Cuma Mayıs 3, 2024

Sürecin hasasiyetine hasasiyetle cevap vermek gerekiyor

Yaklaşık 30 yıldan beridir Kürt halkının ulusal demokratik taleplerinin seslendirilmesini üstlenerek öncülük eden Kürt siyasal hareketin siyasal konumunda olan siyasal güçleri, son barış sürecinin heyecanıyla atağa kalktıklarından beri, ağızlarından hiç düşürmedikleri süreç ve bu sürecin ortaya koyduğu ‘’süreç çok hassastır’’ söylemidir. 

Bu söylemin, hemen hemen her yurtsever Kürdün kulağını binlerce kere çınlatıldığından kuşku yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde siyasal ve ulusal sorunlara öncülük eden güçlerden önce, bu sorunların tüm acılarını bire bir yaşayan esas muhatap denilen halk kitlelerin bahsi geçen hassasiyetlere rivayet edildiği görülmemiştir. Zira halk kitlelerinin bilinç seviyesi kendi taleplerine öncülük yapabilecek düzeyde olmuş olsaydı kendi bağrından çıkan bilinç seviyesi yüksek bir elitin öncülüğüne ihtiyaç duymazdı. Dolayısıyla yeni süreçle ortaya çıkan siyasallaşma gereksinmeleri hiç vakit geçirmeden yeni sürecin yenilikleriyle halk kitlelerinin demokratik perspektiflerle şekillendirme sorumluluğu da siyasal öncülerin ahlaki sorumluluklarıdır.

Kürt siyasal hareketin siyasal öncüsü durumunda olanların da dediği gibi: Barış süreciyle başlatılan süreç elbette ki çok hassastır. Hassas olmasının nedeniyse hiç kuşkusuz barışa karşı duyulan özlemin kendisidir. Ya da savaş ortamının yaratığı otoriterlikten barış süreciyle yaşayacağı demokratik ortamla tanışma özlem ve hevesidir. Binlerce köyün yakılması, on binlerce Kürt evladının katledilmesi, yüz binlerce Kürt insanın işkencelerden geçirilerek zindanlara atılması, bir halkın en kutsal değerleri arasında olan Kürt kadınına tecavüzlerin yaşatılması, yarının en mükemmel ve temel mirası sayılan Kürt çocukların tecavüzcülerin tecavüzüne maruz kalması gibi bin bir dramlardan sonra dahi, Kürt halkının barışa sarılması başlı başına bir hassasiyet ve bir halkın nasılda erdem sahibi halklardan biri olduğu gösteriyor yeterince.

Tecavüze maruz kalışını, her bir karış toprağının kardeş ya da bir başka yakının kemikleriyle dolu oluşunu, tecavüz sahnelerin seanslarıyla uykulardaki fırlayışları, anne yüreği dağlayan evladına ağıt yakarışlarının tümünü es geçip Barış süreciyle elde edilmek istenilen demokratik işleyişin demokrasi artıklarına bile kurban ederek, “Ben varım” demesinden daha büyük ne gibi hassasiyet olabilir ki! Türkiye’nin misakı milli sınırları kabulümüzdür dediğimiz andan itibaren, Türkiye’nin normalleşmesinde, Kürtlerin üstüne düşeni yapmadığından bahsedilebilir mi?

Barış sürecinin barışla bitiş noktasına varılması için, Kürtlerin kendi hayalleriyle koruyup yaşadığı hayal dünyasından bile vazgeçilmedi mi? Bağımsız Demokratik Kürdistan’ın kuruluş kararlığından vazgeçilerek Bağımsızlık Kürtlerin intiharıdır noktasına gelinmedi mi? Peki tüm bunlara rağmen Türkiye’nin sadece demokratikleşmesiyle çözülecek Kürt sorunundaki ilerleyişi ve özellikle de Kürt sorunun insan hak ve hukuk temelinde çözülme kolaylığı ortadayken neden hâlâ ve illa da Kürt sorununu aksak adımlarla yürütülmeye çalışılmasına anlam vereniniz var mı acaba?

Aksak adımlarla ilerlemenin tek sebep ve nedeni hiç kuşkusuzdur ki projelendirilen barış sürecinin içeriğiyle ilgilidir. Şu olur, bu olur söylemlerin ötesine geçmeyen bir barış projesiyle karşı karşıyayız. Bahsi edilen sürecin adı ve sanı her ne olursa olsun, görünen tabloda elle tutulur somut bir verinin olmadığıdır. Gerek Türk devletinin egemen güçlerinin açıklamalarıyla kendini gösteren düşünsel niyetlerinde olsun, gerekse de Sayın Öcalan ve PKK güçlerinin istem ve arzularındaki göstergelerde olsun, Kürt halkının kalıcı Kürt sorunun çözülmesine yönelik çok ciddi bir projenin görülmediğidir. Dolayısıyla gözle görülen tek somut olanın, Kürt halkının ulusal taleplerle şekillenen ulusal istem ve arzuların tümünü demokratikleşme kotasına indirgendiğidir.

Dolayısıyla Kürt halkının siyasal öncülüğüne oynayan öncülerin kendi taleplerinin en asgarisinin asgari düzeyine inerek bu kadar açık özverisi ortadayken AKP ve özelikle de Erdoğan’ın ırkçı söylemlerinden hareketle çözümün mantığına bakıldığında, ne yazıktır ki barış umudunu yaralayan duyguların gelişmesine neden olup korkutuyor maalesef. Kürt sorunun çözülmesi bu kadar kolaylaşmasına rağmen sorunun çözümüne yönelik atılacak demokratik adımlarla dahi olsa. Mevcut tutumların yörüngesine eğildiğinde Kürt sorununun başka rantlı baharlara havale edilme mantığın belirtileri görülmektedir.

Ama tüm bunlara rağmen gerek Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi, gerekse Kürt hareketinin kendi yeter ve yetmezlikleriyle buluşup demokratikleşme işlevini harekete geçirecek umudumuzla, “tek seçenek budur” denilerek önümüze konulan bu barış surecine yine de destek vermeliyiz. Desteklenme gerekçesi ve gerekçemizi savaşın yaratığı otoriter ortamından barışın yaratacağı demokratik ortama geçiş olmalıdır. Herkesin bu şiarda yaklaşımı olumlu katkı sunacaktır.

Görünen bahar resim olsa bile, su taşıyalım, çim ekelim, fidan dikelim gerçek bahara dönüştürelim. Kürt halkının kaybetme lüksü yoktur.

HÜSEYİN AKINCI

100475

Hüseyin Akıncı

1956 Doğumlu, KuK davasında yattıktan sonra yurt dışına çıktı. 1996 Yılından beri sıradan bir birey olarak  mücadaleye katkı sağlamak için siyasi makaleler yazar. 

Hüseyin Akıncı

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar