Pazartesi Mayıs 20, 2024

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı: “Nubar yoldaş’ın mücadelesi sınırsız ve ölümsüzdür”

“Devrimin mütevazı sessiz generali”

“Sizler ki o kadar gözyaşı ve acı görmüşsünüz

Nasıl da başardınız yüzyıllar boyunca

Kalmayı bu kadar tatlı bu kadar güzel

Dünyaya bu kadar güzel bakmayı”

Silva Kaputikyan                              

“TKP/ML üyesi ve TİKKO Rojava Komutanı Orhan Bakırcıyan( Nubar Ozanyan) yoldaş, 14 Ağustos tarihinde hayatı boyunca savaştığı gibi savaşarak şehit düştü.

Ermeni milliyetine mensup olan Orhan yoldaşımız, daha küçük yaşlarda bir Ermeni yetimhanesinde mücadele tohumlarını atmış, ardından Filistin, Ermenistan Karabağ, Dersim, Paris, Irak Kürdistanı ve son olarak Rojava’ya gelerek devrimin yolunu soluksuz koşmuştur.

Orhan Yoldaş, Rojava’da kendisini sadece askeri görevlerle sınırlandırmamış, Kürt, Arap, Ermeni, Asuri ve çeşitli milliyetlerden ezilen tüm kesimleri örgütleme, devrimi anlatma ve yaşatma görevini de üstlenmiştir.” denilen açıklamada Nubar Ozanyan’ın gittiği her yerde çocuklarlardan yaşlılara ötekileştirilen her kesimden insanın gönlünü kazanmayı bildiği belirtildi:

 O, Kaypakkaya yoldaşın yolundan yürümenin büyük sorumluluğu içerisinde, pratiğin sınırsızlığına kendini kaptırmış, devrimin ihtiyaçlarına ilk önce O cevap vermiştir. Orhan yoldaş hiçbir zaman bir statünün rütbenin peşinden koşmadı.

O devrimin mütevazı sessiz bir generali olarak tüm bürokrat yönetici komutanlık anlayışlarını paramparça etti.

Hiçbir grup, mevki çıkar gözetmeksizin bildiği öğrendiği her şeyi yoldaşlarıyla, siperdaşlarıyla paylaşarak devrim fikrini her şeyin ve herkesin üstünde tuttu. Gittiği her yerde çocuklardan yaşlılara, ötekileştirilen ezilen her kesimden insanın gönlünü kazanmayı bildi.

O hiçbir sınırı, ölçüyü tanımadı, kendisine giydirilmek istenen gömlekleri yırtıp attı. Bu haliyle Orhan yoldaş, komünist kişiliğin sembolü haline geldi.”

“Ömrünü devrime adayan örnek bir komutan”

Nubar Ozanyan’ın bulunduğu her alanda düşmana nasıl darbe vurulacağına kafa yorduğuna dikat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Hiçbir şeye sahip olmadığı gibi saat de takmadı koluna, ancak tüm saatlerini, günlerini, ömrünü devrime adayarak hepimize örnek bir komutan, komünist oldu.

Orhan yoldaş, mücadele tarihi boyunca düşmana nasıl daha iyi darbe vurabileceğini düşündü, bunun için çalıştı. Partimizde askeri açıdan büyük sıçramalar yaratacak projelere imzasını attı.

Bulunduğu her alanda yaptığı her şeyi devrim için yaptığı bilinciyle, küçük büyük hiçbir görev ayrımı yapmadan hem devrimin sayısız nöbetini tuttu, hem de Rojava’da savaş cephelerinde DAİŞ’e karşı görkemli direnişlerde en ön saflarda yerini aldı.

O, hep sözün bittiği yerde durarak, aynı anda hem devrimin hamalı hem de generali nasıl olur onu gösterdi.

Orhan yoldaşın uğruna şehit düştüğü devrim idealini mutlaka yerine getireceğiz. Artık daha güçlü ve daha gururluyuz. Çünkü O’nun gibi bir komutanla yaşıyor ve O’nunla birlikte yürüyoruz.

Şan olsun partimiz TKP/ML, ordumuz TİKKO, gençlik örgütümüz TMLGB’ye!

Şan olsun yüreği devrim aşkıyla tutuşan Komutan Orhan yoldaşa!

Կեցցե  յեղափոխութիւնը տեմօկռատիկ

Կեցցե շողովօռդական   պայգառ” 

39886

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Umreye Giden Düşkünler/ Erdal Yıldırım

Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli ‘dede’nin önce Necef’e, Kerbelâ’ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor.

On yıl mı beş yıl mı bu ne demektir?

AKP’nin başı Başbakan mahpusların uzun yargılama süresini kısaltacağını açıkladı! Herhalde bravo dememizi bekliyorlar. Ne diyelim ülkemizin kara mizahı böyle oluşmakta.  Ülkeyi  öyle ki yazboz tahtasına çevirdiler ki. Bu zevatlar ne yaptıklarını biliyorlar mı? Yoksa, bizlerle dalga mı geçiyorlar? Sanki on yıldır bu iktidarda olan, bu yasal düzenlemeleri yapan kendileri değilmiş de başka biri imiş gibi ortalığa çıkıp ne iyi düzenleme yapacaklarını ballandıra ballandıra anlatıp duruyorlar.

Lenin ile Stalin arasinda ulusal sorun konusunda"çeliski var"miydi

 

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK dü

Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.

Zor Yıllarda "Aydın olmak"

“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]

“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü. 

Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!

Yusuf KÖSE

Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek

Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde. 

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru

CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.

Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun

Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Sayfalar