Cuma Eylül 20, 2024

Kaypakkaya’nın gelişiminde Maoizmin rolü

kaypakkaya-partizan
15 Eylül 1920 ve 24 Nisan 1972 tarihleri ülkemizde komünist düşüncenin yayılması açısından sıradan tarihler olmayıp çeşitli milliyetlerden halkımızın yaşadığı Türkiye coğrafyasında, Türkiye proletaryası ve emekçi halkını kurtuluşa taşıyacak yolun aydınlatılması açısından da ilk kıvılcımın çakıldığı tarihlerdir. Proletaryanın burjuvaziyle birlikte tarih sahnesindeki yerini almasıyla iktidar hedefli yürüyüşünün ihtiyacı olarak doğan ve bu doğrultudaki politik aracı olan Komünist Partisi ülkemizde ilk olarak 1920’li tarihlerde ortaya çıkmıştı.

 

Bir yıl gibi kısa bir sürede ülkedeki “Kurtuluş Savaşı”na katılmak, emperyalizme karşı savaşmak için, 15 Eylül 1920’de Bakü’de yapılan “Türkiye Komünist Teşkilatları 1. Kongresi” sonucunda önder kadrolarıyla birlikte ülkeye giriş yapan TKP daha bu anda faşist Türk hakim sınıfları, onların temsilcisi Kemalistler tarafından hedef alınmış, Karadeniz’de Mustafa Suphi ve TKP önder kadrolarının yani 15’lerin katledilmesiyle ilk yenilgisini almış diğer anlamıyla da faşizm tarafından tasfiye edilmişti.

Mustafa Suphi önderliğindeki komünist partinin “Kurtuluş Savaşı”nın önderliğini ele geçirmesi, dolayısıyla “Kurtuluş Savaşı”nın gerçek anlamda ulusal kurtuluş savaşına dönmesi ihtimaline karşı, faşist diktatörlük çareyi 15’lerin katledilmesinde aramış ve bundan da sonuç almıştır.


Faşist Türk hakim sınıflarının M. Suphi’leri katletmesi sonrası TKP Şefik Hüsnü önderliğine geçmiş, esas anlamda “reformcu orta burjuvazi”nin siyasal temsilcisi olarak; revizyonist, reformist bir çizgiye gelmişti. M. Suphi önderliğinin komünist TKP’si Şefik Hüsnü önderliğine geçmesiyle sistemden kopuş yerine onunla uzlaşmayı, onun bir parçası olmayı öne çıkaran TKP kimliğine bürünmüştü. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın tespitiyle TKP; “Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra kesin sağcı ve revizyonist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüsnü, Kemalistlerden, sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır.” (İK Seçme Yazılar)
Bu “sağa revizyonist çizgi” Türkiye devrimci hareketinde (TDH) 50 yıllık bir boşluğun karşılığı olarak bilinir. Silahlı mücadeleye sırt çevirme, köylülüğün devrimdeki rolünü kavrayamama, faşist diktatörlüğün diğer azınlık milliyet ve uluslardan (Kürt, Ermeni, Rum vd.) halka zulmüne göz kırparak, yüzünü sistemin içine çevirmek bu 50 yıllık boşluğun kimi özellikleridir. Bu bir ölçüde “71 Silahlı Devrimci Çıkışı”yla kırılmışsa da daha açık olarak 1972 Nisan’ında İ. Kaypakkaya yoldaşın kurucusu olduğu TKP/ML’nin tarih sahnesindeki yerini alışıyla gerçekleşmiş, O’nun şahsında Marksizm-Leninizm-Maoizm temelde bir kopuşa dönüşmüştür.


Nasıl ki Marks, piyasa koşulları, ihtiyaçları ve güvenliği için kılıktan kılığa giren burjuvazinin her çeşidine karşı işçi sınıfının ideolojisini geliştirmiş enternasyonal proletaryanın bayrağını yükseltmiş ise; Lenin yoldaş Kautsky, Bernstein hainlerine karşı bu bayrağı taşımışsa; Stalin yoldaş Troçki, Buharin, Zinovyev vs.ye karşı bu bayrağı savunmuşsa, korumuşsa; Mao yoldaş Çin devrimiyle, sonrası Kruşçev modern revizyonizmine karşı aldığı ML tutumla ve kapitalist yolculara karşı başlattığı “Büyük Proleter Kültür Devrimi”yle bu bayrağı yükseltmişse; Mustafa Suphi’lerin katledilmesi sonrası TKP’ye hakim hale gelen Şefik Hüsnü önderliğindeki revizyonist-oportünistlere ve kendi döneminin “sol”, “sosyalist” söylemli revizyonist, reformist, cuntacı düşüncelerin aynı sınıfsal yapıdaki temsilcileri TİP, Doğan Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı, M. Belli’den TİİKP’ye kadar olan siyasi aktör ve oluşumlara karşı onlarla mücadele içerisinde olan Kaypakkaya yoldaş da 72’nin Nisan’ında TKP/ML’yi kurarak 50 yıllır revizyonizm, ve reformizme son vermiş bu bayrağı korumuş ve savunmuştur.


Kaypakkaya’nın Türkiye Devrimci Hareketi’ndeki (TDH) yerinin tespiti açısından buranın anlaşılması önemli bir noktadır. İbrahim yoldaş TDH’nin eksikliğinin KP olduğunu, var olan örgüt ve grupların KP vasıflarıyla uyumlu olmadığı gibi onu ters yüz ettiğini görerek pratiğini şekillendirir. İbrahim yoldaşın MLM temeldeki teorik pratik tavrı revizyonizm, reformizmle mücadele içerisinde gelişmiş, bu gelişim Kaypakkaya’yı Proletarya Partisini kurmaya taşımıştır. Bu süreçteki temel anlayış ve yönelimi İbrahim yoldaşın şu sözleri öz olarak ifade eder; “Bugün ülkemizde komünist devrimcilerin esas görevi silahlı mücadele içinde halkın üç silahını inşa etmektedir. Subjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış, kitlelerle kaynaşmış, teoriyle pratiği birleştiren, özeleştiri yöntemini uygulayan, çelik disiplinli bir komünist partisi böyle bir partinin önderliğinde halk silahlı kuvvetleri, yine böyle bir partinin önderliğinde halkın birleşik cephesi” anlayışı… Kaypakkaya yoldaş ülkemiz komünistlerinin esas görevini doğru tespit etmekle kalmamış bu tespite uygun pratiğiyle de örnek tavrı ortaya koymuştur. Örgüt biliminin temel konularında düşünce netliği ve anlayış berraklığı sayesinde Kaypakkaya proletaryanın politik karargahı olarak, Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde komünist partinin önemini kavramış, devrim mücadelesinin örgütlenmesi ve yöneltilmesi için partiyi inşaya yönelmiştir. Zira enternasyonal proletaryanın bayrağının korunup savrulması ancak “Halkın üç silahı” anlayışı ve bunun inşasıyla mümkün olabilirdi.
Ülkemizde 60’lı yılların ortalarından başlayarak, sonlarına doğru işçi sınıfı ve emekçi halkın ve gençliğin mücadelesinde ayakları üzerine doğrulma, bir canlanma açığa çıkmış, her yanı etkisi altına almış, ülkemiz devrim hareketi üzerindeki “ölü toprağı” yavaş yavaş atılmaya başlamıştı. Kuşkusuz revizyonizm, reformizm ve uluslararası komünist hareket içerisindeki tartışmalar, modern revizyonizmin etkileri de militan kitlesel yükselişe paralel olarak kırılmaya, ideolojik, politik temeldeki saflaşmalarda hızlanmaya başlamıştı.

 

Bu kırılma ve saflaşma on yılın sonuna doğru 68 kuşağıyla daha artış göstermeye başlamıştır. “68 Kuşağı” diğer ifadesiyle “68 Haraketi” bir canlanmanın, dirilmenin uç verdiği yıllar olarak genel anlamda dünyada yerel anlamda ülkemizde toplumsal muhalefetin, gençlik hareketleriyle, işçi sınıfının ve emekçi halk yığınlarının eylemleriyle, ezilen Kürt ulusunun mücadelesiyle; sömürü düzenlerine isyanın, aynada o zamana kadar görülen görüntünün bozulmasının ifadesidir.
Ülkemizde 68 Hareketinin ya da 68 canlanmasının salt bir öğrenci hareketi derekesine indirgenmesine karşın işçi sınıfının, emekçi halkın, köylü kitlelerinin de katıldığı “toplumsal bir hareket” niteliğine sahip olduğunu bu eksende baktığımızda daha açık olarak görebiliriz. Ki genel anlamda dünyadaki bu yıllara denk gelen sosyal, siyasal canlanma ve dirilme yönlü hareketlerin genel muhtevasına toplumsal bir hareket alma niteliği damgasını vurur.
Emperyalizmin 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası ekonomik olarak “istikrarlı” bir süreç yaşamıştır. Bu savaşa sebep olan hegemonya bunalımını, keskinleşen, derinleşen çelişkileri; yeniden paylaşımla sonuçlandıran emperyalistler, yeni bir buhran/kriz dönemine kadar bu süreci istikrarlı bir biçimde götürmüştür.
Genel olarak toplumsal muhalefetin gelişme düzeyine bakarak 60’lı yıllara doğru emperyalist kampın saldırganlıklarının artışı, emperyalizmle halk yığınları arasındaki çelişmenin derinleşmesini de getirmiştir. Bunun açık ifadesi dünyada 68 kuşağının, öğrenci gençliğin anti-emperyalist ruhu ve militanlığıyla gelişip işçi sınıfı, emekçi halk ve köylü kitleleriyle birleşmesi, toplumsal bir isyan haline dönüşmesidir.

 

Emperyalizmin bu artan saldırganlığı gelişme, yayılma ve hegemonya siyasetinin neden olduğu açlık, yoksulluk ve zulüm, dünya ölçeğinde 68 canlanmasının nesnel koşullarını hazırlamıştır. Bu nesnel zemini, emperyalizmin sürekli olan, dönem dönem daha da yoğunlaşıp sıkışan politik-ekonomik krizleri üretir. Krizlerin sürekliliği tekelci emperyalizmin gözü dönmüş doymazlığnın, aşırı üretiminin sonucu olarak kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşir. Keynesçi ekonomi politikaları, Marshall Planı gibi ekonomik politikalar yine emperyalizmin aşırı üretim ve birikiminin neden olduğu bir krizin sonucunda oluşmuş ekonomi politikalarıdır. Tüm bunlar çıkışlarındaki iddiaların tersine ezilen sömürülen halkların açlık ve yoksulluğunu daha da boyutlandırmıştır. 68 canlanması da yine bu şekilde emperyalizmin genel çerçevede krizinin yoğunlaştığı ve bunun neden olduğu açlık ve yoksulluğa karşı öfke zemininden yükselirken, Vietnam halkının emperyalizme özel olarak da Fransız ve Amerikan emperyalizmine karşı ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi ve bu doğrultuda elde ettiği zaferler, Çin’de Başkan Mao önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin tüm dünyaya yayılan, etkisi Latin Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da gelişen kitle mücadeleleri, Hindistan’da Çaru Mazumdar önderliğindeki Naksalbari hareketinin mücadelesi aynı zamanda bu canlanmadaki etkenlerdir.
60’lı yılların temel özelliği bu eksende şekillenirken en belirgin anlamda, siyasal zeminde aynadaki görüntünün sorgulanmaya başlaması, o görüntüyü değiştirmek çabası ve pratiğidir. Ülkemiz özgülünde bu pratik reformist, parlamentarist düşüncelerden çıkış zeminini oluşturur. THKO, THKP-C’nin ‘71 silahlı devrimci çıkışı”ndaki reformizmden (tam olarak olmasa da) kopuşu da bu zemin üzerinden yükselir. 68 canlanması anti-emperyalist, anti-kapitalist ruhuyla dünyanın birçok ülkesinde de-tıpkı ülkemiz somutunda olduğu gibi-gençlik hareketlerinin kendi içinde bir üst aşamaya sıçraması, bir diğer ifadeyle siyasal süreçlerinin gelişerek aşılması ve siyasal temelde bu sıçramaya uygun örgütlü silahlı mücadele anlayışı ve pratiğinin çıkışıyla yeni sonuçlara ulaşır.
Ülkemiz özgülünde bu örgütlü silahlı mücadele hareketlerinin çıkışı ‘71 silahlı devrimci çıkışı’yla karakterize edilmektedir. Bu temelde belli açılardan 71 çıkışının yeri ve önemi ayrıdır. Bu karakterine rağmen 71 çıkışında THKO, THKP-C’nin sistemle, Kemalizmle tam olarak bir hesaplaşmasının gerçekleşememesi komünist parti anlayışını geliştirememelerine neden olur. Tüm bunlardan kesin ve net olarak kopuşu daha sonra yine bu süreç içerisinde gelişen İbrahim yoldaşta görüyoruz. Ki bu da TKP/ML’nin kuruluşuyla somuta varmıştır.

 

Ülkemiz devrimci hareketi, üzerindeki “ölü toprağını” yavaş yavaş atmaya revizyonizm, reformizm ve Uluslararası Komünist Hareketin (UKH) içerisindeki tartışmalara paralel modern revizyonizmin etkileri de militan kitlesel yükselişle birlikte kırılmaya, ideolojik, politik temeldeki saflaşmalar da hızlanmaya başlamıştı diye belirtmiştik. Bu saflaşmayı en belirgin anlamda açığa çıkaran, ideolojik çerçevede “ak ve kara”yı belirleyen bu dönemdeki SBKP ve ÇKP arasındaki tartışmalardır. Daha doğrusu Kruşçev modern revizyonizmine karşı Başkan Mao önderliğindeki ÇKP’nin ML tutum alarak karşı çıkışı temelinde yükselen saflaşmalardır. Bu saflaşmalarda tutum ve pozisyon alış aynı zamanda modern revizyonizmle, Marksizm-Leninizm arasında safını belirlemek anlamına geliyordu.
İbrahim yoldaş bu dönemde UKH içerisinde, Kruşçev modern revizyonizmi ve ÇKP arasındaki tartışmalarda diğer bir ifadeyle modern revizyonizm ve Marksizm-Leninizm arasındaki tartışmalarda Başkan Mao önderliğindeki ÇKP’nin ML çizgisinden yana tavır alarak UKH içerisindeki saflaşmada yerini belirlemiştir. Bunda 1966 Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin etkileri, Mao yoldaşın “Burjuva Karargahları Bombalayın!” talimatının İbrahim’de cevap bulması belirleyici olmuştur. Zira Milli Demokratik Devrim görüşünün safları içerisindeki ayrışmada (1969 sonu 1970 başı) Kaypakkaya’nın Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarını tercih etmesinde (pratik eylemin çekiciliğine kapılıp Dev-Genç saflarına katılması için uygun ortam varken) PDA’nın UKH içerisindeki saflaşmalara yönelik tutumu önemli bir etkendir. Bu süreçte PDA ve Kaypakkaya dışında olan M. Belli, H. Kıvılcımlı, D. Avcıoğlu vs. gibi siyasi aktürler UKH içerisindeki tartışma ve saflaşmalarda “taraf olmamayı” tercih etmişlerdir. Sonuç olarak tarih bu mücadelede “tarafsız kalmayı” yeğleyenleri değil Kruşçev modern revizyonizminin ipliğini pazara çıkaran Mao önderliğindeki ÇKP’yi, onun ML çizgisini, ülkemiz özgülünde ÇKP’nin ML çizgisinden yana tutum belirleyip Kruşçev modern revizyonizmine karşı pozisyon alanları haklı çıkarmış, doğrulamıştır.

 

Dünya yine Ekim ayında bu sefer Çin gibi hem yüzölçümü, hem nüfus açısından oldukça büyük bir ülkede bir devrime daha sahne olmuştu. 1 Ekim 1949’da Çin Komünist Partisi Başkan Mao önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan ederek Çin proletaryasının zaferini muştulamıştı. Çin devriminin önemi; dünya dengelerinin sosyalizm lehine sarsılması, emperyalizme karşı Sosyalist Blok’un genişlemesi ve bunun getirdiği avantajlar gibi etkilerinin yanında yarı sömürge yarı feodal ülkelerde devrimin yolu, stratejisi, dostları, düşmanları gibi sorulara getirdiği cevaplarla daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle de emperyalizmin ülke içindeki gerici dayanakları olan komprador burjuva sınıfı, bürokrat kapitalizm çözümlemeleri (Kaypakkaya’nın Kemalizm tahlilinde, hakim sınıfları tespitinde yararlandığı çözümlemeler) bu kesime ve toprak ağalarına, emperyalizm ve tüm gerici sınıflara karşı mücadelenin uzun süreli Halk Savaşı Stratejisini öngörmesi, ML açısından henüz yanıt bulmamış konulara cevap niteliğindeydi. Ayrıca Mao yoldaşın ML’ye yaptığı önemli noktalardaki katkıları ve MLM aşaması olarak devrim bilimindeki yerini alması yönüyle farklı bir önemi vardır. Çin devriminin ve Başkan Mao’nun asıl önemi buralardan anlaşılabilir.
Özellikle de “Emperyalizm ve proleter devrimleri çağı”nda emperyalizm ve işbirlikçilerinin zayıf yanlarının tespiti buna uygun savaş stratejisinin geliştirilmesi konusu açıklık kazanmış, kırsal alanlarda emperyalizmin ve işbirlikçilerinin şehirlere oranla daha zayıf oldukları, iktidar mücadelesinin yarı sömürge yarı feodal ülkelerde kırlardan şehirlere doğru Halk Savaşı yoluyla gelişeceği netlik kazanmıştı. Bu yarı sömürge yarı feodal ülkelerde devrimin hangi yollardan gerçekleşeceği sorusunun artık yanıtlandığı anlamını taşıyordu. Ku bu söz konusu durum aynı zamanda ML’nin MLM aşamasına gelişindeki soruların cevabını da içinde taşımaktadır. Felsefi alanda, politik ekonomi alanında, bilimsel sosyalizm alanında Başkan Mao’nun ML’nin temel bileşenlerine nitel katkıları buranın anlaşılmasıyla görülebilir.

 

Marksizm üretim faaliyetlerinin gelişmesine paralel olarak sınıf mücadelesinin büyümesi, keskinlik kazanmasıyla birlikte ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu noktada ikinci nitel sıçramasını da yine sınıf mücadelesinin en şiddetli olduğu Rusya noktasında Lenin yoldaş şahsında gerçekleştirmiştir. Üçüncü nitel aşaması olan Maoizm yine sınıf mücadelesinin en keskin biçimiyle yaşandığı yarı sömürge, yarı feodal bir yapıya sahip olan Çin noktasında Mao yoldaş şahsında gerçekleşmiştir. Bunun nedenlerine cevap yine emperyalizmin en zayıf halkası yarı sömürge yarı feodal toplumlardaki şiddetli sınıf mücadelesi pratiğidir. Elbette ki Marksizm’in gelişmesi salt sınıf mücadelesinin oranı ile ölçülemez. Sınıf mücadelesinin Marksizm’in gelişmesinde temel bir noktada olduğunun altını çizmektir kastımız.

 

Kaypakkaya yoldaş Çin devrimini, onun gelişme stratejisini bu yönleriyle ele almış, incelemiş ve bu pratikten çıkan evrensel dersleri ülke somutuna, sınıf mücadelesi pratiğine uyarlamıştır. Kaypakkaya’nın ileri MLM kavrayışını başlıca çelişmeler ve baş çelişki tespiti, parti içi iki çizgi mücadelesi anlayışı, devrimin yolu, başlangıç noktası, gelişmesi, Halk Savaşı Stratejisini kavrayışı, sınıf ittifakları, “kızıl siyasi üsler” anlayışı ve bu yönde ortaya koyduğu temel tezlere bakılarak rahatlıkla görülecektir… Ki Kaypakkaya yoldaş da bunu “Hareketimiz BPKD’nin ürünüdür” diyerek somutlamıştır. Evet, İbrahim yoldaş “dünya devrimci pratiği içinde örnek aldığı siyasi hareketlerin de etkisiyle, özellikle MZD’nin (Mao Zedung Düşüncesinin) şaşmaz bir savunucusu olarak kendisini diğerlerinden ayıran bir çizgi seçtiği için farklı bir örgütlenme tarzını temsil et”miştir. (A. Çubukçu, Bizim 68).
Yoldaş, bizim gibi yarı sömürge yarı feodal iktisadi yapıda olan ülkelerde KP’nin öncülüğünde yerli işbirlikçi egemen sınıflara ve emperyalizme karşı silahlı mücadeleye verilecek olan siyasi iktidar mücadelesinin kırlardan şehirlere doğru gelişecek Halk Savaşı Stratejisi olduğunu, ülke somutunu diyalektik materyalist yöntemle analiz edip sentez olarak ortaya koymuştur. Kaypakkaya yoldaş bu sonuca Başkan Mao’nun Halk Savaşı teori-pratiğiyle ülke somutunun analizi ve sentezini buluşturarak ulaşır.
Başkan Mao önderliğinde ÇKP 1949’da Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirerek tarih sahnesindeki yerini almakla kalmamış yarı sömürge yarı feodal ülkelerde sosyalizme giden yolu, bunun politik ekonomik temelini ve biçimlerini de geliştirerek işçi sınıfı ideolojisine ve dünya devrimine de önemli katkılarda bulunmuştu. Demokratik Halk Devriminin gerçekleştirilmesi ve hızla sosyalizme geçerek komünizme ulaşmak nihai hedef olarak; Çin Demokratik Halk Devrimi’nin, Yeni Demokrasi kültürünün, tabii ki de ÇKP’nin önünde duruyordu. ML aşamalı devrim teorisinin gereği olarak demokratik devrimden sonra sosyalizme geçişle sınıf mücadelesi sonlanmış olmuyordu. Burjuvazinin üretim araçları karşısındaki pozisyonu eskisi gibi olmasa da onun ruhu tam da içteydi! Onu tamamen yenmek, sosyalist düşünceyi yeniden yeniden üretmek için sürekli devrimler gerekiyordu. Bu noktada 1966 BPKD’sinin esas anlamını bulur. Sosyalizmde sürekli devrimlerin yapılması, devrimin kendisi kadar zaruridir. Bu durum dünya devrimci, komünist hareketleri/mücadelesi açısından da ilk pratik olduğundan çokça tartışılmıştır. Sorun, 1966 BPKD’ye kadar pratik olarak yanıtlanmamış olan sorunun cevaplanmasında sosyalizmden komünizme doğru giden yolda devrimlerin proletarya diktatörlüğü altında sürdürülüp sürdürülmemesi sorunudur. BPKD bu sorunun cevabını çok açık olarak vermiştir.

 

Mao yoldaş “Tarih bize doğru siyasi ve askeri çizgilerin kendiliğinden ve sakin bir şekilde değil ancak mücadele içerisinde ortaya çıkıp geliştiklerini gösterir” der. BPKD de yoğun bir mücadele içerisinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. İlerleyen süreçlerde Devrimci Enternasyonal Hareket’in deklerasyonunda BPKD’ye ilişkin şu ifadeler yer alıyordu: “Bugün dünyadaki Maoist çevrelere göre BPKD proletarya diktatörlüğünün ve toplumun devrimcileştirilmesinin en ileri tecrübesini temsil eder. İlk kez işçiler ve devrimci öğeler sosyalizmde sınıf mücadelesinin niteliği, sosyalist toplumun bağrından kaçınılmaz olarak çıkacak ve bilhassa parti önderliğinin kendisi içinde yoğunlaşan kapitalist yolculara karşı ayaklanıp onları devirmenin, sosyalist dönüşümleri daha da ilerletmenin ve bu kapitalist öğeleri yaratan toprağı deşip temizlemenin zorunluluğu hakkında berrak bir anlayışla silahlanmışlardı.”
Evet! BPKD’nin teori ve pratiği kapitalist yolcuları yaratan “toprağı deşip temizlemenin” somut karşılığı olarak her türlü tasfiyeciliğe karşı mücadele içerisinden çıkmış ve gelişmiştir. BPKD bu niteliğiyle dünya genelinde bir etki yaratmış, dışta modern revizyonizme içte kapitalist yolculara karşı mücadele ederek bilimsel sosyalizm yolunda önemli bir rol üstlenmiştir.
Ülkemiz somutunda BPKD’nin en berrak bir şekilde İbrahim Kaypakkaya yoldaşta karşılık bulur. Kaypakkaya UKH içerisindeki saflaşmada net tutumunu ülke içerisinde de boyutlandırmış TKP’ye çöreklenmiş revizyonizme, reformizme tavır, daha ileri düzeyde Şafak Revizyonizmine karşı MLM temelde mücadele ederek gerçek yüzlerini açığa çıkarmış kesin kopuşu gerçekleştirmiştir.
Kaypakkaya’nın bu sürecini özce ifade etmek gerekirse; “…Kaypakkaya’nın ideolojik gelişimi ve ülkemizde MLM biliminin somutlanması süreci Kaypakkaya’nın TİP saflarında başta öğrenci gençlik olmak üzere kitle mücadeleleri içinde yani devrimci saflarda yer almaya başlaması, bu saflardayken TİP’e yön veren anlayışı yoğun bir biçimde sorgulanması ve bu sorgulamanın sonucu olarak parlamentarizmden, reformizmden kopuş (1967-68), Milli Demokratik Devrim saflarında yer alışı (1968 Sonbaharından itibaren), MDD safları içerisindeyken bu anlayışa yönelik sorgulayıcı bir yaklaşım sonucunda bu saflarda yoğun olarak görülen askeri darbeci, fokocu anlayışlardan kopuş ve kitlelerin devrimdeki rolü konusunda netleşmesi, MDD saflarında yaşanan ayrışmada Proleter Devrimci Aydınlık saflarında yer alışı (Aralık 1969 ile Ocak 1970), PDA saflarında gerçekleştirdiği sorgulama sonucunda, bu hareketin devamcısı olan Şafak Revizyonistlerinden kopuyu (1970-71-72) ve en sonu programatik tezlerini ortaya koymasıyla birlikte MLM dönem (1972-73).” (Partizan dergisi) Bu kısa kronolojiden de anlaşılacağı gibi işçi sınıfının, proletaryanın ideolojisinde pratik, politik mücadelede Kaypakkaya yoldaş MLM yönünde sürekli kopuş gerçekleştirmiş, koparken burjuva ideolojisinin onda büründüğü biçimlerini mahkum ederek, yoğun bir mücadele içerisinde sürekli ilerlemiştir. O’nun kesinlikle TDH’nin komünist yüzü olması burada anlamını bulur.
TDH’de bu dönemde yaygın olan revizyonist, parlamentarist, cuntacı düşüncelerden, bunların arasından sıyrılıp çıkan bir kopuşun temsilcisi olarak Kaypakkaya gelişimi sürecinde dönemin bol “sol”, “sosyalist” söylemli şiirin sözlerine tav olmayarak araştırmacı, incelemeci, sorgulayıcı özellikleriyle öne çıkmış, en ileri en devrimci teoriyle donanmak için kendi deyimiyle “Bilgili Taraftar” olmanın pratiğine soyunarak MLM klasikleri okumaya incelemeye yönelmiştir.

 

Gelişimi hızlandırmak ancak potansiyel gücü, varolan dinamikleri görmek ve onları açığa çıkarmakla yaşam bulabilirdi. Bu doğrultuda Kaypakkaya yoldaş şu ileri öngörüde bulunuyordu; “Kahraman işçi sınıfımızın, özverili köylülerimizin ve yiğit gençliğin çığ gibi büyüyen mücadelesi, hızla yayılan Marksist-Leninist yapıtlar, Çin’de Başkan Mao’nun önderliğinde yer alan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan etkileri, bütün bunlar, ülkemizin toprağında yığınların mücadelesine önderlik edecek genç bir komünist hareketin fışkırmasına elverişli ortamı hazırlıyordu.” (İK Seçme Yazılar, sayfa 167) Tam da burada Kaypakkaya’nın azmi, potansiyeli, dinamikleri, gücü açığa çıkartma kabiliyeti anlaşılabilir. Kitlelere derinlikli bir güven, halkın üç silahı anlayışı, devrimin kitlelerin eseri olacağına tam uyumlu bir çalışma ve örgütlenme anlayışını açığa çıkartmıştır. Kaypakkaya’nın bu ileri öngörüsü çok açık olarak potansiyeli-gücü görerek onu açığa çıkarma iddiası yüklüdür. Dolayısıyla kitle mücadelesi ve kitle seferberliği yaratabilmek, kitleleri, kitlelerin yapısını, sosyal-kültürel, ekonomik, iktisadi durumlarını iyi tahlile dayanıyordu. Bunun yanında ülkenin siyasal yapısı ilerici-devrimci güçlerinin tespiti, dost-düşman ayrımı gibi konular da önemli meselelerdi.

 

Mao yoldaş “Herkes bilir ki, insan bir iş yaptığı zaman, o işin koşullarını niteliğini ve diğer şeylerle ilişkilerini kavrayamazsa, o şeyi yöneten yasaları bilmez, o işin nasıl yapılacağını bilemez ya da o işi hakkıyla yapamaz” der. Kaypakkaya yoldaşın ileri sürdüğü temel perspektiflere bakarak bilinçli bir faaliyetin unsurları oldukları ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu öncelikle kendisini Kemalizm konusunda gösterir. Zira Kaypakkaya’nın şu ifadelerinden de bunu açıkça görebiliriz: “Şimdi iyi biliyoruz ki; bizim Kemalizm hakkındaki yargılarımız Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İ. Selçuk’tan tutun da, TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-C, THKC, THKO ve Şafak Revizyonistlerine kadar, bütün burjuva küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır.” (İK Seçme Yazılar Sayfa 187) Bu, Kaypakkaya’nın bilinçli eyleminin somut bir halidir. Diğer bir yanıyla yine Mao yoldaşın deyimiyle “savaşın, devrimci savaşın yasaları”nı açık kavrayışın ifadelendirilmesidir.

 

60’lı 70’li yıllar dünya ölçeğinde olduğu gibi ülkemizde de siyasal, sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin geliştiği, yoğunlaştığı yıllardır. 68 canlanmasıyla yakalanan ivme siyasal politik mücadele temelinde 70’li yıllara girildiğinde kendi içinde bir sıçrama yapmış, daha önce de belirttiğimiz gibi aynadaki görüntünün sorgulanması bunun sonucu olarak değiştirme pratiğine yönelişle sonuçlanmıştır. Artık siyasal politik mücadelenin araçları, yöntemleri, yolu vs. değişmiştir, eskisi gibi değildir. Gençlik hareketlerinin mücadelesi, işçi sınıfının, emekçi halkın, köylü kitlelerinin kendiliğinden gelme eylemleriyle birleşmiş, bu temelde gelişmiştir. 15-16 Haziran direnişinden çıkartılan derslerin bunda önemli bir payı vardır, artık devrim mücadelesi reformist, parlamentarist yollardan değil şiddete dayalı olacaktır. “71 Silahlı Devrimci Çıkışı” bu yeni siyasal mücadelenin örgütlenmesi anlayışının sonucunda açığa çıkmış devrimci bir atılımdır. Malum olduğu üzere bu çıkışa ana rengini kazandıran Deniz’de, Mahir’de ve ille de İbrahim’de somutlanan ideolojik, politik, teorik ve pratik duruş ve bunların bütün olarak ifadesi THKO, THKP-C ve TKP/ML olmuştur!
Faşizm koşullarında işçi sınıfının artan baskılara karşı kendiliğinden gelme hareketi 15-16 Haziran’da daha bir yoğunluklu olarak açığa çıkmıştı. Köylülerin eylemleri, 71 çıkışıyla gençlik hareketlerinin mücadelesinin reformist, parlamentarist anlayışlardan belli düzeylerde de olsa koparak silahlı mücadeleye ve bunun pratiğine yönelişlerine paralel ciddi bir kitle duyarlılığı oluşmuş, aynı zamanda kimi cuntacı düşüncelerin “sol darbe” beklediği ordu içerisindeki “9 Martçılar” olarak bilinen “solcu subay ve generaller” de açığa çıkmıştı. 12 Mart faşizmi tüm bunlara karşı muhtıra yayınlayarak faşist darbeyi gerçekleştirmiş “Balyoz Harekatıyla” halk kitlelerinin, işçi sınıfının tüm direnç noktalarına karşı saldırılarını yoğunlaştırmıştı.
Çağdaşlarına nazaran, gelişen işçi sınıfının mücadelesinden özellikle de 15-16 Haziran direnişinden İbrahim yoldaşın çıkardığı dersler çok önemli bir noktada durmaktadır. 15-16 Haziran direnişinden evvel ortaya koyduğu devrimin “şiddete dayalı” olacağının tespitiyle reformist düşünce ve anlayışların etkisinden tümüyle koparak iktidar hedefli mücadelenin reformist, parlamentarist yollardan değil kitlelere yaslanarak silahlı mücadeleyle yürütülmesinin başarı sağlayacağını bu iktidar hedefli mücadelenin de kırlardan şehirlere doğru gelişecek Halk Savaşı olacağını ortaya koyarak çağdaşı diğer devrimci önderlerden ayrılır.
15-16 Haziran direnişi Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu görüşleri doğrulamış, böylece yoldaş reformist, parlamentarist anlayışlardan koparak Şafak Revizyonizmine karşı da tavrında netleşme sağlamıştır. İbrahim yoldaş “Büyük işçi direnişine katılan, sıkıyönetim koşullarında mücadeleyi devam ettiren, kitleler arasında çalışma pratiği olan bir kısım kadrolar, büyük işçi hareketinden gereken dersi çıkarttılar. Geçmişte izlenen çizginin sağcı ve teslimiyetçi bir çizgi olduğunu, revizyonist bir çizgi olduğunu kavradılar. Fakat bu mücadeleyi uzaktan izleyen, kitleleri tanımayan bir kısım burjuva unsurlar, işçi hareketinden gereken dersi çıkartamadılar. Hatta yanlış dersler çıkarttılar. Kolay başarı umuduna kapıldılar. Böylece PDA saflarında yeni bir çelişme doğdu.” (Seçme Yazılar sayfa 278) diyerek bu noktanın altını çizmiştir. Burada boy veren Şafak Revizyonizmine karşı mücadeledir. Daha sonra DABK bildirgesiyle revizyonizme karşı tutum net olarak bir somuta varacaktır.

 

Kaypakkaya yoldaşın aktif devrimci mücadeleye kendini katışı TİP saflarında başlıyor. Somuttur ki çıkış noktasının burası olması varış noktasının da aynı olacağı anlamına gelmiyordu. Hedef ve amaçlar, kabullenişteki neden ve niçinlerin de bir ifadesini oluşturur. Zira Kaypakkaya’nın pratik-politik yaşamı açıkça bunun kanıtıdır. TİP’in reformizminden, parlamentarizminden etkilendiği dönem çıkış noktasıdır. Çok açık olarak MLM’ye ulaşması da varış noktasını oluşturur.
TC devletinin tahlili, Kemalizm ve ulusal sorun, klikler arası dalaş, devrimin niteliği, sınıf ittifakları, dost düşman ayrımı koşullarında Kaypakkaya çağdaşlarından ayrılır. Deniz, Mahir ve diğer siyasi aktörler 50 yıllık revizyonist, reformist çizgiyle ilişkilerini kesemezken İbrahim bilimum revizyonist, reformistleri “yerinden zıplatarak” özellikle de Kemalizm ve ulusal sorun/Kürt ulusal sorunu, devlet tahlili, parlamentonun niteliği, KP anlayışı, faşizm vb. konularda MLM sonuçlara ulaşmış, Kemalizm’de ilericilik devrimcilik arayanlara onun gerçek niteliğini ortaya koyarak MLM temelde bilimsel bir tutum (komünist tutum olarak da okunabilir) sergilemiştir.
Olgulara bakış, onu değerlendiriş, yorumlama ve sonuç çıkarma açısından baktığımızda İbrahim yoldaşın farklılıkları göze batar dereceğe açık ve sistemlidir. Kuşkusuz bu durum onun diyalektik tarihsel materyalist yöntemini sınıf bakış açısı ile doğru temelde birleştirebilmesinden, MLM kavrayışı nedeniyle analiz ve sentez gücünden ileri gelir.

 

Doğru ile yanlış arasındaki mücadelede yanlış ve hatalı olanların atılıp doğru olanların yerine konması, bunu da bir sonraki pratik yönelimde somutlamak İbrahim’in aynı zamanda öne çıkan bir özelliğidir. Bunun en açık örneğini Kaypakkaya’nın PDA saflarındayken yazdığı (Mayıs 1970) “İşçi Köylü Hareketleri ve Proleter Devrimci Politika” adlı yazısına, oradaki düşüncelerine karşı PDA’nın-H. Kıvılcımlı ve M. Belli’nin tespitlerine dayalı-“devrimin subjektif şartlarının hazırlanması” konusundaki ileri sürdükleri düşünceleri de eleştirerek kendi düşüncelerinde de aynı yanlışların olduğunu ifade edip ikircimsiz mahkum etmesidir. Yine aynı tutum orta burjuvazinin “Kurtuluş Savaşı”ndaki yerinin tespiti konusunda da görülür. Bu düşünsel temelde de pratik temelde de Kaypakkaya’nın doğru olmayan yanlarına tutumunu dönemin en ileri teorisine göre belirleme anlayışını özetler mahiyette olduğundan, önemlidir.
İçinde bulunduğu siyasal ortamı pratik ve düşünsel temelde sorgulamaya başlayıp olumsuzlaması bunla yetinmeyip siyasal politik tavrını zamanın en ileri olanına göre belirlemesi, bununla da yetinmeyip onu da sorgulamaya başlayarak olumsuzlaması ve mahkum edişle sonuçlandırması tek kelimeyle bilimsel düşünüş yönteminin sonucudur. Şu da nettir ki bu bilimsel düşünüş gıdasını Marksizm-Leninizm-Maoizm’den alır. Bir diğer ifadeyle Kaypakkaya’nın bilimsel düşünüşü, teori-pratik diyalektiğini MLM’nin temel bir yasası olan “somut koşulların somut tahlili” ilkesine tam uyumlu çalışma, düşünme, yorumlama, sonuç çıkarma, inceleme ve araştırma yönteminde görürüz. Mao yoldaşın deyimiyle; “Pratik, bilgi gene pratik ve gene bilgi. Bu süreç sonsuz döngüler içinde tekrarlanır ve her döngüyle birlikte pratiğin ve bilginin içeriği bir üst düzeye yükselir. Bütün bir diyalektik materyalist bilgi teorisi budur. Bilme ile yapmanın birliği diyalektik materyalist teorisi budur.” (Mao-Pratik Üzerine) Bu açıdan “Çorum ilinde sınıfların tahlili”, “Kürecik bölge raporu” gibi çalışmalar (daha önce çağdaşlarının pek de yönelmediği) örnek teşkil eder. Ülke gerçekliğini, somutu tahlil ederek buna uygun mücadele yöntemlerinde bilimsel sonuçlara ulaşır İbrahim. Zira Halk Savaşı Stratejisinin Türkiye somutuna uygun siyasal iktidar mücadelesi olduğu tespiti de bu bilimsel sonuçların neticesidir.

 

Buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız meselelerden de anlaşılacaktır ki Kaypakkaya yoldaşı 68 canlanmasından, onun siyasal politik muhtevasından, 71 silahlı devrimci çıkışından, dönemin devrimci önderleri ve ilerici unsurlarından, 50 yıllık revizyonizm ve reformizm batağından ayıran ve koparan üç temel özellik vardır. İdeolojik olarak revizyonizme karşı net tutum, teorik ve pratik olarak ülke tahlili ve devrimin yolu konusunda berrak bir ele alış ve bunlara uyumlu pratik devrimci tavır.
Tün bunlara bakarak rahatça ifade ediyoruz ki Kaypakkaya’nın ideolojik-politik ve pratik duruşuna damgasını vuran MLM’dir. Ve O revizyonistlere karşı mücadelesinde MLM’yi kararlılıkla savunur. Zira Kaypakkaya yoldaşın Şafak Revizyonistlerinin MLM’nin sınıfsal niteliğini inkar ederek tahrif etmelerine karşı tavrı çok açıktır. Şöyle diyor yoldaş; “Şafak Revizyonistlerine göre “Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi bütün insanlığın ortak malıdır.” Revizyonist hainler, dünya işçi sınıfının malı olan Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’ni, sınıflar karşısında tarafsız olan ve hangi sınıfın elindeyse o sınıfa hizmet eden üretim araçlarına, matbaa makinasına benzetmektedirler. Şafak Revizyonistleri, her komünistin bilmesi gereken ve Marksizm’in-Leninizm’in abecesi olan en ilkel gerçekleri bile çiğnemekte tereddüt etmiyorlar. Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşünçesi’nin iki karakteri vardır, biri sınıfsal karakteridir, yani bir sınıfın proletaryanın hizmetinde olmasıdır; ikincisi de, pratik karakteridir, yani sınıf mücadelesi, üretim mücadelesi ve bilimsel deney pratiğinden doğması ve tekrar pratiğe uygulanabilir olmasıdır. Revizyonistler, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’ni en önemli özelliğinden sınıfsal karakterinden koparmışlar; böylece onu proletaryaya ne ölçüde hizmet ediyorsa burjuvaziye ve toprak ağaları sınıfına da aynı ölçüde hizmet edecek “ilahi bir ahlak felsefesi” durumuna düşürmüşlerdir. Kaldı ki her ahlak felsefesinin bile bir sınıfsal karakteri vardır. Marksizm-Leninizm-Mao Zedugn Düşüncesi’ni bu kadar bayağılaştırabilmek, büyük bir yetenek(!), çok ince ve kıvrak bir zeka ister ki o da bizim revizyonistlerimizde bol bol vardır.(…) Bugün dünyamızda insanlık, sınıflara bölünmüştür ve bu sınıflar arasında kıyasıya bir mücadele vardır; proletarya elinde Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi silahıyla toplumun bir kesimini arkasına toplamış gericiliğe karşı bir ölüm kalım savaşı vermektedir.” (İK Seçme Yazılar, sayfa 414-415-416) Buradan da açıkça anlaşılacaktır ki Kaypakkaya’yı çağdaşlarından ayıran temel özelliklere Marksizm-Leninizm-Maoizm damgasını vurmuştur. Kaypakkaya’nın teorik, politik ve pratik bütününden bu niteliğine rağmen onun duruşunun Maoizm’den ayrı ele alınmaya çalışılması doğru değildir. O’nu böyle ele almak Kaypakkaya’yı anlayamamanın kavrayamamanın sonucudur. Bu tür yaklaşımları böyle değerlendiriyoruz. Kaypakkaya yoldaş Marksist-Leninist-Maoist olduğu için komünisttir. O’nun kurduğu Proletarya Partisi Marksist-Leninist-Maoist olduğu için KP’dir.

 

Bitirirken şunları da ifade edelim, 71 Silahlı Devrimci Çıkışında Deniz’de, Mahir’de somutlanan pratik-politik duruş; hangi açıdan bakılırsa bakılsın esasen devrimcidir. Kaypakkaya bu çıkışın komünist yüzüdür.
Onların kısa fakat nefes nefese, soluk soluğa yaşadıkları hayatı, mücadelenin temel niteliğini tam da şairin ifade ettiği;
“Ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı
Ya da dünyamıza inecek ölüm!”
dizeleri karakterize eder. Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in faşizmin idam sehpalarından haykırışı, Mahir ve yoldaşlarının Kızıldere’de “Biz buraya dönmeye değğil ölmeye geldik!” şeklindeki açık tavrı, İbrahim’in Diyarbakır işkencehanelerinde büyüttüğü ser verip sır vermeme geleneği bunun içindir: Ya ölü yıldızlara götürülecektir hayat ya da dünyamıza inecektir ölüm!

“Kadrolar hakkında hüküm vermeyi becermek gerekir. Bir kadronun yalnız belli bir hayat dönemini veya tek bir olayını değil, aynı zamanda geçmişinin ve çalışmalarının bütününü göz önünde bulundurmalıyız. Bir kadro hakkında hüküm vermenin başlıca metodu budur.”
Mao ZEDUNG

3297