Pazar Kasım 10, 2024

Bir ‘Serab’ın Ardında-Nuray Mert

kaypakkaya-partizan
Ben diyorum ki, bu ülkede demokratikleşme ve Kürt meselesinin çözümü konusunda niyeti sahih olanlar, ürkekliği aşıp top çevirmeyi bir yana bıraksın. Serapların peşinden gitmeyi bırakalım ki yolumuz vahaya ulaşsın. Bir kez daha, güç olsun, geç olmasın.

 

‘Gericilik geri geldi’, ‘Cumhuriyet tehlikede’ gibi indirgemeci ve düz tepkisel yaklaşımlar bizi bir yere götürmez. Nitekim götürmedi, işin sonu 28 Şubat, zoraki koalisyonlar ve 2008’de iktidar partisini kapatma girişimine kadar gitti. Ancak, biz bu yaklaşım ve buna dayalı siyasetler ile mücadele edelim derken nurtopu gibi bir otoriter bir siyasal yapıya geçiş yaptık. ‘Laiklik ve Cumhuriyet ’ referanslı eski ‘büyük anlatı’nın yerini, ‘milli irade ve demokratikleşme’ referanslı büyük anlatı aldı. Tıpkı eskisi gibi, yeni ‘büyük anlatı’ da otoriter bir siyaset ve onun sözcü ve ideologlarını üretti. Demokratik tartışma ve ifadenin karşısına dikilen ‘Cumhuriyet düşmanlığı’nın yerini, ‘demokrasi düşmanlığı’, ‘Ergenekonculuk’, ‘derin devlet yandaşlığı’ aldı. Birçok ‘aydın ve demokrat’,  eski ‘büyük anlatı’ya itirazlarını, bu yolla ‘yeni büyük anlatı’nın yapı taşları haline getirdiler.

Bir çok sol kökenli aydın, sol siyasetlerin büyük anlatılarına veda ederken,  Marxist indirgemeciliğin en sorunlu yanlarına sadık kalır biçimde, mesela ‘temel çelişki’,  ‘son tahlilde mücadelenin hedefinin ne olacağı’ gibi kavram ve değerlendirmeler ile  yeni anlatı ideologluğuna soyundu. Bu çerçevede temel çelişki ‘devlet ile sivil toplum’ , demokrasi mücadelesinin hedefi son tahlilde, Kemalist devlet geleneği ve onun ayakta tuttuğu ‘derin devlet’ ve ‘Ergenekon yapılanması’ olarak belirlendi ve ona karşı AKP iktidarı ile ‘zorunlu ittifak’ stratejisi demokratikleşme sürecinin merkezine koyuldu.  Böylesi bir yaklaşımdan hareket etmek, fazladan, birçokları için ‘aydın saygınlığı’nı tehlikeye atmadan, gittikçe otoriterleşen bir iktidar karşısında ‘güvenli’ bir zemin oluşturdu. Bu noktadan itibaren siyasal tartışma, iktidarın belirlediği dar alanda, kalabalık bir kadro ile ‘top çevirmek’ten öteye gitmiyor. Böylesini içine sindirenlerin çokluğu, ufuktaki demokratikleşmenin tam bir ‘serap’a dönüşmesinden başka sonuç vermiyor, veremez. Çölde aklını yitirenlerin, yaklaştığını sandıkça uzaklaşan bir serap.

Aslında Kürt meselesinin çözümünün vardığı yer dolayısı ile tam zamanı, ama bugünlük bu ‘serap dünyası’nı daha fazla irdelemek yerine, tüm medya alanını kontrol eden bir iktidarın gündemi belirlemesini, ‘büyük bir kabiliyet’,  otoriter araçlar ile desteklenen kurnazlık ve ucuz hesapçılığı ‘büyük siyaset’ diye takdim eden dar saha oyuncularına, başka bir gerçeği hatırlatma istiyorum.  Mevcut iktidarın siyasi başarısının makarna dağıtmak değil, ‘topluma dokunabilmek’ olduğu doğru’, ‘son tahlilde’ ve halen eski statükoya karşı çıkan tek ‘güç’ olduğu da. Ancak tüm bu gerçekler mevcut siyasi tabloyu demokratikleşmeye değil, ‘çoğunlukçuluğa’ ve ‘yeni statüko inşasına’ taşıdı.  Diğer taraftan, bu durum Türkiye’ye özgü bir durum değil. Kafamızı önce gömdüğümüz kumdan çıkarır, sonra dünyada neler olup bittiğine göz atarsak, Türkiye’nin aynı zamanda, küresel ölçekte bir demokrasi krizinin en iyi örneklerinden biri olduğunu görürüz.  Soğuk Savaş sonrası tüm dünyada, serbest piyasa ekonomisini inşa ve ekonomik büyüme temelli siyasetler, özgürlüklerini, artan ‘refah’a feda eden bir siyasal alan ve onu destekleyen  orta sınıflar yarattı. Bunun sonucu, 1997 Güney Asya krizinde görüldüğü, şimdilerde Breziya gibi büyüyen diğer ülkelerde olduğu gibi ‘kırılgan ekonomiler’ ve  Çin, Singapur gibi müreffeh, Rusya gibi güçlü fakat otoriter rejimler oldu.

Bu örneklerden biri de, bir aralar Kürt meselesinin çözümünde, bir ara tartışılan ve kaçınılması gereken bir model olarak gördüğümüz Sri Lanka’dır. Geçtiğimiz hafta, Biritanya’nın  Milletler Topluluğu ‘Commonwealth’ toplantısının Sri Lanka’da yapılması dolayısı ile bu ülkenin insan hakları ve demokrasi zaafı sicili tekrar gündeme geldi. Tamil ayrılıkçı hareketini korkunç bir askeri operasyonla bastıran Rajapaksa rejimi de ekonomik büyüme politikaları üzerine kurulmuştu. Şaşırtıcı gelebilir ama, ülkeyi tek adam rejimi ile yöneten Rajapaksa da, Sinhala çoğunlukçuluğu ve Güneyli bir ‘madur’ söylemi ile popüleritesini sürdürüyor.  Ülkesindeki insan hakları ve demokrasi sorunundan bahseden, ‘emperyalist ve emperyalizmin uzantısı’ olarak damgalanıp suçlanıyor.

Diğer bir örnek, Endonozya’da  Suharto rejiminin yıkılmasından sonra  siyasi merkeziyetçiliğe de son verildi ama siyasetin yerelleşmesi, özgürlük ve demokrasiden ziyade bir tür kapitalist feodalleşme ve siyasi baskıların devamı ile sonuçlandı. Orada da, hak ihlalleri  ve tüm siyasi sorunların nedeni ‘derin devlet’ olarak gösteriliyor.

Kısacası, zaman değişir, mekan değişir, otoriter rejim ve siyasetler farklı tablolar içinde kendilerini benzer izlekler üzerinden yeniden kurgular. Tüm otoriter rejimler, ‘madurların sesi’, halkın gerçek temsilcileri olmak adına yola çıkıp, zamanla edindikleri tüm güçlerine karşın maduriyetleri hiç bitmeyen, gücü çoğunluklara dayansa da, azınlıkların tehdit olarak gösterilebildiği, çoktan alaşağı ettiği eski rejimlerle mücadelesi hep devam eden, istikrar, refah ve ulusal yükseliş adına hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, tarihin sıradan örnekleridir.  Böylesi bir tablo, hiçbir sorunu çözemez , çünkü asıl sorun bu tablonun kendisidir. Serap ve vaha farklı şeyler, birincisi öldürücü olabilen bir yanılsamadır.

Ben diyorum ki, bu ülkede demokratikleşme ve Kürt meselesinin çözümü konusunda niyeti sahih olanlar, ürkekliği aşıp top çevirmeyi bir yana bıraksın. Serapların peşinden gitmeyi bırakalım ki yolumuz vahaya ulaşsın. Bir kez daha, güç olsun, geç olmasın.

1857