Cumartesi Kasım 9, 2024

21.ci Yüzyılda Kürdlerin Geleceği ve Perspektifleri-Konferans Notları-Hülya Yetişen

kaypakkaya-partizan
Paris Kürd Enstitüsü 22 Şubat’ta 21.ci Yüzyılda Kürdlerin Geleceği ve Perspektifleri adlı bir konferans düzenledi.

 

10.cu Paris Belediyesi’nde yapılan seminerin onur konuğu  İsmail Beşikçi ‘ydi.

Saat 14.00’de başlayan toplantının açılış konuşmasını ve moderatörlüğünü EHESS’ten ProfesörHamit Bozarslan yaptı.

Toplantıda Paris Kürd Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan ve  Beşikçi Vakfı Başkanı İbrahim Gürbüz de  kısa birer konuşma yaptı. Beşikçi Vakfı’nın kuruluşunu ve faaliyetlerini anlatan kısa bir slayt  film gösterimi oldu.

Beşikçi’nin saat 14..30’ta başlayan semineri soru-cevaplar bölümüyle saat 18.00’e kadar sürdü.Konferansa ilgi büyüktü. Bazı izleyiciler ayakta kaldı.

Aynı günün akşamı Beşikçi Vakfı  onuruna bir yemek verildi. Beşikçi’nin son iki yeni kitabı ‘Cezaevi’nden Yazılar’ ve Cezaevi’nden Mektuplar’ okurlarıyla buluştu. İsmail Beşikçi ve Vakıf üyeleri İbrahim Gürbüz, Ruşen Arslan ve  Reşit Sevinçtekin Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’in katledildiği yeri ziyaret ederek, binanın önüne bir çiçek buketi koydular. Vakıf Başkanı İbrahim Gürbüz katledilen 3 Kürd kadının anısına kısa bir konuşma yaptı.

İsmai Beşikçi Vakfı Başkanı İbrahim Gürbüz ve  Beşikçi’nin Türkçe konuşmaları, Antoni Yalapve bir bayan tercüman tarafından spontane olarak Fransızca’ya çevrildi.

Paris Kürd Enstitüsü Başkanı Kendal NezanBeşikçi gibi kendini Kürd ve Kürdistan davasına adamış değerli bir bilim adamını, entelektüelini ağırlamanın onurunu taşıdıklarını söyledi. Beşikçi’nin yaşamına kitaplarına ve hapis yaşamına değindi. Beşikçi ve Beşikçi Vakfı ‘nın Kürdlerin fikirleri ayrı bile olsa biraraya gelmelerinde vesile olması arzusunu dile getirdi.

İBV Başkanı İbrahim Gürbüz,İsmail Beşikçi'nin sadece bir bilim adamı olmadığını , aynı zamanda mazlum halkların sesi ve savunucusu olduğunu söyledi. İsmail Beşikçi'nin 1971 de Diyarbakır cezaevinde ocak komününde DDKO davası sanıklarına Kürdçe savunma yapmalarını önerdiğini ancak bunun o dönem gerçekleşmediğini , Kürdlerin Kürdçe toplu savunmayi 40 yıl sonra KCK davasında gerçekleştirdiklerini söyledi. "Beşikciyi ayırd edici kılan olgulardan biri de,  Kürd ve Kürdistan meselesini akademik olarak ortaya koyan ilk akademisyen olmasıdır. " diyen Gürbüz, Chomsky 'nin Beşikciyle ilgili olarak " O bilim dünyasında cesaretin ve onurun sembolüdür"dediğini anlattı. Gürbüz , Beşikcinin eşsiz bir bilim adamı olduğunu , kendini tüm mazlum halklara ( Kürdler, Ermeniler, Süryaniler v. s ) adadığını ve gerçeğin elçisi olduğunu söyleyerek Nietzsche "Hesap insanı para ve mevki sahibi yapar ,ancak vijdan daha iyi bir şey yapar insani insan yapar.." sözüne gönderme yaptı. Beşikcinin VİCDAN olduğunu , hiç bir siyasal hesabının olmadığını , tek kaygısının bilimi savunmak olduğunu ,50 yıldır Türk mahkemelerinde resmi ideolojiyi yargılayıp , Kemalist tezleri çürüttüğünü bu anlamda onun aynı zamanda bir DURUŞ olduğunun altını çizdi.Beşikciye Kürd Milli Okulu diyen İbrahim Gürbüz,Nureddin Zaza’nın eşi Gilbert Favre’ın da Beşikçi için şöyle dediğine dikkat çekti.’ Türkiye’de tek bir Kürd var O da Beşikçi’dir. Gürbüz, Yüksek Kürd Bilinci'nden  söz eden kişinin ilk Beşikçi olduğunu,parçacı, bölgeci düşünmeyi  aşan Beşikçi’nin, Kürdler arasında her zaman ittifakı ve birliği savunduğunu söyledi.

Gürbüz, ‘Beşikçi’nin bir Kürd Milli Okulu olarak tanımlanabileceğini, basılmış 42 kitabı olduğunu, Celile Celil’in, Beşikçi için bir cevher tanımlaması yaptığından bahsetti. BeşikçiTürkiye’nin bir ülke adı olmadığını, bir devletin adı olduğunu, ilk söyleyen kişidir dedi.

Beşikçi Vakfı’nın amacına ve faaliyetlerine de değinen Gürbüz, ‘Vakıf Toplum, ulus, vatan, toprak bilincini oluşturmak amacıyla kuruldu. Genç kuşağımıza kendi dilini kültürünü, tarihini, araştırmasına yardımcı olmak için araştırma kütüphanesi kurulmuştur.Bir çok çalışma digital ortama aktarıldı.Beşikçi Vakfı yayınevi kuruldu. Beşikçi’nin tüm eski ve yeni kitapları Vakıf yayınevınde basılmaktadır.Ayrıca Jıyan TV ve Yaşam Radyo kuruldu.Senede bir geleneksel Kürd Bilimi Konferansı düzenliyoruz.Bu her yıl devam edecek. Vakfın bünyesinde gündem ağırlıklı konular çercevesinde haftada ibir-iki kere konferans düzenleniyor. Vakfa Kürd iş adamlarının desteği artıyor.akfı adına olumlu gelişmelerdir.Şu anda hali hazırda iki proje çalışmamız var. Biri Diyarbakır 1915 soykırımı ile ilgili bir çalışma, diğeri de Dil'in geliştirilmesi ile ilgili bir Dil Enstitüsü kurma çalışması..Kürdçe dil atölyemiz de var.

Hamit Bozarslan’ın konuşması ardından söz alan Beşikçi, kendisini ikinci kez Paris’e davet eden Paris Kürd Enstitüsü’ne ve Kendal Nezan’a Beşikçi Vakfı adına teşekkür etti.

Beşikçi konuşmasına Kürd/Kürdistan sorununun odak noktaları olan Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması, Kürd Ulusu’na uygulanan böl yönet ve yoket politikalarını anlatarak başladı.

Beşikçi, Kürd ve Kürdistan sorununun,  Yakındoğu ve Ortadoğu’da çok ağır bir sorun olduğunu,Kürdistan’ın zengin doğal kaynakları nedeniyle uluslararası bir sorun olduğunu Kürd/Kürdistan sorununun esasını,  Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürdlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasbedilmesinin oluşturduğunu söyledi.

Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünüp parçalanmasında ve paylaşılmasında dönemin emperyal devletleri Büyük Britanya ve Fransa’nın önemli bir rolü olduğunu 1920’lerde Sınırların, emperyal devletlerin isteklerine, ihtiyaçlarına göre çizildiğini, Emperyal güçlerin Türk, Arap yönetimleriyle işbirliği yaparak bunu gerçekleştirdiğine vurgu yaptı.

Büyük Britanya’nın, 1919-1920’lerde, zehirli gazlarını ilk olarak Kürdlere, Kürdistan’a karşı kullandığını, Bu olayın ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı anlayışının, Sovyetler Birliği ve ABD yöneticileri tarafından en çok konuşulduğu bir dönemde gerçekleştiğini ve bunun üzerine düşünülmesi gerektiğine dikkat çekti.

Kürdlerin ve Kürdistan’ın İlk bölünmesinin, 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde, İran İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu arasında gerçekleştiğini, İkinci bölünmenin İran kesiminin, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Rus-İran savaşları sonunda olduğunu,Üçüncü bölünmenin de,  1920’lerdeki bölünme olduğunu anlattı. 

Beşikçi sözlerine şöyle devam etti :

Kürdlerin ve Kürdistan’ın parçalanması ve paylaşılması bize şunu göstermektedir : Bir ülke, bir ulus, bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olmuşsa, bir daha derlenip toparlanamamaktadır.

Bir ulus, bir ülke, durmadan bölünüp parçalanıyor, paylaşılıyorsa o ulusta büyük bir zaaf var demektir. Hasım güçler de kendi çıkarları doğrultusunda bu zaaftan yararlanıyorlar demektir. Bunun bilincine varmak, o zaafla baş etmenin yolunu aramak önemlidir.Bu da yüksek bilinçle olur. Biz devlet istemiyoruz biz bayrak istemiyoruz’ diyen Kürdlerin 1920’lerde Kendilerini bölüp parçalayan İngiltere ile Fransa’nın, Türkiye ve İran’ın çizdiği statükoya razı oldukları anlamına geleceğini söyleyen Beşikçi şöyle konuştu :

Uluslararası planda Kürdlerin hiç adı geçmiyor. Kürdlerin adı sadece terör dendiği zaman geçiyor.Hak hukuk dendiği zaman Kürdlerin adı hiç geçmiyor.Bunun üzerinde durmak, çalışmak gerekir. Eğer bir ulus durmadan bölünmenin, paylaşılmanın hedefi oluyorsa, o ulusta bir zaaf var demektir.

Beşikçi, Kürdlerin dünyada devleti olmayan en büyük halk olduğunu, Kürd nüfusunun Ortadoğu’da kırk-elli milyondan fazla olmasına karşın, uluslararası planda Kürdlerin adının geçmediğini, sadece terörle anıldığını söyleyerek şöyle devam etti :

Bugün Kürdistan sömürge bile değildir. Kürd halkı sömürge bile olamamıştır.Kürdistan’ın hiçbir siyasal statüsü yoktur.Kürdistan işgal edilip ilhak edilmiştir. Kürdistan inkâr edilip, Kürdistan  toprakları o ülkenin toprağı sayılmıştır.

20. ci yüzyılın ilk çeyreğinde, Emperyalizm Arap ulusunu da bölmüştür.Fakat Arap ulusunun ayrı ayrı devletler olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.Bu devletlerin hepsi, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, Irak,Suriye, Ürdün,Filistin,Lübnan gibi ülkeler, sömürge ülkeler kurmuştur.Fakat bir Kürdistan devleti kurulmamıştır.Kürdlerin verdikleri mücadeleler kanla boğulmuştur.

Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmut Berzenci,sonra Molla Mustafa Barzani,Doğu Kürdistan’daKadı Muhammed ve Simko tarafından yürütülen mücadeleler, Kuzey Kürdistan’da Koçgiri ve Şeyh Said, Seyid Rıza önderliğinde yürütülen mücadeleler hep kanla bastırılmıştır..

Neden bağımsız bir Kürdistan talebinin olmadığı sorgulanmalı üzerine düşünülmelidir.

Eşitlik ilkesinin yorumlanmasında Türkiye’de ve dünyada Kürdlere karşı topyekün bir çifte standart uygulandığını belirten Beşikçi Filistin örneğini verdi

Ortadoğu’da Filistinliler ve Kürdler arasında çok farklılıklar vardır. Filistinlilerin tek düşmanı vardır İsrail. Kürdlere tüm dünya düşmanlık yapmaktadır. İsrail’e sadece Filistinliler değil, 22 Arap ülkesi düşmandır. Bölme parçalama Kürdlerin düşmanlarını artırmış, onları dostsuz bırakmıştır.Kürd sorunu anti Arap bir sorundur.Arapların Türkiye ile olan ticari ilişkileri Kürdlerin mücadelesini görmezden gelmelerine yol açmaktadır.

Kürdistan’ı, Kürdleri müştereken yönetmek, bu sömürgeci güçlere kolaylık, rahatlık sağlamıştır. Böyle bir kolaylık ve rahatlık olmasa, Saddam Hüseyin, Kürdlere, zehirli gaz kullanabilir miydi?  Halepçe yaratılabilir miydi? Düşünelim ki, Saddam Hüseyin, Halepçe’yi zehirli gazlarla bombaladığı, 16 Mart 1988’de, İslam Konferansı da Kuveyt’te toplantı halindeydi. Türkiye’yi 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren temsil ediyordu. 53 İslam ülkesinin, bu konferans sonunda yayımladığı Sonuç Bildirgesi bu bakımdan çok önemli bir belgedir. Sonuç bildirgesinde, Saddam Hüseyin’in Kürdlere karşı zehirli gaz kullandığına dair hiçbir ima yoktur. Eleştiri, kınama, şöyle dursun, bu konuda küçücük bir bilgi, bir ima bile yoktur. Bulgaristan’da Türklere karşı geliştirilen isim değiştirme operasyonlarından dolayı Bulgaristan’ı eleştiren İslam Konferansı, Kürdlere yapılan soykırımı duymazlıktan, bilmezlikten, görmezlikten gelmektedir. Saddam Hüseyin, kendisini böylesine rahat hissetmese, Kürdlere karşı zehirli gaz kullanabilir miydi, soykırım yapabilir miydi? Bunu, ancak, uluslararası nizamın kendisini eleştirmeyeceğini, suçlamayacağını bilen yöneticiler yapar.

Yine 13 Temmüz 1989’da İran Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Abdurrahman QasimloViyana’da Pastarlarca öldürülmüş katiller yakalanmamıştır.Çok rahatlıkla Avusturya’yı terk etmişler, İran’a ulaşmışlardır.Qasımlo’nun eşi, Hélène Krulich, ceza davası açmak için çok uğraşmış ama sonuca varamamıştır.Çünkü Avusturya Devleti.İran Yönetimiyle ilişkilerinin bozulmasını göze almamıştır

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler oldu. 1960’larda, sömürgelerin bağımsızlık kazanması hızlandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Afrika’da sadece, iki bağımsız devlet vardı. Habeşistan ve Liberya. Ama Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde kurulan ve Kürdlere statü vermeyen statüko aynen korunda, sürdürüldü. Kürdler, Birleşmiş Milletler’i kuranlara da seslerini, isteklerini duyuramadılar. Milletler Cemiyeti nasıl anti-Kürd bir örgüt olduysa, Birleşmiş Milletler de öyle oldu.

Bugün dünyada 208 devlet vardır.Bu devletler arasında nüfusu bir milyonun altında olan en az 40 devlet vardır. Kıbrıs’ın, Luxembourg’un Malta’nın nüfusları yarım milyondan azdır.Bu devletler aynı zamanda Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Konseyi’nin üyesidirler.Kürdler bu kadar yoğunluklu nüfusa karşın hiçbir yerde adları yoktur.

Beşikçi Afrika ile ilgili de şunları söyledi.

Afrika’da günümüzde 57 bağımsız devlet vardır. Bu devletlerden sadece, Cezayir, Gine Bissau, Angola ve Mozambik silahlı mücadeleler sonucu bağımsızlık kazanmıştır. Geriye kalan bütün Afrika devletleri, görüşmeler sonucu bağımsızlık elde etmişlerdir

Beşikçi, uluslararası nizamın, ne kadar anti-Kürd olduğunu vurgulamak için,  bu tür karşılaştırmaları yaptığını söyleyerek şöyle devam ett:

Devletler Hukuku’nda, “Himaye altında devletler”, “Manda rejimi altındaki ülkeler”,  “Milletlerarası vesayet rejimi, ‘özel statü altında ülkeler” gibi kavramlar var.Bu kavramlar, Milletler Cemiyeti döneminde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok kullanılmıştır. Bunların tamamı, genel olarak “sömürge” kavramıyla ifade edildi, Mısır 1922’ye kadar, Tunus ve  Fas, 1956’ya kadar, “himaye altında devlet” kategorisi adı altında muamele gördü. Kürd, Kürdistanın ismi ise, hiçbir uluslararası belgede adı geçmez.

Birleşmiş Milletler’in, 14 Aralık 1960 tarih ve 1514 (XV) sayılı, Sömürge Ülkelere ve Halklara, Bağımsızlık Tanıma Bildirgesi üzerinde durulması gerektiğini belirten Beşikçi, Bu bildirgenin 1,2,3,5. maddelerinin, okyanus ötesi sömürgelere bağımsızlık verdiğini,. 6 ve 7. Maddelerinin ise, bunu tamamen ortadan kaldırdığını. bu maddelerin ülkeye bitişik olan sömürgeler için geçerli olduğunu 1,2,3,5. maddelerdeki hakları çürüttüğünü, ‘bunun Birleşmiş Milletlerin, 1952 tarihli Genel Kurul kararına da aykırı olduğunu,. Zira bu kararın, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkını, insan haklarından tam yararlanmanın ön koşulu saydığını söyledi.

Yakındoğu kavramının önemine özellikle vurgu yapan Beşikçi, Bizans yönetiminin İstanbul’dan Doğu’ya doğru coğrafyayı Yakındoğu, Ortadoğu, Uzakdoğu diye bölümlediğini, Bizanslıların coğrafyayı bu şekilde bölme biçimini Selçuklular’ın, Osmanlılar’ın ve Batılılar’ın da kullandığını söyledi.

Yakındoğu’da Anatolia, Pontus, Lazistan, Ermenistan, Kürdistan, Kilikya, Kapadokya, Çukurova dediğimiz bölge Klikya, Mezopotamya gibi ülkeler vardı.

Kızılırmak’ın, Sakarya Nehri’nin batısı Anatolia, Orta Karadeniz Pontus olarak adlandırılıyordu. Anatolia ve Pontus’ta daha çok Rumlar yaşıyordu. Doğu Karadeniz Lazistan’dı. Doğu Karadeniz’in ve Lazistan’ın güneyi Ermenistan, Kürdistan’dı. Ermeniler, Kürdler bir arada yaşıyorlardı.

Kızılırmak havzası Kapadokya olarak adlandırılıyordu. Kapadokya çevresinde Rumlar, Ermeniler vardı.Mezopotamya’da Kürdler, Ermeniler, Süryaniler vardı.

Yakın Doğu dediğimizde bu ülkeler ve burada yaşayan Otoktan halklar dile geliyor.Yani Rumlar, Ermeniler, Asuriler, Süryaniler,Kürdler, ve Ezidi Kürdler.

Ortadoğu deyince de Mısır’dan Hindistan’a kadar olan coğrafya ile,Kuzey buz denizinden Umman Denizi’ne kadar olan coğrafya akla gelir. İran Ortadoğu ve Yakındoğu arasında kalan bir bölgede yer alır.

Uzakdoğu ise, Orta Asya, Çin, Mançurya,Japonya ve Filipinler’dir.

Beşikçi sözlerine şöyle devam etti.

Neden sizlere bunu anlatıyorum. Yakındoğu imha edilmiştir.Yakındoğu’nun otokton halkları Rumlar-Pontuslar, Ermeniler, Süryaniler, Ezidi Kürdler, uzaktan gelenler tarafından imha edilmiştir.

İttihat ve Terakki’nin Osmanlı Devletini Türk esasına göre organize etme anlayışı vardı. Adriyatik Denizi’nden Büyük Okyanus’a kadar Türk İmparatorluğu kurmayı hedefliyordu. İttihatçıların diğer projesi de Osmanlı ekonomisini millileştirmekti.1915’te İstanbul’da,Ege’de ve Akdeniz’de yaptıkları sanayi sayımından sonra Ermenilerin ve Rumların tüm mal varlıklarına el konulmuş, bunlar Müslüman Türk tüccarların  eline verilerek paylaşılmıştır.’

Bugün Türkiye Büyük Burjuvazisinin zenginliğinin kaynağının el konulan Ermeni ve Rum malları olduğunu belirten Beşikçi, Kürd bölgelerinde, Kürd ağa ve Şeyhlerinin zenginliğinin kaynağının da el konulan Ermeni Asuri ve Süryani malları olduğunu söyledi.

Osmanlı ekonomisini millileştirmek İttihatçılar’ın devlet ve toplum projesinin önemli bir parçasıydı.İttihat ve Terakki’nin bu proje için çok çaba gösterdiğini, üç önemli ismin ; Doktor Şakir, Doktor Nazım ve Ziya Gökalp’ın bu proje için görevlendirildiği ;projeyle Rumların sürgün edilmesi Ermeni nüfusun tehcir altında eritilmesi.Kürdlerin Türkleşmesi,Kızılbaşların da Müslümanlığa asimile edilmesinin amaçlandığını belirten Beşikçi,bazı tarihi olguların halklar tarafından farklı değerlendirildiğine de dikkat çekti.

Örneğin Lozan. Türkler Lozan’ı nasıl değerlendiriyor ? Kürdler nasıl değerlendiriyor ? Lozan, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış Süleyman Demirel tarafından şöyle değerlendiriliyor : Lozan Türkiye’nin tapusudur.Ama Kürdler için nedir Lozan ?Kürdler için köleliktir.Köleliğin yaşama geçirilmesidir. Ya da 19 Mayıs 1919, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı gün.Türkler için milli mücadele, Pontus için bir yıkımdır, bir katliamdır.1864 Çerkesler için farklı Ruslar için çok farklıdır. Ruslar bir zafer kazanmıştır Çerkeslere karşı. Aynı olguyu Türkler için, Kürdler için, Rumlar ve Ermeniler için aynı hissetmek doğru değildir.’

Kürdlerin durumuna da burada değinmekte yarar var. 1919’a kadar Kürdler Milli Mücadeleye kadar Devletin yanındadır. Ermenilere, Rumlara, Asurilere ve Süryanilere karşı yürütülen bu politikada devlet, Kürdlerin yardımını ve desteğini almıştır. Ama bir şartla ;‘ Sen Ermenilerden kalan bu mallara el koyabilirsin, kullanabilirsin,tasarruf edebilirsin,Ama benim gibi düşünür benim gibi davranırsan.Yok benim ayrı dilim var ayrı kültürüm var dersen bu malları kullanmana izin vermem.Kürd yoktur Türk vardır herkesTürktür. Yakındoğu denince bunları kavramak çok önemlidir.

Beşikçi, yerli halkların mallarının yağmalanmasının bir sermaye dönüşümü olduğunu

Bu yağmanın üç aşamada  gerçekleştiğini söyledi.

Birinci olarak, tehcir edilenler, kadınlar, yanlarında paralarını, mücevherlerini taşıyorlardı. Kafilelere nezaret edenlerin büyük bir kısmı, bu kadınların paralarına, mücevherlerine el koydular, öldürüp cesetlerini Fırat Nehri’ne attılar. Daha bugünlerde sermaye el değiştirmiş oldu.İkinci aşama, tehcir edilenlerin evlerindeki eşyaların yağmalanması oldu. Üçüncü aşamada,taşınmaz malların yağmalanması gündeme geldi. Bütün bunlar, Kürd/Kürdistan sorununu Ermeni sorununa bağlayan bir durum ortaya çıkardı.

Beşikçi Kuvayi Milliye’nin oluşturulmasını şöyle açıkladı :

1918 sonunda, Osmanlı Devleti, Almanlarla birlikte savaştan yenik çıkınca ve 30 Ekim Mondros Mütarekesi’nden sonra, Ermeniler sürgün edildikleri kendi topraklarına geri dönmek istediler. Bu Ermenilerin çok büyük bir kısmı zaten tehcir sırasında imha edilmişti. Malları-mülkleri çevredeki Müslüman eşraf tarafından ve Teşkilat-ı Mahsusa’da görev alanlar tarafından yağmalanmıştı.Antep, Urfa, Adana havalisinde, Ege’de, Kuvayı Milliye, Ermenilerin, Rumların, kendi toprakların dönüp mallarına –mülklerine tekrar sahip olmalarına engel olmak için kurulmuştu. Kuvayı Milliye örgütlenmesinin de savaşının da temel nedeni budur.

Irkçılık-Ayrımcılık bağlamıyla ilgili olarak Beşikçi Güney Afrika örneğinı vererek şunu söyledi.

1950’lerde, 60’larda, 70’lerde, 80’lerde,  Güney Afrika için,  “dünyanın en ırkçı devleti” denirdi.  Amerika Birleşik Devletleri için de benzer bir suçlama yapılırdı.

Bu yıllarda beyaz yönetim,  Güney Afrika’da yerlilere ; “Sizin renginiz kara. Siz beyazların içine karışmayın. Beyazlardan ayrı yerlerde yaşayın. Sizin mahalleleriniz,  okullarınız hastaneleriniz, ayrı olsun derdi. Yerlilerin kamu görevlerinde çalışmalarına da izin verilmezdi.

ABD de de benzer bir uygulama vardı. Afrika kökenliler, zenciler çocuklarını beyazların çocuklarının gittiği okullara gönderemezlerdi.  Zenciler, beyazların indikleri ulaşım araçlarına, otobüslere, trenlere binemezlerdi.

Türkiye’de ise, Kürdlere şu söyleniyor. “Sen Türklerle birlikte yaşayacaksın. Türklerle birlikte yaşamak zorundasın. Ama Türk’e benzeyerek yaşayacaksın. Başka hiç şansın yok.  Benim anadilim, kültürüm, atalarım demiyeceksin.Bunları unutacaksın. Türklerle birlikte Türk gibi, Türk’e benzeyerek yaşayacaksın…

Resmi ideoloji’nin Türk siyasal sisteminin önemli bir kurumu olduğunu, Güney Afrika’daki olumlu değişime rağmen Türkiye’de resmi ideolojinin neden hiç değişemediğinin irdelenmesi gereken bir konu olduğunu söyleyen Beşikçi'nin konuşmasının satır aralarında sorduğu soruları ben toplu olarak size sunuyorum.

-Kürdler 20.ci yüzyılın ilk çeyreğinde böylesine ağır bir emperyalist bölüşüm politikasının neden hedefi olmuşlar ?

-Bu politika nasıl uygulanmıştır ?

-Kürdistan üzerindeki böl-yönet politikası hangi ülkelerin çıkarlarına hizmet etmektedir ?

-Kürdler ne tür bir zaaf içindedirler ki, böl -yönet politikasının hedefi olmuşlardır ?

-Kürdler neden devlet istemiyor ?

Birlik-Beraberlik ve İslam Kardeşliği kavramları üzerine ise Beşikçi şunları söyledi:

 

Kürdlerin haklarını gasp eden hep islam ülkeleridir. Kürdleri engelleyen, Kürdlerin haklarını gaspeden bugün İslam ülkeleridir.Türkiye,İran,Irak,Suriye hepsi islam ülkeleridir.İslam kardeşliği diye bir laf dolaşıyor ortalarda. Burada 1970’lerde Bengal Halkının Pakistan’a karşı mücadelesini örnek vermeliyiz. Önemlidir bu örnek. Bengal halkı Pakistan’a karşı nasıl haklarını kazanmiştir, buna bakmalıyız. Bugün BDP Bask’ta, İRA’da ,Güney Afrika’da süreç nasıl gelişti diye araştırma yapıyor. Elbette bütün bunların araştırılması önemlidir.Ama şu daha önemlidir.

Müslüman Bengal halkı,Müslüman Pakistan yönetimine karşı,haklarını nasıl kazanmıştır? 1950’lerden beri,Pakistan Devleti’nin kurulmasından bu yana hakları ve hukuku için Bengal halkı mücadele etti.Yahya Han dönemine kadar, Pakistan Bengal halkına ‘Biz kardeşiz, biz İslam’ız,aynı ümmeteniz’ talepleriniz İslam’a aykırıdır’ diyordu. Bengal Halkı da ‘Evet biz Müslümanız ama sizi kardeş görmüyoruz. Siz bizim bütün haklarımızı elimizden alıp gasp ettiniz. Bizi Urdu Dili ile eğitmeye kalkıyorsunuz dilimiz olan Bengal dilini yasaklamışsınız’  demiştir. İslam Kardeşiliği Bengal halkını kandıramamışken, Kürdler İslam kardeşliğiyle kandırılmamalıdır. Doğu ve Batı Pakistan arasında 230 km vardır. Bugün Bengladeş diye ayrı bir devlet varsa bu Bengal halkının verdiği hak mücadelesi sonucudur

Eşitlik üzerinde durmak gerekir .Eşit haklara sahip olmanın mücadelesi verilmelidir. Buna kafa yormak ve bunun üzerine yoğunlaşılması gerekir.Kürdler Türklerle kardeş olmayı istemek yerine  önce kendi arasında kardeş olmalıdır.Ancak böyle toplumsal bütünlük sağlanır.

22 Ocak 2014’te 40’a yakın devlet Cenevre2  toplantısı adıyla biraraya geldi. Suriye’de  Kürdlerin Mart 2011 yılından bu yana özerklik çabası var. Bu devletler Kürdlerin Suriye’de en büyük muhalefet güç olmalarına rağmen bu toplantıya davet etmediler. Kürdleri  her zaman olduğu gibi  görmemezlikten geldiler. Milletler Nizamı’nın Kürdlere yönelik anti Kürd tavrı sürmektedir.

Suriye’de en çok Katar’ın, Suudı Arabistan’ın ve Türkiye’nin ismi geçmektedir. Katar 30 bin nüfuslu bir ülkedir.Bu nüfusuyla bile Katar, 40 milyonluk Kürdlerin geleceğini belirlemeye çalışmaktadır.

Eşit haklara sahip olmanın mücadelesi verilmelidir. Buna kafa yormak ve bunun üzerine yoğunlaşılması gerekir.Kürdler Türklerle kardeş olmayı istemek yerine  önce kendi arasında kardeş olmalıdır.Ancak böyle toplumsal bütünlük sağlanır.

Türkiye Kürdistanı’nda  253 toplu mezar var.3000 kişi yatıyor bu mezarlarda.Başka halkların ne yaptığıyla uğraşmak yerine, bu mezarda yatanlara sahip çıkmalıyız.

Kosova örneği önemlidir. 2 milyonluk Kosova Yugoslavya’dan ayrılarak 1991’de bağımsızlığını ilan etti.Sirbistan Birleşmiş Milletlere başvurarak buna itiraz etti. Kosova 2008’de ikinci kez bağımsızlığını ilan etti. AİHM’e başvuru yaptı. Bütün bu başvurular incelendikten sonra, Kosava’nın bağımsızlığı, BM tarafından kabul edildi.

Kürdlerde toplumsal bütünleşme önemliidr. Arapların Kürdlerle kardeş olduğuna asla inanmıyorum.Kürdlerle Türkler kardeş olabilir mi?

1967’de Arap-İsrail savaşı oldu. 6 Haziran’da Irak yönetimi de bu savaşa katıldı. İsrail’e karşı bir birlik göndermişti. Önce birinci İsrail’i sonra da ikinci İsrail’i yok edeceğiz diyordu. İkinci İsrail dediği Kürdlerdi. Bu söz 1960’larda söylendi.

Kürd/Kürdistan sorununun algılanması Yüksek Kürd Bilinci gerektirmektedir.Kürd/Kürdistan sorunu her şeyden önce bir duruş sorunudur.

Beşikçi’nin sunumu oldukça uzundu. Ben önemli başlıkları yazıma taşımaya çaliştım.Sorulan soruların geneli bu yazının içinde yer almaktadır. Dolayısıyla cevapları da…

Hülya Yetişen

1713