıfla başlatıp sınıfla bitiriyor. Sonuçta Ortodoks Marksizm ile birebir örtüşmeyen- hadi Max Weber neyse- post modern, yeni Marksist, post yapısalcı bütün düşünceler de adeta birer hurafe olarak değerlendiriyor.” (aç Akkaya)

Bu eleştiriye “pes” demek gerekiyor ve dürüstçe bir yaklaşımda değil. “Esas ve tali ayrımı yokmuş”. “Esas ve tali arasındaki diyalektik bağ yokmuş.”  Sonunda, Akkaya, söylemek istediği gerçeği, -okuyucuyu fazla merakta bırakmadan- ağzının içinde fazla bekletmeden dışarı bırakıyor ve şöyle diyor:

Her şeyi sınıfla başlatıp sınıfla bitiriyor. Sonuçta ortodoks Marksizm ile birebir örtüşmeyen- hadi Max Weber neyse- post modern, yeni Marksist, post yapısalcı bütün düşünceler de adeta birer hurafe olarak değerlendiriyor.” (açAkkaya)

Akkaya'ya, önce bir soru sormama izin verin. Akkaya'nın incelediği felsefeciler, hizmet ettikleri sınıfların dışında mı felsefe üretmişler, düşünce ileri sürmüşler acaba? Almanların dediği gibi; Gibt es einen klassenlosen Philosophen?[4]

Bir kere daha ve ısrarla yineliyorum. Her şey sınıfla başlar sınıfla biter. Sınıflı toplumlara damgasını vuran temel neden budur. Bunu belirleyende elbette ekonomik nedenlerdir. Yani, toplumu var eden alt yapıdır. Üretim ilişkileridir. Deyim yerindeyse dünya öküzün boynuzunda değil, sınıflar arası mücadelede döner. Küçük burjuva popülizmi, sınıflı toplumda ve esas olarak iki sınıfa ayrılmış kapitalist toplumda, “sınıf mücadelesinin dışında kalanlar da var” der. Sınıf ve sınıf mücadelesi tartışmalarından kaçınırlar. Burjuvazinin her adımının (ideolojik, politik, kültürel, hukuksal, ekonomik vb.) kendi sınıf çıkarlarını korumak ve daha da ileri götürmek amaçlı olduğunu göremezler. Burjuva devletin en ince kılcal damarlarına kadar burjuvazinin sınıf çıkarları etrafında örüldüğünü görmezden gelirler.

Sınıf mücadelesinin dışında kalan hiçbir toplumsal gelişme yoktur ve olamaz. Kapitalist toplumda sınıfları kaldırırsan geriye kapitalizm diye bir şey kalmaz. Akkaya ve bu tür düşüncelere sahip olanlar bunu göremiyor ya da görmemeyi yeğliyorlar. Bu tür düşünce sahiplerinin esas olarak görmek istemedikleri ya da görmezden gelmek istedikleri tek bir sınıf var: İşçi Sınıfı. O da maalesef var ve burjuvazi olduğu sürece var olacak. Zıtların birliği ve mücadelesi burada görülür ve burada esas olan birlik değil mücadeledir. Kapitalist toplumun şaşmaz ve çarpıtılamaz sınıf diyalektiğidir bu. Burjuva liberal entelektüeller proletaryasız bir burjuva çağı diliyorlar, ancak bu olası değildir.

Evet bu konuları ele aldığım makale ve incelemelerde ısrarla değindiğim gibi, bütün postlar birer burjuva “hurafeleri”dir ve “post yapısalcı”, “post modern yeni Marksist” vb. gibi ne kadar püsküllü postlar varsa Marksizm’i revize eden ve ondan sapan tam teşekkülü birer burjuva anlayışları ve burjuva zırvalarıdır. Sevgili Akkaya'nın “beni sol sekter” olarak nitelemesinin altında yatan esas nedenler bunlar olsa gerek diye düşünüyorum. O Frankfurt burjuva ekolunun izinden gitmekte ısrar ediyor. Burjuva felsefecilerin adını sık sık anmakla Marksist-Leninist felsefeci olunmuyor maalesef.

Burjuva liberallerle, revizyonist ve oportünistlerle uzlaşmayan ve onları acımasızca eleştiren

Lenin’e de “sol sekter” deniyordu. Bunu daha çok da Menşevikler ileri sürüyordu, daha sonra buna Kautsky de katıldı. Burjuvazi ve onun etkisi altında kalan küçük burjuva solcuları Marksizmin revize edilmesine karşı çıkan Marksistlere bu nitelemeleri hemen yapıştırırlar. Nedense burjuvazinin dolaylı da olsa yanında yer aldıklarını, ML'e saldırmanın burjuvazinin nezdinde büyük bir kabul gördüğünü anlayamazlar ve bunu sorgulamaya asla yanaşmazlar.

Akkaya'nın kitap içinde el alınan bir konuyu es geçmiş ya da önemsememiş. Burjuvazinin işgücünü üretemediği eğilimi” tezimi. Bunu ilk defa ben getirdim ve kitap içinde teorik temellerini ortaya koyduğum inancındayım ve son gelişmeler bütünüyle bu tezimi doğrulamaktadır. Çin gibi bir ülkenin bile gelinen aşamada dışardan işgücü alımına başladığını görüyoruz. Bu neden önemli? Kapitalist sistem artık son sınırına gelmiştir ve kendini üreten artı değerin birikiminde krizleri derinleşecektir. Her toplum kendi nüfus yasasını da belirler. Kapitalist sistemin gelinen aşamada toplumsal nüfus yasası da iflas etmiştir. Kapitalizm giderken, etrafını da yıkarak gidiyor. Aynı, işgalci güçlerin geri çekilirken geçtikleri her yeri -tüm canlılarıyla beraber- ateşe vermeleri, yakıp yıkmaları gibi. Şu an içinde yaşadığımız emperyalist sistem aynen böyle değil mi?

Sonuç olarak, her eleştiriye değer veririm ve ciddiye alırım. Görüşlerimin yanlışlığını bana gösterenlere devrimci minnetim daha da artar. Ancak, Marksist ustalar yerine “Batı Marksizm’i” olarak ileri sürülen burjuva liberal entelektüel okulların ve akımları referans almamı istemelerine “gülüp geçirip demekle” yetinmeyip, devrimci eleştiri de olması gerekenleri yerine getirmeye çalışırım.[5]

[1]    MLPD: (Marxistisch-Leninistische Partei Deutschlands -Almanya Marksist-Leninist Partisi)

[2]    Yusuf Köse, Dijitalleşme, sf. 174

[3]    Age, sf. 174

[4]             (Sınıfsız bir felsefeci var mı?)

[5]    Bkz. https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/cianin-anti-komunist-ozgur-dusunceli-entellektuelleri

 

1095

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

Sayfalar