Cuma Mayıs 10, 2024

Tarih çarpıtıcılığı ve yalan üzerine teori inşaa etmek

Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu, sağından “sol”una bütün siyasal kesimlerin tavır almasını gündeme getirdi.

Kürdistan’ı sömürgeleştiren ve işgal eden egemen ulus egemen sınıflarının bu referanduma karşı çıkışlarını, tehditleri ezelden beri bilinen olmasına karşın, kendini sol’da görenlerin bir çoğunun -Marx’ın deyimiyle-; “egemen ulus burjuvazisinin önyargılarına yankı olmalarına” ne demeli?

Burada, Güney Kürdistan’da yapılan “Bağımsızlık Referandumu”na, egemen ulus egemenleri ile aynı ağızı kullanan sosyal şovenistlerin hepsini eleştirmenin pek bir anlamı yok. Bunlar Marksis-Leninist-Maoistler tarafından bilinen küçük burjuva anlayışlar. Uluslararası sosyal şovenizmin Türkiye versiyonu.

Özellikle Kürt Ulusal Sorunu konusunda, ülkemizde İbrahim Kaypakkaya’nın Aralık 1971’de yazdığı, “Türkiye’de Ulusal Sorun”1 eseri, hala güncelliğini koruyor. Bu eser, TDH’ne çok şey öğretmesine karşın, bazıları, egemen ulus burjuvazisinin “yankıları olmakta” hala diretiyorlar. Bu eser sosyal şovenizmin panzehiri olarak yerini korumaya devam ediyor.

28.09.2017 günü itiabren Özgür Üniversite ve BirGün gazetesinin internet sitesinde, Fikret Başkaya (FB)’nın, “ ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etmesi’ meselesine dair kısa not”2 başlıklı bir makalesi yayınlandı ve sosyal medyada da dolaşıma sokuldu.

FB, bu yazısında, “Oysa sorunun asıl tartışılması gereken yönü savsaklandı” diyerek, şöyle devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi meselesi ilk defa ABD başkanı W. Wilson tarafından Birinci emperyalist savaşın son günlerinde (8 Ocak 1918) ortaya atıldı. ‘Wilson prensipleri’ olarak biliniyor.”

FB, bu alıntının devamında, “halklar hep ezildi” gibi sözler söylese de, o burada, bilmediğinden değil, bilerek bir şeyi çarpıtıyor. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) ilk defa Wilson tarafından gündeme getilmedi. İlk defa ulusal sorunlar Marksist tarzda Marx ve Engesl tarafından dile getirilmiş ve I. Enternasyonal’de tartışılmıştır. Daha sonra ise II. Enternasyonal tarafından 1896 yılında Londra’da yapılan “İşçi Partileri ve Sendikalar Sosyalist Enternasyonal Kongresinde karar altına almıştır.

Karar aynen şöyle:

“Kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tam olarak desteklediğini beyan eder.”3

FB, bilerek yalan söylüyor ve komünistlerin bu kararını görmezden gelip, Wilson’un 1918’de söylediklerini kale alıyor. Ve UKKTH Wilson’a mal etmeye çalışıyor.

Evet “Wilson Prensipleri”4 olarak adlandırılan 14 madde var. Ancak, bununla Komünistlerin savunduğu UKKTH hem aynı şeyler değil ve hem de ilk defa Wilson tarafından gündeme getirilmiş değil. Enternasyonal’in 1896 londra Kongre’sinden sonra, Bolşevikler 1913 yılında, yani Wilson prensiplerinden 5 yıl önce kendi parti programlarına bunu koyuyorlar. Ayrıca RSDİP içinde daha 1903 yılında UKKTH tartışılır ve Plehanov, 1902 yılında, UKKTH savunmanın “zorunlu” olduğunu yazmıştır. UKKTH sorununu götürüp Wilson’a bağlayanlar, tarihi troçkizm usulü çarpıtabilme yolunu deniyor.

FB5, neden UKKTH’na “Wilson prensipleri” olarak lanse ediyor. Neden buna gerek duyuyor ve onu buna iten ideolojik neden ne?

Birincisi marksizm karşıtı olması, ikincisi ise sosyal şovenizmdir. Ezilen ulusların kendi kaderine tayin hakkına karşı çıkmasıdır. Bu hakkın, ayrı bir devlet kurmakta dahil kendi kaderini özgürce belirlemesi olduğunu inkar etmektir. FB’nin “kurnazlığı”, UKKTH’nı emperyalist ABD başkanına bağlayarak, ezilen ulusların kendi kaderine tayin etmesine karşı çıkma gerekçesinin “yaratmış” oluyor. Yani, bu ilkeyi emperyalist burjuvazi savunuyormuş gibi göstermeye çalışarak, MLM’lerin bu doğru düşüncesine saldırıyor. Oysa, I. Paylaşım savaşı sırasında ABD emperyalizmi hakim bir güç değildi. İngiltere’nin gerilemesini ve kendisinin öne çıkarak pazarlara egemen olmak istiyordu. Bu nedenle, UKKTH savunuyormuş pozisyonuna girdi.

ABD emperyalizmin niyeti ne olursa olsun, UKKTH hiç bir şekilde, savunulması ona bağlanamaz. Bu sorun, ezilen bir ulus sorunu ve proletaryanın ezilen ulus soruna yaklaşımı ve daha ötesi, buradan hareketle uluslararası işçi sınıfının birliğinin savunulmasıdır.

Sınıf bilinçli proletarya, ezilen ulus burjuvazisinin ulusal demokratik haklarını savunur, onun ezen ulus egemenleri tarafından baskı altında tutlmasına karşı çıkar, ama aynı zamanda ezilen ulus burjuvazisinin kendisinin bütün halkın temsilcisi göstermesine ve ezilen ulus milliyetçiliğini sınıf mücadelenin önüne koymasına karşı çıkar ve eleştirir.

Troçki’nin hedefinde hep Markist-Leninistler vardı. İşçi sınıfı hareketinin tarihini çarpıtmaya ve kendini öne çıkarmayı severdi. FB’de troçkinin izinden giderek, yalan söylemekte bir beis görmüyor.

Ayrıca, O devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi ilkesinin bir destekçisi de Lenin ve III. Enternasyonaldi...” ve o azındaki troçkist baklayı çıkarıyor:

“Fakat Komünist Enternasyonal ve Sovyetler Birliği hızla enternasyonalist ilkelerden ve sosyalist perspektiften uzaklaştı. III. Enternasyonal Sovyet Devletinin çıkarlarını korumanın, Sovyetler Birliği Diplomasisinin bir aracı haline getirldi.”

Birinci inkarcılığın ve yok saymacılığın bir diğeri de Sovyetler Birliği ve III. Enternasyonal’in duruşudur. Troçkist ve burjuva çizginin, “sol” culuk adı altında piyasaya sürülmesidir.

Marx ve Engels’in takipçisi Lenin, UKKTH’nı, “ezilen ulus burjuvazisinin özgürleşecek” diye savunmamazlık etmiyor, evet, burjuvazi özgürleşecektir. Bir ulusun bir başka ulus tarafından ezilmesi, baskı altına alınması ve ulusal haklarının gasp edilmesi karşı çıkılması gereken bir durumdur ve bu proletaryanın sınıf çıkarlarına uygundur. İşçilerin birliğinin güçlendirilmesine hizmet eder.

UKKTH’ına karşı çıkan birisi de Rosa Lüxemburg idi. Ve UKKTH’nın komünist partisinin programında olmasını eleştirir ve Lenin ise, Lüxemburg’un bu tavrını; “despotizm yararına oportünist bir tavır” olarak değerlendirir.

Lenin, UKKTH neden desteklenmesi gerektiğini şöyle açıklar:

“... birincisi, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tanımak, çünkü burjuva demokratik devrim gerçekleşmemiştir. Çünkü işçi sınıfı demokrasisi tutarlı olarak, ciddiyetle ve içtenlikle (...) ulusların eşit hakları için savaşır, ve ikincisi, belirli bir devlet içinde, tarihinin geçirdiği bütün değişimler boyunca, burjuvazinin birey olarak devletlerin sınırlarında meydana getirdiği değişiklikler ne olursa olsun, bütün ulusların proleterlerinin sınıf savaşımında en sıkı ve bölünmez bir ittifakı gerçekleştirmek için savaşım verir.”6

Komünistler, kapitalizme, uluslara ve ulusal devletlere karşı. Bu sayılanlara karşı olmak, sorunu çözmüyor. Neyi ne zaman ortadan kaldırılması gerektiğini bilmek gerekiyor.

Karşı olmak yetmiyor. Çünkü ortada toplumsal-tarihsel bir gerçek var. Kapitalizmin yarattığı uluslar var, ulusal devletler var ve çok uluslu devletler var. Çok uluslu develtler içinde egemen ulusular, sömürge ve azınlık uluslar üzerinde egemenlik kurarak, onların devlet kurma hakları da dahil kendi özgürlüklerini özgürce tayin etmeleri üzerinde baskı oluşturmaları gereçeği var. Ve bu çelişmeden kaynaklı ezilen ulusların egemen ulus egemenlerine karşı ulusal özgürlüğük savaşları var. FB’nin makale içinde bir çok doğruları tekrarlaması, onun, egemen ulus despotizmini gizlediği gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

Devlete karşı olmakla devletler ortadan kalkmıyor. Uluslara karşı olmakla uluslar ortadan kalkmıyor. Ve günümüzde Kürt ulusu gibi bir çok ulus baskı altında tutulmaktadır ve bunlar eizlen ulsulardır. Bunlar, toplumsal tarihin belli süreçlerinde ortaya çıkmış ve yine belli süreci içinde de ortadan kalkacaklardır.

Bütün bur gerçekler ortadayken, “biz devletlere karşıyız” demek, ezen ulus egemen sınıflarıyla, ezilen uluslar karşısında aynı bulvarda yer almak demektir. FB vb. sosyal şovenizmi kendilerine bayrak edinmiş olanlar, Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkmalarının arkasındaki gerçek, ezen ulus egemenlerine tanıdıkları hakkı, ezilen ulus burjuvazisine tanımamalarıdır.

“Uluslal toplulukların, devletlerin çoktan zamanı geçti”tartışmaları yeni değil, 1866 yılında da I. Enternasyonal’de bu tür görüş getirenler ve baskı altında tutulan ulusların bağımsızlığına karşı çıkanlar vardı. Marx, bu tür sosyal şoven anlayışları o zaman eleştirmiştir.

“Devletlere, ulusal toplulukların ayrılmasına”, yani UKKTH karşı çıkarken, gerekçe olarak “işçi enternasyonalizmini” koyanlar, içinde bulunulan durumu kavrayamadıkları gibi, tarihsel olguları da reddetme durumuna düşüyorlar. UKKTH kayıtsız şartsız savunmak, işçi sınıfının enternasyonal birliğini güçlendiren ve geliştiren bir olgudur. Tersi, ise, işçilerin enternasyonal birliğine zarar verir.

Marx ve Engels’in İrlanda ve Polonya sorunlarına nasıl baktıkları bilinen bir gerçek. Burada tekrar etmeye gerek yok. Ancak, Marx ve Engels’in tavrı, FB için bir şey ifade etmeye bilir, ama Marksist-Leninist-Maoistler için çok şey ifade ediyor. Evet, Marksizm orada donup kalmadı, ancak, emperyalizm ve proleter devrimler çağında da hala ulus-devlet ve buna bağlı olarak ezilen ulus sorunu varlığını korumaktadır ve sınıf bilinçli proletarya, bu soruna karşı egemen ulus cephesinden değil, ezilen ulusun haksızlığa uğramasına ve devlet kurma hakkına sahip çıkmak ve savunmak durumundadır. Proleter enternasyonalizm bunu gerektirir.

FB, çözümü sunuyor:

“1. Devletten kurtulmak; 2. paradan kurtulmak; 3. herkese ait yaşam araçlarına (üretim araçlarına) birileri tarafından el konulmasına son vermek...”

Bunlara katılmamak el değil. Komünistler du bu görüşleri savunuyor. Ancak, komünistler ile FB’yi ayıran sorun,içinde yaşanılan somut koşullar. O, içinde yaşadığımız toplumsal koşulları yok sayıyor. Anarşist bir mantıkla, hepsinden kurtulalım diyor. Ama nasıl kurtulunacağını ise es geçiyor.

Bunlar yeni düşünceler değil. Yaklaşık iki yüz yıldır anarşist ve bir yüzyıldır da troçkist görüşler var. Ancak, somut gerçeklikten kopuk soyut teoriler, gerçeklerin değiştirilmesine yetmiyor.

Lenin, ulusal ayrıcalıklara karşı proletaryanın tavrını şöyle açıklıyor:

“Her türlü feodal boyunduruğu kırmak, uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri ya da dillerden biri için her türlü ayrıcalığa karşı çıkmak, demokratik bir güç olarak proletaryanın mutlak görevidir, ulusal kavgalarla karartılan ve geciktirilen proleter sınıf savaşımının mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihsel bir alana yerleştirilmiş bulunan çevrenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek, proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına geçmek olur.”7

Ayrıca, UKKTH konusunda bilinçli olarak çarpıtılan bir sorun ise, ulusların kendi kaderinin tayin hakkı yerine “halkların kendi kaderini tayin hakkı” konmaya çalışılıyor. Bunu FB’de adı geçen makalesinde yapıyor. Bu her ikisi aynı şeyler değildir. Bu konuda R. Lüxemburg’da yanılgı içindeydi. Ezilen ulus sorun ile halkların kaderini tayin aynı şeyler değildir. Halkların kendi kaderini tayin etmesi, burjuva iktidarını yıkarak, proletarya önderliğinde kendi siyasal iktidarını kurmasıdır. 1917 Sovyet Devrimi, Çin Devrimi ve diğer devrimler böyledir.

Komünistler hiç bir zaman ve hiç bir yerde, UKKTH proletarya önderliğindeki demokratik devrimleri ve sosyalist devrimleri karşı karşıya koymamışlardır. Biri burjuva hakkıdır, ikinicisi ise proletarya ve emekçilerin (ezilen halkların) sosyal kurtuluş mücadelesi içindedir.

Ulusal sorunun gerçek çözümü proletarya önderliğindeki devrimlerle olacaktır. 1917 Ekim Devrimi bunu kanıtlamıştır. Buna karşın, yukarıda söylediklerimiz hala geçerliğini koruyan birer toplumsal olgulardır. Bunlar ne reddedilebilir ne de görmezden gelinebilir.

Yazıyı, Kaypakkaya’nın Leninden aldığı bir alıntıyla alıntıyla noktalayalım:

“Bütün uluslar için tam hak eşitliği: ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi.”8

1 İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, 1992

2 http://ozguruniversite.org/2017/09/27/uluslarin-kendi-kaderini-tayin-etmesi-meselesine-dair-kisa-not-fikret-baskaya/

3 Lenin, UKKTH, sf. 95, Altıncı baskı, Sol Yayınları

4 Bkz. Wikipedia.org.

5 FB, Kemalizm ile ilgili yazdığı kitaplarda, Kaypakkaya’dan hiç söz etmez. Sanki ilk defa kendisi bu tür bir düşünce getiriyormuş izlemini vermeye çalışır. Anarşizmin tarihsel oluguları yoksayan top yeküncülüğü, troçkizmin teorik oynaklılığı ve bulanıklığı aynı

yerde buluşmuş.

6 Lenin, UKKTH, sf. 99

7 Lenin, UKKTH, sf. 33)

8 İ. Kaypakkaya, Seçma Yazılar, sf. 264

42331

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Kimse komünistleri suçlamasın

Komünizm, teorik ve pratik olarak burjuvazi için tehlikeli olmaya başladığından bu yana, burjuvazinin en büyük düşmanı komünistler olmuştur. Çünkü, burjuvazinin bütün çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ve büyük bir haksızlık üzerinde kendini var ettiğini ortaya koyan komünistlerdir.

Komünistler, sadece teorik-siyasi olarak burjuvaziye karşı olmakla kalmamış, pratik olarak da burjuvazinin karşısında yer alarak, onu yıkma ve yeni bir toplumsal sistem inşa etme başarısını göstermişlerdir. 17 Ekim 1917 Rus Devrimi bunun en gerçekçi örneklerinden biridir.

Kadro sorunu ve kadro politikası üzerine

“Örgütsüz bir halk silahsız bir orduya benzer” diyordu Mao yoldaş. Eğer bir halkın, sınıfın kendi örgütü, savaşımında ona öncülük edecek partisi yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Zira örgütlenme ve örgüt bizim için dünyayı değiştirmek için gerekli olan araçtır. Sınıflar mücadelesinde birçok örgütlenme ve örgüt biçiminden bahsedebiliriz. Ancak proletaryanın tarih sahnesine çıkması ve kendisi için bir sınıf haline gelmeye başlamasıyla birlikte, kendisini kurtuluşa götürecek, kendi sınıf örgütünü de yaratmıştır. Proletaryanın sınıf örgütü ise komünist partidir.

İdeolojik görevlerimiz ve önemi

Toplumsal varlığımızın bir sonucu olarak ortaya çıkan düşüncelerimiz hayatımıza yön veren bir güce dönüştüğünde var olan kabul ya da ret iki seçenek olarak karşımıza çıkar. Üretim araçlarıyla olan ilişkimiz sınıfsal durumumuzu belirlerken; dünya görüşümüz veya ideolojik duruşumuz buna uygun bir şekillenme içine girer. Ancak sömürülenler cephesinde kendi için bir sınıf olmak ayrıca bir bilinçlenmeyi farkındalık sağlamayı gerektirir.

“Bir can daha çoğalacağız bu kış, gün olur devran döner ve umut yetişir”*

İbrahim Kaypakkaya, yoldaşlarıyla birlikte, partinin, ordunun ve aynı zamanda komünist gençlik örgütünün temellerini atarken tarihteki birçok benzerleri gibi “genç” bir önder sıfatı taşıyordu. Komünizm uğruna yürüttüğü mücadelede şehit düştüğünde, bu durumu değişmemişti. Nitekim kuruluşundan günümüze Proletarya Partisi’nin vermiş olduğu şehitlerin büyük çoğunluğu bu gerçekliğin “yaşatıcısı” oldular.

Tarzımız karakterimizdir! Doğru bir çalışma tarzı ortaya konmadan devrim örgütlenemez!

Birçok yoldaşımız hala kaba ve dikkatsiz bir çalışma tarzına sahiptir, meseleleri tam olarak anlama çabasında değildirler ve hatta alt kademelerdeki durumdan bütünüyle habersiz olabilirler: ama gene de çalışmaların yönetilmesinden onlar sorumludur. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. (…) toplumdaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan iyi bir önderlik de olamaz.” (Mao: 1992, 13.)

Giriş

İdeoloji-Politika-Örgüt

Çok sık kullanılan, fakat “ne”liklerine dair ortak fikirlerin az olduğu kavramları temel alan bir konuya giriş yapacağız. Çok geniş kapsamlı bir başlıktan bahsediyoruz. Her bir kavramı ayrıntılı inceleyip, diğerleriyle bağını koyabilmek ve aynı zamanda güncel/somut örneklerle işleyebilmek, dergimiz sayfalarını aşan bir ürünü gerektiriyor. Böyle bir çalışmayı zorunlu gördüğümüzü belirterek başlayalım.

Gelecek Sosyalizmdir!

Kapitalizm, en az 400 yıldır bu dünya üzerinde varlığını ve yaklaşık 300 yıldır da egemenliğini sürdürüyor.

Kapitalizmin dünyayı  getirdiği durum önümüzde duruyor. Her haliyle çürümüşlük ve Cehennem!

Burjuvazinin kendi istatistikleri de, kapitalizmin dünyayı uçurumun eşiğine getirdiği gerçeğinin üstünü örtemiyor.

Savaş, yoksulluk, katliam ve bunların artarak devam etmesi ve kapitalist sistem altında insanlık için ufukta herhangi bir umut ışığının görülememesi...

Katledilişinin 44.yılında komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı anıyoruz!

Katledilişinin 44. yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak için düzenleyeceğimiz geceye siz emekçileri, devrimcileri, yurtsever ve yoldaşlarımızı katılmaya çağırıyoruz.

Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim Kaypakaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerinde katledilişinin 44. Yılındayız. 

EL KONULAN MEZAR TAŞI İLE YIKILAN ANIT MEZAR

Bir daha mezar yıkımlarının yaşanmaması ve artık bu son istirahatgahında rahat uyuması için,Dersim'de inşa edilen Pembelik barajında suyun altında bırakılan yaşam alanları,kutsal değerler Dersim halkının özverili çalışmaları sonucu kendi mezarları ile Armenak Bakırcıyan'ın mezarının da kurtarılarak daha yüksek bir alana,Ermeni soykırımının 100.yılında inşa edilmiş,törenle açılışı yapılmıştı.Ermeni aynı zamanda devrimci olmaktan kaynaklı mezarı şimdiye kadar çeşitli defalar saldırıya uğramış,yıkımlar geçirmiştir.Ama her seferinde,düşmana inat yoldaşları ve halk sahip lenmiş tekrar inşa etmiş

Nereye ve Nasıl?

“Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.”1

TKP/ML- GYDK

24 Aralık 1978 Maraş katliamını,19 Aralık 2000 Hapishaneler katliamını ve 28 Aralık 2011 Robiski katliamını Unutmadık/Unutturmayacağız!

Sayfalar