Ermeni Don kişot'u-Sevan-Nisanyan
Laure Marchand-Guillaume Perrier
Son çılgınlıklarından biri de inşa ettirdiği bu taş kule. Bir gözetleme kulesini andıran yapı, Şirince köyünün eski Rum kiliselerinin çatılarına ve ovadan köye çıkan tek asfalt yola bakan kesintisiz bir manzaraya sahip. Uzaktan düşmanın gelişini görmek için ideal bir gözetleme yeri. Ve işte, jandarma geliyor. Sevan Nişanyan Romalıları karşısında gören Obelisk’i andırıyor: Türkiyeli bu Ermeni entelektüel iştahla ellerini ovuşturuyor, gözleri parıldıyor: “Harika, jandarmalar”.
İki asker tembel adımlarla mor kravatlı üç memura eşlik ediyor. Selçuk ilçesinden üç memur kim bilir kaçıncı kez, ruhsat almadan inşa edilen on pansiyon için zabıt tutmaya geliyor. Kaç ev? Kaç oda? Amirleri bilgileri titizlikle plana işlerken, diğerleri bayılacak gibi esniyor. Sevan iç geçiriyor: “On iki yıldır kendileri tarafından ziyaret ediliyorum, haftada üç kez.” Askerlerden biri muzipçe lafa karışıyor: “Siz olmasanız memurlar sıkıntıdan patlardı.”
Sevan onların oyalanmasını sağlıyor. Şövalyelere özgü bir inanmışlıkla idareyle kılıç tokuşturuyor, çünkü onun mücadelesi, kendi deyişiyle 1915 soykırımının üzerine inşa edilmiş “son faşist rejim” olan Türk devletine karşı yürüttüğü daha büyük, topyekûn bir savaşın parçasını oluşturuyor.
Ev sahibimizin direnişini örgütlediği yer, Ege kıyısı ve antik Efes kenti yakınındaki Şirince. Nişanyan köyün tarihinin Anadolu’dan tehcir edilen Ermenilerin tarihiyle örtüştüğünü saptamış. Eşkıyanın kol gezdiği bölgeye nüfus iskân etmek ve vergi toplamak isteyen Osmanlı otoriteleri 18. yüzyılda buraya bir Rum kolonisi yerleştirmiş. Büyük yapıların mimarisi tipik Arnavut üslubunda: Bu da beldenin ilk sakinlerinin Yunanistan’ın kuzeybatısından ve Balkanlardan getirildiklerini düşündürüyor. Bu insanlar iki yüz yıl sonra geldiklere yere geri gönderildiler.
İttihat Terakki Cemiyeti’nin Rumları bölgeden kaçırmak için 1913’ten itibaren uygulamaya koyduğu terör politikasına direnenler ya da hayatta kalanlar 1923-24’te Yunanistan’a postalandılar. Ankara ve Atina o tarihte karşılıklı bir anlaşmayla azınlıklarını mübadele ettiler. Böylece ırken ve dinen “saf’ bir ulus devlet inşa etmek için geniş çaplı bir etnik temizliğe giriştiler. Şirince’nin bugünkü sakinlerinin ataları da, Müslüman oldukları için Girit ve Makedonya’dan kovuldular. “Ama bu yeni gelenler burayı bir türlü sahiplenemediler, üçüncü kuşak buraya hâlâ gâvur köyü diyor,” diye anlatıyor Nişanyan. “Rumların ruhları hâlâ ortalıkta kol geziyor.”
Bu mazlum azınlıklarla kader birliği eden Nişanyan, burada hiç yabancılık çekmemiş. Birkaç yıl içinde Şirince’yi gezi rehberlerine giren, görmeden geçilemeyecek bir belde haline getirmiş. Vadiye bakan bir salonda, fonda klasik müzik eşliğinde sunulan Türkiye’nin en güzel sabah kahvaltılarının cezbettiği İstanbul sosyetesi, bulaşıkhanesinden bacasına Nişanyan’ın tasarladığı pansiyonları dolduruyor. Başarı çabuk gelmiş. “izinsiz inşaat” nedeniyle açılan davalar da. “Ama Türkiyenin tamamı kaçak, yerle bir edilmesi gerekirdi!” diye Nişanyan. Gerçekten de, ruhsatsız inşaat yapmak bu ülkede milli bir spor. İstanbul’da yapıların yüzde 70’ini hoyratça dikilmiş binalar oluşturuyor. Bir ateşkes sürecinden sonra, üç yıl önce yıkım tebligatları yeniden zuhur etmeye başlamış. Sevan Nişanyan’ın mahkeme sicilinde bugün yedi dava, kaçak inşaat ve mahkeme kararlarına uymayı ret suçlarından 18 yıl hapis cezası, bir medeni haklarını kullanmaktan men cezası, bir siyasi parti kurma yasağı ve “iyi hal”den 200 liralık tuhaf bir para cezası bulunuyor.
Bundan birkaç ay önce, “Bu ülkede Ermenilere ancak boyun eğdikleri takdirde ve bir Atatürk posteri asarlarsa tahammül gösterilir,” diye söyleniyordu. “Ben karşı çıkarak sözleşmeyi feshettim.” Sevan Nişanyan yurttaşlarının sessiz kalmalarına da öfkeli. Otelin resepsiyonunda asılı duran 2004’te çekilmiş bir fotoğraf kişiliğinin bir özeti gibi: Nişanyan onca kilosuyla, jandarmaların güç bela taşıdıkları bir koltuğa kurulmuş, tahtında oturan bir hükümdar misali alaycı bir tebessümle poz veriyor. Jandarmalar bir tahliye kararını uygulatmak için onu bu şekilde dışarı çıkarmaktan başka çare bulamamış. Ama Sevan bu defa biraz geri adım atmak zorunda kaldı. Evlerini, sonunda buldozer altında kalmalarının önüne geçmek için dostu Profesör Ali Nesin’in yönettiği Nesin Vakfı’na bağışladı. Parlak bir matematikçi olan Nesin, Türkiye’de her türlü demokratik mücadelenin içinde yer alan bir başka düzen bozucu. Suç ortağı Sevan’la birlikte gene Şirince’de bir “matematik köyü” inşa etti. Bu eğitim kompleksi, Türkiye’den ve dünyadan, en gözde uğraşı denklem çözmek olan dâhileri ağırlıyor, ama Türklere matematik sevgisi aşılamak için açılmış sınıflar da var. Yazın dersler açık havada, küçük bir taş amfide, bir zeytin ağacının gölgesinde yapılıyor. Mekânın sahipleri Antikçağ’ın bilgi aktarma yöntemini canlandırmak istemişler. Peşinden, geçen yıl açılan bir tiyatro medresesi gelmiş. Gene çılgın bir proje. Ama Sevan’ın gururunu ona çılgın olduğunu söylemekten daha fazla okşayan başka bir şey yok.
Kaldı ki, bir televizyon programında tarihçi Yusuf Halaçoğlu’na zıt gitmek için biraz çılgın olmak gerektiği kesin. MHP’den milletvekili seçilen bu tarih profesörü devletin inkâr politikasının yılmaz bekçisi. Uzun süre, başlıca misyonu soykırımı yalanlamak ve aksini ispatlamak olan Türk Tarih Kurumu’nun başkanlığım yaptı. Kemalist ideolojinin sinir uçlarına değen Taraf gazetesinde Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’yle dalga geçen bir yazı yazmak için de biraz kamikaze olmak gerekiyor. Ülkedeki bütün dersliklerin duvarlarına asılı olan bu metin her kuşaktan öğrenciler tarafından ezberlenir. “Birinci vazifen, Türk istiklâlini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” cümlesi, bu doğuştan provokatörün kaleminde “Birinci vazifen, insan olmaktır”a dönüşmüş. Fransa’da olsa bu, otoriteye isyan eden bir yeniyetmenin elinden çıkma masum bir pastiş olarak görülürdü.
Ulus kültünün Tanrı kültünün yerini aldığı Türkiye’de ise çok büyük bir hakaret. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna izafe edilen sözler Kuran ayetleri kadar kutsal. Bu olay fanatikleri galeyana getirdi. Tehdit mektupları yağdı: “Sana o yazıyı kendi kanınla baştan yazdıracağız, seni Hrant Dink köpeği gibi öldüreceğiz.” Nişanyan’ın, hâkimlerin pansiyonları için hakkında mahkûmiyet kararları alarak basında çıkan yazılarının bedelini ödettiklerine dair en ufak bir kuşkusu yok.
Ev sahibi ikindi vakti fırından çıkan turtadan son lokmasını alıyor, hikâyesine ara veriyor ve abartısıyla orantılı bir cömertlikle ağırlanan konuklarından akşam yemeğine kadar müsaade istiyor.
Türk eğitim sisteminde reform konulu bir yazı dizisini bitirmesi gerekiyor. Dışarıda yumuşak bir kış güneşi günü uzatıyor. Toprak bir yolun ortasında bir köpek uyukluyor. Bir teke ağılından dışarı çıkmak için meliyor. Bacalardan mecalsiz dumanlar yükseliyor. Egemen düşünce akımlarının uzağındaki Şirince, toplumdaki hastalıklı yanları teşhis etmek için ideal bir gözlemevi. Ertesi gün, Sevan Nişanyan bize Şirince tepelerindeki kayalara oydurduğu Likya kaya mezarı kopyasını mutlaka göstermek istiyor. Kaya mezarının alınlığında klasik Yunanca ve eski Ermenice dillerinde yazılmış bir kitabe var: “Sevan Nişanyan tarafından İS 2012 yılında inşa edilmiştir”.
Bürokrasiyle müstakbel bir çatışmanın habercisi olan bu girişim -zaten amacı da bu değil mi diye sormak gerekiyor- Nişanyan’ın abartılı, baş döndürücü, megaloman kişiliğine ayna tutuyor. Ama bu provokasyon aynı zamanda, Türklerden önce bu topraklarda yaşayan halkları haritadan silen resmî tarihe de meydan okuyor.
Nişanyan’ın entelektüel formasyonunun omurgasını milliyetçiliğe beslediği nefret oluşturuyor. Çocukken Petit Larousse illustre’yi ezberleyerek oyalanan, 17 yaşında Yale’e felsefe, sonra da Columbia’ya siyaset bilim okumaya giden, bilgiye doymayan bu çok dilli dâhi (Sevan Ermenice ve Türkçe’den başka İngilizce, Arapça, modern Yunanca konuşuyor, klasik Ermenice, Yunanca ve Latince biliyor, Fransızca, İbranice, Etiyopya dili ve Süriyanice’yi okuyup anlıyor) erken yaşta keskin bir siyasi görüş edinmiş:
“Kolejden itibaren milliyetçilik, Kemalizm ve militarizmle ilişkili her şeyden nefret ettim, kısacası, Türk ırkının üstünlüğünü savunan bu siyasi sisteme karşı derin bir küçümseme hissi geliştirdim.”
Eğitim sistemi tarafından zihinlere kazınan ideolojik propaganda bu asi ruhta beklenenin tam tersi bir etki yaratmış: Sistemli bir beyin yıkama işlevi görecek yerde, doğanın ona “siyasi amaçlarla” bahşettiği norm dışı beynini “kullanmayı öğretmiş”.
İstanbullu olan ailesi tehcire gönderilmemiş. Babası mimar, annesi ev kadını olan Nişanyan’ın İstanbul’un burjuva semtlerinden Şişli’deki evinde Birinci Dünya Savaşı’ndaki mezalim hakkında tek kelime edilmezmiş. Sadece büyükannesi arada sırada şakayla karışık imalarda bulunurmuş. Ama Nişanyan’ın çocukluk anıları gündelik ayrımcılıkların damgasını taşıyor. Radyo ve gazeteler üstü kapalı bir mesaj veriyor: “Azınlıklar Cumhuriyet’in düşmanlarıdır.”
Ve ABD’de öğrenciyken soykırımın bilincine varıyor; bu keşif “o zamanki Türk devletini yıkma takıntısı”nda ona güç veriyor: Sevan gençliğinde Marksist’miş. Elli dört yaşında artık uzun zamandır öyle olmasa da, kolejli isyanını entelektüel pusulası yapmış. “Bütün kitaplarımın amacı aynıdır: Bu ülkenin o çok zengin tarihini karartan ırkçı Türk ideolojisini yapısöküme uğratmak.” İlk okumada en zararsız görünen kitaplarında bile… Zira Türkiye’de her şey ideolojik.
Örnek verecek olursak, Sevan Nişanyan 2006 yılında Karadeniz bölgesi hakkında bir rehber kitap çıkarıyor. Ülkenin kuzeyindeki Türk İsviçresi muhteşem dağları ve çok etnili tarihiyle keşfedilmeyi bekliyor. Ama ününe rağmen, bölge alternatif turizme yatırım yapmıyor. Burası Bozkurtların kalesi olarak biliniyor. Sevan Nişanyan Karadeniz kıyısındaki Giresun’a ayırdığı pasajda, Topal Osman’ın anısına dikilen bir anıtı alaya alıyor. Topal Osman milliyetçi edebiyatın kahramanlarından: 1915’te yerel Ermeni nüfusu imha eden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin emrindeki bir şaki çetesinin başındaydı. 1919’da, bu defa da Rumlara karşı aynı şeyi yapacaktı.
Heykelin dikilmesine ön ayak olan kişi, Hrant Dink cinayetinin azmettiricilerinden biri olduğundan kuşkulanılan ve ordu-mafya bağlantılı Ergenekon şebekesine üyelikten düne kadar demir parmaklıklar arkasında bulunan General Veli Küçük. Bu meşum şahsiyet 2006’da henüz hapiste değil ve Topal Osman’la uğraşmanın şakaya gelir yanı yok. Ülke aşırı gerilmiş durumda, soykırım tabusunun üzerine gidilmeye başlıyor. Atom Egoyan’ın filmi Ararat ilk kez televizyonlarda gösteriliyor. Tarihsel sorumluluğuyla yüzleşmeye zorlanan ülkeye ağır bir paranoya egemen. Karadeniz konulu turistik rehber tehlikeli bir yıkıcı kitap haline geliyor, ilin valisi yasaklanmasını talep ediyor. Sevan Nişanyan televizyonda misyoner faaliyetleri yürütmekle itham ediliyor. Binlerce ölüm tehdidi alıyor. Sevan, “Bugün yarın arkası kesilir, ki bu da bunların organize bir eylem olduğunun kanıtı,” diyor. Bundan birkaç ay sonra, 19 Ocak 2007’de Hrant Dink katledilecekti.
Sevan’a göre dostunun cenaze töreni Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten-beri üzerinde boy verdiği o çürük toprağın, ırkçı ideolojinin ölüm çanlarını çalıyor. O 23 Ocak günü 100.000’i aşkın Türkiyeli “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağırarak İstanbul sokaklarında cenaze arabasının arkasından yürüyor. “Bu kendiliğinden gösterinin bastırılmadığım görünce, bir Ermeni’yi öldürmekle rejimin yıkıldığını anladım.” Sevan Nişanyan, ihtiyat gereği 1994’ten beri çekmecesinde bekletmekte olduğu, Cumhuriyet’in temellerine topyekûn bir saldırı olan Yanlış Cumhuriyet’i yayımlayarak rejime son darbeyi indirmeye karar veriyor. Bu defa da amaç kutsala saygısızlık: Atatürk’ün hiçbir zaman demokrasiye geçmek gibi bir niyeti olmadığını ve bir diktatörlük kurduğunu göstermek.
Nişanyan tarihi yapısöküme uğratma çalışmasını, evlerini inşa etmekte gösterdiği aynı kararlılıkla sürdürüyor. “Ermeni kimliği Türk devletini eleştirmek için bir artı, işleri karmaşıklaştırmaya yardımcı oluyor,” diyor. En büyük tutkusu olan etimoloji bile Nişanyan’ın siyasi hedefine hizmet ediyor. Devasa boyutlardaki bu ansiklopedik bilgi, Adını Unutan Ülke başlıklı bir kitap doğurmuş: Türkiye’nin çok kültürlü kimliğini yeniden ortaya çıkarmayı amaçlayan, Anadolu’daki Türkçeleştirilmiş yer adalarının eksiksiz sayılabilecek bir envanteri… Bu işin sonu yok. Dilbilimci Nişanyan Şirince’den kitabın internetteki uzantısını yönetiyor, ismi değiştirilen tüm yerlerin ve köylerin Ermenice, Süryanice, Os- manlıca, Kürtçe, Arapça ya da Rumca eski adlarının eksiksiz bir dökümünü vermeyi amaçlayan interaktif bir arama motoru olan Index Anatolicus‘u yaratmış. 2012 sonbaharında sitede toplam yer adı sayısı 31.511’di. Yani, “Türklere ülkelerini ve tarihlerini” bir Ermeni keşfettiriyor.
Nişanyan, Ekim 2012’de CNN Türk stüdyolarında prime time’da çıktığı bir programda gene “Türkçe’yi ve Türkiye’yi benden daha iyi bilen kimse yok,” deme cesaretini gösteriyor. Ayırt edici özelliği olan o kendini beğenmiş ve patavatsız üslubuyla, İslâm dünyasında kanlı tepkilere yol açan Islâm karşıtı provokatif Amerikan filmi Müslümanların Masumiyeti hakkındaki görüşlerini savunmak için çıktı televizyona. Her zaman olduğu gibi, ezber bilgilere ve siyaseten doğru olana ters düştü. Bloğunda Muhammed hakkında şunları yazmıştı:
“Bundan yüzlerce yıl önce Allah’la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir, ‘ifade özgürlüğü’ denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir.”
Giderek bağnazlaşan Türkiye’nin yeni tabularını test etmek için küçük bir nabız yoklaması. “Ermeni köpeği”: Nişanyan’ın Twitter hesabına hakaretler yağıyor. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ yapılanın “suç” olduğunu belirterek cezai kovuşturma açılmasını istiyor, ilahiyatçı bakan konuyu değerlendirirken, “Ancak hasta ruhlu insanlar bu tür hezeyanlarda bulunabilir,” diyor.
Sevan Nişanyan CNN Türk’te bu sözlere “Aklı başında olan herkes ateisttir,” diyerek karşılık verdikten sonra, Türklerin hastalıkları üzerine abartılı ve parlak bir analize girişiyor. “Türkiye’de iki canavarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunların biri Kemalizmdir, diğeri Islâmizmdir.”
Denetlenemez kibrinden bazen bir kısım Türk entelijansiyası tarafından kendi haline bırakılan, bu polemiğin altında kalmaktan korkan Ermeni cemaatince eleştirilen Nişanyan, aslanların ağzına atılmaya gönüllü bir mahkûmu andırıyor. Sınır tanımaz bir düşünce özgürlükçüsü olarak, her tür dogmaya pes dedirtiyor. Sevan Nişanyan: katlanılmaz, ama kesinlikle vazgeçilmez.
(Türkiye ve Ermeni Hayaleti Soykırımın İzinde Adımlar, Laure Marchand, Guillaume Perrier, Çeviri Renan Akman, İletişim Yayınları, sayfa 123-131)