Sen beni nasıl anlayacaksın?
Ben sonsuz kaynağa dönerim yüzümü, aşk üzerine kurgulanmış birlikteliğimiz. Oysa sen sana düşenle, çürüyenle beslenirsin. Gencecik ışık çocuğu bedenini çürüterek yok edersin. Ölüm senin gıdan, ben ölümsüzüm oysa. Sen yaratıldığına inanırsın, çünkü her şeyin varoluş ve yok oluş üzerine yazılmış. Oysa ben, var edeni var edenim. Onun varlığı benim varlığıma muhtaç, o ya da ben yok, tekiz, kendimize muhtacız, kendimizle besleniriz. Doğan, doğuran, dölleyen ve de doğumu gerçekleştiren tektir, budur bizim gerçeğimiz.
Sen kendi gerçeğine ulaşmak için karanlığa, ben ise ışığın kaynağına yönelirim. Sen kendini dört duvar arasında, ben ise kendimi yokluğumda ararım. Ben hesabımı halk-Hakk divanında nur cemallere, sen ise karanlığın derinlerinde yarattığın kan emicilere verirsin. Bizim hesabımız gönül, sizin ki biat ve korku iledir.
Yunus sözleri, Suud gönlüyle dillendirilir mi? Söyle bana, İbnül Arabi’nin Hakk kelâmı, Ebu Hamza’nın kulağına tanıdık gelebilir mi? Sırrın sırrı; köleleşmiş akıl tarafından saklanıldığı yerden çıkarılır mı? Nereden bileceksin çamur insan, sen gölgelerle avunurken, onları gerçeğinmiş gibi kabul ederken, ben onların bensiz bir hiç olduğunu görüyorum. Senin taptığın gölgeleri yaratan ben, kendimi, kendimden öte olan beni sorgularken, Pirim’in posta oturuşuna rızalık veren ben, nasıl olur da yüzümü mikropların yuvası olan saraylara dönerim. Pirim Sultan’ın köpekleri bile harama dokunmazken, haram çöplüğünden beslenen izzetten mahrumların peşine nasıl düşerim.
Ey çamur insanı, ben güneşin çocuğuyum, bitmez tükenmez olanın yağıyla beslenenim. Sürekli değişir, dönüşür ve gelişirim; benim aşkım ışıktır, kordur. Oysa sen tekrarın çocuğusun, sonlu ve önlü olansın, nasıl anlarsın benim halimi?
Binlerce yıl önce şöyle dedi Pirlerimiz; “Hak, halkta tecelli eder. Öyleyse secdemiz ancak halkımızadır. Neden cennet ve cehennemi yok saydık biliyor musun? Tek kişilik ödüle de cezaya da inanmadık! Tek kişilik kurtuluşu, kurtuluştan saymadık, işte o nedenle Bedrettinler, Torlaklar, Börklüceler, Kalender Çelebiler, Babekler, Hürremler, Pir Sultanlar, Nesimiler, Yunuslar, Mevlanalar, Suhseverdiler, Seyit Rızalar, Denizler… dar ağacını süsledi.” Bizim yaşamamız, ölümümüzdedir” dediğimizde, kanlı elleriniz sarıldı bedenimize. Oysa biz ölüm içindeki yaşamdan, uykudan uyanmaktan bahsetmiştik, çamur bilinci nasıl algılayacak bunu, değil mi?
Ey çamur insanı, sen öldürmeyi, varoluş ile birlikte kardeşini katlederken gerçekleştirdin. Kargalardan öğrendin, kardeşinin leşini gömmeyi. Sen, sekiz yaşındaki kızların ırzına geçmeyi hak saydın, geçemediklerini de hasetle taşladın. Tecavüzler cezasız kalıyorsa, işte bu nedenledir!
Ey çamur insanı, benim doğaya olan saygım, kendime olan saygımdan kaynaklanıyor. O nedenle “Gole Çetu, Cêmê Muzıri, Qoe Tujik, Buyere, Sultane, Bağıre, Muzıri, Qoe Duzgi” ve tüm evren benim için kutsaldır. İşte o nedenle Hakk’ımı dört taş duvar arasında aramam. Çünkü bilirim ki, ne aranacaksa o bende gizli! Ben ateşe tükürmem, su dökmem, ağaca kıyamam, hayvana vuramam. Çünkü ben bilirim ki, doğaya verdiğim her zarar kendime olan saygımdan bir şeyler götürür. Ben bilirim ki, evrende zerre kadar olan değişiklik tüm evreni değiştirir. İşte bu nedenle benim Pirlerim; “Enel Hak” demiştir. Sanata verilen zarar, sanatçıya yapılacak en büyük küfürdür. Sen her saniye ağızlar dolusu küfrediyorsun, katlederken, katliamlara ortak olurken, farklılıkları inkâr ederken, özgürlüğü sınırsız keyfiyet sayarken, gencecik çocukları koynuna alırken, sen aslında yaratıcım dediğine küfrediyorsun, çünkü sen riyakârsın, çamur insanı.
Yüzüne ışığımız değince, kendini ışık sanan Hızır Paşalar ile elbette kaynaşır çamurunuz, elbette hizmet eder Ebu Suud’un, Ebu Hamza’nın, Yavuz’un, Abdul Hamit’in torunlarına. Biz onları da tanırız! Yavuz ile, Hamid ile ve nice ullah ile katliam ortaklığı eden zavallıları da biliriz. Söylesene bana çamur insan, aynı ibadethaneden girsek içeri, kıç kıça değsek, kol kola girsek, yüz yüze baksak, kaynaşır mıyız sence? Otuz yıl aynı mahallede, sokakta, kahvede, bakkalda, kapıda, oyunda, sofrada oturduktan sonra, katledilmedi mi binlerce insan farklılığından dolayı? Daha dün, Maraş, Sivas, Çorum, Madımak, Dersim yaşanmadı mı? Eline ateşi alıp, kör bıçakla çocuklarımızı kesenler kimdi? Yavuz’a sırt vererek, binlerce ışık başını piramide çeviren kimdi? Nerede Ezidiler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve diğer renkler? Gönülde aynı sofrayı paylaşamayan kafalar, ten sürtünmesinden tek şey anlar. Söylesene çamur insanı; sofranızdan bile uzaklaştırdığınız bacı’larımızı aynı kapıda görünce ne hissedeceksiniz? Ana-bacı tanımaz bunlar demeyecek misiniz, sessizce ve pişkin kelle gibi sırıtarak. Binlerce yıl aynı kazanın içinde kaynasak, gerçek kepçesiyle her gün karıştırılsak, ışık çamura döner mi sence?