Pazar Nisan 28, 2024

Ya Sosyalizm Ya Kapitalist Barbarlık

Kapitalizm, 20 yüzyılın başlarında emperyalizme evrilmesiyle, yeni bir aşamaya gelmişti. Bu aşamanın adı çürümeydi. Kapitalizmin bundan öte gideceği bir yer yoktu. Bu onun son istasyonuydu. 

21.yüzyılın başlarında ise kapitalizmin çürümesi kronikleşti. Sermayenin (ve zenginliğin) hergeçen gün daha az ellerde toplanması, sömürünün aşırılaşması; burjuvazinin karşıtı olan işçi sınıfı tarafında ise; yoksullaşmanın derinleşmesi, yaygınlaşması ve insanın kendine/üretimine/doğasına yabancılaşmasının hat safaya varmasının gerçekliğinin yaşanıyor olmasıdır. Bu, toplumsal çürümenin en ağırı ve en büyüğüdür.

Kapitalist sistemin buna bir çözümü yoktur. Onun “çözüm” olarak sunduğu; daha fazla kaos, sömürü, daha fazla savaş, toplumun hücrelerine kadar bölünmesi, sınıf savaşlarının önüne geçmek için din maskeli yağma, talan ve yıkım savaşlarını günlük yaşamın içine sokulması,  ve yoksullara ölümlerden ölüm beğendirilmesidir. Ve emperyalist burjuvazi, dünyayı yeniden paylaşma ve daha fazla egemenlik sağlama savaşının adını: “teröre karşı savaş” olarak değiştirmiştir. Onun işçi sınıfı ve ezilen halklara, dünden farklı olarak getirdiği bir yenilik yoktur. İşçi sınıfı ve emekçilere karşı yürüttüğü savaşın adını değiştirmiştir.

Teknolojinin gelişmesi, burjuvazye, iktidarını sürdürebilmesi için biraz daha fazla olanak sunmasına karşın, işçi sınıfının ise bölünmesini ve birlikte hareket etmesinin önüne engel olarak dikilmiştir. Bu, teknolojinin gelişmesinden öte, burjuvazinin teknolojiyi işçi sınıfına karşı bir silah olarak kullanmasından ileri gelmektedir. Teknolojinin, bilimin gelişmesi, insanlığın zararına değil, yararınadır. Ancak, bu gelişme “yarar” kavramı içine sığdırılamaz. Teknolojinin yönetiminin hangi sınıfın elinde olduğuyla ilgili bir sorundur. Bujuvazi teknolojiyi işçi sınıfını daha fazla sömürmek ve ezmek için kullnıyor. İşçi sınıfı  iktidarı sosyalizmde ise teknoloji, bütün insanlığın refahı ve mutluluğu için kullanılır.

Ne var ki, burjuvazi, üretim araçlarının hızını ışık hızına ulaştırsa da, bu kitlelerin yararına değil, bujuvazinin kendi iktidarını korumaya yönelik olacaktır. Çünkü sorun, üretici güçlerin niteliği ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin çözümünde düğümlenmektedir. Bu da, kendiliğinden değil, üretici güçlerden işçi sınıfının, üretim ilişkilerinin niteliğini, devrimci eylemle, yani üretim ilşkilerinin özel mülkiyetçi karakterine son vererek devrimci bir tarzda çözümlenebilecektir. 

İçinde yaşadığımız kaos ve adeta otamatiğe bağlanmış bir savaş ortamını yaratan tek bir neden; kapitalist sistemin tarihsel olarak miadını doldurmasıdır. Anacak, bu kokuşma, kapitalist sistemin ayakta kalma direncinin işçi sınıfı tarafından kırılamamasının getirdiği yozlaşmanın sonucudur.

Hiç bir toplumsal sistem kendiliğinden yıkılmamıştır. Topluma egemen olan ile ezilen sınıf arasındaki çatışma ve ezilen sınıfların egemen sınıfları yıkmasıyla eski tolumsal sistem yıkılıp yenisi getirilmiştir.

Burjuva diktatörlüğü kendiliğinden yıkılmayacaktır. Ezilen ve sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı, kapitalist sistemi yıkıp, sosyalist iktidarını kurarak, insanlığın sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız olarak daha güzel yaşayacağı bir toplumsal sistemi kurmasının devrimci yolunu açmış olacaktır.

Toplumlar tarihinin diyalektiği ortaya koymuştur ki; hiç bir toplumsal sistem kendi tarihsel döngüsünü içinde tamamlamadıkça  ve bütün iç çelişmeleri olgunlaşmadıkça yerini bir sonraki topluma bırakmamıştır. Bu bağlamda, kapitalist sistem kendi iç dinamiksel gelişimini bütünüyle tamamlamış ve iç çelişmeleri olgunlaşmış ve ölüm çanları bütün hışmıyla onun için çalmaktadır. Eksik olan, onu yıkacak  sınıfın örgütlü devrimci eylemini en üst noktaya çıkaramamış olmasıdır.

Burjuvazi, feodal sistemi yıkıp kapitalist sistemi kurduğu tarihten bu yana işçi sınıfına ve emekiçilere karşı savaşla ayakta durmuştur. Onun, işçi sınıfına karşı savaşmadığı bir gün ve tarih yoktur. Burjuvazinin tarihi kanlı bir tarihtir. 

Türk burjuvazisinin tarihi de kanlıdır. TC’nin tarihi, katliamlar tarihidir. Bu devletin geçmişine kısa bir göz atmak yeter. TC’nin kuruluşundan günümüze kadar onlarca katliam olmuştur. Kürt katliamı, işçi katliamı, sürgünler, azılıkların mallarını yağmalamalar, el koymalar ve yurtlarından sürülmeler, alevi katliamları vb. TC tarihinin günlük kanlı sayfaları arasında yerini alır. Özellikle, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin geliştiği 1960’lardan sonra ise katliamlar daha da çoğalmıştır. Bugünkü Kürt soykırımı dünün devamı ve gelişmiş halidir.

Burjuvazi egemenliğini sürdürmek için, yerine göre din yerine göre milliyetçilik ya da her ikisinin birlikte toplumun en geri kesimlerine empoze ederek, geri yığınları kendi gerici sınıf çıkarlarının arkasına destek olarak alır. Bugün faşist Erdoğan iktidarının yaptığı gibi.

Türk burjuva iktidarının, işçi sınıfı ve ezilenler üzerindeki kanlı diktatörlüğü kapitalist barbarlıktan ayrı ele alınamaz. Özellikle sınıfsal iktidarını sürdürmenin yolu olarak; Kürt katliamı ve soykırımını kendisi için elzem gören bir kapitalist barbarlığın ömrünün uzun olması da düşünülemez.

Burjuvazi, Faşist AKP iktidarı karşısında, bütün baskı altında olanların örgütlenmesi, birleşmesi ve her alanda birlikte hareket etmenin koşullarını yaratmalı ve zorlamalıdır. Burjuvazi, özellikle işçi sınıfını örgütsüz bırakmak için yasal ve yasal olmayan tüm olanklarını (burjuva zorunu) kullanmaktadır. İşçi sınıfı da buna karşı, kendi sınıf bilinci (Marksizm-Leninizm-Maoizm) ışığında kendini örgütlemek zorundadır. 

Erdoğan’ın yıkılması ya da geriletilmesi esas olarak işçi sınıfının mücadelesiyle olacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerden umudunu kesenlerin, tarihi kısa ve sonları hüsran olur. Çünkü burjuvazinin işçi ve emekçilere (ve Kürtlere) karşı sürdürdüğü savaş sınıf savaşımıdır. Sermayenin egemenliğini sürdürme, sömürü alanlarını derinleştirme ve genişletme savaşıdır.

Burjuvaziyi ve onun kapitalist barbarlığını yıkmak için bütün mücadele araçları ve yöntemleri mutlaka, ama mutlaka kullanılmalıdır. Ancak, esas olan, sınıfın örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi amacı ve hedefi gözden ırak tutulmamalı ve diğer mücadele yol ve yöntemleri ona hizmet etmelidir. Çünkü sermayenin kendisi ve gücü; esas olarak işçi sınıfının sömürülmesinden oluşur. Buna karşın, genel anlamda ezilen kitlelerin devrimci savaşı ve devrimci birliği; işçi sınıfının devrimci savaşında kendini bulur. Bu bağlamda, işçi sınıfından umudu kesmek, tam da burjuvazinin yapmak istediği ideolojik manipülasyon altında ezilmek ve hiçleşmektir. Küçük burjuvazinin ve reformizmin yenilgi dönemlerine has yılgınlık teroileri ve eylemsizliği terkedilmelidir. Komünist azim ve bilinç ile donanıp devrimci eylemlikle donanılmalıdır.

Burjuvazinin olduğu yerde işçi sınıf da mutlak bir şekilde olacaktır. Kapitalizm var oldukça, onun toplumsal devrimci alternatifi sosyalizm olacaktır. Günümüz gericiliğin yerini, işçi sınıfının devrimci eylemliliğinin ve sosyalizm ufkuyla devrimci günlerin alması ve “Her Yerin Taksim” olması kaçınılmazdır.

43707

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar