‘Oğlum Kürtsün, Solcusun, Alevisin vururlar seni’
8 Eylül 2011 tarihinde Maraş 5. Zırhlı Tugay 1.Mekanize Taburunda askerlik yaparken öldürülen Eren Özel’in annesi Zeynep Özel oğlunun cinayetiyle ilgili mektup yazdı.
Eren Özel için Malatya'da düzenlenen tören sırasında, Özel'in ailesi tabut üzerindeki Türkiye bayrağını kabul etmediklerini söyleyerek, askerlere teslim etmişti.
Eren Özel'in amcası Mesut Özel, nizamiyede nöbet tutan askerlere Türkiye bayrağını göstererek, "Bu bayrak yeğenimin tabutuna sarılıydı. Olay aydınlatılıncaya kadar bu bayrağı almayı kabul etmiyoruz. Bu bayrağı olay aydınlatıldıktan sonra alacağız" diyerek bayrağı askerlere vermişti.
VATANIMI ÖLDÜRDÜNÜZ
“Vatan sağ olsun, demiyorum. Benim vatanım oğlumdu. Vatanımı öldürdünüz işte. Ölüler sağ olur mu? Gitme askere dedim gitme sen Kürtsün, Solcusun, Alevisin vururlar’’ diyen Anne Özel’in mektubu şöyle:
"Nedense hep bebekliğini hatırlıyorum bugünlerde. Kara gözlerin, tombul beyaz yanakların, alt çenende iki dişinle gül goncası gibi gülen ağzın… Hep bebekliğini hatırlıyorum bugünlerde nedense…
Eren, askerde vurulmuş, dediklerinde Pirpirim döndü, Malatya döndü, Beydağları döndü, Fırat nehri döndü… Ben, hepsinin altında kaldım. Yavrum, sen hepsinin altında kaldın. Boğazıma bir taş, göğsüme koca bir kaya oturdu. Soluk alamadım. Almak da istemedim.
Bebeğim soluk almayacaksa, Pirpirim sokaklarında yürümeyecekse… Gülen gözleriyle, anne ben geldim, demeyecekse… Sokağın başından dayeeeeee, halteeeey, aneeeey diye seslenmeyecekse…
Artık, yürüsem, soluk alsam, konuşsam neye yarar? Ayaklarım, her gün senin üstünü örten toprağa götürüyor beni. Soluğum, senin acınla ağıtlar söyletiyor bana. Göğüs kafesim dar geliyor senin acını taşımaya. Ölüm, beni de al, götür Eren’ime diyorum. Duymuyor sesimi.
Eren’im, babasız büyüdü. Eren’im okula çoğu gün aç gitti. Eren’im çocukluğuna, gençliğine doymadı. Gitme, dedim; Eren’im gitme. Sen daha küçüksün; vururlar seni. Sen Kürtsün; vururlar seni. Sen Alevisin, vururlar seni. Sen solcusun vururlar seni… Sen daha çocuksun, vururlar seni…
Siyasi hükümlü babanı ziyarete cezaevlerine gittiğimizde itilip kakılarak kendiliğinden öğrenmiştin bu ülkedeki yerini. Bu ülkedeki değersizliğini…
Borcumu ödeyeceğim, dedin. Ne almıştın ki borcun olsun? Babanı elimizden alıp seni babasız bıraktıkları mıydı sana verdikleri? Borcun, babasızlığın mıydı? Borcun, okula aç gitmen miydi? Borcun, okulunu yarıda bırakarak ayak işlerinde çalışmak zorunda kalışın mıydı? Borcun, köyünü sevmen miydi? Borcun, aileni, komşularını, akrabalarını, ülkeni sevmen miydi?
Eren yaşamayı severdi, neşeliydi. Yavrum süslüydü. Güzel giymeyi severdi. Kefeni de güzel giydirdiler yavruma. Daha 19 yaşındaydı. Nasıl kıydınız yavruma, ben saçının teline kıyamazken? Nasıl vurdunuz gözünden, ben öpmeye kıyamazken? Askerim, çocuk askerim, anan öleydi yavrum.
Vatan sağ olsun, demiyorum. Benim vatanım oğlumdu. Vatanımı öldürdünüz işte. Daha niye diyeyim sağ olsun vatanım, diye? Öldürdünüz vatanımı. Ölüler sağ olur mu?
Erenim’i vurduranlar, sizin yavrunuz yok mu? Evlat sevgisi tatmadınız mı hadi evlat acısı tatmadınızsa da. Siz hiç gözünden vurulan, yüzünün yarısı parçalanan yavrunuzu kucakladınız mı? Ben indim mezarına yavrumun. Yüzünün, parçalamadığınız yanını öptüm. Ellerini okşadım, öptüm ellerini. Yüzünün sol yanı yoktu yavrumun.
Yavrumu vurduranlar, kardeşi kardeşe vurduranlar, siz hiç yavrunuzu toprağın altına koydunuz mu? Çocuğunuzun üstüne toprak attınız mı? Yavrum, diyerek taşı toprağı kucakladınız mı? Ben, artık, taşı toprağı kucaklıyorum. Eren’imin başucuna dikilen bir kalas parçasını öpüp okşuyorum. Artık, böyle yaşamak da istemiyorum…”