Kırılma noktalarından biri kemalizmi karsımıza almamak
RESMİ TARİHLE HESAPLAŞMANIN KIRILMA NOKTALARINDAN BİRİ KEMALİZMİ KARŞIMIZA ALAMAMAK
Bazı araştırmacı ve akademisyen çevrelerin tarihsel süreçleri ele alırken gözden kaçırdıkları ya da bilinçli olarak yaptığı bir şey vardır ki o da İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti) süreci ile Kemalistlerin iktidar oldukları süreçleri birbirinden ayrı ele almalarıdır. Böyle bir ele alış ne gibi bir sonuç doğurmaktadır peki?
Ermeni Soykırımı’ndan sorumlu olanları İTC olarak görür, böylece “Cumhuriyet”i ya da Kemalistleri karşınıza almamış olursunuz. Öyle ya tarihsel olarak Ermeni Soykırımı ”Cumhuriyet” öncesinde yaşanmıştır.
1915 Ermeni Soykırımı, hala Osmanlı İmparatorluğu dönemine denk düşmektedir ve iktidar olan İTC’dir . Süryanilere yönelik katliamlar da yine bu dönemde başlamıştır. Bu durum, Kemalistler açısından, “bizden önce yaşandı bunlar” biçiminde bir savunu şansı doğurur. Kemalistler, 1933 yılından sonra yazmaya başladıkları “yeni resmi tarih”lerinde İTC ile ilgileri olmadıklarını, hatta onlarla sürekli bir çatışma içinde olduklarını iddia ederler.
Oysa durum bunun tam tersidir; bir kere Kemalist kadroların hemen tümü eski İTC ve Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarıdır… İTC ile hiç bir ideolojik farklılıkları olmadığı gibi, onların başlattığı projeyi, Kemalistler devam ettirmişler; Ermeniler ve Süryaniler’den sonra Rumlara yönelik daha organize bir soykırımı planını hayata geçirmişlerdir… Yani Müslüman olmayan ulusların imhasının ardından Kızılbaş Alevilere ve Kürtlere yönelerek, Pontos/Pontus’u, Küçük Asya’yı, Kürdistan’ı kana bulamışlardır.
KEMALİSTLER İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN DEVAMIDIR
Erzurum Kongresinin tarihinin 23 Temmuz (*) olarak seçilmesi tesadüf değildir. Her 23 Temmuz’un 1935 yılına kadar “Hürriyet” bayramı olarak kutlanması da tesadüf değildir. Arap harflerinin yerine Latin harflerinin tercih edilmesi düşüncesi, İTC’nindir mesela.
Kılık kıyafet değişikliği de yine İTC’nin ortaya attığı düşüncelerdir.
Hatta bütün yer, dağ, nehir gibi adların Türkçeleştirilmesi de İttihat ve Terakki’nin aldığı daha sonra Mustafa Kemal’in uyguladığı bir karardır. 1915 yılında Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Enver Paşa imzasıyla Trabzon Vilayeti’ne bir genelge gönderilir. Genelgenin sağ üst köşesindeki tarih, 14 Teşrîn-i Ewwel 1331’dir yani 27 Ekim 1915… Genelgede şu emir verilir:
“Ermenîce, Rumca, Bulgarca, hatta Türk olmayan Müslüman kavimlere ait vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir gibi bütün adlar Türkçeleştirilecektir.”
Emirname, 24 Teşrîn-i Sanî 1331 (7 Aralık 1915) tarihinde Trabzon Vilayeti Mektub-i Kalemî’nin (Trabzon Valiliği Yazıişleri Müdürlüğü) eline geçer.
Trabzon Valiliği’nin 20 Haziran 1916’da kaleme aldığı 63 sayılı cevabî yazı da Vilayet Encümeni tarafından onaylanarak 3 Temmuz 1916 günü İçişleri Bakanlığı’na gönderilir. İlk yer değişikliği uygulaması ise Kemalistler tarafından Artvin’de 1922 yılında yapılır.
Yani Kemalistler, İTC’nin devamcısıdırlar…
KEMALİZM İLE ÇATIŞMAMAK ADINA GERÇEKLERİ YOK SAYMA
Bazı kesimlerin Ermeni Soykırımı’nı dile getirip, Pontos/Pontus Rum Soykırımı’ndan söz etmemelerinin sebebi de budur işte. Sorun salt bilgi yetersizliği olarak açıklanamaz… İTC’ye, Teşkilat-ı Mahsusa’ya dair belge ve dökümanlara ulaşanlar, bu projenin önce Müslüman olmayanları, sonra da Türk olmayanları kapsayan bir proje olduğunu ve daha Ermeni soykırımı yaşanırken diğer uluslara da yöneldiğini görmemiş olamazlar. Görmelerine rağmen dile getirmemelerinin arkasındaki sebep çok açıktır… Eğer Pontos/Pontus Soykırımı (1919-1923) dile getirilmeye başlanırsa, hedef direk “Cumhuriyet” ve Kemalistler olacaktır.
İşte bu bazı kesimlerin kaçındığı ya da bilinçli olarak yaptığı şey budur. Bir taraftan tarihle hesaplaşma adına Ermeni Soykırımı dile getirilecek, öte yandan bu hesaplaşmaya Kemalistler dahil edilmeyecektir.
Bu yüzden bu kesimler konu Pontos/Pontus Rumları olduğunda sadece ”MÜBADELE”den söz ederler. Mübadele, Yunanistan devletiyle Kemalistlerin yaptığı bir anlaşma gereği (1923 Lozan) İstanbul dışında yaşayan Rumlarla, Yunanistan’daki Müslümanların yer değiştirmesi / zorunlu göç ettirilmesidir.
Soykırımı ile kıyaslandığında daha hafif bir durum olarak görülebileceğinden ve sorumluluğun Yunanistan devletiyle paylaşılmasından dolayı, Kemalizmle daha alt düzeyde bir çatışma, hatta çatışmama durumudur bu.
Sınıfsal bakış açısından uzak, Osmanlı Devleti, İTC ve Kemalist iktidarları birbirinden ayıran her anlayış hem herhangi bir ulusun milliyetçiliği ile olaylar hakkında değerlendirmeler yaparak, güncel politik çıkarlar peşinde koşmakta; dolayısıyla resmi tarihe karşı gibi görünüp yeni çarpık bir tarih anlayışını dayatmakta hem de ezilen, zulm gören ulusların hakkını ararken, diğer uluslarla düşmanlıklara sebep olabilmektedir.
ERMENİ SOYKIRIMI’NDA KÜRTLERİN SORUMLULUĞU
Ermeni Soykırımı’nın sorumlularından bahsederken, ”Alman emperyalizmi ve İTC kadar Kürtlerin de sorumluluğu vardır” denilerek ”Kürtler” ulusal bir örgütlenme olarak suçlanmaktadır.
Bu bakış açısıyla bakarsak bugün koruculuk sistemini nereye koyacağız o zaman? 30 yıldır devam eden koruculuk sistemi, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesini boğma amacını taşımaktadır ve korucuların hemen tümü Kürtlerden oluşmaktadır.
Peki bu örgütlenme bir Kürt örgütlenmesi midir, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin bir örgütlenmesi midir?
Aynı şey Ermeni Soykırımı’nın sorumlularını belirlerken “Hamidiye Alayları”ndan yola çıkarak, “Kürtlerin de sorumluluğu vardır” derken de yapılmaktadır. Hamidiye Alayları, Osmanlı devletinin bir askeri örgütlenmesidir, Ermeni Soykırımı’ndaki rolünden ötürü de Kürtlerin de sorumluluğu vardır demek bilimsel bir yaklaşım olamaz. Elbet bu soykırımında bazı Kürt aşiretleri de kullanılmıştır ama bu bir devlet örgütlenmesi dahilinde gerçekleşmiştir.
Yine yakın tarihimizde 1990′lı yıllar içinde Kürt ulusunun özgürlük mücadelesini bastırmak amacıyla oluşturulmuş ”HİZBULLAH” örgütlenmesi, İslami bir örgütlenme gibi görünmekte, hatta İslamcılar’dan oluşmaktadır, ama Hizbullah bir devlet örgütlenmesidir, sorumluluk İslamcılar’da değil, devletin kendisindedir…
TARİH SINIFSAL BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALINMALI
Tarihi yorumlarken, sınıfsal bakış açısından uzaklaşılırsa kimin düşman kimin dost olduğunun belirsizleştiği bir durumla karşılaşırız.
Neden? Çünkü, Ermeni Soykırımını dile getirirken, İttihat ve Terakki bu soykırımının sorumlusu olduğundan, Kemalizm ya da “Cumhuriyet” ile bir çatışma içinde olmadan, “Her şey Cumhuriyetten önceydi” biçiminde bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu yanıyla tarihin sadece bir evresine dair “gerçekleri açığa çıkarma” faaliyeti hem eksik, hem de hatalı bir yaklaşımdır.
Ermeni Soykırımı’ndan bahsedip Pontos/Pontus Rum Soykırımı’ndan bahsetmemek, Koçgiri, Zilan, Dersim’den söz etmemek, ya da ”o benim konum değil” gibi yaklaşımlar hem bilimsel, hem de samimi değildir.
RESMİ TARİHLE HESAPLAŞMAK İÇİN AKADEMİK UNVANLAR YETMEZ
Bu katliamların gerekçelerini, sınıfsal bakış açısından uzak, bir kişi ya da partinin hırsı, hezeyanı gibi değerlendirmek, tarihi bilimsel bir şekilde ele almamaktır. Tarih içerisinde yaşanan herhangi bir olay, öncesinden ve sonrasından bağımsız ele alınamaz…
Ve burada tarihçinin, somut gerçeklik ya da tanıklıklardan öte, bakış açısı belirleyicidir. Eğer resmi tarihle hesaplaşmak isteniyorsa, yapılacak olan Osmanlı’dan İTC’ye, Kemalizme ve günümüz AKP çizgisine kadar süregelen egemen iktidarların devletiyle ve onların tarihi ile hesaplaşmadır.
Yoksa bu tarihin salt bir kesitine dair yapılacak çalışmalar eksik olacağı gibi resmi tarihe karşı, bir başka çarpık tarih anlayışını ikame etmenin ötresine geçmez. Kısacası, akademik unvanlar yeterli değildir, resmi tarihle hesaplaşmak için; her şeyden önce bilimsel bir tarihçi bakış açısına sahip olunmalıdır… Ve tabii vicdana…
* 23 Temmuz: 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderliğinde Abdülhamid’in tahttan indirilerek, II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi. Taner çilingir