Cumartesi Kasım 30, 2024

Atılım’ın silahlı mücadelenin boğazına dayadığı bıçak!

kaypakkaya-partizan
Türk egemenlerinin “çözüm süreci” diye başlattığı sürecin temel özelliklerinden birisi de silahlı mücadele devrinin bittiği propagandasıdır. Ulusal hareket barış ve uzlaşma politikası ve genel paradigması gereği bu savunuyu yaparken, Türk egemenleri ise kendi karşı devrimci politikalarının gereksinimi olarak bu zemini silahlı mücadeleye yönelik kapsamlı bir ideolojik saldırı kampanyasına çevirmiştir. Genel politik iklim bu eksendedir. Bu durum silahlı mücadele karşısında devrimci hareketin daha net ve berrak durmasını gerektirir.

 

Atılım, devrimci çizgi ve anlayışta yayın hayatını sürdüren bir gazete. Ancak Kürt meselesinde belirlediği politik tutum yer yer sıradan, bayağı bir reformist karakter kazanmaktadır. Bu durumun asıl kaynağının Kürt ulusal hareketine bakış açısı ve onun niteliğine dair yaklaşımı olduğunu belirtelim.

Kürt meselesindeki politik tutumu Kürt ulusal hareketinin politik çizgisine paralel şekillenmektedir. Adeta Kürt Ulusal Hareketinin, Kürt meselesindeki politikası ve yönelimi ne ise doğru, devrimci olanın da o olduğu ve ona sorgusuz sualsiz eklemlenmenin devrimci cenahta ve hatta demokratik ve ilerici kesimler içinde en fanatik taraftarlığını yapmaktadır. Bu tutkulu ve kararlı duruş devrimci aklın yerine reformist düşüncenin sığlığına onu evirebiliyor.

Kuşkusuz herkesin özgürce politik tutumunu belirleme hakkı vardır. Bu politik tutumun niteliği kimi zaman reformizme kapılarını sonuna kadar açmayı, onun yönelim ve çizgisinden etkilenmeyi getirecektir. Atılım bu etkiden olabildiğince muzdariptir.

Kürt meselesinin devrimci çözümüne dair teorik eksiklik, Atılım’ın bu eksende devrimci çizgi ile reformist çizgi arasındaki farkı silikleştirmesini getirmektedir. Ulusal sorunun devrimci ve tam çözümünün Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı (özgürce ayrılma hakkını güvence altına alma da diyebiliriz) ekseninde olabileceği Atılım tarafından bir ölçü olarak alınmamaktadır. Ulusal hareketin mücadelesinin bu çizgide gerçekleşmeyen mücadelesi, sistem içi çözüm arayışı Atılım tarafından devrimci olarak kabul edilmektedir. Ulusal hareketin demokratik özerklik paradigması ulusal meselede ilerici ve bir toplumsal gelişim basamağı görülmek yerine, ulusal sorunun devrimci çözüm yolu olarak benimsenmektedir. Bu yaklaşım ulusal harekete dair yaklaşımla sınırlı olmayan aynı zamanda ulusal soruna dair Marksist yaklaşımda bir aşınmadır. Atılım, açıklıkla ifade etmek gerekirse bu aşınmadan en fazla muzdarip olan devrimci anlayıştır. Hemen belirtelim ki tescilli sosyal-şoven devrimci kesimler bahsettiğimiz kategorinin içinde değildir. Zira onlar için KKTH teferruattır.

 

Atılım’ın unuttuğu tasnifler ve ikili görev!

Atılım ulusal hareketin çizgisine eklemlenme ve onu yanılmaz görme tutumunda bazen kendini aşmaktadır. 14 Şubat 2014 tarihli Atılım’ın 103. sayısında Efe Dağlı imzalı “Çapsız Provokatörlerin Kepazeliği” adlı makalede “Barış, uzlaşma ve savaş” meselesi bağlamında yaptığı bir genelleme, onun ulusal hareketin çizgisinin savunusundaki fanatikliğe tipik bir örnektir. Yazının konusu her ne kadar karşı devrimci, faşist İşçi Partisi’nin 1999’da Abdullah Öcalan’ın görüntülerini yayınlama amacına dair olsa da, bazı tespitler devrimci yaklaşımdan uzaklaşmanın da boyutunu göstermektedir. Yazıda “Her kim, bugün Kürt-Türk savaşının bir görünümü olan zorunlu asker-gerilla çatışmasını körüklüyorsa o bir kan rantiyecisidir. Savaşın zorunlu asker-gerilla biçiminde yanlış bir denkleme hapsolarak sürmesinin halklarımıza kazandıracağı hiçbir şey yok” denmektedir. Bu tespit yazı özgülünde İşçi Partisi’nin kirli ve karşı devrimci emellerine yöneltilmiş olsa anlaşılır olabilir. Ancak Efe Dağlı konumlandığı yerden ve hedefe yönelik değil, “kan rantiyeciliği” diye bir genelleme yapıyor. Karşı-devrimci savaş kışkırtıcılığıyla, devrimci silahlı mücadele tasnifine lüzum görmüyor.

Devrimci ya da ulusal kurtuluşçu silahlı mücadeleye dair bir kafa karışıklığının yanında içinden geçilen politik iklim ve ulusal hareketin yöneliminin silahlı mücadelenin boğazına dayanmış bir bıçak haline getirildiğini görüyoruz. Türk egemenlerinin “çözüm süreci” diye başlattığı sürecin temel özelliklerinden birisi de silahlı mücadele devrinin bittiği propagandasıdır. Ulusal hareket barış ve uzlaşma politikası ve genel paradigması gereği bu savunuyu yaparken, Türk egemenleri ise kendi karşı devrimci politikalarının gereksinimi olarak bu zemini silahlı mücadeleye yönelik kapsamlı bir ideolojik saldırı kampanyasına çevirmiştir. Genel politik iklim bu eksendedir. Bu durum silahlı mücadele karşısında devrimci hareketin daha net ve berrak durmasını gerektirir.

Ulusal sorunun barışçıl ve uzlaşma temelinde devrimci bir çözüme kavuşma olanağı teorik olarak vardır. Kuşkusuz bu yol ve biçim yani kansız biçim istenilir bir biçimdir. Silahlı mücadele zaten bunun gerçekleşme olanağının olmadığı koşullarda devreye giren bir siyaset biçimidir. İçinden geçilen süreçte devrimci çözümün barışçıl ve uzlaşma yolu ile gerçekleşebileceğini savunmakta mümkündür. Atılım bunun savunusunu yapabilir. Süreci, gelişmeleri bu eksende okuyabilir. Bu bir politik tartışma ve mücadele konusu olabilir ancak. Atılım yazarı belli ki bu anlayış ve eğilim içindedir. Ancak bu yaklaşım içinde olması ona “her kim savaşı istiyorsa kan rantiyecisidir” genellemesi yapma hakkı vermez. Bu genelleme devrimci silahlı mücadele savunusuna da bir saldırıdır. Devrimci bir hareket içinse açık bir sapmadır.

Atılım yazarı Kürt ulusal hareketinin barışçıl ve uzlaşmacı eksende ulusal hakları gerçekleştirme mücadelesine destek adına, ona ideolojik ve politik kan taşıma adına bir sorumluluk içinde kendini hissetmesi, onun reformist fanatizm söylemine sarılmasını getirmek zorunda değildir. Ulusal hareketin barış ve uzlaşma ekseninde mücadelesini belirlemesi ve demokratik kazanımlara bu eksende mücadeleyle tutuşması onun belirleyeceği bir şeydir. Bu yönelimi doğru ya da yanlış bulma meselesi işin bir yanı iken bu çizgide gerçekleşen mücadeleye karşı ulusal hareketle birlikte demokratik eksende ittifak kurmak, bu mücadeleye destek olma görevi başka bir meseledir. Devrimci ve komünistlerin görevi ezilen ulusun hangi biçimde sürerse sürsün demokratik ya da devrimci mücadelesine demokratik kazanımlar ekseninde destek olmak, onunla omuz omuza yürüme sorumluluğunu yükler. Ancak bu onun çizgisine kayıtsız şartsız destek olmak, ona her durumda meşruiyet kazandırmak anlamına gelmez.

 

Ulusal harekete karşı sorumluluk: eleştiri silahı!

Atılım yazarı ulusal hareketin talep ve istemlerine karşı bir sorumluluk yerine onun politik çizgisine karşı bir sebat içindedir. Ulusal hareketin devrimci silahlı mücadele ekseninde bir çizgiyle Kürt ulusal haklarını kazanmanın mümkün olacağını savunmak Atılım yazarının genellemesine göre “kan rantiyeciliğine mi” girmektedir? Yarın ulusal hareket yeniden savaş kararı alsa “kan rantiyecisi” mi olacak? Daha açık ifade edelim içinden geçilen süreçte Türk egemen sınıflarının genel yönelimi ve bölgesel konjonktür ve olanaklar göz önüne alındığında Kürt ulusal mücadelesinin silahlı savaşım doğrultusunda hareket etmesi daha büyük kazanımlara zemin sunacaktır. Süreçte ihtiyaç olan da silahlı savaşım biçimi olarak belirginleşmektedir. Süreci biz bu şekilde okuyor ve analiz ediyoruz. Ancak Kürt hareketine akıl verecek buna teşvik edecek bir konumda kendimizi görmüyoruz. Şimdi biz böyle düşünüyoruz ve bunu savunuyoruz diye “kan rantiyecisi” mi oluyoruz? Nedir bu genellemenin anlamı?

Atılım yazarı savaşı “zorunlu asker-gerilla savaşı” bağlamına oturtarak yadsımaktadır. Böylece silahlı savaşımın zararına yönelik bir hafifletme gerekçesi bulmaktadır. Silahlı mücadele kendini dayattığı nokta da, haklı olanın haksız olanın savaş aygıtını nasıl şekillendireceğini belirleme koşullarına ya da bunu gözetme durumuna mecbur mudur? Egemen ve ezen sınıflar ezilen kitleleri zoraki bir şekilde kendi savaşımının unsuru yapması savaşın niteliğinde esaslı bir değişim yaratmaz. Bu devrimci mücadelenin bir konusu ve kitleleri haksız olanın saflarından koparma gerekçesidir. Ancak bu objektif olarak oluşan denklem haklı, meşru devrimci ya da ulusal kurtuluş mücadelesinin silahlı biçimini gölgelemez. Bu denklemi silahlı mücadelenin olmaması gerekçesi yapmak en hafif deyimiyle oportünizm ve reformist bir yaklaşımdır. Atılım yazarı ulusal hareketin barışçıl ve uzlaşmacı çizgisine haklılık katma adına büyük bir çam devirmekten kaçınmıyor.

Kuşkusuz bu bir yönelim ve eğilimdir. Ulusal hareketin reformist çizgisiyle hemhal olmanın tipik bir sonucudur. Ki bu sadece bu uç biçimlerle açığa çıkmamaktadır. Kimi kullanılan kavramların Marksist öğretiyle karşıtlık oluşturması, bunun siyaset alanına tahvil edilmesi de söz konusudur. Atılım ulusal savaşı “haklı-haksız” temelinde ayırma yerine savaşı topyekun “kirli savaş” olarak nitelemekte, sınıf mücadelesinde çokça “üçüncü yol” gibi kavramlara sarılmakta böylece Marksizm’in meseleleri sınıfsal temelde ayrıştırma tutumundan uzaklaşmaktadır.

Atılım Kürt ulusal hareketinin zayıf ve güçlü yanlarıyla ideolojik temelde yüzleşmemeyi tercih ediyor. Onun haklı ve ilerici yanını mutlaklaştırıyor. Reformist çizgisini ise yok sayıyor. O çizgi ile uzlaşma içinde olması ideolojik, felsefi ve teorik temelde ulusal hareketin zayıf ve özü sınıf işbirliğine dayanan teorisine kapılarını sonuna kadar açmasını kaçınılmaz kılacaktır. Kürt ulusal hareketinin hangi biçimde olursa olsun haklı ve meşru mücadelesi ile dayanışmak ile onun ideolojik olarak zayıf ve zaaflı yanlarına karşı mücadele içinde olmak karşıt görevler değildir. Tam tersine devrimci sorumluluk ve ulusal harekete yapılacak çok büyük bir iyiliktir. Bu tavır her devrimci ve ilerici hareketi değerlendirme de geçerlidir. Atılım bu ikili görevi unutmaya devam ettikçe reformist söylemlerin ve anlayışın etkisinden ve onun güçlü girdabından kurtulamayacaktır.

(Bir ÖG okuru)

2094