Pazartesi Mayıs 6, 2024

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor. AKP için yerel seçimlerin önemi; yıpranan imajı onarmak, Haziran Ayaklanması (Gezi)’nın  rövanşını almak ve bir sonraki genel seçimlerin kazanmanın adımlarını döşemek olarak okunabilir. Daha bir çok nedenler olsa da elbette en önemlisi, AKP’nin yıpranan imajını kurtarmaktır. Bunun anlamı, iktidarda kalma ömrünü uzatmanın, iktidarı kaybetmemek için her yolu mübah gördüğü şeklindedir. Çünkü Haziran Ayaklanması’ndan sonra iyice teşhir olan AKP ve TC başbakanı Erdoğan’a karşı emperyalistler verdikleri desteği geri çekmişe benziyor ve içeride ise Türk burjuvazisinin bir kısmı yeni bir alternatif oluşturmaya hız vermiş gözüküyor. 
 
Önümüzdeki yerel seçimler konusunda da proletaryanın bir tavrı olmak durumundadır. Bu boykot şeklinde olabileceği gibi, seçimlere katılma ya da her hangi bir devrimci-demokrat güçlerle ortaklaşa hareket etemek ya da tek başına katılmakta seçenekler arasında yer alabilir. Ancak, 30 Mart 2014'de yapılacağı aöıklanan yerel seçimleri boykot etmek için proletarya açısından koşullar eleverişli değildir. Bu seçimlere, olumlu yönde, Haziran Ayaklanması’nın gölgesi düşecek olsa da, şu andaki durum bir bekleme tavrı şeklinde kendini göstermektedir. Aslında bu bekleyiş öznel devrimci güçlerin kitleler içndeki etkinliğiyle de doğru orantılı olarak sürmektedir.
 
Önümüzdeki yerel seçimlerde sınıf bilinçli proleterlerin yani komünistlerin güçlü bir çıkışları olamayacağı ve tek başlarına seçimde her hangi bir varlık gösteremeyecekleri de bir gerçektir. Hemen hemen tüm radikal devrimci kesimler açısından bunu söylemek nesnel bir durum saptaması gibi gözüküyor. Devrimci hareketin dağınıklığı ve demokratik bazı eylemlerde dahi bir araya gelmekteki zorlanmaları da dikkate alınırsa, yerel seçimlerde birleşik güçlerini ortaya koymanın önündeki idelojik-siyasal zoruluklar da kendiliğinden anlaşılır oluyor.
 
Önümüzde bir HDP (Halkların Demokratik Partisi) gerçeği var. HDP Türkiye ve Kürdistan’daki reformist güçlerden devrimci güçlere kadar çok çeşitli siyasal grupları içinde barındıran bir yapıdır. İçinde yer alanlardan direkt sosyalizmi savunan siyasal grup ve partiler olduğu gibi, geri düzeyde reformizmi savunan siyasal parti ve gruplarda yer almaktadır. Bütün bunları bir araya getiren esas etmen AKP iktidarının baskıları karşısında bir güç olabilmek ve siyasal varlıklarını parlamentoda ya da fazla ayak altında ezilmeden bir duruş sergileyebilmek amaçlıdır. Genel olarak söylenirse, HDP bir işçi sınıfı partisi değildir. Reformist siyasal yelpazede yerini almaktadır. İçlerinde reformist olmayan güçlerin olması bu gerçekliği değiştirmeye yetmiyor. 
 
HDP’nin programmında ne işçi sınıfının iktidar sorunu vardır ne de düzenin radikal bir şekilde devrimci değişiminin gerekliliği ve bunun eylem planı vardır. Burjuva düzenin aşırı uçlarının törpülenmesinin dilek ve temennileri yer almaktadır. Daha çok da Kürt sorunun “barışçıl” bir çözümü yer alır. Daha doğrusu, Kürtlerin ulusal haklarının verilmesi.
 
Bunlar, demokratik içerikli reformist hedeflerdir. Sınıf bilinçli proleter hareketlerin bunlara karşı itirazları elbette temeldendir. Ancak proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından ciddi bir çok siysal problemler taşısada, demokratik talepler özelinde ortaklaşa hareket edilebilecek bir program içerikli bir siyasal oluşumdur  HDP. 
 
HDP’nin diğer bir önemli özelliği, Kürt, Türk ve diğer azınlık uluslardan devimci-demokrat kesimleri bir araya getirme ve en azından, asgari noktalarda birlikte hareket etme espirisini de içinde taşımasıdır. Bu en önemli noktalarından birsidir.
 
Ancak, bir önemli nokta da; HDP’nin  Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) devlet ile uzlaşıcı yanının ciddi baskısı altında oluşudur. Çünkü HDP içinde etkinlik bu hareketin elindedir.  Kürt ulusal hareketinin içeriği demokratik bir içerik taşıdığından, bu da HDP’nin var olma siyasal gerekçesiyle çelişen  bir durum değildir. Bu örgütlü gücün varlığı ve etkinliği, diğer devrimci ve demokrat güçleri bu politikanın yedeğine alma eğlimi ve baskısını beraberinde getirmektedir. Bir çoğu onunla var olmanın koşullarını yaratmaya çalışırken, bir kısmı ise pragmatis bir çizgi izlemektedir. KUH’nin pragmatis olması, onun genel çizgisinin bir gereği, ancak küçük burjuva devrimciliği ondan sosyalizm bekliyorsa, elbette yanılıyor.
 
Komünistler, HDP içinde erime değil, demokratik bir mücadele açısında ortaklaşa eylem birlikleri ve ittifaklar şekilinde soruna yanaşabilirler. Daha ileri bir birliktelik, proletaryanın siyasal hedeflerinin reformist hedeflere kurban edilmesi olur ki, bu ideolojik olarak proletaryanın davasına ciddi zararlar verir. Reformizmle sıkı bir uzlaşmacılığın bir yanıda, sınıfın radikal devrimci yönünü törpüleme eğilimi taşımasını beraberinde getiri ki, işçi sınıfı partilerinin bunu her zaman gözönünde bulundurması bir zorunluluktur. Kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli çıkarların önüne geçirilmemelidir.
HDP, elbette, ne Allende’nin (Şili) Unidad Popular (Halk Birliği), ne de kurucusu Hugo Chavez olan Venezuela Birleşik Soyalist Partisi (PSUV) değildir. Ama, sınıfsal karakter ve program olarak benzer yanları çoktur denebilir. Bu partiler de homojen değil, heterojon siyasal yapılardan oluşuyordu. Aynı HDP’nin oluşumu gibi. Chavez’in PSUV’si şu anda Venezuela da iktidarda. Allende’nin reformist programı onun sonunu hazırladı. Burjuvazi, reformist partilere dahi tahammül edebilecek bir karakterde değildir. Sermayenin varlığı ile demokratik içerik uyuşmaz ve o, çıkarları gereği, kitlelerin lehine tüm demokratik mücadele ve kazanımların karşısında yerini alır. HDP’nin adı geçen bu partilerin düzeyine gelme olasılığının siyasal ve sosyal temeli şimdilik ülkemizde yok gibidir. Her şeyden önce, ne Allende ne de Chavez gibi kitleleri peşinden sürükleyecek reformist liderler söz konusu değildir.  
 
Burada HDP dışında reformist küçük burjuva TKP, her ne kadar, önümüzdeki yerel seçimlere "yurt çapında aday göstererek katılacağını" açıklasa da, girmediği yerlerde CHP ile ortak hareket etmeyi, daha doğrusu destekleme taktiğini izleyecektir. ÖDP ise, bir kaç yerin dışında CHP’yi daha fazla destekleme yoluna gidecektir. 
 
TKP süreç içinde CHP ile daha sıkı fıkı olma durumuna girebilir. “Yurtseverlik”leri onları burjuvazinin “laik” kanadıyla birlikte hareket etmeye yönlendirecektir. Hatta bu “yurtseverlik” anlayışı, onları,  süreç içinde “Kızılelma” koalisyonu ile de dirsek temasına görtürebilecektir. Son olarak TKP Merkez Komitesi üyesi Kemal Okuyan’ın, “Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı “ adlı kitabı, onların burjuvazinin bayrağını sahiplendiklerinin resmen ilanı oluyor. Nihayet, böylece, aradıkları örtülerine kavuşmuş oluyorlar. TKP ve ÖDP'ni HDP ile ortak hareket etmemeye iten nedenlerin başında, hiç kuşkusuz, Kürt ulusal sorunu konusundaki şovenist anlayışa sahip olmaları geliyor.
 
Konumuza dönersek, kısa vadeli siyasal demokratik hedefler için her zaman ilerici güçler ile proleter güçlerin ortak hareket etmesinin proletarya açısından yararları tartışma götürmez. Proletarya tüm ezilen kesimleri kucaklamak ve onlara siyasal olarak hitap etmekle karşı karşıyadır. Bir yandan proletaryanın yakın ve uzun vadeli siyasal hedeflerini reformizme kurban etmemek ve bir yandan da reformist güçlerle demokratik kazanımlar için bir arada olmanın çelişkisi yaşanacaktır. Bu, sınıf mücadelesinin çok yönlü oluşunun siyasal taktiksel görüngüleridir.
 
Sınıf bilinçli proletarya daha geniş kitleleri (başta işçi sınıfı olmak üzere) kucaklamak istiyorsa, dar köşesine çekilip kalmak değil, sınıflar arası siyasal mücadelenin tüm arenalarında yer almak ve kitleleri işçi sınıfının sosyalist programı etrafında örgütlemek ve harekete geçirici doğru ve aktif bir siyaset izleyebilmelidir.
 
Buradan hareketle, önümüzdeki yerel seçimlerde HDP ile ortak olarak seçimlere katılınabilinir. Bir taraftan seçim propagandalarına (legal olanakları zorlayarak) kullanmak ve sınıfın görüşlerinin propagandasını yapmak, düzeni teşhir etmek ve özellikle de AKP kliğini teşhir ve tecrit çalışmalarına daha fazla önem vermek, yerel seçimlerin genel siyasal taktik olmalıdır. Ancak bu siyasi taktik,  HDP’nin reformist dayatmalarına boyun eğme pahasına değil, tersine, sınıf uzlaşmacı yanlarını teşhir etmeyi de şart koşuyor.
 
Yerel seçimlerde PKK, hem BDP ile hem de HDP ile kendini daha güçlü bir şekilde, HDP birleşenlerine dayatmaya çalışacaktır. Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Güçlü siyasal hareketler, diğer siyasal hareketler karşısında gücünün bilinciyle hareket ederler. Çünkü bir önceki yerel seçimlerde de ve genel seçimlerde de bu görüldü. Bu nedenle de, Dersim’de genel seçimleri kaybetti. Bu, kaybedeceğini bile bile lades demekti ve öyle oldu. BDP, diğer devrimci güçleri hiçe sayarak kendini dayattı ve devrimci güçler ise “bize ne” der gibi siyasetsizliği seçtiler. Bazılarına ise birkaç belediye meclis üyeliği yetti. Siyaset bunun üzerine şekillendirildi. Daha büyük siyasal kazanımların siyaseti ise bir sonraki bahara ertelendi.
 
Bu yerel seçimlerde, yine Dersim, önemli bir yerde durmaktadır. Eğer BDP yine kendini adayını diğer devrimci güçlere rağmen dayatırsa, Dersim Belediye Başkanlığını kazanmanın zorluğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Silahların “eleştirel” gücüyle bu her zaman kazanılamaz. Diğer siyasetlerinde, özellikle de Kaypakkaya geleneğinden gelenlerin önemli bir güçleri de vardır. Bir önceki yerel seçimlerde bu görüldü. Bu kez, ortak hareket edilmezse, Dersim’i CHP’ye kaptırma olasılığı daha güçlü gibi gözüküyor. Tabi burada, bunu belirleyecek olan izlenecek doğru siyasal taktiklerdir. Ve bu siyaset,  kitlelere; siyaset olarak “biz de varız” gücünü kendinde bulabilecek mi? Yoksa, Hegel’in “var-yok” özdeşliğine mi sığınılacak, hep birlikte göreceğiz. Çünkü siyasette duygusallığa yer yoktur. Siyasette, sınıfsal çıkarlar her zaman önde gider.  
 
Bu yaklaşım, tüm siyasal gelişmeler için de geçerlidir. Doğa gibi toplumsal yaşamda da siyaset boşluk tanımıyor. İşçi sınıfının gerilediği ya da geri adım attığı yerde, o adımı bir başkası atıyor ve sınıf demokratik mevzilerini de kaybediyor.***11.12.2013
94965

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

UYU EY „YİǦİT“ HALK ;Hasan Hayri Aslan

UYU EY YIGIT HALK

UYRUKEN ÖLÜM ACI VERMEZ İNSANA
UYU SEN!...

Atlar ve katırlar kişniyerek tepişiyorlar… Zavallı, yoksul çaresiz halklar ayaklar altında. Onları peygamber belleyen katiller gariban erlerden birinin kellesini kesiyor kameralar önünde. Katiller karanlık yüzlü, kara sakallı pis birer mahluk, öteki kellesiz gariban cesedin başında kurt işareti yapıyor, ağzı kulaklarında. Kurtların, çakalların, yılanların işgali altında memleket!

Durum iyidir !Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

15 Temmuz akşamı faşist klikler arasında iktidara hâkim olma kavgası yeni bir boyut kazandı. Hâkim sınıflar arasında süregelen çelişkinin özü uzlaşmaz bir çelişkidir. Bu uluslar arası emperyalist devletlerin sermaye egemenlik savaşının bir parçasıdır. Faşist klikler arası darbe girişimleri, çatışmalar, öldürmeler, idamlar vb. yeni bir şey değildir. Bu yüzyıllık TC tarihine bakıldığında çokça görülür. Tarih, Ermenilere, Kürtlere, Araplara, Alevilere vb. yapılan soykırımla, katliam ve akıl almaz işkence, zulümle doludur. İttihat ve Terakki’den günümüze bu böyle oldu.

Darbe'nin imitasyon ve fason hali...

Bu ya bir tiyatrodur ki ben öyle düşünüyorum;  ya da sinemanın gala gecesinden yalnızca bir sahnedir ki, düşünmek bile istemiyorum!

Soralım!

Kendi öz savunmamızı güçlendirmeliyiz!! Mahircan

Darbenin her türlüsüne karşı olduğumuz açık. Yıllardır yaşadığımız hukuksuzluğa, sivil darbe örgütlenmelerine, faşizme, gericiliğe, radikal İslamcı katliamcı zihniyete karşı olduğumuz gibi..

Bu tiyatrodan kim yarar sağladıysa, kotaranı da odur.

Egemen sınıfların kanlı-kaos senaryoları ve hesaplaşmaları

15 Temmuz gecesi darbesinin egemen sınıflar arası çatışmanın bir ürünüydü. Özellikle AKP-Gülen cemati arasındaki çıkar dalaşında yenik düşen Gülen cematinin son çırpınışları olarak ortaya çıktığı analaşılıyor. İki faşist-dinci kliğin çatışmasından “demokrasi”nin doğması ya da işçi ve emekçilerin lehine sonuçlanması söz konusu olamazdı.

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir.

Partizan “Darbenin her türlüsüne karşı direnişe, mücadeleye!”

15 Temmuz akşamından başlayarak 16 Temmuz gecesi boyunca devam eden askeri darbe girişimine karşı bir açıklama yayınlayan Partizan “Bugün “Allah’ın bir lütfu olarak” ifade edilen darbe girişimiyle daha güçlenen ve halka yönelik saldırılarına artıracak olan resmi ve resmi olmayan sistem güçlerine karşı, emekçi halkın kendisini korumak için tedbirler alması, darbeleri üreten ve kendisi de bir darbe ürünü olan AKP şahsında sisteme karşı mücadeleyi yükseltmesi “darbe-darbe karşıtlığı” üzerinden yapılmaya çalışılan bölünmeye karşı çıkması varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir.

Parti inşası; ve sürekliligi saglanmış önderlik ;Halil Ahmet

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Her birimiz bunun farkındayız kulaklar sağır gözler kör uykuda ölü taklidi yapmanın bir anlamı yoktur.

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Parti ve önderliğin inşası,doğru bir siyasal hattın MLM temelde sürekliğinin sağlanması her geçen gün daha da hissedilir bir durum olarak kendini dayatmaktadır.

Parti ve önderliğin inşası sürekliliği sağlanmış önderlik olgusu ve bunun la berabar doğru temelde çizginin sürekliliği nin sağlanması dediğimiz olgudan ne anlamalıyız

ÇÖZÜLME, PARÇALANMA VE KUTUPLAŞMA GÜZERGÂHINDA[*]

“Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı,İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.”[1]

III. Büyük Bunalım’ın yerküresinde, Sykes-Picot’un miadını doldurduğu Ortadoğu’da, nihayet coğrafyamızda devasa bir dissolution (çözülme) fragmantasyon (parçalanma) ve polarizasyon (kutuplaşma) yaşanıyor.

Bunu hâlâ görmeyen, bilmeyen, kavramayan varsa ne yazık.

Çünkü gelecek(imiz) “Fortis imaginatio generat casum/ Zengin hayalgücü, olacakları (önceden) tahmin eder,” kaydı düşülmesi gereken söz konusu gerçeğin biçimleneceği güzergâhtaki çatışmalarla karara bağlanacak.

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Neden suriyeli savaş mağdurları istenmez

Dünyamız küresel  emperyalist  semayenin yaşadığı ekonomik kriz sonucu büyük sarsıntılar yaşıyor. Ortadoğu’da başta Amerikan  emperyalizmi olmak üzere,empryalist haydutlar kendi çıkarları,sömürü ve rahatları için insan kanına doymuyor. Daha fazlasını istiyor,kan , katliam kâr, kâr, kâr …Onları kendi çıkar ve menfaatleri ilgilendiriyor. Biz bunları yüzyılın tarihinde çokca yaşadık. Alman emperyalizmi birinci emperyalist savaşta Ermeni soykırımını  İttihat-Terraki paşalarıyla birlikte  gerçekleştirmedimi?

Sayfalar