Pazartesi Ocak 27, 2025

Kim ister ülkesinden uzak kalmayı

Kaypakkaya-Partizan
Ülkeye dönme özlemi ile yaşayan Hamza, “Kim ister doğup, büyüdüğü şehirden uzak kalmayı, bütün her şeyimiz orada kaldı, okul evimizin önündeydi, kimseye muhtaç değildik” diyor.

 

Gecenin ilerleyen saatiydi. Son kez baktı tarlalarına, dedesinden, babasından miras olan tarlalarına, buğday ve pamuk ektikleri tarlalarına, gitmek var belki de dönmek yoktu topraklarına.
 

Gözünün önünden bir çırpıda yaşadıkları geçti, bir film şeridi gibi. Çocukları, eşi ve akrabaları yanlarına alabildikleri zorunlu eşyalarını sırtladılar, düştüler yollara.
(.../Tütün ve tarih koyun torbanıza. Kekik ve dağ ateşleri / Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini / ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi, /Ten rengi aya bakın son defa / yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri /...)
Hamza 47 yaşında, diğer mülteciler gibi akrabalarını, çocuklarını alıp vurmuşlar kendilerini dikenli tellere, geçmişler mayınlı tarlalar arasından bir gecede Rojava’nın Qamişlo kentinden çıkmışlar yola-daha önceki başarısız deneyimlerinden sonra- Türkiye sınırını geçmişler. Bu göç öykülerinin ilk adımları idi, zorlu adımlarla ilerlediler. Suriye’deki savaşa gazete, televizyon haberleriyle ve internetten ulaşanlar savaşın katliamcı, vahşi, kirli yüzünü sanal alemde “izliyorlardı” yalnızca. Oysa ki savaş gerçeği ile yaşamak her an ölümle yaşamaktı. Çocuklarının, eşinin, yakınlarının arkadaşlarının ölümlerini her an görebilmekti. Rojava’da, El Nusra çetelerinin her an evini basabilmesine, çeteler tarafından ölüm fetvalarıyla katledilmeye açık olmak demekti. Ya da Esad rejimi uçaklarının bombalamasına açık olmak demekti. Savaşın ortasında olmak can güvenliğinin dışında, açlıktı aynı zamanda, hastalık ve kıtlıktı savaş. Üretim durmuştu, eğitim durmuştu. 47 yaşındaki Hamza için ölüm ve açlık dışında arayışlara ihtiyaç vardı, zaten kardeşini de önce bu yüzden göndermiştiler, başka diyarlara...

Mültecilik başlıyor
Savaş ve onun yarattığı yıkımlar can kaygıları ve aş kaygıları onları  ‘mülteci’ olmaya yöneltmişti. ‘Mülteci hayatlar’ının başladığı bu yeni, büyük ama çok büyük şehire İstanbul’a gelmişlerdi. İş, güç, geçim derdi, eğitim, sağlık dertleri vardı artık. Hamza ile konuşmak istediğimizde başta konuşmak istemedi çekindi “Zaten sıkıntılardan kaçtık geldik buraya, yeni  sıkıntı yaşamak istemiyorum ”dedi. Ancak isteğimizi kıramadı sonra başladı anlatmaya.
Qamişlo’dandılar. Çiftçilikle uğraşıyorlardı. Tarlalarına buğday ve pamuk ekiyorlardı, durumları da fena da sayılmazdı, geçinip gidiyorlardı işte. Savaşın ilk günlerinden başlayarak anlatmaya başladı Hamza: “Savaş başladıktan sonra şehirlerimiz kuşatılmıştı, önce yiyecek sıkıntısı yaşanmaya başladı, bir süre sonra da yardımlar gelmeye başladı. Ama bu yardımlara ulaşmak zorlaşmaya başladı, yardımlar geliyordu ama yetişemiyorduk daha doğrusu biz göremiyorduk nereye gidiyordu bilmiyorduk. Aldığımız gıda yardımı onbeş gün ancak yetiyordu, sonra yardım gelir mi? Alabilir miyiz? bilmiyorduk. Anlayacağın yardım geliyordu ama yetersizdi. Savaş başladıktan sonra zaten iş güçte kalmamıştı geçim iyice zorlaştı.” Qamişlo’nun durumunu sorduğumuzda  “Biz çıkana kadar çok bir şey olmamıştı. Ancak etrafımızdaki köyler çok zarar görmüştü. Ölümler vardı korkularımız vardı, evleri El Nusra çeteleri basıyordu, diğer taraftan da Esad uçakları bombalıyordu. Sonra biz  Türkiye’ye geldik bizden sonra ne oldu çok iyi bilmiyorum ama bildiğim bir şey var hala çokça ölümlerin olduğu” diyordu.
Sınırı geçişlerini anlatmaya devam ediyordu büyük bir heyecan ve düşünceli ruh hali ile anlatırken  bir kez daha yaşıyordu.  
“iki defa sınırı geçmeye çalıştık. İlk gece bizi yakaladılar, sınırda Türk yetkililer bizi geri gönderdiler. Ertesi gece tekrar denedik sonunda geçmeyi başardık. Sabaha kadar buğday tarlaları arasında yürüdük oradan Nusaybin’e kadar Nusaybin’de bir gece kaldık sonra İstanbul’a geçtik. Kardeşimi bizden önce göndermiştik onun evinde kaldık.” Suriye’de yaşadıkları geride kalan günlerden, sorunlardan söz ederken de “ Savaş başladığında kardeşimi askere çağırdılar, biz onun askere gitmesine izin vermedik, nasıl gönderelim ki, kime karşı savaşsın ki dedik. İki akrabamızı askerdeyken kaybetmiştik, bazılarının Esad askerleri tarafından öldürüldüğü söyleniyordu. Bazılarının  ise muhaliflerle çatışırken öldüğünü söylüyorlardı. Onlarda tam bilmiyormuş. Biz de ilk olarak kardeşimin Türkiye’ye kaçmasını sağladık. Bir de geçen gün köyü aradık, onlarla konuştuk köylümüzü “Karnas” silahıyla kafasından vurmuşlar. Çocuk daha çok gençti!” diyordu.

İstanbul’da yaşam
İstanbul’a gelmişlerdir artık, Fatihte Suriyeli mültecilere yardım ettiği söylenen bir kuruluşa yönlendiriliyorlar. Hamza, “Şu zamana kadar kimse bize yardım etmedi. “Muwaffaq Kojan denilen yardım kuruluşuna Ramazan’dan önce başvurdum ama hiçbir şey çıkmadı arayan soran olmadı, bekliyorum işte” diyor. “Bize çok laf söylüyorlar”  diye ekliyor, bazen çevremizdeki insanlar “sizin yüzünüzden evler pahalandı,  iş bulamıyoruz” diye tepki gösteriyorlarmış. Artık büyük şehrin tüm riskleri ve uyum problemleri onları bekliyordu.
Kalabalık bir aile olduklarını ve sağlık sorunlarının da bulunduğunu belirtirken de “Ev konusunu hiç girme şu an bir evde 13 kişi kalıyoruz. Zaten burada Suriye’den geldiğimizi duyunca ya ev vermiyorlar ya da pahalıya veriyorlar. Geçen ev bakmaya gittim daha eve girmeden 2 bin lira verdim. Evin tuvaleti  bozuk sıcak suyu akmıyor bir sürüde masrafı var ama ne yaparsın mecburuz. Asıl korkum bundan değil, ev için sözleşme yapmadık evi başkasına kiraya verirlerse diye korkuyorum. Aslında bakarsan bu kadar sıkıntıya dayanırız en büyük sıkıntımız sağlık diye ekledi. Devlet hastaneleri bakmıyormuş, özel hastanelere de pahalı olduğundan gidemiyorlarmış. Geçen çocuklardan birinin diş problemi vardı, devlet hastanesine gidemedik özele gittik ama 300 lira dediler bizde veremedik, acısını biraz dindirip öylece eve geldik.” diyor. İstanbul’da ikametgah icin Emniyete gidip başvuruda bulunmuşlar ancak yetkililer onları Midyat ve Nusaybin’e yönlendirmiş.

İş ve eğitim sorunları
Çocuklarının yaşamına dair de şunları söylüyor “Bir  oğlum 18 yaşında konfeksiyonda çalışıyor,  ortanca olanına güç iş bulduk, üç tane de kızım var biri 10. sınıfa gidiyordu, o artık okuyamayacak. Diğer iki kızımdan en küçüğü ikinci,  diğeri 5. sınıfa gidiyordu. Onları burada okula yazdırdım Suriye’de okulları vardı ancak lise olmadığı için 10. sınıfa giden kızım okulu bırakmak zorunda kaldı. Ben de özel bir Türkçe kursuna yazıldım ama devam edemiyorum şu anda çalışıyorum hafta sonu da sadece Pazar günü açık artık ne kadar faydalı olur bilmiyorum.”

‘Bir gün mutlaka döneceğiz’
Gönlünün, aklının, anılarının kaldığı ülkene, köyüne bir gün yeniden dönme konusunda ne düşünüyorsun dediğimizde ise; “Zaten kim ister doğup, büyüdüğü şehirden uzak kalmayı, bütün her şeyimiz orada kaldı, okul evimizin önündeydi, kimseye muhtaç değildik” diyor.  
“Kulağında karanfil/ Teninde tarçın / Gözlerinde göç var / Döner bir gün Anka /Kilidinde döner anahtar”


BAHOZ DENİZ/İSTANBUL

1914