Pazartesi Mayıs 6, 2024

Rol çalanların postunu delmek ancak ileri atılım yaparak mümkün!

Yeni bir zaman dilimine eski çelişkilerle girildiğinin en somut kanıtı Reina’da meydana gelen saldırı ve sonrasında yapılan açıklamalar oldu. Saldırının üzerinden saatler geçmeden bilindik sorumlular(!) açıklandı: PKK, DAEŞ, PYD-YPG... Kokteyl örgüt kavramı artık her durumda, acil kurtuluş olarak devrede. Görünen o ki, bir ay öncesinden “Noel kutlamaları, yılbaşı geceleri hedef gösterilmesine” rağmen İstanbul’un en bilinen eğlence merkezlerinden birine sadece bir polis bırakılarak “etkin” güvenlik önlemi alınmış(!) saldırı sonrasında Başbakan “başka saldırılar da beklenmesi” gerektiğini buyurmuş!

Halk Türkiye’nin -yükselen bir güç olması dolayısıyla- dört bir yandan saldırıya uğradığı savıyla ikna edilmeye çalışılırken, diğer yandan korku ve şovenizm, halkı devlet politikalarına bağlamanın harcı olarak kullanılıyor. Bunda şimdilik başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Bu başarı daha önce itiraz eden ama bu itirazlarını bile kısık sesle dile getiren CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde de etkisini gösteriyor! Nitekim El Bab operasyonunu değerlendirdiği şu cümleler tam da bu etkiye işaret ediyor: “Eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa belki acılara katlanmak gerekiyor.”

İşte CHP’nin ve elbette ki “liderinin” bütün afra tafralarının, itirazlarının geldiği nokta! AKP’nin dümen suyuna gitmek! Hatta “Yenikapı ruhu”nu tek başına yaşatmak! Gerçi “bu noktadan hiç ayrıldı mı?” sorusu da süreci derinlemesine okuyanlar açısından oldukça haklı ve meşru bir sorudur. Egemen sınıf kliklerinin kendi çıkarları doğrultusunda çelişkiye düştükleri oranda o noktadan uzaklaşır gibi görünse de esas yerleri orası, yani birbirlerinin halk düşmanlığı ettiği yerde omuz başlarındaki yerleridir. 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan ve şurekasının iktidarlarını sağlamlaştırmak amacıyla attıkları adımlara karşı CHP “Gezi kitlesini birleştireceğiz” diyerek çıkış yaptı. CHP 15 Temmuz’dan sonra yaptığı Taksim mitingine katılan “sol” çevrelere güveniyordu anlaşılan. “Gezi kitlesi arkamda” diyerek “yeni sistem” kurulurken daha fazla yer isteyecekti. Hatta hızını alamayarak önce parti sözcüleri sonra da Anayasa Komisyonu’nda “Kahrolsun Faşist Diktatörlük” sloganını dahi attılar.

Rol çalmaya çalışan CHP

HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında birincil rol oynayan CHP, demokrasi maskesiyle HDP’nin yerini tutmaya hazırlanıyordu. Ama elbette ki bu iddiaları her yerden dökülüyor görüldüğü üzere. Başka bir ülkenin işgalinde yaşanan ölümlere, hiç acı çekmeden, bedel ödeyen olmadan “acılara katlanmak” olarak bakarken bulunduğu noktanın çürümüş AKP’nin hemen yanı olduğu açık değil mi? Yeni anayasaya itiraz ederken kullandığı argüman ise, şu an varlığını sürdürdüğünü söylediği faşist diktatörlüğün kurucu partisi olma unvanına kendine yakışır düzeyde; “Eyalet sistemini getirmek istiyorlar, bunu Apo istiyor!” olmuştur.

HDP’nin yerini tutmak istiyor istemesine de varoluşsal-genetik yapısı buna izin vermiyor. Bu yüzden bir söylediği diğerini tutmuyor. Fakat buna rağmen “sol”da ve sanki egemen sınıflarla hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünmeye çabalıyor, yüzüne oturmayan bu maske, üzerine olmayan bu giysiyle ortada geziniyor ve bundan zerre utanç duymuyor!

Egemen sınıfların arasındaki çelişkiden faydalanmak elbette ki reddedilemez. Ama bu, eğer o sınıfların kendi aralarındaki kavgada ezilen halk yığınlarını ve temsilcilerini bir kaldıraç olarak kullanmaya dönüşmüşse ve ilerici kesimler de buradaki kaldıraç görevine bilinçli olarak meyil veriyor ve bu konuda görev üsleniyorsa bunda bir terslik var demektir. Ve bu terslik devrimci ve ilerici kesimleri altüst edecek şiddettedir, keza CHP’yle ilişkilenmeyi böyle okumak gereklidir!

Anayasa tartışmalarıyla birlikte gündemde olan bir konu MHP’nin iyiden iyiye AKP’lileşmesiyle (veya tersi AKP’nin MHP’lileşmesi) iki partili bir sisteme gidildiği tespitidir. Bu durumda egemen sınıflar arasında kimi çelişkileri göz ardı etmeden kabaca şöyle bir belirleme yapmak durumundayız: Sağ kesime AKP-MHP kardeşliğinin, sol kesime ise CHP’nin temsilciliğe soyunduğu bir düzen kurulmaya ve bu düzen emekçi sınıflara dayatılmaya çalışılıyor! Böyle bir durumda özellikle HDP-DBP ve etrafında birleşen devrimci, ilerici güçlerin muhalif kesimler üzerindeki gücünü ve etkisini kırma, etkisizleştirme üzerinden politika üretirken, CHP’nin tabanını kazanmanın yolunun sürekli olarak onu ve politikalarını teşhir etmek olduğu açıktır.

Elbette ki “politik alanda, politik ajitasyon konusu olarak hizmet edemeyecek sorun yoktur.” (Lenin, Seçme Eserler, c.1, s. 485) Dolayısıyla egemen sınıfların kapışmasında kendi kendi gazetelerine dahi olan tahammülsüzlükleri de bizim politik ajitasyon konumuz olmalıdır. Düne kadar “dilleri Ali kalpleri Muaviye” diyen ama sonra yol arkadaşlarını satıp AKP’ye iltica eden Numan Kurtulmuş’un “Medyadaki bazı arkadaşlar da lütfen ayaklarını denk alsınlar” uyarısının tüm söz, ifade ve haber alma hakkını yok ettiği ve bunun sonucunda sermayenin en büyük medya grubundan medyanın da TC’nin ideolojik harcının oluşmasında büyük payı olan Cumhuriyet gazetesinin de niçin “lütfen, ayaklarını denk almak zorunda” oldukları tüm açıklığıyla anlatılmalı, teşhir edilmelidir.

Açıkça ortadadır ki, CHP’nin tabanıyla ilişki kurmak, CHP’ye, yayın organlarına vs. güzellemeler yapmakla değil başta Kürt sorunu olmak üzere egemen sınıf temsilcileri olarak durdukları yerleri teşhir etmekle olur.

Çakma truva atı...

Yazımıza yeni yıla eski çelişkilerle girdiğimizi belirterek başladık. Başta Ortadoğu olmak üzere ezilenler mevcut durumlarını kabullenmemekte ve isyanlarını kendi dilleriyle ifadelendirmektedir. Kürt ulusu 40 yıldan fazladır kesintisiz sürdürdüğü direnişi Rojava ile yeni bir aşamaya taşımışken egemen sınıflar AKP’si, CHP’si, MHP’siyle bu kazanımlara saldırmaktadır. Aralarındaki tek fark CHP’nin şekilsel olarak mevcut konsensüs dışındaymış gibi durarak ezilenler içinde Truva atı rolü oynamak istemesidir.

Politikanın şiddet araçlarıyla uygulanmasının en somut örneğini etrafımızda bu kadar yakın bir şekilde görürken, somut etkilerini hissederken bizlere düşen her türlü burjuva-reformist akıma karşı güçlü bir ideolojik-politik mücadele vermek ve Mao’nun “Gökkubbenin altında karmaşa var! Vaziyet şahane” şiarını yaşama geçirmektir. Bunun dışında seçenek yoktur.

Bugün yaşananlar, egemen sınıf partileri eliyle hayata geçirilenler karamsar bir tablo yaratıyor olabilir. En aşağılık savaş kuralı olan “Savaşta önce gerçekler ölür” söyleminin her alanda hayata geçirildiği ve emeği, yaşamı, onuru, mücadeleyi kıskıvrak yakalamaya çalıştığı düşünülebilir. Ancak tüm karanlıkları aşma ve parçalama; son iki yıldır katliamlara mahkum edilen ve bunun yarattığı karmaşaya sürüklenen başta devrimci, ilerici güçler olmak üzere halkın karşısına çıkarılan “üst akıl büyümemizi, yükselmemizi istemiyor. Dış güçler önümüzü kesmek istiyor” demagojilerinin altüst edilmesi, emperyalist-kapitalist sistemin ve onların koltuk değnekçisi faşist güçlerin, diktatörlüklerin aslında “birer kağıttan kaplan” olduğunu kanıtlamakla mümkündür. Devrimci bir çıkış iradesinin ortaya serilmesi, CHP gibi koyun postu giyen çakalların postunun delinmesi ile mümkündür.

Devrimci çıkış iradesinin nereden doğru sergilenebileceği, 45 senelik mücadelemizin kökenlerinde mevcuttur. Devrimci çıkış iradesinin nasıl ortaya çıkarılacağı ise gözünü topraklarına diken, ülkedeki kaos içerisinde misyonunun farkına varabilen ve kendisiyle yüzleşmeyi göze almış bir komünist hareketin kolektif aklının inşa edilmesi ve devrim sorunları ile bütünleştirilmesiyle birebir ilişkilidir. Keza bunun nüveleri TC ordusunun tüm teknik teçhizatlarla günlerce saldırdığı beş gerilla alanından biri olan Aliboğazı’nda ortaya serilen destansı direnişte, 7 Ocak günü DAİŞ’in hedef aldığı Enternasyonalist Özgürlük Taburu’nun bir BÖG savaşçısını şehit vermesi bedeline ortaya serdiği iradede ve tüm gözaltı, tutuklama, kaçırma saldırılarına karşın demokratik mücadele mevzilerini, sokakları bırakmayanların inadında mevcuttur. Yeter ki, rol kapmaya çalışan egemen sınıfların postunu delme ve burjuva-feodal sistemin kirinden arınma cesaretiyle ileri atılabilelim!

46141

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Sayfalar