Pazartesi Nisan 29, 2024

Yol

Düşünce tarihinde Ad Hominem(insana yönelme, işaret etme) denilen latince bir kavram vardır.gerçi latince olmasının halk nazarında bir halta yaradığı yoktur, bu yazıya konu olacak ülkemiz yarı akıllıları veya akıllı görünmeye çalışanları, halk tarafından anlaşılmamayı bir üstünlük belirtisi olarak gördüklerinden dolayı bu türden bolca latince kelimeler kullanırlar. Ancak bu fularlı, top sakallı, ressam şapkalı “akıllılara” cevap verirken bir halta yaramaktadır.

Kısaca tartışılan kişinin bilgisine ve önermesine karşı, bilgi sunmaktan, fikir geliştirmekten ziyade karşı tarafın kişisel zaaflarını, hatalarını, niteliğini öne çıkartarak tartışmadan galip çıkmaya çalışmak olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle Yani bilgiyi tartışmak yerine bilginin sahibini tartışmak. Kavram, “insan doğduğunda boş bir sayfa gibidir, öğrendikçe sayfa yazılır” diyerek materyalizme kapı aralayan Liberalizmin babası İngiliz düşünür John locke a(1632-1704)dayandırılsada Aristo ya kadar gider.

Tartışmayı, eleştiriyi, bilgi alışverişi ve karşılıklı öğrenme olarak gör(e)meyen kişilerin bilgiye, bilgi ile karşılık vermek yerine, tartışmanın ve eleştirinin önünü kesmek ve galip gelmek için karşı tarafın kişisel niteliklerini öne çıkarması, fikre göre değil, diğer kişilere göre yaşamın şekillendiği ülkemiz insanlarınında tipik davranışlarından biridir. Hatalı bir davranışı eleştirene “sende yaptın veya yapıyorsun” diye cevap vermek, yetersizlikleri, eksikleri , başarısızlığı eleştirene “sen ne yaptınki bu konuda” diye cevap vermek, uzman, profosyenel olmadığı bir konu üzerine fikrini söyleyene, “sen ne anlarsın” diye cevap vermek, kariyeri, sınıfsal konumu, rütbesi, burjuva eğitim seviyesi daha aşağıda olan birisinin eleştirisine veya fikrine ya “senin haddinemi” diye yada “senin çapın veya kapasiten yetermi bu konuda söz söylemeye” diye cevap vermek, vb. Ad Hominem kavramının kapsamına girer.

Tahmin edileceği gibi bu türden bir davranışın esas tetikleyicisi, fikir ve bilgi karşısındaki yetersizliğin yarattığı çaresizliktir. Karşı tarafın kişisel niteliklerini tartışmada, sözkonusu yapmak, Bilginin sonsuzluğunun bilincinde olan, fikirsel dünyasını devam ettirmek, geliştirmek için bilgiye ekmek gibi su gibi ihtiyaç duyan birinin aksine, bilgiyi başkalarının ihtiyacı görmesinden dolayı fikrini geliştirme, çoğaltma gereği duymayan birinin çaresizliğinin dışavurumudur. Misal, kendisi yerine bir başkasının düşündüğü, Sosyalizmi kendi kişisel ihtiyacı olarak görmeyen bir Devrimci, bu hedef doğrultusunda doğaldırki bilgi edinme gereği duymaz, bilgi fukaralığı ancak fikir fukaralığını ve cehaletide beraberinde getirir. Böyle biri, bir fikre karşı kendisi yerine düşünenleri savunma, koruma adına mürit davranışı sergileyeceğinden dolayı en kolay olana, fikrin sahibinin kişisel özelliklerine sarılır, saldırır. ( bir tüzel kişilik olan PKK politikası eleştirildiğinde, Faaliyetçilerinin, eleştirenin tüzel kişiliğini öne çıkartarak “siz ne yaptınızki” diye gösterdiği reaksiyon bu davranışın en tipik örneklerinden biridir.) böyle bir yöntem, karşı tarafın kişisel özelliklerine saldıran kişide bir tatmin, zafer duygusu yaratsada, savunmaya çalıştığı, kendisi yerine düşünen grubun, kişilerin mutlaklaştırılması sonucunu doğurur. Mutlaklaştırma arttıkça karşı tarafın zaaflarına, açıklarına saldırının derecesi artarak bu döngü devam eder. En vahimide Mutlak kişi ve grup yanlış yaptığında, veya çizgisinden saptığında, bu bilgisizlikten dolayı denetlenememesidir. (Mao, Kaçmaya çalışırken uçağını havada bombalattığı Lin biao için, alay ederek “çok doğru adamdı hiç yanlış yapmadı” derken bu mutlaklaştırmayı vurgulamıştır.) içinden geldiğimiz siyasi hareketin tarihinde onca ayrılık yaşamımıza rağmen, tavırlarımızı fikre göre değil, kişilere göre belirlediğimiz yığınla örnek vardır. Fikre fikirle, bilgiye bilgiyle karşılık vermek , tartışan tarafları ilerletir, eksiklikleri, yetersizlikleri açığa çıkartarak öğrenme ihtiyacını doğurur ve bu ihtiyaç giderildikçe bilgi artarak fikrin zenginleşmesine yol açar, fikrin sahibini madde ve toplum içindeki çelişkileri kavramada yetkinleştirir.

Bilgiye olan bilimsel ideal tutum bu olması gerekirken, fikrin olmadığı veya çok düşük seviyelerde kaldığı itişmelerde veya iktidar kavgalarında kişisel nitelikler belirleyici olmaktadır. Şu anki Ahval-i şeraitimiz bundan ibarettir. Sadece entellektüell bir tartışma içinde olunsaydı bilginin sahibi gözardı edilebilirdi, ama sınıf mücadelesi hem fikri hemde insani nitelikleri birlikte dayatmaktadır.Henüz yanlışlar denizi içindeki doğru bilgiyi yakalama yetisinden yoksun sıradan insan hafızası bilgiyi koordinatlariyle birlikte kaydeder, yani nerede, nasıl ve hangi şeylerlerle birlikte oluşmussa bunlarıda kaydeder, doğru bir şeyi yanlış bir şeyle birlikte algıladığında sadece doğruyu değil yanlışıda kaydeder, bu yazıya konu olan “ad hominem” kavramının kaynağı ve beslendiği yer işte burasıdır.yani yanlış bir yerde durarak doğru bilgi veren biri, doğru ve yanlış birlikte kaydedildiğinden dolayı karşı tarafın yanlışında ısrar etmesine neden olabilir veya yanlışında ısrar eden kişi kendini haklı çıkarmak için doğru bilgi verenin durduğu yanlış yere sarılır. dünyaya “doğru”yu hakim kılmak isteyen Komünistler durdukları yere ve bilginin doğruluğuna özen göstermelidirler.

Sınıf kavgasının orta yerinde bilimsel analitik aklıyla Devrimin nasıl gerçekleştirileceğinin bilgisine ekmek-su gibi ihtiyaç duyan bir Komünist, bilgiye bilgiyle karşılık verirken saf tartışan bir entellektüell gibi bilginin sahibinide gözardı edemez. çünki Bilgiyi elde etme sürecinde aklıyla kavga ederken, bilgiyi insanlığa, dünyaya hakim kılma sürecinde yüreği ile bedeni ile kavga etmektedir. O yüzden bu hükmetme kavgasında birlikte yola çıktığı insanların niteliği belirleyici önemdedir. Eğer salt bilgiyle yetinir insanların niteliğini gözardı ederse kendisini ciddi fiziksel tehlikeler beklemektedir, yok sadece insanların niteliğini öne çıkartarak doğru bilgiyi sahibinden dolayı yok sayarsa yoldan sapma ihtimali çok yüksektir. Geleneğimiz tarihinde bizi en çok yanlışa sürükleyen, yanlışta ısrar etmemize neden olan karşımızda konumlanan doğru bilgininin sahibinin yanlış duruşudur.

Yine yol ayrımındayız, kendini akıllı,irade, beyin takımı olarak görenler biz zavallı kullarına “sağ yol çok tehlikeli, sol yoldan gidersek aydınlığa çıkarız diyorlar” ama bunu “o yoldan” çok uzakta ama çok çok uzakta, dünyaının en zengin ülkelerindeki, “highspeed” internet bağlantısıyla “o yol” u ekranlarda gözledikleri sıcacık evlerinde söylüyorlar. Yolda son iki sefer mola verildiğinde, her defasında “sağ yol” a doğru eğilim gösterenlere şiddetle karşı çıkan ve bu tavrı herkes tarafından bilinen biri olarak bu keskin “iradecilerimize, akıllılarımıza, beyin takımımıza” hatırlatmak zorundayım. Yoldaki molalarda bu “sağ yol” eğilimine ses çıkarmayan üstelik itirazsız onaylayan, sonrasında yıllar boyunca yolun anlatıldığı kitle iletişim araçlarında bu eğilimin, bu sapmanın yüzlerce örneğini engellemeyen sizleri herhalde “ilahi bir ışık” etkiledi ve şimdi nirvanaya ulaştınız. Ama ne şeytani tesadüfdirki o tehlikeli “sağ yolda” duranlar sizleri yola davet edince bu hikmet vukuu buldu. Kişi fikir üretmeye çalıştığı bilginin kaynağından uzaklaştıkça keskinleşmeye başlar, çünki uzaktan gözlemlediği şeylerin ayrıntısını gözlemleyemez, fikir üretmeye çalıştığı şey uzaktan net görülemediği için bulanıklaşır, ve bulanıklığın etkisini gidermek için sol keskinlikle bunun üzerini örtmeye çalışır, “solculuk” daima sağcılığı gizlemenin aracı olmuştur. Yine geldik “ad hominem” kavramına, yani duruşunuz eleştirilecektir “sağ yola” getirdiğiniz eksik ama doğru eleştiriler, duruşunuzdan bağımsız olarak, bilginin ilerletici ve özgürleştirici özelliğinden dolayı bizler tarafından ciddiye alınıp tartışılmalıdır. Diğer yandan bu eksik ama doğru eleştirileriniz, yukarıda dile getirdiğim gibi yıllar boyunca yanlışlığı onaylayan süreciniz gözönünde bulundurulduğunda şu andaki kavga kaçkını duruşunuzun üzerini kapatmak için bir bahane görüntüsü vermektedir. Doğru bilgiyi verirken etrafınızda topladığınız, özellikle birkaçını görürken öfkemizi kontrol etmek zorunda kaldığımız olumsuz tipleride hafızamız kaydetmektedir.

Birinci paragrafta belirttiğim gibi ortada tıkanıklığı aşmak için pratikte hayat bulmuş genele ilişkin bir fikir olsa, doğru fikirden yana tavır koyacağız, ama heyhat sadece bölgesel bir soruna ilişkin bizimde bildiğimiz küçük bir doğru bilgiyi tekrarlamak samimiyetsizliğinizi aşmanıza yardımcı olmuyor sağ yoldakiler, “biz kavgadayız, yoldayız” diyorlar, (bu sağcılığı bir önceki “milliyetçi enternasyonalizm” başlığı taşıyan yazımda şiddetle eleştirmiştim, burada tekrarlamak istemiyorum okuyucu bu konudaki eleştirilerimi öğrenmek istiyorsa bu yazıya bakabilir) ama ısrarla “yoldayız” diyorlar. engebeli ve ölümün kol gezdiği bir Yolda, pratikte, söz konusu devrimse, hedefine yönelmiş biri daima bilginin yolu aydınlatıcı ışığına ihtiyaç duyar, ve bu yüzden her türlü bilgiye, eleştiriye iştahla yaklaşır, helede bu bilgi,eleştiri kavgada kanları, gözyaşları,acıları, öfkeleri,sevgileri birbirine karışmış yoldaşlarından geliyorsa dahada ciddiye alır. Karşı devrimci olmadığı sürece Yolda, kavgada olanı eleştiriyle tekrar doğruya yöneltebilmenin olasılıkları vardır, ama ya yola gelmeyeni!!!

Bilirizki direnişleriyle tüm urfa tugayına diz çöktürenler, ve “elektrik kar etmiyor, keban barajı gibiler” nitelemesiyle direnişleri düşmanları tarafından dahi takdir edilenler yola ilişkin düşünsel sapma göstermişlerse dahi(Yanlışta olsa bir fikir vardır) bunu devrime olan bağlılıklarından yapmışlardır. Kavgada olanları eleştiriden yoksun bırakmak muhakeme yeteneklerinin zayıflamasına yol açar, biz eleştirerek yoldaşlarımızın yanında duracağız.

62700

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Sayfalar