Kürkçü: Öcalan tek başına temsil etmez
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü demokratikleşme paketinden barış sürecine kadar gündemi BirGün'e değerlendirdi
BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü demokratikleşme paketinden barış sürecine kadar gündemi BirGün'e değerlendirdi. Kürkçü'ye göre, hükümet PKK lideri Öcalan'ı tek başına muhatap almak istiyor.
-Çözüm süreci şu an tıkanmış durumda. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu? Kürt siyasetinin, çözüm süreci içerisinde AKP ile ilişkisi nasıl olucak?
Hükümet bir yıl önce ihracımızı konuşuyordu. Şimdi ise eşbaşkanlarla müzakere götürüyorlar. AKP ile ilişkiden ziyade çelişkiden söz edebiliriz. Kürt özgürlük mücadelesinin atmaya hazır olduğu adımları hükümet atmaya hazır değil. Müzakere sürecinde üçüncü bir gözün rol oynamaması önemli bir problem. Hükümet bu meseleye kimseyi karıştırmak istemiyor. BDP'yi bile. Öcalan çatının en üstünde. Gerillanın, halkın, politikacıların olmadığı bir durumda Öcalan'ın tek başına bir şey temsil etmesi söz konusu olmaz.
-30 Eylül'de demokratikleştirme paketi açıklanacak. Paketten neler bekliyorsunuz?
Paketteki maddeleri bilmiyoruz. Hükümet siyasi muhataplarına listeyi götürüp, düşüncesini sormuyor ama kamuoyunu hazırlamak için gazetelere maddeleri sızdırıyor. Pakette gözüken şu; hem bir şeyler değişiyormuş gibi görünecek, hem de hiçbir şey değişmeyecek. Hükümet bir şeyler yapmış gözüküyor ama aslında temel meselelerde adım atmıyor. Gazetelere sızan maddelere baktığımda, hükümetin egemenliği vermek istemediğini görüyorum. Kürtler ve diğer toplumlar egemenliğe ortaklık talep ediyorlar. Hakları bu, başka türlü eşitlenemez kimse. Hükümet kendi egemenliğini elden çıkartmak istemiyor. Öcalan'ın açtığı kapı buna tekabül edecek. Öcalan çatışmasızlık teklif ederek Ege Denizi’nden İran sınırına kadar bir hak mücadelesi zemini yarattı. Kürtler bence Türkiye’ye kendilerince şöyle büyük bir katkıda bulundu: ''Ortak yaşamak için çatışmasızlık gerekiyorsa biz onu yapalım ama kimsenin üstün olmadığı bir ortak yaşamın imkanları hakkında konuşalım.'' Türkiye solu bu arayışa ortaklık edebilirse daha iyi olur.
-Türkiye solu derken kimleri işaret ediyorsunuz?
CHP’den gayrı alanı ifade etmek istiyorum. Sosyalist, devrimci ya da radikal demokrasi mücadelesinden gelen Kürt özgürlük mücadelesinin çeşitli damarlarından oluşan karmaşık bir alana ‘sol’ tanımlaması yapıyorum. Kapitalizmle uzlaşma manasındaki bir solu o denklemin dışında bırakıyorum. CHP 12 Eylül Anayasası’nın değişmez dediği ilk dört maddesini kabul etmeye devam ettiği sürece Gezi’de ayaklanan gençlerle nasıl bir bağ kurabilir? Çünkü o insanlar artık çizgiye dayalı bir hayatta yaşamak istemiyorlar. Hatta Türkiye’ye dayalı bir hayat tasavvur etmiyorlar. Siz gerçek bir ekoloji mücadelesi sürdürüyorsanız kaçınılmaz olarak enternasyonalistsiniz. Çünkü doğa sizin keyfi çizdiğiniz sınırları bilmiyor, tanımıyor. Öyle olduğu için bu itirazlar CHP’nin oligarşik devlet arayışıyla uzlaşmıyor. Anti-kapitalist bir ayrım çizgisi bizim sol dediğimiz kesimi tanımlamak için önemli.
-Açılım süreci konusunda CHP’nin tutumunu, CHP’nin takındığı rolü bekliyor muydunuz? Yoksa CHP’den beklentiniz başka mıydı?
CHP’nin takındığı tavrın baştan aşağıya yanlış olduğunu düşünüyorum birden çok sebeple. Birincisi; çözüm sürecine ulusal egemenlik anlayışıyla yaklaştıkları andan itibaren aslında çözüm tartışması yapmak istemedikleri anlaşıldı. Onlar diyorlar ki; Güney Kürdistan’da yaşayanlarla görüşerek bu meseleler çözülmez. İkincisi CHP sürece dahil olsaydı AKP’nin bunu bir çeşit İslam dayanışması çerçevesinde çözme eğilimleri güç kazanamazdı. AKP, CHP sürece dahil olacak diye kötü rüyalar görüyordu. AKP’nin muhafazakar oyununu demokratik bir biçimde bozmak çözüm sürecine dahil olmaktı. Ancak CHP’nin merkezinde duran bu milliyetçiler bunun vatana ihanet olduğu yaygarasıyla aslında Kürtler ile Türklerin eşitlendiği bir süreçten duyduğu korku sebebiyle sürece dahil olmayı frenledi. Bu sürece dahil olmadı ve eski MGK çizgisinde siyaset yürütmeye çalışıyor. Zaman zaman AKP’li vekiller ile çeşitli komisyonlarda karşılaşıyoruz onlarla varabildiğimiz tek ortak nokta CHP’nin sürece katılmamakla ne ettiği.
-Yerel seçimlere geçelim. HDK’nin yerel seçimlerde tavrı ne olacak, nasıl çalışmalar yürütecek?
HDK seçimlere iki partiyle girecek. Kürdistan’da BDP, diğer bölgelerde HDP ile girecek. Doğrusu bunun en iyi çözüm olduğunu düşünmüyorum. Bence biz tek partiyle girmeliydik. Seçim sonuçlarıyla yüzleşmek açısından daha sağlıklı olacaktı. İkiye bölündüğümüz için sinerji nispeten düşecek. Kadınları, gençleri, LGBT hareketini, kent hakları hareketini ve daha birçok oluşumu bir araya getirmeliyiz. Yerel seçimi Tayyip Erdoğan kendisi için bir referandum olarak görüyor. Yüzde 50’yi geçmeliyim’ diye bakıyor, bu iddiaya meydan okuyan bir hal almamız gerekiyor. Tüm sol, sosyalist, demokrasi güçlerinin bunu yapması lazım. Kurulu düzen ile anlaşmazlığı olan herkesin burada ortak çıkarı var. Yerel seçimler AKP'nin sarsılmış hegemonyasını doğrultmasına imkan verirse telafisi zor siyasi sonuçlar yaratacak. Gezi'de ortaya çıkmış sinerjinin sürdülmesinden ibaret olduğunu düşünüyorum bütün konuşulanların. Gezi'nin bütün getirdikleri kabul ama bir adım daha ileriye atmamız gerek.
-Gezi döneminde hükümetle BDP'nin ilişkisi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümetten gelen bir telkinin rolü yoktu. Esas hükümetin bunu istismar için BDP'ye teşekkür gönderdiğini biliyoruz. Bu bir siyasi harekete yapılacak en olumsuz iltifat. Kürt hareketi uzun süredir mücadele eden ve dayanıklı bir hareket olduğu için bunun izi çabuk silinebilir belki ama daha küçük çaplı hareketlerin bunun nasıl altında kaldıklarını önceki deneyimlerden biliyoruz.
-Hükümetin Sırrı Süreyya'ya İmralı'ya gitmeme konusunda verdiği direktif...
Direktif değil ceza verdi. Eşbaşkanlar da Gezi'ye gelselerdi eminim Demirtaş'a da hükümet aynı şeyi getirirdi. Bir partinin PKK lideriyle yapacağı görüşmeye kimin gidip gitmeyeceğine karar vererek işe başlıyorsanız çözüm açısından son derece dar bir marjdasınız. Öcalan'ın 12 kişilik bir listesi vardı, hükümet ancak üç dört kişiye vize verdi.
-Siz var mıydınız o listede?
Vardım.
-Mayıs ayında yayınlanan bir söyleşinizde sol ile Antikapitalist Müslümanların bir araya gelmesinin gerekliliğini belirten bir açıklama yaptınız. Yoğun eleştiriler aldınız.
Söyleşide benim sözümü çarpıttılar. ''İslamla emek temelinde ortalık kurabiliriz'' diye manşet attılar. Ben İslamla demiyorum. Devrimci Müslümanlarla diyorum. İslami gelenekten gelen bir hareketle kapitalizmle didişen bir oluşum var Türkiye'de. Biz bunlarla ittifak yapacağız tabii. İslamla ilgili her meseleyi doğrudan doğruya AKP'nin hanesine yazarak tartışmaya başladığınızda size alan yok. 1980 öncesi kimsenin diniyle imanıyla uğraşmadan, camiye giden insanlarla sokağa çıkmayı başardı sosyalist hareket. Bunu yaparken inançlar konusunda herhangi bir tartışma yaratmadı. İhsan Eliaçık'a ne diyeceksiniz? Eliaçık bizim manifestoda yazdığımız her şeyin Kuran'da karşılığı olduğunu söyleyen bir okuma yapıyorsa bizim oraya dair bir sözümüzün olması lazım. Bu insanlar soldan etkileniyor, Mahir Çayan'ı seviyorlar. Senin sevmeye hakkın yok mu diyeceğiz? Dinin kendisinde muhalif dinamik yok ama dindarlar arasında dini muhalefet bakış açısından yorumlayan çok önemli akımlar var. Bunları tanımak gerek.
-Kürt hareketiyle siyaset yapmaya başladıktan sonra Kürtlere olan bakışınızda değişme oldu mu?
Bende bir değişme olmadı doğrusu. Türkiye Sosyalist Hareketi'nin ana akıntısı nasılsa, ben öyleyim. Kürt hareketinin belirgin bir siyasi varlık göstermediğinde de Türkiye sosyalist hareketine düşen görev Kürtlerin varlığını kabul etmekti. Türkiye halkları diyenle, Türkiye halkı diyenler olarak ayrılırdı Türkiye solu. Biz Türkiye halkları demek isteyenlerdendik. O dönem cezaevinde olduğumdan Kürt hareketinin evrimini cezaevindeki Kürtlerden öğrendim. Kürdistan Özgürlük mücadelesinin çeşitli dinamikleri arasında kendi tarihini Türkiye Sosyalist Hareketi'nin tarihiyle ve kendi mücadelesini Türkiye devrimci mücadelesiyle irtibatlandıran hemen hemen tek akımdır PKK. Niye ilgi çektiğini daha kolayca kavrıyorsunuz. Kürt hareketiyle en içice ilişkim 1992'de Özgür Gündem'in yayınlanmasıyla başladı. Milletvekili olmam şu andaki ilişkimi görünür kılıyor. Yoksa daha önce de ben Kürtlerin hep yanında durdum. Hiçbir zaman da iki hareket aynıdır demiyorum. Ben halen Sosyalist hareketin insanıyım. Ortak bir stratejik temel doğrultusunda beraber çalışıyoruz. Beraber çalıştığımız çatının ahlakına uygun hareket etmeye çalışıyorum. Farklılıklar anlaşıldıkça daha iyi ilişki kuruyorum. Ne kadar çok farklı renk bir arada olursa bu tereddütleri aşmak o kadar kolaylaşır. Aynı ırmağa akmakta olan kollarız ve bu ırmak akıyor ve akmaya da devam edecek.
-Meclis'te LGBT bireylerinin tanınmasının gerekliliğini anlatan bir konuşma yaptınız. Meclis'te bir ilkti.
HDK sürecinde LGBT hakları için mücadele eden insanları dinledik. Meclis'te ilkti ama bu benim ilk sınavım değildi. 1978 yılında Niğde Cezaevi'nde de eşcinsel arkadaşlarımıza yapılan haksız muamaleye karşı onların haklarını savunmuştuk.
-Şu anda Türkiye'ye baktığınızda ne görüyorsunuz?
Mao'nun lafı geliyor aklıma. Bir gün Mao'ya bu kadar atıf yapacağımı hiç düşünmezdim. ''Gök kubbenin altında kaos var, her şey mükemmel.''
-Meclis'in içi her zaman merak edilir. Meclis'te çalışan insanlarla ilişkinizi sormak istiyorum. Çalışanlarla ne konuşuyorsunuz? Neler söylüyorlar size?
Bizim milletvekilllerinin çoğunluğunun çalışanlarla arası iyi. Çalışanlar çaktırmadan ahbaplık kuruyorlar. Sıklıkla fotoğraf çektiriyoruz. Çektirmek istemediklerinde onlar için ilgi kaynağı olmadığımızı anlıyoruz. Genellikle iyi dileklerini sunuyorlar, bazen talep ve şikayetleri oluyor. Genelde siyaset konuşulur ama AKP'nin Meclis'te de baskısı çok olduğu için aleyhte konuşmayı size bırakıyorlar. Meclis eşit olunmayan bir yer. En asap bozucu şey koridordan geçişimde herkesin ayağa kalkması. Her ne kadar gerekmiyor deseniz de yapıyorlar. Bir kere ara verirlerse başkası geçtiğinde kalkmazlarsa problem olur. Okullar çok geliyor. AKP çok fazla insan taşıyor Meclis'e. Meclis'in kendilerinin olduğu fikrini onlara aşılamaya çalışıyorlar. ''Burası bizim, burada çoğunluğuz, görün'' demek istiyorlar. Bu sayede rahatlıkla propaganda şansı yakalanıyor.
-Yoğun tempoda ayakta kalmayı nasıl başarıyorsunuz? Son dönemde gördüğünüz polis şiddeti de cabası.
Özel çabam yok. Yapıyla ilgili. Dayanıklıysanız kalabiliyorsunuz. Tempoyu düşürmediğinizde ne olduğunu fark etmiyorsunuz. Esasen mücadeledeki insanların azmi yeniliyor ve dinçleştiriyor beni.
FOTOĞRAF: CAN GÜRASLAN