Cuma Mayıs 10, 2024

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir. Türk Ordusunun “cuntalar bileşkesi” olduğu bilinmektedir. Darbe girişimleri, yönetimi ele geçirme hesapları ordu içinde hiç tükenmemektedir. Türk devlet yapısının kuruluş aşamasında Ordunun siyasal rolünün bu aktivasyonda belirleyici bir rolü vardır. Egemen sınıfların ihtiyacına göre genelde Genelkurmay’dan başlayan bir süreçle askeri darbeler kotarılır.

15-16 Temmuz askeri darbe girişimi ise örgütlenmiş cuntanın hiyerarşik yapılanmaya dayanmaksızın sokaklara çıkıp yönetimi ele geçirmesi girişimi olmuştur. “Yurtta Sulh Konseyi” ismiyle kendini ifadelendiren bu cunta özellikle toplumun bir kesiminin AKP ve Tayyip Erdoğan karşıtlığına dayanarak bu darbeyi kotaracağı hesabı yapmıştır. Ancak Türkiye’de gerçekleşecek bir askeri darbenin başarısı Emperyalist güçlerin ciddi desteğine ve ülkenin politik konjonktürünün uygun olmasına bağlıdır. Darbeci cuntanın Türk egemen sınıflarının desteğini örgütleyemediği, medya-sermaye-siyasi eksen de destekten yoksun kaldığı gibi Emperyalist güçlerden de yeterli desteğin kotarılamadığını görmekteyiz. Bu durum Ordu içindeki örgütlenmesinde de yeterli desteğin alınamamasını getirmiştir. Ama tüm bunlara rağmen cuntanın darbe girişimi gerçekleşmiştir. Bu var olan cuntanın tam anlamıyla bir kamikaze rolü üstlendiğini göstermektedir.

Darbe girişiminde bulunan bu cuntanın kamikaze rolü üstlenmesi cuntanın ana omurgasını oluşturan egemen sınıf kliğinden kaynaklanmaktadır. Bu cuntanın örgütlenmesi ve sürüklenmesinde esaslı gücün Fettullah Gülen cemaati olduğu görülmektedir. Ordu-polis ve yargıda ciddi bir gücü bulunan bu cemaat uzun süredir sistemin esas güçleri tarafından düşman ve tehdit olarak görülmekte ve hedeflenmektedir. Cemaat, ordu içindeki memnuniyetsizliğe ve ABD emperyalizminin en azından bir kliğinin göz kırpmasına dayanarak tüm elverişsizlikleri göze alarak darbeye girişmiştir. Bu yaklaşık 4 yıllık egemen sınıflar arasındaki çatışmanın en şiddetli ve en kristalize olmuş biçimidir.

Cunta başarı elde edemese de devleti yeni bir siyasal krize ve yeni siyasal ilişkilere sürükleyecek sonuçlar doğurmuştur. Bu darbe girişimi başarılı olamasa da Türk devletinin meclisi bombalanmış, aralarında polis ve askerinde bulunduğu yüzlerce insan ölmüş, “Kutsal” “Peygamber ocağı” sayılan Ordunun bir kısım mensupları esir muamelesi görmüş, sokaklarda sürüklenmiş, kafası kesilmiş, linç edilmiş, asker ve polis düşman güçleri gibi çatışmaya girmiştir. Bu “Ortadoğu”ya model ülke olmaya çalışan, bölge devleti olma iddiası taşıyan bir devlet için olabilecek en kötü görüntü ve kriz durumudur. Yaşanan darbe girişiminin Türk devletini zayıf düşürdüğü, itibar ve prestijini ciddi düzeyde aşındırdığı, iç ve dış politika da izlenecek yönelimi etkileyecek düzeyde tesirde bulunacaktır.

Yaşanan darbe girişiminin ciddiyet ve güç sorunu, AKP’nin örgütlü-militer güçleri tarafından da kısa sürede fark edilmiş ve belli bir kitleyle bu girişimin karşısına dikilmekten geri durmamıştır. Kitlelerin bu hareketini “demokrasiyi” sahiplenmesi olarak okumak Türk devlet yapısının gerçek niteliğini karartmak olacaktır. Harekete geçen kitlenin AKP’nin gerici-faşist politikasının en militan sahiplenicisi olması gerçeği karşı-duruşun siyasal niteliğini de belirlemektedir. Bu anlamda kitlelerin demokratik hak ve özgürlükleri için değil, faşizmin egemen kliğinin çıkarları doğrultusunda harekete geçtiği tespit edilmelidir. Bu anlamda cunta girişiminin karşısına dikilmesi “haklı gerekçelere” dayanmakla birlikte kesinlikle ilerici ve demokratik değildir.

Darbeye maruz kalan parlamenter rejime dayalı devletin faşist karakteri kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Zira bertaraf edilen darbe girişimi sonrası Faşist diktatörlüğün Cumhurbaşkanı, başbakanı 15 Temmuz’u “demokrasi bayramı” ve “demokrasinin zaferi” olarak pazarlamaktadır. Oysa gerçek bambaşkadır. Tayyip Erdoğan önderliğinde Türk devleti, kendi anayasal çerçevesini yok saymakta, Kürt ulusuna en şiddetli katliam-baskı ve yok etme politikasını uygulamakta, tüm demokratik muhalefeti dolaylı ve doğrudan katliamlarıda devreye sokarak baskılamakta, düşünce ve ifade özgürlüğünün tutuklamaya varan yöntemlerle engellenmekte, kendi siyasal-dini-ulusal kimliğe sahip olmayan her kesimi “terörist ya da terör destekçisi” görerek sindirmektedir. Yani faşizm, hali hazırda her türlü araç ve yöntemle uygulamadadır. Kürt şehirleri binlerce insan katledilerek yok edilmekte, seçilmiş belediye başkanları tutuklanmakta, milletvekilleri tutuklama ve tasfiye ile yüz yüze bırakılmaktadır. Bu anlamda devlet yaklaşık 93 yıllık faşist rejimini Tayyip Erdoğan önderliğinde en pervasız biçimiyle sürdürmektedir.

Bu yüzdendir ki darbe girişimi “demokrasiye” yönelik değildir. Ancak terside doğrudur. Yani darbeci cunta “demokrasiyi” getirmek bir yana halkın “sandık” hakkının da gasp etmesine neden olacak gerici-faşist bir politik konumlanış içindedir.

Egemen sınıflar arasındaki çatışmanın geldiği bu nokta faşist diktatörlüğün dayandığı siyasal-sosyal-ekonomik temelin ürünüdür. Türk egemenleri halk kesimlerini “darbe dönemleri kapandı artık demokrasi bakidir” diyerek kendi gerçekliğini gizlemeye çalışması bu darbe girişimiyle berhava olmuştur. Siyasal ve ekonomik krizin sürekli olduğu faşist diktatörlükte cuntalar, darbe girişimleri ve darbeler her zaman güçlü bir seçenektir. Yönetme krizinin boyutlandığı her durumda askeri faşist cuntalar göreve amade beklemektedir. Bu bağlamda, Türk hakim sınıflarının çözmeye muktedir olmadığı politik sorunlar ve kriz hali askeri darbeyi hala gündem de tutmaktadır. Bu son girişim bunun açık göstergesidir. Bu girişim aynı zamanda Türk hakim sınıflarının mevcut yönelim ve politikalarının süreci yönetme kabiliyetini kaybettiğinin göstergesidir.

Yaşanan son gelişmelerle birlikte biraz daha zayıflamış, itibar kaybetmiş, politik krizi derinleşmiş bir devlet gerçeği söz konusudur. Darbe girişimine ilk tepki binlerce yargı mensubunun ve yine binlerce subayın gözaltına alınması olmuştur. Egemen sınıflar arasında ki dalaşta devlet bürokrasisinde öbeklenen bir klik bu vesileyle kapsamlı bir tasfiyeye maruz kalacaktır. Ancak bu tasfiye ötelenen yeni politik çatışmalara zemin sunacak, kurulmuş gerici ittifakların dağılma zemini olacaktır. Faşist diktatörlük içinde düşman kardeş grupların çokluğu bu tespiti kolaylıkla yapmamızı sağlamaktadır.

Özellikle Kürt ulusunun enerjik ve direngen mücadelesi egemen sınıflar arası çatışmaların hızla olgunlaşmasına neden olmaktadır. Kürt ulusunun demokratik hak ve taleplerine yanıt olamayan Faşist diktatörlük, Kürtlerin güçlü ve direngen mücadelesi karşısında politik krizi kaçınılmaz olarak daha derin ve sarsıcı yaşamaktadır. Ortadoğu’da ki gelişmeler ise buna çarpan etkisi yapmaktadır.

Komünistlerin ve devrimcilerin görevi bu yönetme krizinin doğurduğu sonuçlara karşı zora dayalı mücadelesini daha güçlü ve etkili hale getirmek olmalıdır. Kitlelerin memnuniyetsizliği silahların eleştirel gücüyle birleşmediği sürece egemenlerin siyasal krizini devrimin olanağı haline getirmek mümkün olmayacaktır. İster Parlamento örtüsü kullanılsın ister askeri cunta egemenliğinde olsun görev faşist diktatörlüğe karşı ezilenlerin özgürlük, demokrasi ve devrim mücadelesini örgütlemek olmalıdır. Askeri darbe girişimine karşı halkın güvenliğini sağlayacak, onları bu saldırı dalgasına karşı seferber edecek mücadeleyi benimsemek olduğu gibi, parlamento örtülü faşist diktatörlük karşısında parlamentarizme, reformizme hapsetmeksizin mücadele araç ve yöntemlerini çeşitlendirerek devrime seferber edecek politik bir netlik içinde olunmalıdır. Darbe girişiminin politik etkisini ve ağırlığını göz ardı etmeden ama sorunun esasını asla kaçırmadan mücadele yöntem ve araçlarını gerilla mücadelesine dayalı halk savaşına bağlayarak demokratik halk devrimi görevine sarılmalıyız.

Ezilenler çaresiz değildir. Parlementoyu faşizmin örtüsü haline getirip halkı “demokrasi” söylemiyle kandırılmasına da, faşist cuntayı Erdoğan korkusu ve AKP düşmanlığı ile kurtuluş olarak pazarlayıp ezilenlerde yalancı umutlar yaratılmasına da müsaade etmeyeceğiz. Ezilenler gericiliğin dolgu malzemesi değil tarihin yıkıcı ve yapıcı unsurudur. Demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm davasına ikna etmek, örgütlemek ve oku doğru hedefe yönlendirmek tarihsel sorumluluktur. Bu görev fabrikada, tarlada, anfide, sokakta, meydanlarda, dağlarda günceldir, acildir.

ASKERİ FAŞİST CUNTALARA HAYIR!

FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜ YIKACAĞIZ, HALK İKTİDARINI KURACAĞIZ!

KAHROLSUN FAŞİZM, EMPERYALİZM, FEODALİZM VE HER TÜRDEN GERİCİLİK!

EGEMENLER ARASI KAVGAYA DEĞİL, DEMOKRATİK HALK İKTİDARINA TARAF OL!

YAŞASIN PARTİMİZ TKP/ML, ÖNDERLİĞİNDEKİ TİKKO VE TMLGB!

16 TEMMUZ 2016

TKP/ML-MK 

45664

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Sayfalar