Cumartesi Mayıs 4, 2024

Rojava’nın işgaline müsaade etmeyeceğiz!

Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de suların yakın zaman durulmayacağı çok açık! Mezhep, aşiret ve bölgecilik üzerinden gelişen savaşlar, başta Türkiye ve İran olmak üzere bölge devletlerinin ve emperyalistlerin de müdahalesiyle her geçen gün daha fazla kanın dökülmesine yol açmaktadır. Türk devleti; Sünni mezhepçiliği ve Türk ulusçuluğu üzerinden bu kanlı savaşlarda Kürtlerin hiçbir kazanım elde edememesi düzleminde saldırgan bir politika yürütüyor.

Suriye’yi “parçalayıp”, çok geniş bir coğrafyaya “İslam Devleti” kurulmasına hiçbir ses çıkarmayan ve ne taşıdığı artık kanıtlanmış olan 2000 tır ile bu “devlete” destek veren Türkiye, şimdi en tepesindeki isim aracılığıyla Kürtlerin kazanımlarına saldırıyor. Erdoğan, İslam dünyası için kutsal olan ve tarih boyunca savaşlara ara verilen Ramazan ayında; savaş çığırtkanlığı yapıyor. Katıldığı bir iftarda şunları söylüyor: “Suriye’nin kuzeyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun, bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Tel Abyad’ın özgürleştirilmesiyle DAİŞ’in şah damarı kesildi! Rojava kantonları ise daha da güçlendi. Rojava’nın konfederal bir yönetimle ya da ayrı bir devlet olarak var olması artık tamamen bir realite durumundadır. YPG/YPJ güçleri ilk hamlede Rakka’ya yönlendirilseler de Afrin’le diğer kantonların birleştirilmesi için askeri harekat yapacakları da kesindi. İşte bu gerçeklikte, Türk devlet yetkilileri peşpeşe güvenlik zirveleri yaptılar. Bu güvenlik zirvelerinin ana konusunun ne olduğu da, sonuçları da Erdoğan’ın yukarıdaki cümlesiyle açıklanmış oldu. Fakat çok geçmeden, güvenlik zirvelerinin asker kanadının sızdırdığı daha ayrıntılı bilgilerle Rojava’ya yönelik askeri hareket hazırlığının yapıldığını öğrendik.

Elbette ki Türkiye’nin “Suriye’ye tampon bölge” adı altında işgal talebinin olduğu biliniyordu. Bunun da ötesinde; Nisan ayında o dönem Milliyet gazetesinde yazarlık yapan fakat bu haberlerinden bir süre sonra ayrılmak zorunda kalan Aslı Aydıntaşbaş Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın Esad rejimini devirmek üzere bir askeri ittifak oluşturduklarını yazmıştı. Yemen’e karşı oluşturulan askeri ittifakın benzerinin Suriye için düşünüldüğü ortaya çıkıyordu.

Bu haberden kısa bir süre sonra CHP’li Gürsel Tekin, tarih vererek bir işgalden bahsetti. Hükümetin buna yanıtı “şimdilik böyle bir planlama yoktur” mealindeydi. Bu haberlerin hepsini de önemli bir gerçeklik payı olduğu ortadaydı. Temel mesele, Türkiye’nin özellikle ile olan yakın ilişkisiydi. ABD; cihatçı örgütlerin varlığını hem kendisi o bölgedeki varlığına hem de İsrail’e yönelik ciddi bir tehdit olarak görmektedir. El Nusra, ÖSO gibi yapılanmaların hiçbiri DAİŞ’e karşı aktif olarak savaşamıyordu! Bu en başta, ideolojik yakınlıklarının getirdiği özellikle DAİŞ’e doğru olan savaşçı akışıyla bağlantılıydı.

Türkiye’nin ısrarıyla  “Eğit-Donat” adı altında bir projeye başlatıldı. Fakat kısa bir süre sonra ABD’nin açıklamalarından bu projeye yerel örgütlerin pek sıcak bakmadığını bu nedenle esasta kadük kaldığını öğrendik.

Gelinen aşamada ABD, Esad’ın varlığını artık sorun olarak görmemekte, DAİŞ’e karşı savaşımı esas almaktadır. Bu durum ABD önderliğindeki koalisyon güçleri ile PYD’nin ortaklaşabilmesini getirmiştir. İşte bu gerçeklik, Türkiye’nin Rojava’ya girme hesaplarını alt üst etti. Fakat yine de çok ses çıkarmadı. Sonuçta DAİŞ hem Tel Abyad’ı hem de Cerablus’u elinde tutuyor ve kantonları birbirinden yalıtıyordu. Bununla birlikte önce Kobanê’ye, sonra Cizîre’ye saldırarak kantonların sürekli olarak savaş halinde kalmasına yol açıyordu. Hesaplanan, DAİŞ’in saldırıları ve mevcut ablukaya Rojava kantonlarının dayanamayacağı idi.

“İhtimaliyat hesapları ve çelişkiler”

Yapılan güvenlik zirvesinden “sızan” bilgilere göre Türkiye; Kobanê ve Afrin kantonları arasındaki bölgeyi işgal etmek istiyor. Bu bölge esas olarak DAİŞ’in denetimindedir. Öncüpınar’ın olduğu küçük bir bölge de ÖSO’nun elindedir.  Türkiye “DAİŞ terörüne karşı” bu bölgede tampon bölge oluşturmak istiyormuş!! Türkiye; YPG/YPJ güçlerinin hakim olduğu alana hiçbir şekilde asker sokamayacağını, bunun kesin olarak yenilgi anlamına geldiğini görmüş bulunuyor. YPG/YPJ güçlerinin batıda Afrin’e doğru bir hamle başlatmadan, tam da aynı zamanda DAİŞ’e destek çıkmak için bu bölgeyi işgal etmek istediği açıktır. Açıktır ki şu anda bu bölgenin başka güçlerin elinde olması, oranın Rojava bölgesine ait olmadığını göstermez. Yani Türkiye, kendi aklınca, “süper zekasıyla” dünyanın dört bir tarafından destek alan Rojava’ya dokunmamış gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. YPG/YPJ güçleri, Afrin’e doğru bir harekat başlatırsa, Türkiye saldırıya uğramış olacak vs…

Yeni bir hükümet kurulmadan, kısa bir süre önce istifasını sunmuş bir hükümetin böyle alelacele operasyon hazırlıkları yapması bu nedenlerledir. Bunlarla birlikte, güvenlik zirvesinde askerin “pasif” direnişi ve toplantı konusu sızdırışı da önemli bir konu olarak ele alınmalıdır. Çıkan haberlere göre; Davutoğlu’nun askeri operasyon için hazırlık talebine Genelkurmay Başkanı “ihtimaliyat hesapları” yaparak cevaplamış ve aynı zamanda emri yazılı vermesini istemiş! Buna göre Genelkurmay; Rusya, İran ve ABD’nin tepkilerinin dikkate alınmasını istemiş!

Bu hamlenin Suriye’ye karşı savaş olduğu, Esad’ın da askeri olarak cevap verebileceği belirtilmiş. YPG/YPJ’nin olası saldırılarından bahsedilmiş vs… Her ne kadar sonrasında gazeteler aracılığıyla (28 Haziran, Milliyet) ordu yetkilileri, “biz her şeye hazırız” deseler de; Erdoğan-Davutoğlu projesinin bu “sızıntılarla” önemli bir darbe aldığı görülüyor!

Bununla birlikte, Türkiye’de “askeri vesayet geriletildi” naralarının ancak çıkarlar çatışmadığı müddetçe geçerli olduğu ortaya çıkmış oluyor. Türkiye, NATO üyesidir! Ordusunun eğitimini, teçhizatını NATO desteğiyle sağlar. NATO’ya bağlı tüm orduların da esasta ABD’nin denetiminde olduğu dünyanın bildiği bir gerçektir.

“Rojava’nın işgaline hayır!”

Şu anda tüm seçenekler ortada durmaktadır. DAİŞ’i kontrol altında tutması koşuluyla ABD, Rojava’nın bahsi geçen bölgesinin işgaline göz yumabilir. Bu işgali engelleyebilecek tek güç; halkların mücadelesidir. Örgütlü bir askeri güç olan YPG/YPJ’nin bu işgale direneceği kesindir. Bununla birlikte, Türkiye “sınırları” içerisinde devrimci, demokratik mücadelenin yükseltilmesi bu işgalin önündeki en büyük engel olacaktır. “Rojava’nın işgaline hayır!” diyerek komünist devrimcilerin güçlü bir işgal karşıtı cephenin oluşması için hiç zaman kaybetmeden çalışmalara başlaması gerekir. Irak işgaline karşı oluşturulan platformlara benzer birlikler yaratılabilir. Bu birliğin amacı aynı zamanda yıllardır otomatiğe bağlanmış şekilde çıkarılan tezkerelerin engellenmesi olmalıdır.

Komünist devrimcilerin; Kürt ulusunun devrimci, demokratik taleplerini sahiplenme ve Kürt hareketine bu eksende destek verme politikasının, legal/illegal, silahlı/barışçıl her alanda büyütülerek sürdürülmesi önemlidir. Bu bilinçle, mücadelemizi büyütmeliyiz.

49715

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar