"BOLŞEVIK AJITASYON ÜZERINE" INCELEME, AJITASYON/PROPAGANDA FAALIYETIMIZ ÜZERINE ÇALIŞMA
"Bolşevik ajitasyon üzerine" inceleme, ajitasyon/propaganda faaliyetimiz üzerine çalışma
Sınıf mücadelesi bugün geldiği evrede komünist ve devrimcilerin önüne kapsamlı sorunlar yığmıştır. Kitlelerin devrime kanalize edilecek sınıf çelişkilerinin ötesinde, tam da bu görevin la-yığınca yerine getirilebilmesinin bir ön şartı olarak, komünist ve devrimcilerin teorik, politik ve örgütsel sorunları, çözümü zorunlu kılan ciddi bir safhaya gelmiştir. Sınıfsal çelişkilerin gelişimine karşın komünist ve devrimci güçlerin aynı gelişimi sağlayabildiklerini söylemek mümkün değil. Tersine durağanlığın, gerilemenin olduğunu söylemek gerekir. Fakat tartışma götürmez ki, komünist ve devrimcilerin, bir anlamda kendi iç çelişkilerini keskinleştiren de sınıfsal çelişkilerin gelişimidir.
Sınıf mücadelesi, onu oluşturan karşıt güçlerin iradesi doğrultusunda açık fiziki darbeler, kopmalar, ideolojik kırılma ve erozyonlar altında komünist ve devrimcileri net bir ayrışıma tabi tutuyor. Bu tayin edici bir sınav sürecidir aynı zamanda. Sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olabilecek gerçek komünist ve devrimci güçler politik yetkinlikleri, örgütsel yapılan ve en önemlisi ideolojik sağlamlıklarıyla bu süreçte daha bir netlik kazanacaktır. Ancak bunun çok yönlü saldırılar karşısında sadece bir "dayanıklılık testi" olacağını düşünmek ciddi bir hata olurdu. Eğer böyle bakıyorsak, bugünkü gcrçeklikleriyle komünist ve devrimcilerin, egemenlerin daha da yoğunlaşacak olan saldırılarına hazır ve dayanıklı olmadıklarım itiraf etmeliyiz. Çünkü onları geleceğin mücadelelerine hazır ve dayanıklı kılacak olan bugünkü örgütsel varlıkları değildir.
Onları hazır, dayanıklı ve en önemlisi devrime yürüyen bir güç haline getirecek olan şey, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olabilecek teorik, politik ve örgütsel hatları, bu yöndeki gelişimleridir. Örgütsel varlığa odaklı, güçleri koruma ve mekanikçe üstüne eklemeye dönük bir siyasetin başarı kazanamayacağını biliyoruz. Bu anlamda belirleyici olanın sınıf mücadelesine ve ezilen kitlelere dönük üreteceğimiz siyaset olduğu açıktır. Bu durum, MLM'nin kavranışında nitelikli bir düzeyi zorunlu kıldığı gibi MLM teoride gelişimi de zorunlu kılan ideolojik bir bütünselliktir. Komünist ve devrimcilerin artan iç çelişkilerinin her yönüyle ideolojik bir sorun özelliği gösterdiği yadsınamaz bir gerçektir. Komünist ve devrimciler sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt oldukları oranda kendileri de vazgeçilmez bir ihtiyaç olurlar. Devrimin sübjektif güçlerinin oluşturulması ve geliştirilmesi pratiğidir bu. Objektif şartlardaki gelişimin doğrudan sübjektif güçleri de geliştirmediğini de biliyoruz. Kökleri ona bağlı olsa da sübjektif güçlerin gelişimi, onu oluşturan öznelerin bilinç ve iradesinden bağımsız değildir. Öyleyse yaşadığımız süreç, bilinç ve iradenin sınanacağı bir süreçtir ve burada bilinç önde gelmektedir.
Komünist ve devrimciler "kendi" çelişkilerini çözmede başarı sağlayamazlarsa sınıf mücadelesinin tamamıyla dışına itilmeleri kaçınılmazdır. Bunun fiziksel bir yok oluş -bazıları için kaçınılmaz bir süreçte olsa da- olması belirleyici değildir. Belirleyici olan, sınıf mücadelesinde bir irade olunup olunamadığıdır. Böyle bir iradeye sahip olu-namadığmda zaten objektif olarak sınıf mücadelesinin dışında bulunuluyordun Bugün komünist ve devrimci güçlerin karşılaştıkları ve gelecekte daha net bir biçimde karşılaşacakları çelişki budur. Sınıf mücadelesi ancak ihtiyaç duyduğu örgüt, biçim ve araçlara gerçekten yaşam şansı tanıyacaktır. Bu aynı zamanda bugünkü komünist ve devrimci güçlerin, sınıf mücadelesi ve onun esas yönü ezilen kitleler için ne kadar ihtiyaç olduklarını da gösterecektir.
Egemenlerin baskı ve sömürüleri önemli bir artış göstermesine karşı kitle hareketi çok geri bir düzeyde gitmektedir. Bununla iç içe, hem halkta hem de komünist ve devrimcilerde kendini savunmaya ve var olan konumunu korumaya dönük bir direniş ve çaba sergileniyor. Ancak, saldırıların kapsamı karşısında bu direniş ve çaba, amacına ulaşmayan pasif bir nitelik göstermektedir. Bizim için şu an tayin edici olan, komünist ve devrimcilerin direniş ve çabalarıdır ki, zaten halkın mücadelesini etkileyecek, ona güç kazandıracak olan da budur.
Stalin, bir geri çekilme anında, parti eğer gerekli güçleri biriktirememiş ya da parti için elverişsiz bir durum var ise çatışmalardan kaçınmanın zorunlu olacağını belirtmişti. Ama elverişli koşullar söz konusu olduğunda, parti için "bir tek fırsatı bile kaçırmamalıdır" diye eklemişti. Onun anlatımıyla, "Savunma ancak bazı durumdaaktif bir savunma olur. Parti, kadersiz bir bekle-g ör partisi değil, gerçek bir eylem partisi olmanın özelliklerini koruyabilir. Parti ancak bu durumda tayin edici eylemlerin zamanını geçirmez, kaçırmaz, olaylar tarafından gafil avlanmaz. 'Bilge' kadersiz bekle-gör taktiği ve daha da 'bilge'pasifliği yüzünden Batı'da proleter devrimin gelmesi zamanını kaçıran Kautsky ve şürekâsı olayı, bu konuda kesin bir uyarıdır..."
Bu uyarı bugün bizim için de fazlasıyla geçerlidir. Hem bugünkü geri düzeyden sıyrılmak hem de tayin edici mücadelelere hazırlanmak ancak tüm güçlerin ortak hareketine dayalı, aktif bir mücadeleyle mümkün olabilecektir. Ama burada durup, öncelikle şunu söylememiz gerekecektir. Yürüteceğimiz mücadelenin, her türlü irade ve çabaya karşın, başarısını sağlayacak olan şey, doğru siyasettir. Bu doğru siyaset de işçi sınıfı ve diğer ezilen kitlelerin mücadeledeki ihtiyaçlarına göre belirlenebilir ancak. Ya da Lenin'in deyimiyle "işçi sınıfının politik gelişiminin ve politik örgütlenmesinin ilerletilmesi -baş görevimiz ve temel görevimiz budur..."(Parti Öğretisi Üzerine, İnter Yay.)
Bizim temel görevimiz de işçi sınıfı ve halkın, onun en çok sömürülen ve ezilenlerinin politik gelişiminin ve politik örgütlenmesinin ilerletilmesi-dir. Doğal olarak diğer tüm görevler buna göre şekillenecektir. Bu olmadığında kalıcı bir başarı da mümkün değildir. Lenin bu konuda da şöyle demektedir: "Bu görevi geri plana iten, bütün kısmi görevleri ve tek tek mücadele yöntemleınni buna tabi kılmayan herkes, yanlış yoldadır ve harekete ciddi zararlar vermektedir..." (age)
Örgütsel siyaset ve ajitasyon/propaganda
Temel görevin hangi içerikte olduğunu tespit ettik. Fakat bu temel görevin başarılabilmesi için kitlelere dönük doğru siyaset yeterli olmayacaktır. Mao'nun bize öğrettiği, doğru siyasal çizginin yanında, ona hizmet eden, parti içinde ve dışında kitlelerle bağı koruyacak bir örgütsel siyasetin de gerekliliğidir. Doğru örgütsel siyaset, bunun araç ve yöntemleri olmadığında siyasetimizin kitlelere ulaşamayacağı, başka bir deyişle de gerçek hayatta yaşam bulamayacağı biliniyor.
Örgütsel siyasetin farklı kapsamlarda birçok parçası tanımlanabilir. Kuşkusuz hepsinde de niteliğin artırılması ihtiyacı vardır. MLM'ler, on yıllara dayalı örgütsel deneyimleri ışığında, bilince çıkartılabildiği oranda olumlu birçok niteliğe sahiptir. Ancak eksiklerimizin üzerinden atlamak da mümkün değildir. Buradan hareketle faaliyetçilerimizin pratik faaliyetlerinin temel ve öncelikli bir parçası olan ajitasyon ve propaganda (A/P) çalışmalarına katkı sunarak bilgilenme ve eğitim sürecini gerekli görüyoruz. Bugün saflarımızda bu konuda bilgi ve deneyim olarak ciddi bir yetersizliğin olduğunu görebiliyoruz. Faaliyetçilerimizin ve genç ve deneyimsiz oluşları, onların öğrenmeye açık 'amatör ruhları' üe de koşuttur. Bu bizim açımızdan önemli bir avantajdır da. Ancak bu 'amatörlük' çalışmalardaki bir amatörlüğü de beraberinde getiriyorsa -ki öyledir- acil bir görev olarak bu noktada eğitime ağırlık verilmesi gerekir. Doğru kitle çizgisi ve doğru örgütsel siyasetin varlığında pratik çalışmalardaki kimi amatörlükler belki daha tali bir özellik gösterebüir. Ama bu onun önemini hiçbir şekilde azaltmaz. Çünkü siyasetimizi kitlelere taşıyacak vazgeçilmez araçlarla kendini burada gösterecektir.
Gelinen süreçte birçok sorun ve yetmezliği barındırdığımız gerçeği, bu noktada da sergilenecek yetersizliklerin bizi çok daha olumsuz etkileyeceğini gösterir. Ya da aktif ve gelişebilen bir mücadele için "bir tek fırsatı bile kaçırmama'nın mümkün olamayacağım, tam tersine onlarca fırsatı kaçıracağımızı gösterir. Bu nedenlerle A/P çalışmaları, bunun amacı, rolü, yöntem ve araçlarının büyük önemi kavranmalıdır. Bunun için öncelikle Marksist kaynaklardan bu konuda bilgilenmek, özellikle de Lenin, Stalin ve Mao'nun makalelerini incelemek gereklidir. Çalışmalarımıza yön gösterecek, onun ihtiyaçlarına yanıt olacak ve onu zenginleştirecek her ka}"nak okunmalı ve incelenmelidir. Tüm bunların kendi somut koşullarımızla birleştirilmesi gerekecektir ama önce bilgilerimizi ilerletmeli ve derinleştirmeliyiz.
Ajitasyon/propaganda çalışmasında uzmanlaşma
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ajitasyon ve propaganda faaliyetleri, tüm parti çalışmasındaki önemine paralel ayrı bir uzmanlık alanını oluşturur. Daha doğrusu oluşturması gerekir. Ancak bugün böyle bir gerçeklikten söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle şu an daha acil olarak özellikle kitle çalışmalarında aktif faaliyetçilerin bu konudaki eğitimi zorunludur.
Bugün Lenin'in ajitasyon/propaganda ve örgütlenme anlayışını yaşama geçirmek zorundayız. Bilindiği gibi "Ne Yapmalı?" adlı eserinde Lenin, Bolşevik, illegal bir örgütün yaratılması sürecinde ajitasyon/propagandayı örgütlenmenin bir ön şartı olarak ortaya koymuştu. Bugün bizim örnek alacağımız da bu A/P ve örgütlenme anlayışıdır.
Doğru siyaset bir kez tespit edildikten sonra, bunun başarısını sağlayacak olanın kadro ve militanlar olduğunu Lenin ve Stalin defalarca anlatmışlardı. A/P sorunu da bundan bağımsız değildir. A/P yapılırken ortaya konacak tavır ve yöntemler belirlenen siyaseti katbekat güçlendi-rebilecekken aynı şekilde geriletebilecektir de. Sınıf mücadelesinin düz bir çizgi izlemediğini, çoğu kez sıçrama ve geri çekilmelerle yol aldığını biliyoruz. KP'nin de sürekli olarak bu süreci izlemesi, bilimsel öngörülerle tarihin kritik anlarını yakalaması gerekir.
Bu anların tespiti faaliyetin kapsamına göre yıllarla ifade edilebileceği gibi kimi faaliyetler özgülünde -daha da anlık tavırları zorunlu kılan-günlerle ifade edilebilecektir. Ama net olan şudur İd. tüm bu süreçlerde A/P faaliyetleri, kitleleri yönlendirmede muazzam bir role sahip olacaktır. Bir geri çekilme anında zararı en aza indirecek, başarılı bir geri çekilmeyi ve dolayısıyla tekrar ileri sıçramayı sağlayacak politikalar ancak aktif A/P çalışmalarıyla yaşama geçirilebilecektir. Ya da bir sıçrama anında Partiyi daha geniş kitlelere maledecek düşman karşısında ileri mevziler kazanmanın önünü açarak olan da bu A/P faaliyetleridir. Bunun içindir ki, A/P faaliyetleri özel bir eğitimi ve örgütlenme}! gerekli kılar.
A/P faaliyetleri her faaliyetçinin aynı oranda başarabileceği çalışmalar değildir. Çünkü burada, teorik, siyasal bir eğitimin ötesinde sınıfsal köken, kişisel beceriler, ilgi, yatkınlık vb. daha öznel unsurlar da devreye girecektir. Öyleyse konunun, doğru faaliyetçi seçimini bu konuda uzmanlaşmaya dayalı bir eğitimi zorunlu kılan 'kadro politikasıyla' da ilgili olduğu açıktır. Biz şu an Lenin'in propaganda ve ajitasyona dair çok bilinen ama önemi gereği tekrar tekrar vurgulanmayı hak eden ifadelerine yer vererek bu kapsamdaki vurgularımızı şimdilik noktalayalım:
"(Ö)rneğin işsizlik sorununu ele alanpropa-gandistin, bunalımların kapitalist niteliğini açıklaması, modern toplamda bu bunalımların kaçınılmazlığının nedenini göstermesi, bu toplumun sosyalist bir topluma, dönüştürülmesi zorunluluğunu ve anlatması gerektiğini düşünüyorduk. Tek sözcükle propagandist 'birçok düşünce' vermelidir, öyle çok ki, tüm bu düşünceler bütünlükleri içinde ve bir karede ancak (nispeten) az sayıda kişi tarafından anlaşılır.Oysa aynı sorunu ele alan ajitatör, kendisini dinleyenlerin en çok bildikleri ve en göze batıcı bir örneği-örneğin işsiz bir işçi ailenin kıtlıktan ölmesi, sefaletin artması vs- ele alacak ve tüm çabalarım, herkesçe bilinen bu olgular temelinde 'kitleye bir tek düşünceyi vermek üzerine yoğunlaştıracaktır; zenginliğin artmasıyla sefaletin artması arasındaki çelişkinin saçmalığı düşüncesi; bu çarpıcı haksızlığa karşı kitlede hoşnutsuzluk ve öfke uyandırmaya uğraşacaktır, bu çelişkinin kökeninin açıklanmasını isepropagan-diste bırakacaktır. Bu nedenle propagandist esas olarak yazarak, ajitatör ise konuşarak görev yapar. Propagandistten, ajitatörünkinden farklı vasıflar beklenir..." (Ne Yapmalı?)
Bu amaçla şu an biz de M. Kalinin ve K. Kalaşkinof imzalı "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı kitabı temel alarak A/P çalışmalarımızda önemli gördüğümüz notları aktarmaya çalışacağız. Kitabı oluşturan söylev ve yazıların 1940'li yıllar Sovyet Rusyası'na ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yılarına ait olduğunu hesaba katarak, özellikle daha genel nitelikteki konulara ağırlık vermeye önem göstereceğiz. Fakat söz konusu farklı koşullardan hareketle aktaracağımız konuların kendi gerçeklerimizle örtüşmeyeceğini düşünmemeliyiz. Komünistler için evrensel nitelikteki bilgiler dışında diğer tüm bilgilerin de özünde bize bir şeyler kavratacağı unutulmamalıdır. Zaten faaliyetçilerimizin dikkat ve özeni daha çok bu noktalarda gerekecek ve kendi çalışmalarıyla somutlamaları önem kazanacaktır.
Kitabın özellikle 'Büyük Anavatan Savaşı'na dönük bölümlerinden aktarımları daha seçici yaptık. Büyük Anavatan Savaşının kapsam ve niteliği gereği bugüne ilişkin benzerlikleri daha azdır. Ancak yine de savaşın ortaya çıkardığı birçok etkeni anlamak, burada A/P'nin işlevini öğrenmek bakımından önemlidir bunlar. Birçok Sovyet savaş romanında Sovyetler halkının kahramanca savaşımına tanık olmuşuzdur. Haklı bir savaşın gücünü, "insan unsuru"nun belirleyiciliğini ve tüm bunlarda partinin ajitasyon ve propagandasının rolünü görmek bakımından bu romanlar zengin gözlem ve deneyimlerle de doludur.
Kitabın yalın ve anlaşılır anlatımı kaynaklı kitaptan aktarıma ağırlık verecek, kimi ekleme ve yorumlar dışında fazla bir müdahaleye ihtiyaç duymayacağız. Ülkemiz devrim mücadelesi açısından gerekli gördüğümüz bazı konu başlıklarına yazımızın ikinci bölümünde yer vereceğiz. Fakat bu bölümde aktarılanları da A/P faaliyetleriyle doğrudan bağlantılı faaliyetçilerin, kendi koşullarıyla somutlamaları önemlidir.
Bizim genel bir seçicilikle özet halinde vermeye çalıştığımız anlayış ve tutumlar "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı kitaptan dana geniş bir şekilde okunabilecektir. A/P üzerine temel anlayışları ve davranışları irdeleyen bir el kitabı olması nedeniyle başta A/P faaliyetçileri olmak üzere kitle çalışmalarında yer alan herkesin bu kitabı okumaları ve gerektiğinde başvurmak üzere kütüphanelerinde bulundurmalarını gerekli görüyoruz. Fakat tabii ki bu daha başlangıçtır ve kesinlikle bununla yetinilmemelidir. Başta MLM'nin büyük ustaları olmak üzere, devrim mücadelesinin önder ve kadrolarının bu kapsamdaki yazıları incelenmelidir. Bundan da öte, çalışmalarımızı güncel koşullara uyarlayabilmek amacıyla "politik propaganda" ve "kamuoyu oluşturmaya" dönük ülkeye ait kitaplar okunmalıdır. Şimdi kitabımızı ele almaya başlayalım.
I.BÖLÜM
'BOLŞEVİK AJİTASYON ÜZERİNE"
Konunun temel özelliklerini sunması bakımından K. Kalaşnikof un "Politik Ajitasyonun Ana HaÜarı" adlı kitabının ikinci bölümüne öncelik vereceğiz.
1- Bolşevik Ajitasyonun Önemi
"Kural olarak gözlemlenebilir ki", diyor Stalin. "Bolşevikleri yenilmez kılan, halkın geniş kuleleriyle kurdukları bağdır. Ve bunun tersi, Bolşeviklerin sadece kurulu bağlarını kaybetmelerine, güçlerini yitirmelerine ve bir hiç haline gelmelerine yol açar."
Bolşevik Partisi, Lenin ve Stalin'in Partisi sürekli devrimci hareketin, sosyalist inşanın bütün tarihi boyunca, politik ajitasyona büyük önem verdi. 1902'de "Politik Ajitasyon ve Sınıfsal Bakış Açısı" makalesinde Lenin şunları yazmıştı:
"Tümüyle her şeyi kapsayan politik bir ajitasyon, odak noktasını oluşturur, tüm toplumsal gelişmenin ve tüm halkın en yaşamsal çıkarlarıyla proletaryanın politik eğitiminin gerektirdiği çıkarları, onun tüm demokratik unsurları anlamında, birbirleriyle bağlıdır. (...) Bolşevik ajitasyon, halkın ideolojik ve politik eğitiminde, parti ile kitle arasındaki bağın sağlamlaştırılmasında, parti politikasının geniş kitlelere açıklan
masında ve onların Sovyet rejiminin ve partinin karar ve direktiflerinin yerine getirilmesi için seferber edilmesinde en önemli araçtır."
Hemen hiçbir ekleme gerektirmeyecek açıklıkta ifade edildiği gibi, ajitasyon ve propaganda KP'nin tümüyle varlığını ilgilendiren, o olmadan yaşayamayacağı ve yaşamının da anlamı olmayacağı bir gerçeği ifade etmektedir. Bu aşamada teorik olarak çok fazla tartışılamaz ama bu temel görevimizi yerine getirmedeki pratik duruşumuz sorunun önemini tartışmayı gerekli kılıyor. Çünkü çoğu kez bu çalışmalar tali gibi algılanabiliyor ya da objektif olarak tali bırakılıyor. O zaman sınıf mücadelesindeki varlığımız neden? Bu alanda ne kadar yer kaplıyoruz sorularım daha ciddi olarak kendimize sormamız gerekli olmaktadır.
2- Bolşevik ajitasyonun düşünsel içeriği
Bolşevik ajitasyonun gücü, öncelikle onun yüksek düşünsel içeriğinden kaynaklanır. Açıklık, aydınlık bir düşünsel içerik taşımayan ajitasyon, bir süvari birliğini yozlaştırabilir. "ajitasyondaki sağlam başarının güvencesi, doğru bir teorik şfar"dır diyor V.İ. Lenin.
"Bolşevik ajitasyon, güncel olmak zorundadır. Kentteki ve kırdaki ajitatör, ülkemizde ve sınırların dışında olup biten hiçbir şeyi görmezden gelemez. (...) Ajitasyonun ideolojik içeriğinden söz edilmedikçe, ...Bolşevik ajitasyonun hiçbir değeri yoktur."
"Politik ajitasy onun fikirsel içeriği, büyük ölçüde ajitatörlere bağlıdır. Propagandacı ve ajitatör, ideolojik olarak yüksek düzeyde bulunmak, Komünist Partisi'ne kopmaz bağlarla bağlı olmak zorundadır. Propagandacı ve ajitatör, partimizin tarihini iyi bilmek, partimizi, işçi sınıfına, Sovyet halkına iyi tanıtmak zorundadır. Eğer ajitatör, şu ya da bu sorun üzerinde davayı esaslı bir biçimde anlatamıyorsa, konuşmasında hiçbir ideolojik ajitasyona da rastlana-maz. Dolayısıyla ajitatör, davanın doğruluğu ve haklılığı konusunda, hiç kimseye bir şey anlatmamış demektir."
Burada biraz daha açık ifadelerle şunu belirtmeliyiz. Ajitasyonun düşünsel içeriği ya da ideolojik içeriğinin yansıtılabilmesi bilgili ve birikimli olmayı da gerekli kılar. Sadece partiyi bilmek, tanımak yetmez, her dönem ortaya çıkan sorunları,
kitleleri ilgilendiren sorunları bilmeyi de gerektirir. Bu birçok konuda, örneğin ekonomik alandaki gelişmelerde de bilgili olmayı ve sürekli takibi gerektirir. Güncelde yansıyan kadarıyla egemenlerin attığı her adımın nereye gittiği, diğer adımlarla nasıl bir bütünlük taşıdığı vb. kavranabilmelidir ki kitlelere sınırlı bir bilgi taşımanın ötesinde meselenin asıl özü aktarılabilsin. Bunun devamı doğru şiarların belirlenebilmesi ve kitlelerin doğru yönde harekete geçirilebilmesi olacaktır.
Ve yine belirtmek gerekir ki, Kalaşnikov'un Anavatan Savunması, Sosyalist üretimin geliştirilmesi gibi konularla bütünleştirdiği ideolojik içerik bugün bizde silahlı mücadele -ya da Halk Savaşı- ve Demokratik Halk Devrimi mücadelesiyle bütünleştirilmek zorundadır.
3- Bolşevik Ajitasyonun gerçekliği
"Ajitatör, güçlükleri gözden ırak tutmaz, yakıcı sorunları görmezden gelmez. Bir ajitatör, sade bir işçiye ya da kolektif köylüye rastladığında onun pratikteki işinde karşılaştığı herhangi bir engel konusunda, hiçbir şeyi ters yüz etmemeli, görevinin doğru ve gerçek sözler etmek olduğunu bilmelidir. Ajitatör olarak, ele alacağı şu ya da bu sorun hakkında söyleyecekleri o kadar açık olmalı ki, bir an bile, hazırlıksız tek bir söz etmemeli, hazırlanmalı, sabretmeli-dir. Bolşevik ajitatör hiçbir zaman Bolşevik ajitasyonun esası olan gerçekliği unutmaz."
Ajitasyonun gerçekliği konusunda şunu söylemek gerekiyor ki, ülkemizde ve tabii ki devrimcilerde de "ajitasyonun" kendisine dair bir dejenerasyon yaşanmıştır. Başkalarını bir kenara bırakalım, fakat kendi faaliyetlerimizde çok kere söylemlerimizin "kuru ajitasyon" olarak algılandığı durumlar vardır. Ya da olumsuz anlamda "ajite çekmekle" itham edildiğimiz olmuştur. Bunları kimin dillendirdiğine göre soruna yaklaşımımız değişir ama böyle bir sorun olmadığını söylemek de doğru olmayacaktır. Devrimcilerin, sadece bugün değil uzun yıllardır bir daralma yaşadığı, sınıf mücadelesinde etkin bir güç olamadığı biliniyor. Bu koşullarda kitlelerin basit ama çok somut bir yargıyla bize yaklaşımları söz konusu olabilir ancak. O da onlara verdiğimiz güvenle doğrudan ilintilidir. Lenin'den şimdi yer vereceğimiz alıntının şu an gerçekliğimizle büyük bir uyuşma gösterdiğini belirtelim.
Lenin şöyle diyordu:
"Günümüzde, ancak halkın önünde gerçek teşhirler örgütleyen bir parti, devrimci güçlerin öncü müfrezesi olabilir. Bu 'bütün halkın önünde' sözünün büyük bir içeriği vardır, işçi sınıfından gelmeyen (ama öncü müfreze olmak için tam da diğer sınıfları çekmeliyiz) teşhircilerin büyük çoğunluğu, aklı başında politikacılar ve serinkanlı politik adamlardır. 'Her şeye kadir"Rus hükümeti bir yana, küçük bir memurdan 'şikayetçi' olmanın bile pek tehlikesiz olmadığını çok iyi bilirler. Bu nedenle de, şikayetleriyle bize ancak şikayetlerinin etkili olduğunu gördüklerinde, bizim politik bir güç olduğumuzu gördüklerinde başvuracaklardır. Dışımızdakilerin gözünde böyle bir güç olabilmek için bilincimizi, inisiyatifimizi ve enerjimizi yükseltmek amacıyla çok ve inatla çalışmak zorundayız; bunun için, bir artçı teorisi ve pratiğinin üzerine 'öncü' etiketi yapıştırmak yetmez." (Ne Yapmalı?)
Buradan tekrar "ajitasyonun gerçekliği" sorununa gelirsek, şunları ifade etmeliyiz. Devrim propagandamızı kesinlikle halkın somut sorunları ve talepleri üzerinden yapmalıyız. Bunları devrim hedefimizle yaratıcı bir şekilde birleştirebilmeliyiz ama soyut, hayalvari bir görünüme düşmemeye ve belki daha önemlisi tüm sorunları devrime erteleyen bir yaklaşıma düşmemeye büyük özen göstermeliyiz. Eğer doğru bağlar kurulabiliyorsa devrim yaşamın bir gerçeğidir ve kitlelerin bilincinde yer etmesi de olanaklıdır. Fakat bu noktada bir sorun varsa anlamalıyız ki, gerçeğin zorunlu diyalektik parçalarını atlıyoruz demektir. Bu nedenle somut sorun ve talepler, demokratik devrim programını oluşturan hedefler, bunların bugünden hangi yol ve araçlarla mümkün kılınacağı kitlelere gerçeklerden korkmayan somut bir açıklıkta anlatılabil-melidir. Devrimciler de, darlaştıkça daha genel ve uzun vadeli hedeflere yönelik bir ajitasyon ve propaganda eğilimi bulunuyor. MLM'ler böyle bir subjektivizme düşmemeli, saflarını bu yanlış şekil-lenişlerden temizlemelidir.
4- Bolşevik ajitasyonun açıklığı
Tüm tartışma ve eylemlerde açıklık, ajitasyon ve propaganda çalışmalarının en temel şartlarından biridir. Her propagandacı ve ajitatör, Lenin'in dediği gibi, kitleye basit ve açık, anlaşılabilir bir dille konuşmak zorundadır. Hiçbir zaman, yüksek perdeden, ağır top atışları gibi, ukalaca, yabancı sözcükler kullanarak, kitleye bir şey anlatılmaz. Anlaşılmayan sloganlar, anahtarı olmayan çözüm
önerileri, kitleye sunulamaz.
"...Ajitatörler 'on'sözcüğü iki sözcüğe sığdırabilmek zorundadır. Geri kalan sözcükler, sadece aşırı bir düşünce cambazlığından başka bir şey değildir.
"... Açıklık, sadelik ve uygulamadaki kolay an-laşıhrlık... Bunlar, Bolşevik ajitasyonun önde gelen özellikleridir..."
Ajitasyonda açıklık konusunun önemini anlamak açısından bu soruna ustaların da sürekli vurgu yaptığını belirtelim. Mao'nun birçok makalesi açık, anlaşılır ve sade bir dilin gerekliliğine değinmektedir. Özellikle "Basmakalıp Parti Yazılarına" karşı kaleme aldığı makalesi bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Mao'nun kendi yazı ve konuşmaları da bu noktada örnek teşkil edecek bir açıklık ve sadeliktedir. Propaganda çalışmasında bulunanların dil incelemesi yapması gerektiğini de belirten Mao'nun aşağıdaki ifadelerini aktarmayı gerekli görüyoruz.
"... Propaganda yapmayı gerçekten isteyen komünistler, okurlarını dikkate almalı, makalelerini ya da sloganlarını kimlerin dinleyeceğini asla akıllarından çıkarmamalıdırlar. Aksi takdirde, bunları ne okuyan olur, ne de dinleyen. Birçokları, yazdıkları ya da söyledikleri her şeyin herkes tarafından kolayca anlaşılabileceğini sanıyorlar, oysa durum hiç sandıkları gibi değildir..." (Seçme Eserler, Cilt 3)
Bu konuda Bulgaristan devriminin önderi G. Dimitrov'un aşağıdaki ifadeleri de milyonların harekete geçirildiği deneyimlerden süzülmüş bir ders olarak okunmalıdır.
"Yazarken ya da konuşurken, seni anlaması, senin çağrına inanması ve seni izlemeye hazır olması gereken sıradan işçiliği hiçbir zaman aklından çıkarma! Kimin için yazdığını ve kimin için konuştuğunu hiçbir zaman aklından çıkarma."
Ajitasyon faaliyetindeki herkes şunu ciddiyetle düşünmelidirler. "On" sözcük iki sözcüğe nasıl sığdırılır? İşte bu alan çalışmalarının tam da bu nedenle bir uzmanlığı gerektirdiği, sorunun önemli bir parçasının burada düğümlendiği anlaşılmalıdır. Basit bir yargıyla şunu söyleyebiliriz. "On" sözcüğü iki sözcüğe sığdırabilen, "yüz" sözcüğü de yirmi sözcüğe sığdırabilecektir. Bu da her seferinde kitlelere çok daha geniş içerikte konuları daha az zamanda ama çok daha çarpıcı bir şekilde taşıyabileceğimizi gösterir. Faaliyetçilerimizin kaçı gerçekten bu niteliktedir, önemle değerlendirmemiz gerekir.
5- Bolşevik ajitasyonun amaçlılığı,canlılığı ve etkinliği
Bolşevik ajitasyonun gücü, onun amaçlılığından, canlılığından ve etkinliğinden gelir.
1909 yılında, ünlü "Doğru Yolda" makalesinde Lenin şöyle yazıyordu:
"Her hücrenin ve işçilerin oluşturduğu her parti komitesinin, kitle arasında pratik örgütsel ve ajite edici propagandaya yönelik çalışma için, bir dayanma noktasına ihtiyacı vardır. Yani kayıtsız şartsız, oraya, kitlelerin olduğu yere gidecek ve adım başında, onların bilincini, sosyalizme yöneltecek ve her özel sorunu, proletaryanın genel görevleriyle birleştirecek..."
"Ajitatörde, söz ve eylem, hiçbir zaman birbiriyle çelişmez. Bir ajitatör, yüksek bir fabrika disiplini, yüksek bir iş verimliliği için, örnek bir kişi olmalıdır, en ön saflarda bulunmalı ve nasıl iş yaptığını kişisel davranışlarıyla göstermelidir." (Parti Öğretisi Üzerine, İnter Yay.)
6- Bolşevik ajitasyonun savaşçılığı,coşkulu atılımcılığı ve karakteri
"Ajitasyon yapılırken" diyor Stalin yoldaş, "Sadece düz bir konuşmayla yetinilmez, aynı zamanda sorunun üzerindeki örtü de kaldırılır..."
"... İşçiler, köylüler ve kadınlar arasında kitle ajitasyonu hiçbir mücadeleci hedefe yönelmi-yorsa, emekçilerin politik bilincinin derinleştirilmesinde yeterince yarar sağlayamaz..."
Bu noktalarda çok kısaca şunu belirtelim ki ajitasyonun amaçlılığı, canlılığı, etkinliği ve yine benzer biçimde 'savaşçılığı, atılımcılığı ve karakteri' onun gerçek hayattan çıkıyor olmasıyla da ilgilidir. Gerçek hayat dediğimiz şey ise kitlelerin toplumsal yaşam mücadelesidir. Eğer bu noktada bir zayıflık varsa komünistlerin işi daha da zorlaşır. Fakat daha kötüsü "siyasal ruhsuzluk" diyebileceğimiz bir hastalıktır ki bu konuya ileride değinmeye çalışacağız.
7- Yüksek Düzey İçin Bolşevik Ajitasyon
V.İ. Lenin şöyle diyor:
"Kavramlarımıza göre, kitlenin bilinci, devleti güçlü hale getirir. Kitle her şeyi bilirse güçlenir, her şey hakkında karar verebilir ve her şeyi bilinçle yapar."
"Kitleler arasında, ajitasyon çalışması, kampanyadan kampanyaya, bir önemli tarihten bir başkasına yapılıveren bir iş değildir. Ülkemizdeki ve sınırlarımızın dışındaki yaşam, hiçbir zaman durmaz, üretim planlarının uygulanması ve aşılması için mücadele kesintisiz sürer, ekonomik ve kültürel yaşam sürekli akar, emekçi kitlelerin çıkarları uygulanan politikanın sorunlarıyla, ülkemizin ve dış dünyanın olaylarıyla büyür. Bu yüzden, halkın tüm katmanları arasında, parti örgütlerinin politik kitle çalışması, devamlı ve sistemli olarak yürütülmek zorundadır."
Bu konu başlığına kendimiz özgülünde daha somut yaklaşacak olursak, bizim şu an hedefleyeceğimiz "yüksek düzey" kitlelerin Halk Savaşı'nm temelini oluşturduğu bir gerçekliği yakalayabilmek olacaktır. A/P çalışmalarımızın böyle bir amaca hizmet ettiği ve savaşın vazgeçilmez bir bileşimini oluşturduğunu unutmamalıyız.
Buraya kadar aktardıklarımız; A/P çalışmalarının temel özelliklerini ortaya koyar nitelikteydi. Bununla kopmaz şekilde sorunları ele alışa, davranışlara ve daha özel deneyimlere ilişkin aktarımları da önemli görüyoruz. Kalinin'in söylevlerinden oluşan bu aktarımlarımız pratik çalışmalarda faaliyetçilerimiz için yol gösterici olacaktır. Aynı zamanda A/P faaliyetçilerimizin nasıl özelliklere sahip olması gerektiğini gösterecektir. Bunları da madde madde aktaracak olursak:
* Kalinin, "Kitle çalışmasının bazı sorunları" başlıklı söylevinde kitlelerle ilişkilerin göreceli olarak iyi olduğu bazı durumlarda, örneğin aile bağlarının kullanılışında bu "iyi" ilişkiye karşın politik niteliği zayıf bir bağın kurulduğunu belirtmekte ve eleştirmektedir. Kitlelerin çoğunlukla yakınmaya dönük geri bilinç düzeyiyle aynılaşıla-rak Bolşeviklerin de yakınmanın ötesine geçemediğini ortaya koyan Kalinin bu konuda bakın ne diyor: "Biz Bolşeviklerin gözünde, kitleyle bağ kurmak, bunlar demek midir? Tabi ki değil. Kitleleri, onların geri kalmış unsurlarının yönlendirdikleri doğrultuda yönetmek Menşevik bir çizgidir. Bizim Bolşevik çizgimiz de kitlelere yön vermektir, onların başına kâhya kesilmek değildir. Kitleleri, politik bilinçli öncüler olarak, peşimizden götürmektir."
Bu önemli nokta, faaliyetçilerimiz tarafından, gidilen kitlelerde bir yıl sonra nasıl bir etki yaratıldığıyla tartışılmalıdır. Dün onlar neredeydi,bugün biz onları nereye, ne kadar ileriye taşıdık? Ne kadar bilinçlendirdik ve kolektif yapının daha ileri bir parçası haline getirebildik? Bu ve benzeri sorular hiçbir çarpıtmaya izin vermeyecek şekilde cevaplanmalıdır. Ancak o zaman kitlelerin başında "kâhya mı" yoksa bir öncü, önder olarak mı bulunduğumuz gerçek cevabını bulacaktır.
- Kalinin, parti örgütü sekreterinin kitleleri gerçekten etkileyebilmesi, kitlelerin onu dinleye-bilmesi ve ona inanabilmesi için şunları sıralıyor: "(A)jitatörün ilkeli, Komünist Partisi'ne derin bir bağla bağlı olması, partimizin tarihini, hiç olmazsa, genel bilgileriyle bilmesi ve partimizin işçi sınıfı önüne, halkın önüne koyduğu görevleri anlaması gerekir. Parti yöneticisinin ya da propagandacının politik gelişim düzeyi açısından, başkalarından daha aşağı düzeyde bulunmaması gerekir..."
- Kalinin, hemen peşinden "Peki, parti eylemcisi, kitlelere nasıl ulaşır?" sorusunu sorar ve aşağıdaki çarpıcı yanıtı verir: "İlkin, yıllar boyunca süren kendi deneyimimden söz etmem gerekirse, derim ki, parti yöneticisi hiçbir zaman böbürlenmez ve asla kibirli biri değildir. Eğer siz, işçilerle ve sade parti üyeleriyle konuşurken, çalımlı bir ses tonuyla, önemsiz, belki de rasgele bir sözcükle, kendinizi onlardan daha akıllı saydığınızı, onlardan daha çok şey bildiğinizi sezdirirseniz, o zaman bitmişsiniz demektir..."
"Böylece biz, bir ajitatörün alçakgönüllü olması gerektiğini öğrenmiş olduk..."
- Kalinin devam ediyor: "İkincisi, bir propagandacının, bir yöneticinin kitleyle ilişkisinde, sadece öğretmenlik rolü oynamaya kalkışması güzel bir şey değildir..."Kalinin "şu gereklidir, bu da gereklidir, yapılması gerekir" gibi konuşmaları eleştirir ve karşıdakini dikkate alan "siz ne dersiniz, ben olsam böyle yapardım, size göre nasıl olmalı" gibi ifadelerin tercih edilmesi gerektiğini belirtir.
- Kalinin konuşmaların önceden saptanan biçiminden uzaklaşılmasmdan korkulmaması gerektiğini vurgularken ise şunları söylemektedir: "(D)inleyidleri ilgilendiren bir sorun ortaya çıktı mı, onu atlamayın. Bu önemli değil. Dinleyiciler bir kez canlanıp ilgi duydular mı, sizi can kulağıyla dinleyeceklerdir. Böylece, siz de ele almak istediğiniz sorunları işlemeyi başaracaksınız."
Kalinin'in en önemli sorunlardan gördüğü bir diğer nokta ise bazı konuşmacıların çetin sorunları yanıtlamaktan kaçınmalarıdır. "Hiçbir zaman, böyle bir şey yapmayın. Sorulan soruları duymazlıktan gelmeyin. Eğer soruyu cevaplandır-mayacaksanız, hiç çekinmeden işin doğrusunu söyleyebilirsiniz" diyen Kalinin, kapalı ve yan çizerek verilen yanıtları eleştirmekte ve dinleyicilerin bundan bir şey anlamadığını belirtmektedir. Sanırız bu nokta bizim için de son derece önemlidir. Çünkü sınıf mücadelesindeki yerimiz, şu an geldiğimiz nokta ve çok yönlü -bazısı ldtlelere dönük- hatalarımızdan kaynaklı yanıtlamaktan kaçınacağımız ya da kaçındığımız birçok konu olabilmektedir.
- Parti komite sekreterinin, otorite sahibi olabilmesi için kitlelerin gözünde temiz kalması gerekliliğini belirten Kalinin, bunun, bazı kişilerle daha yakın, kişisel ilişkiler kurmamak anlamına gelmeyeceğini belirterek, onun, toplumsal ilişkilerinde, her insana, duygularının tutsağı olmadan yanaşması demek olduğunu ortaya koyar. Ve şu örneği verir "Sen benim dostumsun, bu güzel bir şey, ama işini savsaklar, kaytarırsan, üretimdeki görevlerinden kaçarsan, senden ötekilerden istediğimin daha fazlasını isterim ve seni haşlarım bir iyice."
- Kalinin'in partinin kitle çalışmasında nasıl davranılması, şu ya da bu sorunun kitlelerin önünde nasıl ele alınması gerektiği sorununa yaklaşımı, tüm sorunların partinin bakış açısına göre konulması, her şeye parti bakış açısından bakılması gerektiği şeklindedir. Tasfiyeci saldırılar altında örgütsüzlüğün dayatıldığı bir dönemde bu nokta bizim için daha önemlidir. Kalinin bu noktada sorunları açık ve kesin bir biçimde, parti bakış açısına göre ortaya koymaya önem verir ve aksi halde bir örnekten yola çıkarak kitlelerin ne düşüneceğine ilişkin şunları söyler: "Biz seni tanıyoruz, bize iyi öğütler verir, kendin ise, başka şeyler düşünürsün. Senin söylediklerinle yaptıkların birbirini tutmuyor." Böyle bir duruma düşmek açık ki bir komünist için en kötü durumlardan biridir. Faaliyetçilerin yüzüne söylenmese de arkasından böyle şeyler söylenebilir. Bu noktaya tüm faaliyetçiler dikkat etmek zorundadır. Fakat tabii ki sorun teori ve pratik uyu-muyla da alakalıdır ve kolektifi tümüyle ilgilendirmektedir.
- Kalinin, sürmekte olan savaş üzerinden herkes tarafından bu konuda ne düşündüğü, ortak dava için ne yapmak istediğinin bilinmesi, bunun herkese sorulması gerektiğini ortaya koyar. Biz bunu bugün esas çalışmalarımız için hayata geçirmeliyiz diyebiliriz. Özellikle taraftar kitlenin netleştirilmesi ve ayrıştırılmasında onların aktif kılınmasında bu vazgeçilmezdir.
* Doğrudan aktaracak olursak: "Yoldaşlar, bir ajitatör olmanın hiç de kolay bir şey olmadığı anlaşılıyor. Gazete okuma işiise, bir propaganda çalışmasıdır ve ustalıkla yapılması gerekir. Eğer okuyucu ve konuşmacı dinleyicilerde ilgi uyan-dırmazsa ve eğer dinleyiciler onun sizin tarafınızdan, önceden hazırlandığını bilirlerse, nasıl fikir alışverişi olabilir? Dinleyiciler böylesi bir okuma saatini, öğrencilerin okuma saati ya da bir zamanların dinsel vaaz saati kabul edeceklerdir." Kalinin'in ortaya koyduğu bu hassasiyeti aynı içerikteki kendi çalışmalarımıza uygulamamız gerekir. Tartışmasız bir gerçek ki, hâkim olan tam da bu eleştirilen tarz gibidir. Demek ki her şeyi bir ihtiyacın ürünü olarak kendi doğallığında yaşatmak büyük önemdedir.
Kalinin'in "Cephedeki Ajitatörün Sözü" adlı söylevinden de kimi yerlere dikkat çekelim.- "Ajitatör, düşünsel olarak gelişmiş bir insan olmalıdır. Çok okuması ve sürekli kendini yetiştirmesi gerekir. Ajitatörün bütün boş zamanlarını, kitaplar üzerine çalışmaya ayırması gerektiğini söyleyebilirim. Bizim klasiklerimizi okuyun. Lenin'in, Stalin'in yapıtlarım okuyun. Stalin'inki gibi ajitasyon yürütmeyi öğrenin. Yoldaş Stalin, çok iyi bir ajitatördür. Halkla konuşmayı, nasıl da iyi yapıyor görüyorsunuz!"
- "Konuşmalara her zaman hazırlıklı olmalısınız. İyi öğrenim görmüş, bilgili ve savaşı bilen bir insan olsanız bile, ajitatör olarak hazırlanmalısınız. Ne de olsa, bilgimiz sınırlıdır, herkesin de bilgilerimizden yararlanmasını sağlayabilmemiz için esaslı bir şekilde hazırlanmamız gerekir..."
- "Fakat konunun artık bıktırmaya başladığım, tümüyle sıradan, sade konuşmak ihtiyacının doğduğunu anladığınız zaman savaşçıların yanma bir bardak çay içmeye gidin ve onlarla candan ve içten konuşmalar yapın.
Fakat böylesi konuşmalar için bile, hazırlıklı olmanız gerekir. Çünkü konuşma boyunca, size bir sürü soru sorabilirler. Yanıtlamaktan kaçınmayın ve soruyu saptırmamaya çalışın. Herhangi bir soruya, hiçbir yanıt bulamadığınız zaman da korkmayın. Yekten şöyle deyin: "Bilmiyorum, bunun yanıtını araştıracağım, bulduğumda size söyleyeceğim."
- Ajitatörlerin donanımlı ve MLM teoride kendini sürekli geliştiren bir özellikte olduğuna hep vurgu yaptık. Propagandistin çok daha kapsamlı ve ayrıntılı bir teorik birikime sahip olması gerektiği ise tartışma götürmez. Bu durum, yürütülecek çalışmalarda ne kadar hazırlıklı ve dolayısıyla başarılı olunacağını da belirleyecektir. Fakat bundan öte, her bir çalışmada, her bir alan veya kitleye gidişimizde, o özgülde gerekli hazırlıkların yapılması gerektiği de açıktır.
Bu ancak ön bir araştırmayla ve mümkünse en doğru kişilerden bilgilenmeyle yapılabilecektir. Bu sayede hazırlanacak ajitasyonun içeriği ve hattı, dinleyiciler üzerinde etkide bulunabilecektir. Ne anlatacağını, neyi konuşacağını bilmek ama gerektiğinde bunu yeni durumlarla yaratıcı bir şekilde buluşturabilmek... Bizim ajitatörlerimizin çok ihtiyaç duyacakları noktalardandır. Politik bir amaçla buradan somut bir hedefle kitlelere gitmediğimizde, onların ve konuşmalarının yörüngesine gireceğimiz, bir anlamda da kitlelerin kendiliğin-denci pratiğiyle özdeşleşeceğimiz unutulmamalıdır.
Kalinin'in "Kardeşçe Bir Mücadele Topluluğu" adlı söylevinde bir alıntıya yer verelim.
-"Bir insanla, anadilinde konuştuğun zaman, bütün sorunları, daha rahat ve kolay anlatabilirsin. Onu da rahat anlarsın. Çünkü o, senin anlattığın her şeyi doğru anlamıştır..." Bu nokta şu an ülkemizdeki MLM'lerin ciddi bir şekilde sorgulaması gereken bir soruna parmak basmıştır. Kürt ulusunun ülkemizdeki nüfusu düşünülürse, devrimimizin temel bileşenlerinden biri olan, Kürt ulusundan halk kitleleriyle kurduğumuz ilişkiler için Kürtçe bilmenin zorunluluğu ortadadır. Peki, bizde kaç yoldaş, Kürtçeyi, onun farklı lehçelerini gerçekten bilmektedir diye sorduğumuzda pek iyi bir tabloyla karşılaşmayacağımız bellidir. Bu konuya tekrar değineceğiz.
Burada, değinmek istediğimiz bir başka husus, bütün çalışmalarda kolektif ruhun yakalanabilmesi ve bu temelden kopmamaya azami özenin gösterilmesidir. Kalinin bu konuya "Ajitasyon ve Propaganda Üzerine Birkaç Söz" adlı söylevinde, şöyle dikkat çekiyor:
-"...Konuşan bütün yoldaşların sorunlarını, pratik olarak ortaya koyduklarına dikkat etmişsinizdir.
Kötü bir karakteristik değildir bu... Ama aynı zamanda, bana öyle geliyor ki, sekreterlerin sadece ve sadece pratik yanları üzerinde durmaları yeterli değildir. Bazı genellemelere de gitmeleri gerekir. Genelleme yapmayı da öğrenmek zorundadırlar.
... Bolşevikler, pratik sorunları ve pratik görevleri genelleştirmeleri, onları bütünleştirmele-riyle öne çıkarlar..."- "Stalin yoldaşın raporlarından, Lenin'in yapıtlarından, her gelişme aşamasında, temel halkayı yakalamayı becermenin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Propaganda da, ajitas-yonda da, partinin eğitim işlerinde de bu temel halkaların yakalanması zorunludur..."
- "Parti işini, tüm öteki işlerden ayıran özellikler nelerdir? Onun sadece, ajitasyon, propaganda ve kelimenin dar anlamıyla komünist eğitim ile ilgilendiğine ilişkinfarklıhk bana kalırsa çok sınırlıdır. Parti işi, eğer şöyle söylemek gerekirse, onun her işe ve hatta en karmaşık teknik ve mekanik işe, parti anlayışı ruhunu parti anlayışının kendini sokmaktan ibarettir."
Bu noktanın şu an bizim için en önemli sorunlardan birini ifade ettiğini söyleyelim. Ortak bir anlayış birliği, ortak bir ruh ve şekilleniş bir partinin tüm çalışmalarını muazzam derecede büyüten özelliklerdir. Bu olmadığında ise tersi geçerlidir. Söz konusu, partinin 'iç sorunları' kulvarında dönüp dolaşması kaçınılmazdır. Bu ortak anlayış ve ruhu tek başına öne çıkarmak ve onu temele koymak tabii ki söz konusu olamaz. Ama diğer zorunluluklar yerine getirildiğinde ortak anlayış ve ruh, pratik başarıların garantisi olacaktır.
-Kalinin'den yine önemli bir noktayı aktaralım: "Burada komünistlerin eğitiminden söz edildi. Partiye yeni kabul edilen insanda, parti-lilik bilinci nasıl geliştirilmelidir? Bu size, yani göstereceğiniz yöne bağlıdır."Nedir o yön, ya da o yönün özelliği nedir? Kalinin'in parti aidatlarının geciktirilmesi sorunu üzerinden örneklendirdiği, parti aidatının ödenmesinin, asıl sorunu oluşturmadığını anlatarak sorunu partililik ruhuna getirdiğini okuyoruz kitapta. Kalinin burada "Ama ben size sıradan bir eylemin nasıl politikleştirildiğini göstermek isterdim" diyor. Hemen ileride ise "Oysa, olayı genelleştirir, politik bir değer biçersek, bu ileri bir eğitim sağlar" diye ekliyor.
Kuşkusuz her küçük sorunun dahi ideolojik-politik bir arka planı vardır veya kurulabilir. Bu, mücadeleye hizmet eder tarzda, sorundan kopmadan bir bilinçlendirme eylemi olarak uygulanıyorsa, yaygınlaştığında büyük bir özveri ve kazanım sağlayacağı açıktır. Bu yönüyle önemlidir ve uygulanmalıdır. Fakat bizler, meselenin kendi
gerçeklerinden kopartılarak uçlaştırıldığı, aşırı zorlama yöntemlerle her şeyin "ideolojik" kabul edildiği pratiklere de şahidiz. Bu nedenle "politik-leştirme, genelleştirme" yönteminin yerinde ve zamanında ama kesinlikle somuttan uzaklaşılmadan yapılması gerektiğini vurgulamalıyız.
- Son olarak Kalinin'den şu bilgiyi aktaralım: 'Eğitim, en güç pedagojik işlerden biridir. Oysa insanlara politik bilgiler vermek, partinin program ve tüzüğünü öğretmek başka bir iştir. Çünkü bununla belli bilgiler verilmektedir. Kuşkusuz burada, öğretim ve eğitim işleri araşma kaim bir çizgi çekmek olanaklı değildir. Çünkü insanı okutarak da eğitebilirsin. Fakat parti üyelerinin eğitim işinin günü gününe, fark edilmeden yürütülmesinin esas olduğunu gözden ırak tutmayın. Bir iş, sık sık, ufak tefek şeylere, bazen de ciddi, büyük şeylere ve sorunlara dayanılarak yapılabilir." Kalinin'in burada "günü gününe" yapılacak eğitim olarak belirttiğinin doğal ki günlük çalışmalardan ayrı tutulması söz konusu olamaz. Bizim her günkü çalışmamızın kitle içerisinde politik teşhirler, A/P çalışmaları ve örgütlenme pratikleri olduğunu düşünürsek eğitimin temel zemini ve malzemesinin de bunlar olduğunu rahatlıkla çıkarırız.
Uzun alıntılarla ve doğrudan aktarımlarla, A/P'ye dair vermeye çalıştığımız bilgiler daha çok kendi "uzmanlık alanlarına" özgü, hatta kimileri "teknik" görülebilir. Fakat bizim de burada "poli-tikleştirme" diyebileceğimiz yöntemi uygulayarak sorunun diğer meselelerle bağını kurabilmemiz gerekir. Bu bağ, yapay ya da öylesine bir bağ değildir. Sınıf mücadelesinin içinden gelen, özünü onun verdiği ve her çalışmayı birbiriyle diyalektik bir şekilde ilişkilendiren bir bağdır.
II.BÖLÜM
A/PFAALİYETİMİZİNTEMEL GÜNDEMLERİ
Buraya kadar "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı kitap ve A/P'ye dair çeşitli bilgiler üzerinde durduk. Yazımızın temel amaçlarından biri buydu. Amatörlüğü aşmak, henüz işin başında olan faaliyetçiler için genel bir çerçeve çizmek bakimindan bu gerekliydi.
Kürt Ulusal Sorunu, görevlerimiz ve A/P
Öncelikle MLM anlayışlar temelinde ulusal soruna ilişkin görevlerimizi belirleyerek neden A/P'mizin vazgeçilmez öncelikli bir bileşenini oluşturduğunu anlamaya çalışalım. Lenin, "Ne Yapmalı?" adlı eserinde ulusal sorundan bağımsız olarak komünistlerin ajitasyon ve propagandasının içeriğine dair belirttiklerini en başa alalım. Lenin, ajitasyon yürütmek için baskının her somut görüntüsünün -sadece ekonomik baskının somut görünümleri ve işçilerle ilgili olanlar değil-ele alınması gerektiğini belirtmişti. Çünkü bu baskının altında çeşitli toplumsal sınıflar vardı ve komünistler de otokrasinin çok yönlü politik teşhirini üstlenmeliydiler.
İşçi sınıfının politik bilincini geliştirme görevi ancak bu biçimde yerine getirilebilirdi. Kitlelerin politik mücadeleye "çekilmesi" için araçların sadece ekonomik mücadeleyle daraltılmasına karşı Lenin, "Polis baskısının ve otokrasinin aşırılıklarının tum tezahürlerini'nin politik ajitasyonun içeriğini oluşturması gerektiğini savunuyordu. Açık ki söz konusu olan politik bilinçlendirme olduğunda, bunun devletin her alandaki baskı ve sömürüsü işlenmeden, bunların birbiriyle bağlantısı kurulmadan yapılması mümkün değildir. Ve yine sorun politik bilinç olduğu için, baskı ve sömürünün en çıplak, acımasız ve çarpıcı olanları politik ajitasyonun önceliğini oluşturmak zorundadır. Bu aynı zamanda, kitle mücadelelerinde açık çarpışmaların da önceliği oluşturacağını gösterir. Örnek vermek gerekirse, işkencelerin, katliamların, bombalama ve köy yakmaların yaşandığı, mücadelenin silahlı biçimleri altında hemen her gün ölümlerin olduğu bir yerde ekonomik sömürünün her günkü tezahürleri çok daha tali bir pozisyonda kalır. Her alanın kendi politik ajitasyonunda özgün konu ve malzemeleri olabilecektir. Fakat ülke çapında etkili sorunlar, bir şekilde her alanın politik ajitasyonumı da etkiler. Tek bir alanla sınırlı olmayan, tüm ülkeyi kapsayan nitelikte politik ajitasyonumuzu ise tartışmasız olarak bu ülke çapında sorunlar belirler.
"...Proletarya, yalnızca demokrasi aracılığıyla, yani demokrasiyi tamamen gerçekleştirerek, savaşımın her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş demokratik taleplerle bağlayarak zafer kazanabilir, başka türlü değil. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin sorunlarından biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik taleplerle, yani cumhuriyet, milis, resmi görevlilerin halk tarafindan seçilmesi, kadınların hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin hakkı vb. gibi taleplerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle bağlamalıyız..." (Ulusal Sorun ve Sömürge sorunu, 6. Defter, İnter Yay.)
Lenin'in berrak yaklaşımında da fark edeceğimiz gibi, devrimci savaş, tüm demokratik talepleri program ve taktiklerinde barındırmak zorundadır. Devrim mücadelesinin asgari programı olan Demokratik Halk Devrimi mücadelesi ise bu anlamda somut talepleri içermesi bakımından daha özel bir yere sahiptir. Demokratik devrimin, toprak reformu yanında, emperyalizme karşı bağımsızlık, ezilen ulusların kendi kaderini tayini ve ulusların tam hak eşitliği konusunda, yine kadınların hak eşitliği konusunda büyük görevlerle yükümlü olması onun doğası gereğidir. Fakat tüm bu sorunların Demokratik Devrim mücadelesinde her dönem kaplayacakları yer ve önem, rasgele değil, tam da ülkenin hâkim çelişki ve gündemleriyle belirlenecektir.
Bu yanıyla konumuz özgülünde Kürt Ulusal Sorunundaki görevlerimizin Demokratik Halk Devrimi mücadelemizin temel bir bileşeni olacağı, daha doğrusu olması gerektiği tartışmasızdır. Kürt Ulusal Sorununun tarihine ve PKK somutunda Kürt ulusunun son tarihi kalkışmasına baktığımızda bunun böyle olduğu rahatlıkla görülecektir. Kürt ulusal sorununun Demokratik Halk Devrimi mücadelesinin temel bir bileşeni olması gerçeği, aynı zamanda Halk Savaşı stratejisinin temel bir bileşeni olmasıyla da aynı anlamdadır. Ancak bu noktada, yanlış bir karşıtlık temelinde "sınıfsal" olmayı, ulusal sorundaki görevlerimizle karşıt algılayan yaklaşımlar ortaya çıkabiliyor. Şu an doğrudan bunu tartışmak gibi bir amacımız yok. Fakat bu hataya düşen yoldaşlarımız, Marksist ustaların bu konudaki eserlerini okumalıdır. Ve Kay-pakkaya yoldaşı okumalıdır. Güncelliği bakımından, Filipinler, Nepal ve Hindistan'daki Halk Savaşlarının bu konudaki yaklaşımlarını incelemelidirler.
Lenin, Rosa Lüksemburg ve o dönem birçok Marksist'in ulusal sorundaki çoğunlukla doktriner, hatalı yaklaşımlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve ulusların tam hak eşitliği konusundaki Leninist tavra karşı çeşitli itirazlar ortaya çıkıyordu. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını desteklemenin "ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğini desteklemek olduğu", kapitalizm ve emperyalizm altında kendi kaderini tayinin "genel olarak gerçeldeşmesi imkansız" olduğu gibi görüşler ortaya atılıyordu. En önemlisi ise, işçi sınıfının politik partisinin, kapitalizmle birlikte tüm eşitsizlikleri de ortadan kaldıracak olan, sosyalizm hedefi varken, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakla ve tam hak eşitliği için mücadeleyi öne çıkarmanın ne gereği vardı?
Lenin zamanında ulusal sorundaki oportünist tavırlar genel olarak böyleydi ve ne ilginç ki hala böyle. Bu anlamıyla Lenin'in aşağıdaki ifadeleri Rosa Lüksemburg'un hatasına karşı olduğu gibi,
ülkemizdeki hatalı yaklaşımlara da karşı aydınlatıcı olacaktır. "'Pratik olma' çabasıyla Rosa Lüksemburg, Büyük Rus proletaryasının ve öteki ulusların proletaryasının en önemli pratik görevini unutmuştur: her türlü devlet ve ulus ayrıcalığına karşı ve bütün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada hak eşitliği uğruna günlük ajitasyon ve propaganda görevi. Bu görev, (şu anda) ulusal sorunda en önemli görevimizdir; çünkü biz, demokrasinin ve bütün ulusların proleterlerinin eşit hakka sahip ittifakının çıkarlarını ancak böyle savunabiliriz." (age)
Lenin'in ulusal sorunda en önemli görevin ne olduğuna dair tanımı açık. Bizim burada daha da önce çıkarmak istediğimiz yön ise "günlük ajitasyon ve propaganda görevi"dir. Çünkü UKKTH'nm ve ulusların tam hak eşitliğinin savunulması ancak bu uğurda militan bir mücadele yürütülerek somutluk kazanır. Devlet sınırlarını ilgilendiren, siyasi ilhaka karşıtlığı kadar ekonomik ilhaka kar-şıtlığıyla da ezen ulusların korkulu rüyası olan böylesi bir sorunda komünist ilkelerle mücadeleye girişmek çetin ve bedel isteyen bir görevdir.
Fakat Lenin'in bu noktadaki tavrı da çok nettir: "Ulusların Kendi Kaderlerini Tayinini aşağı yukarı Bay Plehanov, Patresov ve ortakları gibi, yani çarlık tarafindan ezilen ulusların ayrılma özgürlüğü için mücadele etmeden 'tanıyan bir Rus sosyal demokratı gerçekte bir emperyalist ve çarlık uşağıdır."(age) Aynı noktayla ilgili olarak Lenin başka bir yerde de şöyle demektedir: "... Bu propagandayı yapmayan her ezen ulustan sos-yal-demokrata emperyalist ve alçak muamelesi yapmak, görevimiz ve yükümlülüğümüzdür. Sosyalizm kurulmadan önce ayrılma durumu binde bir olanaklı ve 'uygulanabilir' olsa da bu mutlak bir taleptir."(Ulusal Politika ve Proleter Enternasyonalizmi)
Çünkü "Bu olmadan enternasyonalizm olmaz." (age) Lenin hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde komünistlerin ulusal sorundaki ilkesel tutumlarını günlük A/P göreviyle somutlamıştır. O halde bu konuda nerede durduğumuz örgütün komünist niteliği bakımından da temel bir kıstastır ve tutarlı bir tavırla Ulusal Hareketi, onun demokratik talep ve istemlerini savunmak büyük önemdedir. MLM'lerin ulusal sorundaki tavırları nettir. Bu nedenle destekleyeceğimiz veya eleştireceğimiz pratikler de bellidir. Ancak ulusal hareket üzerinden, "dar milliyetçilik", "emperyalizmle ilişkilenme" gibi bahanelerle Kürt ulusuna ve onu temsil eden ulusal harekete sırtını dönmek, destek ve yardım görevini yerine getirmemek MLM'lerin tavrı olamaz. Bu noktada İbrahim yoldaşın, Şeyh Said isyanı karşısında takındığı berrak tavır bizim için referans olmalıdır. İsyanda "İngiliz parmağı" olduğu ve buradan hareketle de ulusal sorundaki görevlerinden kaçan sahte Marksistlere karşı İbrahim yoldaş, komünistlerin bu konuda temel görevlerinin ortadan kalkmayacağını, eğer gerçekten bir "İngiliz parmağı" söz konusuysa bile İngiliz emperyalizminin teşhirinin de bu görevlere ekleneceğini ortaya koymuştur.
Komünistlerin ulusal sorunda ölçütü, ulusal hareketin "emperyalistlerle ilişkisi" vb. olamaz. Komünistlerin temel ölçütlerinin ne olduğunu yukarıda Lenin'den alıntılarla aktarmıştık. Buradan da anlaşılır ki destekleme görevimiz ulusal hareketin tamamıyla demokratik muhtevasıyla ve komünistlerin enternasyonalizmiyle ilgilidir. Ulusal hareketin -ki şu an tartıştığımız ezilen ulusun hareketidir- demokratik muhtevasında bir değişiklik olmadığı müddetçe komünisüerin ezen ulus baskısına, ulus eşitsizliğine ve devlet kurma hakkının gaspına karşı mücadelesi, bu kapsamda ezilen ulus hareketine desteği sürecektir.
Stalin'den aktaracağımız ifadelerle bu noktayı daha dabelirginleştirelim: "Leninizm, ezilen ulusların kurtuluş hareketine proleter partilerin doğrudan doğruya desteği olmaksızın, 'ulusların eşitliği'ne dair demeçlerin boş ve ikiyüzlü sözler olduğunu göstererek, ulusal sorunu ezilen uluslara, emperyalizme karşı, ulusların gerçek eşitliği uğruna, bağımsız devlet olarak varlıkları uğruna mücadelelerinde destek gerçek ve sürekli yardım sorunu haline geldi." (Leniniz-min Sorunları)
Belirttiğimiz gerekçelerle ülkemizde, yürüteceğimiz A/P'nin temel bir içeriğini ulusal sorun ve o konudaki görevlerimiz oluşturacaktır. Ulusal sorun karşısındaki görevler ulusal harekete destek görevinden bağımsız değildir. Bu nedenle bu desteğin somutlanması gerekir. Bugün bu desteğin kendi örgütsel gücümüzle de orantılı olarak, asıl biçimini, egemenlerin ulusal baskı siyasetini (tüm
tezahürleriyle) ve emperyalizmi hedef alacak politik teşhirler, bu kapsamdaki A/P çalışmaları oluşturacaktır.
Ulusal Hareket'in her alanda sesinin kısılmaya çalışıldığı, tüm yasal-demokratik kurumları üzerinde baskı kurulduğu bir süreçte A/P araçlarıyla kitlelere ulaşmak, Kürt ulusunun sesi ve yüreği olmak büyük bir değer taşımaktadır. Ulusal Hareket'in demokratik örgüt ve kurumlarına destek ziyaretleri, katılabileceğimiz çalışmalarda birlikte çalışma ve haklı mücadelelerinde sürekli yanlarında olma vb. bu kapsamdaki görevlerimizin somut bazı adımlarıdır.
Kürt ulusal sorunundaki A/P görevlerimizi tartışırken "dil" sorununu da ele almalıyız. Daha önce Kalinin'den aktardığımız bölümlerde bir insanla anadilinde konuşulduğunda bütün sorunların daha rahat ve kolay anlatılabileceğini, onun da bunda, pratiğimizin de bir yansıması olarak çok geri bir pozisyonda durduğumuz açıktır. 25 milyon civarı nüfusu ve devrim mücadelemizdeki önemine oranla, Kürt ulusuna karşı görevlerimizde ve devrim mücadelemiz doğrultusunda Kürt halkı içerisindeki faaliyetlerimizde çok yetersiz kaldığımız açıktır.
Mao'nun, propaganda çalışmasında bulunanların dili ustaca kullanabilmeleri için dil incelemesi yapmaları ve dili kitlelerden öğrenmeleri gerektiğine ilişkin vurgularını hatırlamak gerekir. Üstelik Mao bunu Çince için söylemektedir. Bizim için ise Türkçenin ötesinde, bırakalım henüz özel bir incelemeyi en başta konuşmayı öğrenmemizi gerektiren Kürtçe vardır.
Sorunun önemini daha fazla açıklama ihtiyacı duymadan, yoldaşlarımızın özellikle Kürt kitleler içerisine giden ve A/P'den sorumlu yoldaşlarımızın Kürtçe öğrenmeleri gerektiğini belirtelim. kitleler içerisinde kök saldıkça saflarımızda Kürtçe konuşabilen faaliyetçiler artacak ve daha nitefikfi bir kitle çalışması ve A/P yapılabilecektir. Ancak bugünden Kürtçe konusunda gerekli adımların atılması, Kürtçe bildiri, broşür vb. yapılması önemlidir. Şu an Kürtçe sözlü iletişim sorunumuz ise daha önemlidir.
Kürt Ulusal Sorununda görevlerimize ve bununla ilgili olarak A/P çalışmalarına değindik. Ancak tekrar vurgulayalım ki, bu sorun aynı zamanda Demokratik Halk Devrimi mücadelesinin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yönüyle ortaya
koyacağımız tavırlar DHD mücadelesini de bağlamaktadır. Bunu Lenin'den bir aktarımla da ortaya koyarak, ulusal sorunla ilgili belirttiklerimize nokta koyalım:"Tarihin diyalektiği öyledir ki, emperyalizme karşı mücadelede kendi başına bir faktör olarak güçsüz durumda bulunan küçük uluslar galeyanın bir parçası, galeyanı hazırlayan itkilerden biri olarak sahnedeki yerleri olacaktır, bu ise, gerçek anti-emperyalist gücü temsil eden sosyalist proletaryanın tarih sahnesine çıkmasına yardımcı olacak."
Dönemsel önemi, ülke gündeminde kapladığı yer ve artan tartışmalardan kaynaklı, A/P faaliyetlerimizin de temel bir bileşenini oluşturan Kürt ulusal sorununa daha uzun bir değiniyi gerekli gördük. Diğer temel gündemlere de değinerek devam edelim.
Ekonomideki gelişmelere yönelik A/P
Bu başlık altında ele alınabilecek konular çok geniş ve çeşitli bir içerik taşımaktadır. Ekonomik gelişmelerden bağımsız diğer alanlardaki gelişmelerin de tam anlamıyla sağlıklı bir değerlendirmesinin yapılamayacağı açıktır. Ancak tarım ve köylülüğü bilinçli olarak ayrı tutarak, A/P çalışmalarıyla ilgili bu konu kapsamında en önemli gündemleri belirtmek gerekirse, en başta son yaşanan krizle birlikte işsizliği, işçi haklarına yönelik gaspları içeren yasaları, artan özelleştirmeleri, örgütsüzlük dayatmalarını, ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin talanını, emperyalistlere
olan borç ödemelerini ve ülke içinde artan zam ve vergileri öne çıkarmamız yerinde olacaktır.
Bu sorunlar, A/P çalışmalarımızda çok önemli bir yer kaplayacak ve bu konuda faaliyetçilerimize
muazzam materyaller sunacaktır. Söz konusu yasa, vergi ve zamların tüm halk nezdindeki
birleştiriciliği A/P faaliyetleri için önemli bir avantajdır. Düzenin ve devletin gerçek niteliğini kavratmada, hiçbir kitlenin kayıtsız kalamayacağı bu sorunların bilinçlendirici etkisi daha fazla olacaktır.
Artan işsizlik ve bu sorunu daha da katmer-lendiren uygulama ve yasalar, getirdiği hükümlerle de işçi sınıfı mücadelesinde teşhir edilmesi gereken sonuçları ortaya çıkaracaktır. İşçi sınıfından sömürünün yoğunlaştığı, yedek işçi ordusuyla (işsizler) işçilerin daha ağır çalışma şartlarına mahkûm edildiği bir süreci yaşıyoruz. Emperyalist sermayeyle rekabet edemeyen birçok işletmenin emek sömürüsünü daha fazla artırma yoluna gittiği, bununla bağlantılı olarak işçi çıkarmaların da yoğunlaştığı gözlemlenebiliyor. Normalde "ucuz işgücü cenneti" olarak değerlendirilen bir ülkede artan bir şekilde bu yöntemlere başvurulması işsizlik ve sefaletin gelişimine işarettir. Ülkenin dört bir yanında irili-ufaklı grev ve iş bırakma eylemlerinin, yine sendikalaşma çabaları ve işten atılmaların arttığı görülüyor. Tüm bunlar işçi sınıfı içerisindeki çalışmalarımızın ve tabii ki A/P çalışmalarımızın da gündemini oluşturmalıdır.
Özelleştirmelerle emperyalist tekellere peşkeş çekilen kuruluşlar, bu sürecin devlet eliyle hangi oyunlar oynanarak gerçekleştirildiği, özelleştirmelerden elde edilen kaynağın nerelerde kullanıldığı (temelde dış borçlar) ve işsiz bırakılan çalışanlar, kısacası tüm çarpıcı yönleriyle özelleştirmeler A/P çalışmalarımızda hak ettikleri yeri almalıdır. Yine ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinde, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin artan talanı, devletin gerekli hukuki çerçeveleri hazırlayarak ve sunduğu kredi olanaklarıyla bu sürece nasıl hizmet ettiği, doğada ve insan sağlığında yaratılan tahribat ve tüm bunlarda sermayenin azami kâr hırsı teşhir edilmeli, A/P çalışmalarımızda kullanılmalıdır. Denebilir ki bu konular artık tek tek bölge ve yörelerin bir sorunu olmaktan çıkmış, ülke çapında genel bir nitelik kazanmıştır. Bu duruma uygun olarak sorunun ileride kendini daha da hissettireceğini, buna uygun örgütsel mekanizmaların, esnek bir çalışma ve A/P araçlarının yaratılabilmesi daha önem kazanacaktır.
Bu gündem altında daha birçok konuya değini-lebilir. Tüm bu konuların yoğunluğuna baktığımızda, teorik olarak bunun komünist ve devrimcilerin eylemliliğini de artırması beklenir. Ancak tam tersine bir darlık ve durağanlık vardır. Sadece devrimciler açısından değil çeşitli reformist sendika ve partiler için de aynı durum geçerli denebilir. Bunun nedenlerine ilişkin kuşkusuz birçok şey söylenebilir ancak net olan şu ki, kitlelerin kendiliğinden hareketiyle de olsa -ki gidişat o yönde- bu durgunluk aşılacaktır.
Sorun kitle hareketliliklerinin nereye yöneleceği veya yöneltileceğidir. Komünist ve devrimciler önderliğinde daha büyük mücadelelere mi yoksa sonuçta düzen içi güçlere yedeklenecek bir içe çöküşe mi? Sorun böyle konulduğunda anlaşılır ki komünistlerin kendi örgütsel hazırlıkları tam da bu kitlelere dönük görevlerin bir gereği olarak tayin edici önemdedir. Stalin'in Çekoslovakyalı komünistlerin çalışmaları için ifade ettikleri, denebilir ki bizim için de öncelikli bir görev niteliğindedir.
"Son olarak Bubnik olayı. Yoldaşlar döneminin bir mutlak eylemsizlik dönemi olmadığını söylemek zorundayım. Durgunluk dönemi, proleter orduları biçimlendirme ve eğitme dönemidir, devrime hazırlama dönemidir. Proleter orduların eğitimi ama, yalnızca eylemler sürecinde olabilir. Çekoslovakya'da son dönemde ortaya çıkan pahalılık, bu eylemler için uygun bir ön koşuldur..." (Parti Öğretisi, İnter Yay.)
Demek ki durgunluk dönemleri "proleter orduları" eğitme ama eylemler içinde eğitme süreciy-miş. Bu yönüyle parti örgütlerimiz, daha ileri mücadelelere dönük nasıl bir hazırlık içinde olduklarını, bu amaçla ne kadar eylemlilik içerisinde olduklarını, militanlarını ne tür bir eğitime tabi tuttuklarını değerlendirmelidirler. Stalin Çekoslovakya özgülünde pahalılıktan söz ediyordu. Son vergi ve zamlarla ülkemizdeki pahalılık da çalışmalarımız için bir ön koşul niteliğindedir. Ama sadece bu kadar da değil düşük ücretler, çalışma koşulları, işsizlik, özelleştirmeler, tarımdaki tasfiye, Kürt ulusal sorunundaki gelişmeler ve daha birçok konu da çalışmalarımız için fazlasıyla ön koşul sunmaktadır. Bunlar tüm çalışmalarımızın, daha özelde de A/P'mızın içerisinde hak ettiği yeri almalıdırlar.
Tarım ve köylülükte yaşanan tasfiyeye yönelik A/P
Ekonomideki gelişmelerin önemli bir parçası olan ancak etkilediği kitleler bakımından ayrı ele alınmayı hak eden tarımdaki gelişmeler, 2008'de başlayan ekonomideki krizin doğrudan ve belki en olumsuz sonuçlarıyla da öne çıkan niteliktedir. Tarımsal üretim kendisi için değil artık tümüyle "bütçenin denkleştirilmesi" -ki bu da dış borçların denkleştirilmesi ve emperyalist sermayeye güvence sağlamak üzerine kuruludur- için parasal hesapların bir parçası haline gelmiştir. Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda ekonomideki olumsuz her gelişmenin en büyük zararı tarım sektörüne ve dolayısıyla köylülüğe yaşattığı bir gerçektir. Sadece son birkaç yıla bile baktığımızda, tarımsal üretimde yaşanan gerileme ve buna bağlı olarak kırsalda yoğunlaşan yoksulluk ve göç bu durumu kanıtlamaktadır.
Emperyalist sermayenin istekleri doğrultusunda tarımsal üretim çok büyük bir tasfiyeye uğratılırken bir yandan da atılan her adımın üreticilerin çıkarına olacağının propagandası yapılmaktadır. Zaten üretimi ilgilendiren asıl kararlar "hükümetler üstü" üst kurullar ve ona bağlı olarak Maliye Bakanlığı tarafından alınırken, Tarım Bakanlığı'na ise bunu halkın çıkarmaymış gibi gösterme ve uygulama görevi düşmektedir. Son yıllarda Tarım Bakanlığı kaynaklı açıklama ve girişimlere bakıldığında da bu Bakanlığın yalan ve demagoji bakanlığı haline geldiği de rahatlıkla görülecektir.
Yalan ve demagojinin en yoğun olduğu yer doğaldır ki komünistlerin de politik teşhirlerini yoğunlaştıracağı, ajitasyon ve propaganda görevlerini hayata geçireceklerin alanların başinda gelmektedir. Politik teşhirlerimizin içeriğini genelde ve ayrı bölge ve ürünler özgülünde nelerin oluşturacağına burada yer vermemiz imkansızdır. Ancak bu alan faaliyetçilerimizin daha özel bir yoğunlaşmayla tarım ve köylülük sorununda uzmanlaşmaları, araştırma ve incelemelerde bulunmaları ve tabii ki her gelişmeyi bütünün bir parçası olacak şekilde takip etmeleri gereklidir.
Dikkat edilirse her alanda, yaşanan gelişmelerin, kendi içerisinde daha özel bir etkide bulunduğu yoğunlaşmalar tespit edebiliyoruz. Ekonomiyi ele alırken tarım böyle bir özellik göstermiştir. Genel tarımdaki tasfiyeyi ve kırsaldaki yoksulluk ve göçü ele alırken de ülke özgülünde T. Kürdistanı ayrı bir yere sahiptir. Zaten geri olan tarımsal üretimi ve yarı-feodal ilişkiler içerisinde sıkışan köylülüğüyle, T.Kürdistam'mn tarımdaki tasfiyeden en büyük zararı görmekte olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu üretimdeki kayıplar olduğunda T. Kürdistam'mn öne çıkmayacağı bir gerçektir, çünkü üretim hali hazırda en geri noktalardadır.
Üretimdeki kayıplar ve net gelir kaybı olarak bakıldığında ülkenin batı ve iç bölgelerinin, üreticiler bakımından da orta ve küçük düzeydekile-rin öne çıkacağı söylenebilir. Ama eğer üretimsizlik, yoksulluk ve açlık boyutuyla ele alacak olursak, üretim ve net gelirdeki "kayıp oranlarının" azlığına karşılık T. Kürdistanı köylülüğünün, ülke boyutunda da yoksul köylülüğün öne çıkacağı tartışmasızdır. T. Kürdista-nı'nda ulusal sorundaki gelişmelerin de iç içe geçen etkisiyle çelişkilerin çok daha derinleşeceği açıktır. Dolayısıyla hemen her bakımdan olduğu gibi tarımdaki gelişmeler bakımından da T. Kürdistanı öncelikli çalışma alanı olmalıdır.
Politik teşhirlerimizin, A/P faaliyetlerimizin temel bir gündemini tarım ve köylülükte yaşanan gelişmelerin oluşturması gerektiğini ortaya koyduk. Fakat örgütsel yapılanma, olanaklar, yetişmiş militan ve A/P araçları bakımından belki de en yetersiz olduğumuz alanı bu oluşturmaktadır. Bu yönüyle tarım ve köylülükte çelişkilerin hangi araçlarla çalışmamızın bir parçası haline getirileceği önem kazanmaktadır. Bu aşamada hem konunun önemi hem de yapılacaklar bakımından, 1920 tarihli, Komünist Enternasyonal II.Kongre-si'nin aşağıdaki kararını hatırlamak yerinde olacaktır:
"(— ) 5- Kırda sistemli ve planlı bir ajitasyon
zorunludur. İşçi sınıfı, kır proleterlerini ve en yoksul köylülerin en azından bir bölümünü arkasına alamamış ve izlediği politikayla kırsal nüfusun diğer bölümünün tarafsızlığını sağlayamamışsa, zafer
kazanamaz. Kırda komünist çalışma bugün büyük bir önem kazanmaktadır. Bu çalışma tercihen, kırla bağları olan kentin ve kırın devrimci, komünist işçilerininyardımıyla sürdürülmelidir. Bu görevden kaçmak ya da onu güvenilmez, yarı-reformist ellere teslim etmek, proleter devrimden vazgeçmekle eş anlamlıdır." (Parti Öğretisi, Lenin, Stalin, Komin-tern, İnter Yay.)
Demokratik Halk Devriminin özünde bir toprak sorununu ve tarımsal sorunları barındırdığı bilinmektedir. Buna koşut olarak, devrim stratejisinde köylülüğün rolü de açıktır. Öyleyse bu yöndeki görevden kaçmak bir yana, yetersiz kalmanın dahi bizim açımızdan devrime ulaşamamak olduğu tartışılmazdır. Bugün ülkemiz kırlarında, gerici düzen partilerini ayrı tutarsak, Kürt Ulusal Hareketinin ve kimi daha ufak reformist güçlerin çalışmaları ağırlıktadır. Kuşkusuz ki her ikisi de reformist özlerine uygun olarak kırsaldaki çelişkileri çözmekten -ki bu DHD'dir-uzaktır. PKK'nin asıl yöneliminin ulusal bir çizgide olduğu ise ayrı bir gerçekliktir. Dolayısıyla biz de kırsaldaki çalışmaları reformist ellere teslim etme lüksüne sahip değiliz.
Ki söz konusu reformist güçlerin var olan yönelik ve çalışmalarını hesaba kattığımızda, bu konuda sergileyeceğimiz geri tavrın, kırsalı objektif olarak düzenin gerici güçlerine teslim etmekle eş anlamlı olacağı kavranmalıdır. O zaman aciliyetle kırsalda çalışmamızı olanaklı kılacak yöntem ve araçların araştırılması ve yaratılması gerekmektedir. Bu en başta kırsaldaki yoldaşlarımız ve ilişkilerimiz olmak üzere, şehirlerde de kırla bağı olan yoldaşlarımız ve ilişkilerimizi bu amaçla aktif kılmayı gerektirir. Tabii ki tüm bunlar sistemli bir politikanın ürünü olarak ortaya konmalıdır. Ancak bu yetmez. Şu an yöntem ve araçların daha da çeşitlendirilmesi, geliştirilmesi gerekir. Daha da nitelikli kılınarak, yaygınlaştırı-labildiğinde "köy çalışmaları" bunun bir aracıdır. Reformist sendika ve birliklerde çalışmak başka bir yöntemdir. Bunlar artırılabilir ve daha da ayrintılandırılabilir. Ancak tartışma götürmez olan, kırsalda ajitasyon-propaganda ve örgütlenme çalışmalarımızın aciliyetidir.
Kadınlara yönelik ajitasyon ve propaganda
"Kadınlar arasında komünist çalışmanın hiçbir şekilde komünist partilerin yan görevi olmadığını, tersine devrimci proletaryanın mücadelesini ve zaferini örgütlemek için önemli, hatta esas görevinin tayin edici bir parçası olduğunun altını kuvvetle çizer." "... tüm parti faaliyetinin önemli bir parçası, evet genel parti çalışmasının yarısı olduğunu kavramıyorlar." (17)
Kadınlara yönelik ajitasyon ve propagandamızı tartışırken yukarıda, Lenin'in ifadeleriyle dikkat çektiğimiz "genel parti çalışmasının yarısı" olma niteliğini en başa koymayı gerekli gördük. Çünkü, son yıllarda yürütülen bir dizi çalışma ve tartışmaya karşın hala bu konudaki genel gerilikten ve politik kavrayışsızlıktan biz de payımıza düşeni almaktayız. "Genel parti çalışmasının yarısı" olma durumu, ajitasyon ve propagandamızda da aynı oranda bir önem taşımakla eş anlamdadır. Ancak açık ki ne parti çalışmaları ne de ajitasyon ve propagandamız belirtilen bu nitelikte değildir.
Daha önce tartıştığımız temel gündemlerde belirttiğimiz görevler, kadına yönelik özel bir aji-tasyon-propaganda yapılmayacağı, bunun özel örgüt ve araçlarının oluşturulmayacağı anlamına gelmemelidir. Bu ihtiyaç tamamen, kadınların o sorunlar içerisindeki özel konumlarından ileri gelmektedir ve ona göre ele alınmak zorundadır. Kürt ulusal mücadelesinin öznesi olan kadınlar, ulusal ve sınıfsal baskının yanında cinsel baskıya da maruz kalan kadınlardır. Toplumsal geri kalmışlığın etkisiyle cinsel baskının en şiddetli biçimlerini yaşayan Kürt kadınları, tüm bu ezilmişlikleriyle çelişkileri en keskin kesimleri oluşturmaktadır.
Bununla paralel olarak, kadınların Kürt ulusal mücadelesindeki önemli yeri bilinmektedir. Önceleri mücadelede erkeğin yanında bir ana, eş, kardeş ve yoldaş olarak beliren, daha sonra bunu da aşarak kendi ulusal ve cinsel bilinciyle mücadelede yer alan Kürt kadınları, mücadelede kadınlara yönelik özel örgütlenme biçimlerinin gerekliliğini kendi pratikleriyle ortaya koymuşlardır. Bugün Kürt ulusal mücadelesinin dayandığı temel dinamiklerden bir tanesi de ulusal mücadelenin vazgeçilmez bir bileşeni haline getirilmiş olan kadınların mücadeleleridir.
Ajitasyon ve propagandamızı oluşturacak temel gündemleri tartışırken ekonomideki, tarım ve köylülükteki gelişmelere yönelik belirttiklerimiz, kadınların mücadele potansiyelleriyle ayrıca ele
alınmayı gerekli kılıyor. Kapitalist sömürü geliştikçe, aynı şekilde emperyalizmin yarı-sömür-gelerdeki sömürüsü arttıkça kadınların daha yoğun bir sınıfsal ve cinsel baskıya maruz kaldıkları bir gerçektir.
Denebilir ki onların emek sömürüsü tam da bu cinsel baskı ve sömürüye tabi olmaları aracılığıyla geliştirilmektedir. Ki böyle olduğu için de kapitalizm kadınlara yönelik cinsel baskı ve sömürüyü daha da kışkırtmaktadır. Aynı şey tarım ve köylülük sorununda, daha doğrusu kırsaldaki sınıfsal çelişkilerde de geçerlidir. Kırsal alanlarda yarı-feodal üretim ilişkilerinin kadınlar üzerinde daha yoğun bir cinsiyet baskısına denk düştüğü ortadadır. Çoğu kez sınıfsal çelişkilerin gölgesinde kalsa da kadın olmalarının bir sonucu olarak, yine cinsel baskı aracılığıyla en yoğun emek sömürüsüne tabi olanlar kadınlardır. Kırsalda üretici ve köylülerin, tarımsal üretimlerinin, dolayısıyla ekonomik geçim kaynaklarını sürdürmekte zorlandıkları, bu nedenle daha fazla emek harcama, ek işlerde bulunma gibi yöntemlere başvurdukları bilinmektedir.
İşte bu daha fazla emek harcamaya dönük "beka stratejileri" çok büyük bir ağırlıkla kadının sırtından yaşama geçirilmektedir. "Ücretsiz aile işçisi" konumlarıyla kadınlar (eşler, genç kızlar...) genel anlamda sınıfsal sömürünün, bunun kopmaz bir parçası olarak da aile içinde cinsel sömürünün daha yoğun bir baskısına maruz kalmaktadır. Bu nedenle kırsaldaki kadın mücadelesi, bu yönde ajitasyon ve propaganda çalışmaları da önemlidir. Şu haliyle açığa çıkartılması ve örgütlenmesi zor bir potansiyel olsa da kırsaldaki sınıfsal temelli mücadelemizin gelişimiyle paralel bu yönde de gelişmeler sağlanacaktır. Daha doğrusu bu gelişimin sağlanması, planlı adımlarla bu potansiyelin açığa çıkartılması, açığa çıkartılan potansiyelin daha ileri düzeyde örgütlenmesi gerekmektedir.
Kadınlara yönelik A/P görevimiz ve örgütlenme çalışmalarımız kuşkusuz ki sadece belirttiğimiz gündemler içerisinde ele alınamaz. Onları da içermek kaydıyla, temelinde kadınlara yönelik cinsel baskı ve sömürünün yer aldığı her türlü haksızlığa karşı ajitasyon ve propaganda göreviyle
yükümlüyüz. Ve bu görevin bir parçası olarak, sadece bilinen çalışmalarının kapsamı içerisinde değil, onunla da ilişkili fakat ayrı bir kadın çalışması göreviyle karşı karşıyadır. Bu görev, özel bir ajitasyon-propagandayı zorunlu kıldığı gibi özel örgüt biçimlerini, komisyon vb. örgütlülükleri de gerekli kılmaktadır. Hem örgüt içinde hem de kitle çalışmamızda, kadınlara yönelik özel çalışma ve örgütlenmeler sorunun en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi kadın sorunu devrimimizin temel gündemlerinden birini oluşturmakta ve "tüm parti çalışmasının yarısı" olma gerçekliğiyle diğer tüm çalışmaları kesen bir çalışma niteliği kazanmaktadır. Ulusal sorunda olduğu gibi kadın sorunu da Demokratik Halk Devriminin temel görevlerinden, dolayısıyla mücadelenin temel bileşenlerinden birisidir. Kadınlar içerisinde örgütlenecek çalışmaya, daha özelde ajitasyon ve propaganda görevimize bu ciddiyetle yaklaşılmalıdır. Bu aşamada son noktayı C.Zet-kin'in net ifadeleriyle koymak yerinde olacaktır:
"... görüşümce, eğer her ülkenin komünist partisi, erkekleri devrime yönlendirmede olduğu gibi, aynı enerjiyle proletaryanın vereceği meydan savaşları için kadınları da kendine çekmez, devrimci eğitimden geçirmezse, bu devrime ve devrim için kitlelerin harekete geçirilmesine muazzam zarar verecektir. Kadınları da bilinçli üyeler olarak devrime katmak ve eğitmek için çaba göstermeyen tüm yoldaşları, devrimin bilinçli baltalayıcıları olarak adlandırıyorum."
Ülkemiz özgülünde ajitasyon ve propagandamızı oluşturacak temel gündemleri ortaya koymaya çalıştık. Bunların kendi içerisinde ve ayrıca gündemler de belirlenebilecektir. Keza sınıf mücadelesi sürekli gelişimiyle her zaman yeni görevler de ortaya çıkartacaktır. Ancak devrimin temel gündem başlıklarını bunların oluşturduğu, bu ciddiyetle ele alınmaları gerektiği açıktır. Temelde bu gündemler olmak üzere, hem ülke çapında hem de tek tek alanlar özgülünde kitleleri ilgilendiren her gündem faaliyetçilerimiz tarafından bilinmek, takip edilmek ve işlenmek zorundadır. Yazımız boyunca eleştirdiğimiz dogmatik, kalıpçı ve genel-geçer çalışmalara hapsolmamak, A/P'yi bunların kısır döngüsüne bırakmamak ancak bu yolla başarılacaktır.
Kitlenin gündemlerine ilgisiz kalan bir örgüt veya faaliyetçinin, kuru ve cansız bir çalışma yürüteceği açıktır. Onun ajitasyon ve propagandası, ajitasyon ve propaganda kavramlarının özüne ters bir
şekilde siyasal ruhsuzlukla malûl olacaktır. Kitlelerin sorunlarına yabancı, devrimin zorunlu parçalarından bihaber bir militan, siyasal olarak ruhsuz bir militandır. Ondan tüm çalışmalarını "Marksizm'in yaşayan ruhu" ile yürütmesi beklenemez ve onun A/P çalışmaları da ruhsuz olmak zorundadır.
Ajitasyon ve propaganda sorunu devrimci coşku ve ruhla ilgili bir meseledir. Bu birden bire oluşmaz. Ancak bunun oluşabilmesinin ölçütü nicel güç değildir. Nicel güç, bir başka deyişle de örgütsel güç ne olursa olsun, doğru olan ve kitlelerde, doğru politika, örgüt ve araçlar tespit edilebildiğinde devrimci coşku, onun siyasal ruhu da yaratılabilir. Bu aynı zamanda önemli yoğunlaşma, ciddi bir çaba ve emek işidir ve dolayısıyla asgari oranda yetişmiş militan da gerektirir. Söz konusu militan ihtiyaca var olanın işlenmesinden, onun yapı içinde ve dışında, teorik ve pratik eğitiminden bağımsız ele alınamaz.
Fakat net olan şu ki siyasal bir ruhla, devrimci bir coşkuyla yürütülen her çalışma kolektifin yetişmiş militan ihtiyacının temel kaynağıdır. Kitleler içerisinde pratik mücadele deneyimleriyle pişmiş bir militan devrimin asıl ihtiyaç duyduğu militan tipidir. Burada eksik bırakılmaması gereken şey ise teorik eğitim ve araştırma-incelemelerdir. Bunlar her militanın pratik çalışmaları ve gelişimleriyle de örgütlenebilmeli ve devrime kanalize edilebilmeleridir. Gönümüz devrimcileri genel itibariyle teoride geri, siyasette sığ nitelikler göstermektedir. İhtiyaçlarına tezat bir şekilde ciddi bir teorik eğitime, araştırmaya-incelemeye de yönelmiyorlar. Onlar her konuda kendilerini yetiştirmeli ve parti çalışmasında ustalaşmalıdırlar. Bunun önemli ayağı ajitasyon ve propaganda çalışmalarıydı ve biz de bu sorunu ele almaya çalıştık.
Fakat bilinmelidir ki, bu henüz giriş niteliğinde bir yazıdır. Ajitasyon ve propaganda konusu daha kapsamlı bir şekilde incelenmeli, başta MLM kaynaklar olmak üzere gereldi her kaynaktan okunmalıdır. Ve daha da önemlisi tüm okuma ve incelemeler somut çalışmalarla iç içe, ona yön verecek biçimde ele alınmalıdır. Çalışmanın gerçek verimi ve yaşamsal zenginliği ancak bu yolla sağlanabilir.