Cuma Mayıs 3, 2024

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Emperyalist sermayenin çok az bir azınlığın ellerinde toplanması, büyümesi ve bir kaç merkezden idare edilmesi; bölgesel savaşları, işgalleri, yıkımları, tahribatları, açlığın ve yoksulluğun artmasını, insanlığın aşağılanmasını ve insanlığın belleği olan binlerce yıllık kültürlerin yok edilmesini, doğanın geriye dönüşümsüz tahribatının artmasını da beraberinde getiriyor. Esas olarak, Londra, Newyork, Tokyo arasında dolaşan sermayenin büyüklüğü ve hızı arttıkça, yukarıdaki belirlemelerin oranı da artmaktadır. Aşırı üretim artıkça, işçi ve emekçiler üzerindeki baskılar ve sömürü oranı da artmaktadır. Emperyalist sermayenin büyüklüğü ve her geçen gün aşırı üretimin ala bildiğine artması, arttırılması; kitlelerin zenginleşmesi ve refahının artmasını değil, ters orantılı bir yaşam seviyesini doğurmaktadır.

Üretimin bolluğu ve buna karşın insanlığın yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması da aynı oranda büyümektedir ve bu gelişmeler emperyalist sermayenin temerküzü ve birikiminden ayrı ele alınamaz. Emperyalist sermayenin temerküzü, kaçınılmaz olarak, üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki çelişmenin keskinleşmesini ve derinleşmesini de beraberinde getiriyor. Bu durum, bir başka olguyu da, emperyalistler arasındaki varolan çelişmelerin keskinleşmesinin de artırıcı bir unsuru oluyor. Sermaye büyüdükçe kitleler üzerindeki sömürü ve baskı oranı da doğru orantılı bir şekilde artıyor. 

Son yılllarda, özellikle de müslüman ülkelerde dinciliğin geliştirilerek toplumsal tarihin geriye götürülmek istenmesi, emperyalist burjuvazinin insanlığın tahribatını nereye kadar indirgediğinin bir göstergesi olmaktadır. Yanı başımızda Suriye’de olan gelişmeler, insanlığına yabancılaştırılmış şeriatçı katil sürülerinin üretilmesi, emperyalist burjuvaziden ve elbette gelişen üretici güçler karşısında gerici ve engelleyici bir özelliğe sahip kapitalist üretim ilişkilerinden ayrı ele alınamaz. Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Somali ve en açık olarak

Suriye’de insanlığın ve onun yarattığı kültürün katledilmesi, emperyalist burjuvazinin gericiliğinin geldiği nokta olarak görülmelidir. Ve gözlerden ırak(!) Afrika’da yıllarca kabilelerin birbirine kırdırılması ve insanlığın derin tahribatı, tekelci burjuvazinin insanlık düşmanı politikalarının ürünü olarak hala devam ettirilmektedir.

Emperyalizmin poltikasının “böl-yönet” olduğu bilinir. Sözde, burjuva medeniyeti ilerledikçe, insanların alt kimliklere bölünmesi olgusu da artmaktadır. Farklı dinlere bölünmek “normal” (!) karşılanırken, gelinen aşamada, her din içindeki kitleleri küçük mezheplere bölme olayı yaygınlaştırıldı ve derinleştirildi. Sınıfsal kutuplaşma ve mücadele yerine, alt kimliklerle kitlelerin birbirine kırdılması ve sınıfsal hedef karartılması geliştirildi. 1789 da devrimci “burjuva aydınlanması”nı yaratan burjuvazi, artık o günün değil, ondan da önceki toplumsal süreçlerin gericiliğini kitlelere empoze etmeye başlamıştır. 

Kapitalizm koşullarında ne insanlığın ne de doğanın tahribatı önlenebilir. Kitleleri oyalamak ve tepkileri geçiştirmek ya da pasifleştirmek için yapılan ufak tefek rötuşlar, ekolojik (ve elbette insanın) dengenin geriye dönüşümsüz bozulmasını önleyemez. Batılı emperyalist burjuvazi, doğayı kurtarmak için “çabalıyor” gözükmesi, sermayenin birikimi ile çelişir. Emperyalist sermaye niyet tanımaz. O kendi doyumsuz ve yok edici kanununu işletir. Onun için tek kural budur. Diğerleri buna hizmet ettiği sürece “yasaldır” ve “kabul” görür. Sermaye birikiminin önündeki  her engel, burjuvazi için  “yasadışı” ve “terörizm”dir. Onun açısından sorun karmaşık değildir. Her şey nettir. Onun önündeki engel, işçi sınıfının direnişidir. O soruna sınıfsal bakar. Kendi sınıf çıkarları için ne gerekiyorsa, -dünya üzerindeki yaşamın hızla tüketilmesi pahasına- yapar. Ve olan da bundan başka bir şey değildir.

Burjuvazi, her yönüyle gericileşmiştir. “demokrasi”, “insan hakları” sermayenin çıkarlarıyla örtüştüğü ve ona hizmet ettiği ve onun toplumsal  tahribatlarının üstünü küllediği sürece vardır ve içerikleri de bununla ilişkilidir. Bu nedenle de bütün yarı-sömürge ülkelerde ne kadar gerici ve faşist yönetimler varsa bunları destekler, onların arkasında durur. Bütün “küçük” kral ya da Tayip Erdoğan vb. gibi faşist despotlar, emperyalist burjuvazinin beslemeleridir.

Burjuvazi ve onun kapitalist sistemi, insanlığın ne bugünü ne de yarını için bir alternatif oluşturabilmiş değildir. Onun toplumsal miadı çoktan dolmuştur. Ancak bu meftayı ortadan kaldıracak olan işçi sınıfıdır. Sınıf bilinçli proletarya (komünistler) önderliğinde işçi ve emekçilerin kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasıyla sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz özgürlükler deryası (komünizm) yeşerecektir.

Alternatif sosyalizmdir!

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor. Sermaye büyüdükçe ve çok az bir azınlığın elinde toplanma süreci durmaksızın geliştikçe, işçi cephesi de direnişlerini büyütüyor, yaygınlaştırıyor, birbirine destek veriyor ve birbirini motive ediyor. 

Artık, işçi sınıfının yoğun olduğu direniş merkezlerinin isimleri ülke isimlerinin önüne geçiyor. Direniş nerede olursa olsun, “burası Taksim”, “burası Tahrir”, “burası Syntagma”, “burası Puerta del Sol” vb. adlarla anılıyor. Bu da, halkların direnişlerinin birbirine benzerliğini, birbirlerinden destek almalarının ve birbirini kabullenmelerinin ifadesi oluyor.

Dünya halkları, adeta,  bir toplumsal meftayı (kapitalizmi) ortadan kaldırma uğraşı verirken, yeni bir yaşamı yaratmanın doğum sancısını da yaşıyor. Ölüm ve yaşam ikisi birlikte var oluyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da onun tahribatlarına karşı mücadele sesleri yükselirken, onun karşısında yeni bir yaşamın ayak seslerini duymamak olası olmuyor. Kitleler, burjuvazinin kendilerine “kader” olarak sunduklarına karşı isyan ediyor. Bir gün Roma’da, Paris’te ayağa kalkıyor, ertesi gün Rio de Janerio, Sao Paulo ve aynı gün işçi ve emekçi merkezlerinin bir kaçında birden ayaklanma sesleri, emperyalist ve iş birlikçi burjuvazinin soygun ve sömürü düzenine karşı itiraz sesleri yükseliyor.

Dünya halkları, adeta, özellikle 21. Yüzyıl başından beri “her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile ayakta gibi duruyor. Suskunluk fazla sürmüyor. “işçi sesleri kısıldı” dendiği bir anda Tahrir meydanı ve Mısır sokakları tarihin yeni bir görkemli direnişini yaratabiliyor. Ya da Brezilya’da ya da Lizbon, Hartum, Johannesburg ve Pretoria’da sokaklar yeniden direniş alanları haline gelebiliyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerden en geri ülkelerin işçi ve emekçi sınıflarına varıncaya kadar, emperyalist burjuvazinin sistemine karşı direnişler, “barıçşıl” olmaktan çıkıp, burjuvazinin saltanatına karşı çatışmalı direnişe dönüşüyor.

İnsanlık yeni bir toplumsal özgürlüğün doğuş sancılarının ciddi bir şekilde çelişkilerini yaşıyor ve bu çelişmenin doğurduğu yeni bir süreci hızla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunun başını işçi sınıfı çekiyor. Direnişler, işçilerin yoğun olduğu kentlerde, sömürü ve baskının yoğun olduğu her alanda boy veriyor. Burjuvazi, modern silahlarıyla, paramiliter güçleriyle, medyası ve diğer baskı güçleriyle kitlelerin mücadelesini daha baştan boğmak ve bastırmak için uğraşmasına, katliamlar yapmasına karşın, korku duvarlarının çoktan yıkıldığını görmekten korkuya kapılıyor.

Direnişler büyüdükçe, kitlelerin umutları da büyüyor, güçleniyor ve iktidarı zaptetme mücadelesine dönüşüyor. İşçiler ve emekçiler, direniş meydanlarına, burjuvazinin kendilerine dayattığı alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle çıkıyorlar. Sınıfsal dayanışmayı ve sınıf mücadelesi gerçeğini kuşanıp, sınıf düşmanının  karşısına sınıfıyla çıkıyor.

Kitle direnişlerinin ve ayaklanmalarının esas hedefi; kapitalist sistem ve onun tahribatlarıdır. Bazı yerlerde direkt sosyalizm savunulmasa da, bazı yerlerde kapitalizme karşı sosyalist alternatif ortaya konmaktadır. Kitleler, ara çözüm istemiyor. Sömürüsüz ve baskısız bir yaşam istiyorlar. Bunun adı sosyalzimdir!

İşçi ve emekçilerin mücadeleleriyle doğru orantılı olarak sosyalist dünya yaratmanın umutları da büyüyor. Tahrir’de işçi ve emekçilerin: “defolun başımızdan!”, Taksim’de işçi ve gençlerin: “bu daha başlangıç!”, Brezilyalı işçilerin; “aşk bitti!”, İtalya’lı öğrencilerin Roma’nın Repubblica meydanında burjuvaziye; “Size verdiğimiz süre doldu” demeleri, 21. Yüzyılın işçi ve emekçilerin direnişlerinin direkt kapitalizme yöneldiğinin göstergesi oluyor. *** 03.11.2013

96947

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

UYU EY „YİǦİT“ HALK ;Hasan Hayri Aslan

UYU EY YIGIT HALK

UYRUKEN ÖLÜM ACI VERMEZ İNSANA
UYU SEN!...

Atlar ve katırlar kişniyerek tepişiyorlar… Zavallı, yoksul çaresiz halklar ayaklar altında. Onları peygamber belleyen katiller gariban erlerden birinin kellesini kesiyor kameralar önünde. Katiller karanlık yüzlü, kara sakallı pis birer mahluk, öteki kellesiz gariban cesedin başında kurt işareti yapıyor, ağzı kulaklarında. Kurtların, çakalların, yılanların işgali altında memleket!

Durum iyidir !Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

15 Temmuz akşamı faşist klikler arasında iktidara hâkim olma kavgası yeni bir boyut kazandı. Hâkim sınıflar arasında süregelen çelişkinin özü uzlaşmaz bir çelişkidir. Bu uluslar arası emperyalist devletlerin sermaye egemenlik savaşının bir parçasıdır. Faşist klikler arası darbe girişimleri, çatışmalar, öldürmeler, idamlar vb. yeni bir şey değildir. Bu yüzyıllık TC tarihine bakıldığında çokça görülür. Tarih, Ermenilere, Kürtlere, Araplara, Alevilere vb. yapılan soykırımla, katliam ve akıl almaz işkence, zulümle doludur. İttihat ve Terakki’den günümüze bu böyle oldu.

Darbe'nin imitasyon ve fason hali...

Bu ya bir tiyatrodur ki ben öyle düşünüyorum;  ya da sinemanın gala gecesinden yalnızca bir sahnedir ki, düşünmek bile istemiyorum!

Soralım!

Kendi öz savunmamızı güçlendirmeliyiz!! Mahircan

Darbenin her türlüsüne karşı olduğumuz açık. Yıllardır yaşadığımız hukuksuzluğa, sivil darbe örgütlenmelerine, faşizme, gericiliğe, radikal İslamcı katliamcı zihniyete karşı olduğumuz gibi..

Bu tiyatrodan kim yarar sağladıysa, kotaranı da odur.

Egemen sınıfların kanlı-kaos senaryoları ve hesaplaşmaları

15 Temmuz gecesi darbesinin egemen sınıflar arası çatışmanın bir ürünüydü. Özellikle AKP-Gülen cemati arasındaki çıkar dalaşında yenik düşen Gülen cematinin son çırpınışları olarak ortaya çıktığı analaşılıyor. İki faşist-dinci kliğin çatışmasından “demokrasi”nin doğması ya da işçi ve emekçilerin lehine sonuçlanması söz konusu olamazdı.

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir.

Partizan “Darbenin her türlüsüne karşı direnişe, mücadeleye!”

15 Temmuz akşamından başlayarak 16 Temmuz gecesi boyunca devam eden askeri darbe girişimine karşı bir açıklama yayınlayan Partizan “Bugün “Allah’ın bir lütfu olarak” ifade edilen darbe girişimiyle daha güçlenen ve halka yönelik saldırılarına artıracak olan resmi ve resmi olmayan sistem güçlerine karşı, emekçi halkın kendisini korumak için tedbirler alması, darbeleri üreten ve kendisi de bir darbe ürünü olan AKP şahsında sisteme karşı mücadeleyi yükseltmesi “darbe-darbe karşıtlığı” üzerinden yapılmaya çalışılan bölünmeye karşı çıkması varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir.

Parti inşası; ve sürekliligi saglanmış önderlik ;Halil Ahmet

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Her birimiz bunun farkındayız kulaklar sağır gözler kör uykuda ölü taklidi yapmanın bir anlamı yoktur.

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Parti ve önderliğin inşası,doğru bir siyasal hattın MLM temelde sürekliğinin sağlanması her geçen gün daha da hissedilir bir durum olarak kendini dayatmaktadır.

Parti ve önderliğin inşası sürekliliği sağlanmış önderlik olgusu ve bunun la berabar doğru temelde çizginin sürekliliği nin sağlanması dediğimiz olgudan ne anlamalıyız

ÇÖZÜLME, PARÇALANMA VE KUTUPLAŞMA GÜZERGÂHINDA[*]

“Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı,İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.”[1]

III. Büyük Bunalım’ın yerküresinde, Sykes-Picot’un miadını doldurduğu Ortadoğu’da, nihayet coğrafyamızda devasa bir dissolution (çözülme) fragmantasyon (parçalanma) ve polarizasyon (kutuplaşma) yaşanıyor.

Bunu hâlâ görmeyen, bilmeyen, kavramayan varsa ne yazık.

Çünkü gelecek(imiz) “Fortis imaginatio generat casum/ Zengin hayalgücü, olacakları (önceden) tahmin eder,” kaydı düşülmesi gereken söz konusu gerçeğin biçimleneceği güzergâhtaki çatışmalarla karara bağlanacak.

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Neden suriyeli savaş mağdurları istenmez

Dünyamız küresel  emperyalist  semayenin yaşadığı ekonomik kriz sonucu büyük sarsıntılar yaşıyor. Ortadoğu’da başta Amerikan  emperyalizmi olmak üzere,empryalist haydutlar kendi çıkarları,sömürü ve rahatları için insan kanına doymuyor. Daha fazlasını istiyor,kan , katliam kâr, kâr, kâr …Onları kendi çıkar ve menfaatleri ilgilendiriyor. Biz bunları yüzyılın tarihinde çokca yaşadık. Alman emperyalizmi birinci emperyalist savaşta Ermeni soykırımını  İttihat-Terraki paşalarıyla birlikte  gerçekleştirmedimi?

Sayfalar