Devrimci coşku yığınların gücünden beslenir!
Nasıl bir, faaliyetçi sorusuna genel olarak kitabi bilgilere dayanarak cevap veriyoruz. Diğer bir ifadeyle var olandan çok, olması gerekenden söz ediyoruz. Sözgelimi; “felsefemizi kavramış, siyasi bakımdan uzak görüşlü, fedakar-cesur, tek başına yönünü bulabilen, halka ve devrime hizmet etmeyi içselleştiren” vb. değişmez söylemlerimizdir. Hiç şüphesiz bunlar önemli başlıklardır. Yeni tipte, demokratik ve özgür bir toplum ancak bu niteliğe sahip yeni insanlarla yaratılabilir.
Çünkü zorunlulukların bilincine varan ve değişimin sürekliliğine inanan, dahası bu ideolojik şekillenişin sarıp sarmaladığı geniş bir militan ordusu ve onun etrafında kenetlenmiş geniş halk yığınlarıyla yeni demokratik ve sosyalist bir iktidar kurulabilir.
Bu olması gerekendir. Peki, bugün var olan nedir? Esas olarak felsefeyi kavramada, siyasi öngörüde eksik, inceleme ve araştırmada yetersiz bir tutum içinde olan, tek başına sorumluluk almada, sorunları çözmede zayıf, yığınların, kendi gücünün farkına varmada sorunlu vb. bir profilimiz var. Elbette ki bu genel tablo içinde farklılıklar olacaktır-olması da kaçınılmazdır. Ama bugün açısından var olan bu farklılıklar, genel tabloyu değiştirir nitelikte değildir.
Bu nedenle olması gerekenden çok, var olan üzerinde tartışmak, değiştirmenin yol ve yöntemlerini aramak, sınıf mücadelesi açısından daha değerli ve anlamlıdır. “Militan olunmalı” yerine, “nasıl militan olunur”, “coşkulu olmalıyız” yerine, “coşku nasıl yaratılır?” sorularına yanıt aramak, tartışmaları bu noktalara kaydırmak gerekmektedir.
Bu anlayış doğrultusunda sorunu biraz daha somutlaştıracak olursak; faaliyetçiler olarak bizlerin coşkusu, kitle çalışması ile alakalıdır. Kitlelerin sorunlarına yaklaşımıda, onları örgütleme siyasetinde geri ve yetersizsek nasıl coşkulu olabiliriz ki? Nasıl ki hiç denizden çıkarılan coşkulu balık görmediysek, bu da böyledir. Çünkü balığın yaşam ve coşku kaynağı denizin kendisidir. Bu kaynaktan koparıldığı anda coşku biter ve hayat da durur. Halk denizinden kopuk her militanın coşkusu da ciddi yetersizlikler taşır. Çünkü; tarihin yaratıcısı olan o güçten gereken enerjiyi almaktan yoksundur.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, yakın tarihimize bakalım; Gezi İsyanı yığınların enerjisinin işaret fişeğiydi. Yığınların gücünü açığa çıkaran bu aydınlık yol, yürümede takatsiz, kendine güvensiz, geçmiş anılarıyla meşgul, gelecek projesini yitirmiş binlerce insanı da bu yolda yürüyen coşkulu kalabalığa kattı.
Korku bulutları önemli oranda dağıldı. “Ben de bir şeyler yapabilirim” duygusu ve düşüncesi yenik ruhlarda yeniden yeşermeye başladı. Şu açık ki, ezilen geniş yığınlar için en büyük felaket; yaşadıkları büyük yıkım ve kıyımlar değil, kendi güçlerinin farkına varamamalarıdır. Şöyle bir tarihe bakalım; zulmün kalelerine karşı yığınlar harekete geçtiği anda ya bu kaleleri zalimlerin-zorbaların üzerine yıkarak onları tarihin çöplüğüne gömmüştür ya da tarihe iz bırakan ve gelecek kuşakların harekete geçmesini sağlamada ateşleyici rol oynayan yenilgiler bırakmıştır.
Bağrında zafer tohumları taşıyan yenilgiler, yeni devrimci hamlelerin en büyük güvencesidir. Komünarların düşleri Ekim Devrimi’yle gerçeğe dönüştü. Ama bu tarihsel hamlede, komünarların ortaya koyduğu destansı direnişin rolü asla yadsınamaz.
Bu değerlendirme ve tecrübelerden çıkaracağımız en önemli sonuçlardan biri; yığınlardan kopuk, büyük başarılar altına imza atmamış, yenilgi psikolojisinden tam olarak kurtulamamış bu şekillenişin değiştirilmesidir. Sorunun ideolojik yanının güçlendirilmesi boyutu, her zaman olması gereken ve asla ertelenmeyecek, küçümsenmeyecek temel görev niteliğindedir.
Bunun yanısıra asıl olan kitlelerle bağların geliştirilmesidir. Haklı ve meşru olan her direniş ve mücadeleye karşı tarihsel bir sorumluluk içinde yaklaşılmasıdır. Bu sorumluluk pratik olarak bize şu görevleri yüklüyor: faaliyet yürüttüğümüz semtlerde, illerde işçi sınıfı cephesinde lokal düzeyde de olsa başlanan direnişlere kayıtsız kalmamalıyız.
Örneğin; sürmekte olan işçi direnişlerini, bulunduğumuz semtlerde, okullarda, işyerlerinde bu direnişleri gündemleştirmeliyiz. “Bu direnişlere nasıl katkıda bulunabiliriz?” sorularına yanıt aramak için daha geniş kesimlerle tartışmalıyız. Direniş çadırlarını ziyaret etmek için, örgütleme komiteleri oluşturmalıyız.
Üniversitelerde başlayan direnişleri bulunduğumuz alanlarda nasıl gündemleştirebiliriz sorularına da benzer nitelikte yanıtlar aramalıyız. Devletin Rojava’da çeteler vasıtasıyla işlediği cinayetlere karşı sokaklarda gösterilen tepkiyle tepkimizi katmalıyız.
Bu somut sorunlar üzerinde atılacak her adım kitlelerle nasıl bağ kuracağımız konusunda bize tecrübe kazandıracaktır. Elbette ki hayalci olmamalıyız. Yani birkaç pratik çalışmayla kitlelerin çağrılarımıza yanıt vereceğini düşünmek, var olan nesnel tabloyu doğru okumamaktır. Bizim yapmamız gereken tüm faaliyetlerimizin merkezine yığınları örgütleme ve harekete geçirme görevini koymaktır.
Çalışmalarımızda ısrarlı ve yaratıcı olduğu kadar sabırlı olmasını da bilmeliyiz. Küçük esintilerle büyük fırtınalar yaratamayız. Ancak küçük esintilerin birikimiyle büyük fırtınalara zemin hazırlayabiliriz. Bu yalnız bizim istemlerimizle de olmaz. Genel manada böylesi bir iklimin oluşması gerekir. Tüm bu pratik adımlar önümüze denememiz gereken yeni yol ve yöntemler çıkarabilir. Unutmamak gerekir ki, daima bir şeyin üstesinden gelinebilecek bir yol mutlaka bulunur. Temel mesele arayıştaki iddia ve ısrardır. Kitlelerle ilişki geliştirmek ve geniş yığınları kavganın öznesi haline getirmek için direniş ve mücadele ikliminin yaratılması gerekir. Militanlaşma bu pratikle kazanılır. Yığınların gücü coşkunun kaynağı olur.
Özgür Gelecek Pusula