Nisan’ın Çocuklarına Selam Olsun!
İlk ne zaman Nisan olduysa o zaman!
Kaçıncı Nisan’dayız? Kaçıncı hayattayız? Kaçıncı yağmur tanesiyiz hesapsız yağan! Yürüdüğümüz, ektiğimiz, oturduğumuz, üstümüze örttüğümüz toprak söylesin!
Söylesin, Nisan yağmurlarının ardından gülümseyen güneş!
Kaç damlayız? Kaç damlacığız? Kaç damlayla biriktik? Kaç damlayla nehire, kaç damlayla denize, kaç damlayla okyanuslara döneceğiz?
Gökten yere, yerden göğe kadar haklı toprağı ıslatan Nisan yağmuru!
Suları biriktirmekte haklı! Suları kavuşturmakta, yürütmekte, toprağı yarmakta haklı Nisan yağmuru!
Yeşillensin diye hayat! Sürsün, yürüsün ıslak ıslak, büyüsün diye!
Hayat yağmurla başladı en nihayet ve en büyük ihtimal Nisan'la kolkola!
Ey suda başlayan, toprağa dönen hayat;
Heyhat! Ama artık sudan çıkmış balık değiliz!
Halk bir derya ise biz onun içinde balık gibi olanız!
İlk yağmur tanesine bağlıdır sular! İlk yağmur tanesine inançlıdır okyanuslar! Fırtına onlarla gelir, kar boran onlarla. Baharlar da, filize durmuş tohum da!
Dalgakıranlarla çarpışa çarpışa yürüyen su, büyüyen düş, o elmacık kemiklerinin altından yayılan ince gülüş, betona çarpan yürüyüş, yarılan gövdeler, yarin alnına düşen nar çiçeğinden gölgeler, rüzgarda savrulan saçları topraktan annelerin, bilir bunu, bunu bilir bunu söyler;
Söyler... söyler... durur, söyler, durur ... Dilleri lâl olur, yüreği mâr olur, düşleri dar olur, ekmeğinde diş izleri, suyunda gurbet, nefesinde yürünmemiş yollar, yarım kalmışlar, ahlar... ahlar …ahlar... Bilenir kalkar. Yürür söyler. Söyler yürür. Düşer söyler. Kalkar söyler. Koşar söyler... düşer söyler, kalkar söyler, durur söyler, sussa da söyler, dursa da söyler... Gerekse nakışlarla, gerekse bakışlarla söyler, sazlarla söyler, ateşlerle söyler, yarılmamış tomurcuğun sesiyle söyler, günü gelir kayalardan akan suların gümübürtüsüyle de söyler...
söyler söyler durur, durur durur söyler....
Neyi mi?
Yağmurdan kopmuş Nisan'ın sözünü!
"... Belki biz olmayacağız, ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak!"
Çağlasın artık sular! Çağlasın artık sular! Büyüyerek, yürüyerek en kara, kalın, yalın kayaların karnını yararak!
Aldığı suyu unutmayan çeliğin aşkına!
Aşk halidir bu!
Bu çeliğin en yalın halidir.
Dağları delen Ferhat'ın, çöle düşen Mecnun'un, köreltilen Mem'in, bayırda gezen iki büklüm dervişin hali değil!
İnsanın ilk halidir! Son halidir. Menzilinde düşen karıncanın halidir!
Makineye düşen ter damlasının halidir!
Hayatı yaratan nasırlı, iri , kirli, ama onurlu, ama dirençli ellerin aşkıdır. Makineyi çeviren, toprağı deviren, alnına nar çiçeği gölgesi düşeni seven ellerin aşkıdır. Kitaba ve ekmeğe aynı bilgelikle uzanan ellerin halidir! İflah olmaz!
Ve ihtiyar bacaklarını iki hantal ırmak gibi ağır açtı gök. Ve çatal şimşek çaktı ve kızıl yıldız balkıdı. Bir hançer kırıldı, yağmur yağdı, Ve aşkın ruşeym hali düştü toprağa.Yollar uzadı ve deli sular gibi yürüdü dağlarımızdan kızıl ordular . Ve yorgun avuçlarımın üzerinde doğruldum ben, İnsan.Dökülecek kan vardı daha damla damla… Görülmedi, duyulmadı böylesi artık. Yalnız ölündü canım.Ölündü, komünal hayat uğruna. Ve yeni bir gün doğdu alnımızdan. Bir ünlem kaldı. Adım aşkın tarihinde.
Aşkın tarihini yazan, o nasırlı avuçlara kazıyan, yüzleri Nisan yağmurlarıyla yıkanmış, pırıl pırıl parıldayan, kazanan, kaybeden, paylaşan, üreten, rüzgarlara dönen, rüzgarlarla dönen, yürüyen, koşan, kederlenen, sevinen, damla damla yağan, yağdıkça biriken, bazen çekilen, bazen gürleyen, yıldırımları bileyen, biriken, biriken, daha da birikerek sellere dönüşecek olan onlar, siz, biz diyoruz ki;
Kalem kâğıt ve yapayalnız gizli bir ağıt
Ve düğmelerinin altında saklı pespembe etin
Buyururlar ki onun için
Ser da sır ne da.
Veya milattan önce
Toprağı sürdükten
Tohumu serptikten
Suyu verdikten sonra
Xatırı sıma..
Yarılan ekmeğin buğday kokusu
Der ki
Bakma gizlenmeye çalışıldığına
Ben ondan gelirim.
DENİZ FARUK ZEREN