Pazar Mayıs 19, 2024

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

 

Susmuş, susturulmuş, sersemleştirilmiş ve doğruların yanlış, yanlışların doğru olarak sunulduğu bir ortamda, sermaye daha fazla palazlanır. Emperyalist tekeller istediğini kolaylıkla yapar. Ve kıyasıya; çalışanların daha fazla sömürülmesi ve bu sömürüden daha fazla pay almak için bir yarış, kavga başlar. Ve sokaklar çapulcularla dolup taşar. Ve kitlelerin gözünde it izi at izine karışır. Çalışan emekçiler o kadar sersemleştirilmiştir ki, birbirinden çok farklı olan izleri seçemez. Bunu yapmak için, önce sahneye, kelli felli liberal “aydınlar” sürülür. Bunlar, “demokrasi aşıkları” ve “demokrasinin kararlı savunucuları” olarak tanıtılır. Zaten, bütün yazılı ve görsel medyada bunlar vardır. Bunların dışında aykırı ses bulunmaz, yer verilmez. Ve genelde, çoğu “sol kökenli” gösterilmeye özen gösterilir ki, kitleler kolayca etkilenebilsin. Çünkü ezilenler, solu dürüst bilir, kendinden bilir. Doğru da bilir. Liberallerin eşliğinde, ülkenin başbakanı olacak kişi, bol bol “demokrasi” nutukları çeker. “Batı istediği için değil, kendileri istediği için demokrasi” vaatlerinin ardı arkası kesilmez. Liberaller daha bir coşar, muhalif gözükenlere adeta savaş açarlar. Öncelikle de solu tüketmeye çalışırlar. “idelojik olarak solun bittiğinden”, çağın gerisinde kaldığından” ve hatta bazı yeminli ahmaklar gibi “gericileştiğinden” dem vururlar ki, kitlelerin solla birleşmesinin önü kesilsin, kitleler içinde etkinliği kırılsın. Böylece, “demokrasi”lerini rahatlıkla uygulayabilsinler. Sermayenin önündeki ideolojik engelleri temizleme görevlileri olarak çalışır, liberaller. İşçi ve emekçileri yanlış yönlendirmeye, özellikle de kitlelerin ileri kesimlerini ideolojik ve siyasal olarak elimine etme çabaları daha fazla öne çıkar. Onları, sermaye düzeninin birer savunucusu haline getirme gayretleri vardır. “Sermayenin sunduğu fırsatlar bir gün size de düşer” hayallerini geliştirmeye çalışırlar. Burjuvazinin temsilcileri için bazı “sol” menşeli küçük burjuvalarda bu koroya katılırlar. Burjuvazinin bu oyununa “evet” diyerek katkı sunarlar. Egemen sınıf klikleri arasındaki çatışmada, birinin yanında diğerine karşı "demokrasi için" tavır almışlardır. Bu, küçük burjuva oportünizmin tipik tarihsel sosyolojisidir. Liberallerin demokrasiden anladıkları, sömürünün devam etmesi, bölüşümün kitlelerin sürekli aleyhine olmasıdır. Asla özel mülkiyete karşı değildirler ve onun kutsallığını savunurlar. Hatta, çok kar yapan işverenleri överler. Çok iyi çalışıp çok kazandığından dem vururlar. Oysa, o "karın" işçilerin alınteri olduğu, işçilerden çalındığını asla ve asla yazmazlar ve yazanlara da sert bir şekilde karşı çıkarlar. Ama, arada bir, Afrika’daki açlardan da söz etmeyi unutmazlar, ki demokratlıklarına halel gelmesin! Liberaller, sermayeye ait ne varsa hep kutsadılar. Emperyalistlerin, Afganistan’ı, yıllardır canlı atış poligonu haline çevirmelerini kutsadılar. Irak’da 1,5 milyonu aşkın insanın katledilmesine “amin” dediler. Onlar ki, Batılı emperyalistlerin canavarlıklarını “demokrasi aşkına” alkışlamaktan büyük bir zevk aldılar. Emperyalistlere, kitleleri oyalayacak oyuncular gerekli. Yani, satranç tahtasının başına oturanlara piyonlar lağzım. Baş piyon Türk devleti. Erdoğan bu nedenle seçilip getirildi. Türkiye içinde Erdoğan’a ayak bağı olanlar temzilendi, hizaya sokuldu. Ayrıca, bir de ideoloji gerekliydi. O zaten vardı, geliştirildi. Sünni islam! Solun gelişmediği yerde, milliyetçilik ve dincilik gelişir, geliştirilir. Kitlelerdeki sol düşüncenin yıkılması, biat kültürün egemen kılınması ancak böyle olabilir. Baskılarda bunlara eşlik eder. Bunların tek bir düsturu vardır: muhalif olan, sermaye için tehlikeli olan ezilmeli. Solcular ve ulusal haklarını isteyen Kürtler ezilmeli! İşçiler ezilmeli, asla ayak baş olmamalı! Toplumdaki sınıf farkı hariç, tüm mezhepsel, dinsel, ulusal ve hatta şimdiye kadar sesi çıkmayan etnik ve dinsel farklar, farklılıklar öne çıkarılır. Sınıf kimliği özellikle unutturulmaya çalışılır. Onun yerini diğerleri alır, aldırılır. Aynı fabrikada çalışan işçiler, sömürücü patrona karşı birleşerek haklarını almak yerine, birbirine düşman ettirilir. Kürt mehmet ile Türk mehmetin kardeşlikten başka paylaşacakları bir şey yokken, sınıf kardeşliği ellerinden alınıp, etnik düşmanlık ellerine tutuşturulur. İşçi ve emekçilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu kazandıkları tüm demokratik haklar çeşitli gerekçeler adı altında zorla geri alınır. Grevler, toplu sözleşmeler yasaklanır ya da kısıtlamalara gidilir. İşçi haklarını arayan sendikalara baskılar artar ya da işçiler, patron yanlısı sendikalara üye olmaya zorlanır. Böylesi dönemlerde, egemen sınıflar arasında da pastadan pay alma yarışı daha da kızışır. Palazlanmalar artar. Yoksulluklar, yolsuzluklar ve her tülü çirkefliklerin döndüğü dönem böylesi dönemlerdir. Liberaller ve sermaye çevreleri, “büyoruz”, “gelişiyoruz” diye fetva verirler. Vurgunlar arttıkça, sömürü katmerleştikçe, baskılar arttıkça kitleleri en fazla etkileyecek gerici ideolojiler, hurafeler piyasaya sürülür ki, sermayenin pisliklerinin üstü örtülsün. Dinin toplumsal bir afyon olduğu gerçeği böylesi dönemlerde daha iyi görülür. İşçi sınıfının ve emekçilerin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, meydan çapulculara kalır. İşçi ve emekçilerin ileri unsurlarının ve örgütlerinin sustuğu, susturulduğu bir ortamda, kitleler bir süre yönünü kaybeder. Her geçen gün baskıların artarak sürmesi bundandır. Sermayenin başbakanı Erdoğan’ın çırpınışları boşuna değil. Çalma ve çırmanın ayyuka çıktığı bir ortamda, ondan bekleneni yapıyor. Her tarafa saldırıyor. İyi olan her şeye saldırıyor. Çünkü emperyalist ve yerli sermaye böyle istiyor. Dönemin iyi bir piyonu olarak Erdoğan ve AKP’de, görevlerini yerine getiriyor. Tersi bir durumda, sermaye onları bir saniye bile orada tutmaz. Bu gerçekler, burjuvazinin de tarihsel olarak ne denli çürüdüğünü, durdukça insanı ve doğayı daha fazla çürüttüğünün, kokuttuğunun yalın göstergeleri oluyor. Solculara çok iş düşüyor ve onları çok zorlu görevler bekliyor! Emperyalistlerin yapmak istedikleri çok basit. Dünya pastasını yeniden bölüşmek. Bu pastanın en büyük dilimlerinden biri olan Ortadoğu’nun yeniden bölüşümünü yapmak. ABD ve Batılı emperyalistler, buraya bütünüyle egemen olmak istiyor. Çin ve Rusya ise, pastanın bu büyük dilimini bütünüyle ABD ve partneri AB’li büyüklere kaptırmak istemiyor. Dünyanın gözleri önünde süren bu dalaşmanın nedenleri, kitlelere, “çok bilinmeyenli denklem” olarak sunuluyor. Suriye’de bu oyunun bir kubanı. Küresel sisteme bütünüyle entegre etmek. Suriye’den istedikleri “demokrasi” değil, istedikleri, sermayenin karlarının daha fazla artması... Bu da insan kanıyla oluyor. Onun için kan akıtıyorlar ve insanların bir tavuk gibi boğazlanmasını piyonlarından istiyorlar. Sonra sıra İran'a gelsin. ABD ve Batılı emperyalistler, bir avuç emperyalist ülke dışında hiç bir yerde “demokrasi” istemezler. kendi ülkelerinde olanı kadarını dahi istemezler. Kendi ülkelerinde de demokrasicilik oynamaya mecbur kalıyorlar. Arka cepheyi sağlama almak için. Direnen halk, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmasını çabuk öğrenir. Mücadele, onu, doğru olanın yanına iter. Çünkü o, doğru olanı istiyor. Çünkü o hakkını istiyor. Ve Mısır halkı, Türkiye ve Ortadoğu halklarına örnek olmaya devam ediyor!
105574

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Sayfalar