Pazar Kasım 10, 2024

Devletin dilinde ”Barış”bir yalan,bir aldatmacadir

kaypakkaya-partizan
Kürt halkına dayatılan, ‘biz asar keseriz ama siz bu barış sürecine uygun davranmalısınız, sessiz olacaksınız, tepkisiz olacaksınız’dır. Ve gerçekten de bu alçakça cinayetler karşısında ne yazık ki Kürt halkının ciğeri yanmasına karşın, sadece ”sessiz tepki” adıyla cenazeler, sessiz sedasız kaldırılmıştır.

 

Diyelim ki bugüne kadarki iktidarlar kan emici, halk düşmanıydı ama bugünkü iktidar, bugünkü devlet sözcüleri ya da AKP iktidarı, başka bir ”dil”den sözediyor. Peki öyle midir gerçekten?

Bugüne değin yaşanan katliamların hesabını soracaklar mıdır?

Bu hesabı bizim adımıza gerçekten başkaları sorabilir mi?

Bu ne kadar inandırıcır?

Ve bu cinayetler, işkenceler, zalimlikler nasıl affedilecektir?

 

Yok eğer bu hesap sorulmayacak ve herşeyin üstüne sünger çekilip, yeni bir sayfa açılacaksa, onca yaşanan acının, onca ödenen bedelin karşılığı ne olacaktır? Ve sünger seçilip başlanacak olan sürecin, halkların lehine olacağına nasıl inanacağız?

 

Kürt kimliğini inkar eden,

Kürt halkının haklı mücadelesini bastırmak için her türlü cinayete, işkenceye, insanlıkdışı uygulamaya, hapisliklere, gözaltında kaybetmelere başvuran,

bir halkı, sadece Kürt olduğu için aşağılayan,

bu toprakları yüzyıllardır kana bulayan egemen sınıfların ve onların yardakçılarının, bugün masallarla, yalanlarla propagandasını yaptığı gibi, ”kardeşlik” ya da ”barış” diye bir dertleri yoktur.

 

1908 yılında bu topraklarda büyük bir coşkuyla karşılanan, kardeşlik havası estirilen, her milliyetten ve dinden insanların umutlandırıldığı bir burjuva devrim girişimi gerçekleşmişti… Başını Jöntürkler’in çektiği, İttihat ve Terakki kadrolarının ”hürriyet ve özgürlük” diye adlandırdığı ve her milliyetten ve dinden, mezhepten insana umutlar dağıttığı o günlerde, daha ilk günden niyetlerini açık etmeye başlayan İttihat kadroları, hesapları olan Anadolu’yu Hristiyanlardan temizleme planını işletmeye çalışmış ve tam da ”barış”, ”yeni anayasa” gündemlerinin, sarhoşluğunun tam ortasında cinayetler işlemeye başlamışlardı. Onların bu planlarını sezemeyen, ”barış” ve ”yeni anayasa” masallarına inananlar için ise büyük bir trajedi yaşanmıştı. Üstelik bu trajediyi yaşayanlar örgütlü idiler, kendilerini ifade edebilecek güçlü kurumlara ve birikime sahiptiler… Belki de göremedikleri egemen olanların, onlara olan düşmanlığının kof bir milliyetçilikle ilgili olmadığı idi. İttihat kadroları ve devamcısı Kemalistler, burjuva ideolojilerin temsilcileri olarak görevlerini yerini getirdiler…

 

KEMALİZM TASFİYE EDİLMEMİŞ, YENİLENMİŞTİR…

Bugün Kemalizmin tasfiye edildiği, Kemalistlerin hapse atıldığı, Kemalistlerle hesaplaşıldığı lafızları da kocaman bir yalandır.

Nutuk’una bakın Mustafa Kemal’in; Nutuk’da kendilerinin İttihat ve Terakki ile mücadele içinde olduğunu söyler, zira ”İzmir Suikastı” davasında ve İstiklal Mahkemeleri’ndeki davalarda sözde ”devrim” adına nasıl cinayetler işlendiğini hepimiz biliyoruz. Oysa Kemalist kadroların tümü İttihatçı idiler. İttihatçıların 1908′de başlattığı ”burjuva devrim” girşimini devam ettirme çabasından başka bir şey yapmamıştır Kemalistler.

Bugün yaşanan da odur. Bugün Kemalistlere karşı olduklarını iddia edip, bir kaçını yargılayıp, içeriye tıkanlar, tıpkı 1920′li yıllardaki İstiklal Mahkemeleri sürecinde olduğu gibi sadece elbise değiştirmektedirler; kendilerinden önceki uygulamaların devam ettiricileridirler…

Tek dertleri, devamını sağlamakla yükümlü oldukları bu burjuva devleti ayakta tutabilmektir.

 

 

 

2012 yılının son günlerinde, ”Kürt sorununu çözüyoruz” diye herkesi uygun bir ”dil”le konuşmaya davet eden iktidar sözcüleri, laf aralarında ”bu süreci provoke etmeye çalışanlar olacaktır, bunlara karşı uyanık olmalı, barış dilinden vazgeçmemeliyiz” diyorlardı.

Görüşmelerin başladığı iddia edilen günler ise, tam da bu iktidar sözcülerinin işaret ettiği eylemlere tanık oluyordu. Hakkari ve Lice’de bir hafta arayla yapılan operasyonlarda toplam 18 gerilla katlediliyordu. Fransa’da Kürt hareketinin önemli kadrolarından Sakine Cansız’ın da aralarında olduğu üç kadın devrimci Avrupa’nın göbeğinde, Fransa’nın başkenti Paris’te güpegündüz infaz ediliyordu. Birkaç gün sonra Mardin’de Kürt hareketinin bölge yöneticilerinden olduğu iddia edilen bir kişi, özel timlerce kıstırıldığı bir evde, sağ yakalanabilecekken, üzerine 130 kurşun sıkılarak ”imha” ediliyordu. Türk Hava Kuvvetleri hemen peşisıra Irak’a girip Kandil’i bombalıyordu, burjuva medyanın açıklamalarına göre 7 gerilla yaşamını yitirmişti… Aynı sırada Güney Kürdistan’ın Kerkük ve Tuzxurmatu şehirlerinde patlayan bombalar sonucu 20′nin üzerinde Kürt yurtsever yaşamını yitirirken, 200 kişi de yaralanıyordu.

Moskova’da bir Kürt işadamı suikasta kurban gidiyordu.

Aynı günlerde KCK operasyonları tüm hızıyla devam ediyordu…

Ve başbakan Paris’te katledilen üç kadının Türkiye’yede gerçekleşecek cenaze töreninde ”provokasyon” olmaması için, Bahçeli de ”Yeni bir Habur olmaması için” uyarılarda bulunuyorlardı.

 

Kürt halkına dayatılan, ‘biz asar keseriz ama siz bu barış sürecine uygun davranmalısınız, sessiz olacaksınız, tepkisiz olacaksınız’dır. Ve gerçekten de bu alçakça cinayetler karşısında ne yazık ki Kürt halkının ciğeri yanmasına karşın, sadece ”sessiz tepki” adıyla cenazeler, sessiz sedasız kaldırılmıştır.

Ve anlaşılmaktadır ki; bu süreç devam ederken, Kürt halkı benzer saldırılara uğramaya devam edecek ve her defasında sessiz kalması istenecektir…

 

 

ROBOSKİ’NİN KATİLİ DEVLETTİR

Roboski’de katledilen Kürt gençlerinin hesabı mı sorulmuştur?

Nasıl bir yargılama süreci yaşanmıştır?

Rojava’da olanlar hepimizin gözü önünde cereyan ediyor.

Türkiye devleti destekli Kürt ulusu imhaya yeminli çeteler, her gün bir yenisi eklenen saldırılarıyla Kürtleri hedef alıyor…

 

DEVLETİN DİLİNDE ”BARIŞ” BİR YALAN, BİR ALDATMACADIR

Bu süreçte devletin dilinde ve eylemlerinde değişen ne vardır?

Başbakan ”Kürt sorunu yoktur” diye açıklama yapmıştır . ”Tek dil, tek bayrak, tek vatan” sloganını her fırsatta, her konuşmada yinelemiştir.

Müzakereler yürütüldüğü söylense de, bunun gerçek olmadığını BDP’lilerin açıklamalarından öğreniyoruz. Yapılan bütün görüşmeler, oyalama, aldatmaca üzerine kuruludur.

 

Gizli görüşmelerde neler konuşulduğu, hangi konularda ne tür vaatler verildiğini bilemiyoruz. Ancak o görüşmelerde söylenenlerin hiçbir geçerliliği yoktur. Önemli olan pratikte yaşananlardır…

Burjuva medya, Paris katliamını dahi, ”örgüt içi hesaplaşma” olarak yansıtmaya, karşı propagandaya ve operasyonlara devam etmektedir.

 

Barış diye sözettikleri şey, Kürt halkının kayıtsız şartsız, devletin iradesini kabul etmesi, gerektiğinde zaten devletin bazı noktalarda gelişmeler kaydedeceğidir.

Devletin ağzından çıkan ”barış” ya da ” kardeşlik” söcüklerinin anlamı, Kürt halkı açısından daha çok katliam, daha çok baskı, daha çok zulümdür…

 

YÜZYILLIK GELENEKTEN BESLENEN YAKLAŞIM

Tüm toplumu kandırmaya, direnen güçleri de bir takım vaatlerle kısa vadede oyalamaya, uzun vadede ise toptan imhaya yönelik hedefler taşıyan bu yaklaşım, egemenlerin yüzyıllık geleneğinden beslenmektedir.

 

Daha düne kadar gerillanın hakimiyetine giren Kürt şehirlerine, onca donanımlı yüksek vurucu güçlü silahları olmasına rağmen giremeyen devlet, hem fiziki hem psikolojik olarak ağır bir yenilgi sürecinde iken, birden ve daha önce de birçok kez olduğu gibi yeniden ”barış” silahına sarılarak bu gidişatı kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır.

Gelinen noktada devletin ”Barış” konusunda samimi olmadığı zaten çok açıktır; onyıllardan beridir süregelen inkar ve imha politikalarından da bir adım dahi geri durumda değildir.

 

Kürt yurtsever hareketi, Anadolu’da ve dünyada savaşan en güçlü halk hareketlerinden biridir. Yarattığı devrimci dinamikler ve geleneklerle de Kürt halkının özgürleşme yolunda çok önemli kazanımlar elde etmiştir. Dönemsel geri düşmeler, sorunlar yaşansa da, ”Kürt halkının özgürlüğü hedefi”nden şaşılmadığı sürece, bu mücadelenin er ya da geç zaferle sonuçlanacağı çok açıktır.

 

Kimi zaman, bu savaşın kısa vadeli somut kazanımlara dönüşememesi, halk saflarında yılgınlık, bıkkınlık gibi tepkiler doğursa da, ”ne olursa olsun, bu savaş bitsin” yaklaşımında olunmamıştır. Kürt halkının talebi, kendi kimliğini özgürce yaşamaktır ve bugüne kadar bu uğurda çok ağır bedeller ödemiş ve ödemeye de devam etmektedir.

 

Unutmayalım bu devlet, Osmanlı’nın devamıdır, İttihat ve Terakkiciler ve Kemalistlerin devletidir. AKP’ninde çizgisi bu çizginin milim dışında değildir.

20. yüzyılın başında dünyanın gözü önünde 4 milyona yakın Hristiyanı soykırımına uğratan, ardından Alevilere, Kürtlere yönelip katliamlar yapan yine aynı devlettir.

 

Kısacası ”Barış” devletin dilinde yalandan, aldatmacadan başka bir şey değildir.

Devrimci karadeniz

1900