Şeyh Said Hareketi Üzerine Seyidxan Kurij İleSöyleşi- Zana Azadi
Birêz Seyidxan Kurij Siz Şêyh Seid Kıyamı konusunda, kıyama katılanlar, katledilenlerin yakınları, kıyamın tanıklarıyla birebir röportajlar yaptınız. Bu konuda yayınlanmış bir kitabınız ve onlarca makaleniz de var. Önce şunu sormak istiyorum. Şeyh Seid Kıyamı’nın Azadi Örgütü ile ilişkisi nedir?
Seyîdxan Kurij: Bilindiği gibi Kürdistan Bağımsızlık Komitesi (Azadi) Örgütü 1923 yılında Erzerom`da kuruluyor. Azadi Halit Cibril, Yusuf Ziya vb. Kürt aydın ve subayları tarafından kuruluyor. Azadi daha önce Istanbul`da kurulan ve Kürdistan `da da faaliyet gösteren Kürt Teali Cemiyeti vb. bir kaç örgütün birleşmesi veya aktif üyelerinin tekrar bir araya gelmesi ile kurulan ulusal cephe niteliğinde bir yapıdır. Azadi, asıl olarak Kürt aydınları ve gerek Osmanlı Ordusunda görevli olan Kürt subayları gerekse aşiret alaylarında görevli olan Kürt subayları olmak üzere Kürt subayları tarafından kuruluyor. Fakat kuruluşundan sonra Azadi yöneticileri Kürdistan`da etkin olan Ağa, Seyh, aşiret önderleri , kanat önderleri vb. insanlar ( Biz Zazaki’de bu tür insanlara “Giragir” diyoruz) ile konuşup onları da örgüt bünyesine katmaya çalışıyorlar. Yani Azadi Örgütü asıl olarak 3 kesimden oluşuyor: Kürt aydınları, Kürt subayları ve Kürdistan´daki etkin şahsiyetler.
İşte bu çerçeve de Halit Cibril ile Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya 1923 yılının yaz mevsimi sonunda Şeyh Seid ile görüşüyorlar ve görüşmede bir Kürt ayaklanması örgütlemek ve bu amaçla örgütlenmeye hız vermek konularında anlaşıyorlar. Yani bu görüşme sonucu Seyh Seid`de Azadi Örgütü’ne katılıyor. Şeyh Seid’in oğlu Ali Rıza`da Azadi örgütüne katılıyor ve örgüt içinde aktif bir rol alıyor. Ali Rıza Kasım 1924’te, diğer Kürt liderler ile görüşmek için Halep’e gidiyor ve Halep’de yapılan kongreye Türkiye, Suriye ve Irak’tan önemli sayıda şahsiyet katılıyorlar. Bu kongre, Kuzey Kürdistan’da 21 Mart 1925 Newroz günü genel bir ayaklanma başlatma kararı alıyor.
Türk yetkililerin 1924 yılının Ekim ayında Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya’yı (10 Ekim 1924), Aralık ayında da Miralay Cibranlı Halit Bey’i (20 Aralık 1924) tutukluyorlar. Halit Cibril ve Yusuf Ziya’nın tutuklanmasından sonra Azadi Örgütü’nün başına Şeyh Seid getiriliyor.
Sorunuza gelince görüldüğü gibi Şeyh Seid`in kendisi Azadi Örgütü üyesidir ve hatta Halit Cibril ile Yusuf Ziya`nın tutuklanmasından sonra Azadi Örgütü’nün lideridir. Ayrıca hareket de yer alanların çoğu Azadi Örgütü’nün üyeleridir. Örneğin Şeyh Ali Rıza, Yado, Tayip Ali, Sadiye Telha, Fehmiye Bilal (Fehmi Fırat) vb. Birde Şeyh Seid Licê`de iken kardeşi Şeyh Mehdi ile Fehmiye Bilal`i Diyarbekir`e Dr. Fuat ile görüşmeye gönderiyor. Dr.Fuat, Kadri ve Ekrem Cemilpaşa ile birlikte Azadi Örgütü’nün Diyarbekir yöneticidirler. Yani Şeyh Seid Azadi Örgütü’nün Diyarbekir yöneticilerinin görüşünü almadan hareket geçmek istemiyor. Hareket Azadi Örgütü ile direk ilişkilidir. Ancak Azadi`nin asıl yöneticilerinin çoğu subayı ya tutuklandıklarından ya da dışarı çıkmak zorunda kaldıklarından, Azadi hareket üzerinde tam bir kontrol sağlayamıyor, harekete tam olarak önderlik yapamıyor.
Kıyamın ağırlıkta Kird(Zaza,Kirmanc,Dimil) Kürtleri’nin olduğu coğrafyada etkili olmasını neye bağlıyorsunuz?
Seyîdxan Kurij: Azadi Örgütü’nün yöneticileri Halit Cibril ve Yusuf Ziya tutuklanınca, devlet yetkilileri Şeyh Seid 'i de ifade için çağırıyorlar. Fakat Şeyh Seid ifade vermeye gitmiyor. Aksine Kürdistan'ı dolaşmaya çıkıyor. Şeyh Seid 'in ilk uğradığı yerlerden biri Cebaxçûr’dur(Çewlîg). Şeyh Seid 27 Aralık günü Xinis’tan ayrılıp Cebaxçûr’a doğru yola çıkıyor. 4 Ocak 1925 günü Şeyh Seid ve çok sayıda Kürt ileri geleni Kirkan Köyü’nde bir toplantı yapıyorlar. Bu toplantıya 20 sürü koyunu Heleb’de satmış ve oradaki kongreye katılmış olan Ali Rıza’da katılıyor. Ali Rıza daha önce İstanbul ve Ankara’da bulunan Kürt Teali Cemiyeti üyeleri ile de görüşmüştü. Ali Rıza’nın getirdiği haberler Şeyh Seid’i bir ayaklanmanın Diyarbekir civarında başlatılması gereğine inandırıyor. Şeyh Seid, Lolan ve Hormek aşiretlerine de harekete katılmaları için bir mektup yazıyor. Fakat bu aşiretlerin önderleri isyana karşı savaşacaklarını bildiriyorlar. 8 Ocak tarihinde Cebaxçûr’un Melêkan Köyü’nde bir toplantı yapılıyor, savaş cepheleri ve kumandanları tespit ediliyor. Şeyh Seid ,12 Ocak’ta Cebaxçûr’da meşhur aydın ve Azadi üyesi Tayip Ali, Şeyh Şerif, Yado (Yadin Mehmud Ebas), Şeyh Evdilay Melêkun (Melekan Şeyhlerinden, Şeyh Seid ’in akrabasıdır), Çan Şeyhleri ve bölgenin ileri gelenleri ile görüşüyor, oradan Dara Hênî ve Licê’ye, oradan da Pîran’a geçiyor.
Bilindiği gibi Pîran`da meydana gelen olay üzerine hareket başlıyor. Şimdi burada Şeyh Seid`in gezdiği, toplantı yaptığı bütün bölgeler daha çok Zazakî konuşan Kürtlerin yaşadıkları bölgelerdir. Pîran ve çevresi de öyledır. Hareket önce bu bölgelerde yayılıyor, dolayısı ile hareket de Zazaların(Kird û Kirmanc Kürtleri) daha çok yer almaları doğal ve spontandır. Yani önceden organize edilmiş bir durum değildir. Hareket başladıktan sonra Çewlîg`den hareket ile Şeyh Şerif ve Yado önderliğinde Elazığ üzerine yürünüyor. Bu güzergah da da daha çok Zazalar yaşıyorlar. Ancak hareket katılım sadece Zazalardan oluşmuyor. Cibran, Hesenan, Zirikî gibi kurmanc aşiretler önderleri ile birlikte, Licê`den, Bismil ve Farqîn`den(Silvan) kurmanc aşiretler önderleri ile birlikte ve bu bölgelerin şeyhleri hareket de çok önemli roller oynuyorlar.
Bunlardan, Sadîye Telha, Seyîdxanê Ker, Kamîl ve Baba Begler, Selîm Beg,Cemilê Seyda, Seyh Fahri gibi kurmanci konuşanlar uzun süre Yado ve diğerleri ile birlikte partizan savaşı da sürdürüyorlar.
Ayrıca Şeyh Seid ailesinin kendisi kurmanc’dır. Hareket Kürdistan`ın bütün bölgelerine yayılamadan bastırıldıği için Kürdistan`ın diğer bölgelerindeki kurmanca konuşan Kürtler harekete aktif olarak katılamıyorlar.
Şeyh Seid Kıyamı’ında Kürt ulusallığı ve dinin birbiriyle bağlantısı ne nasıldı?
Seyîdxan Kurij: Bilindiêi gibi 15. Yüz yılda İdrisî Bitlisî Kürt Mirleri adına Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ile Amasya antlaşmasını yapıyor. Bu antlaşma ile Kürdistan Mirleri otonom bir şekilde Kürdistan`ı yönetiyorlar. Ancak Avrupa`da ulusal devletler çağının başlaması ve Balkan halklarının da Osmanlı`dan ayrılıp kendi devletlerini kurmaları sürecinde, Kürt Mirlerininde de bağımsızlık eğilimleri gelişiyor. Bunun sonucu 1906 Abdurrahma Paşa hareketinden başlayarak Kürdistan Mirler önderliğinde Osmanlı otoritesine karşı başkaldırılar başlıyor. En son Bedirxan Paşa yenilgisinden sonra ‘Kürdistan'da Mir'lerin hâkimiyeti son buldu.
Bundan sonraki ulusal hareketlerde belli bir süre önder olarak şeyhleri görüyoruz. Kürdistan'da Mir’lerden boşalan otorite boşluğunu, Osmanlı devletinin memurlarından çok şeyhler dolduruyor. Şeyhler Mir’lere nazaran daha avantajlıdırlar. Mirlerin otoriteleri belli bir coğrafi alan ile sınırlı idi. Oysa şeyhler aşiretler üstü bir kuvvet olarak daha geniş bir alanda otorite sahibi olabiliyorlardı. Şeyhler Kürdistan'ı sürekli dolaştıkları için daha iyi tanıyorlar ve halk ile daha sık ilişkiler kurabiliyorlardı. Tarikatların ve özelikle Nakşibendî tarikatının Kürdistan'da çok yaygın bir etkinliğe sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Zaten Nakşibendî tarikatının kurucusu da Mevlana Halidi Kürdi (Bağdadi) isimli bir Kürt’tür. Şeyhlerin önderliğinde ilk ulusal hareket Şeyh Ubeydullahi Nehri önderliğindeki kalkışmadır. Bu hareket ile Kürtler ilk defa Kürdistan’ın iki parçasında ve iki düşman devlete karşı direniyorlar. Şeyh Übeydullah o zaman İngilizlere gönderdiği bir mektupta hem millet tarifi yapıyor, hem de Kürt milletinin istemlerini dile getiriyor. Burada dikkat çekici olan Ubeydullah’ın o zaman Sosyolog Durkheim’ın millet tarifine benzer bir millet tarifi yapmasıdır. Şeyh Ubeydullah’ın önderliğindeki hareketin yenilgisinden sonra Kürdistan’da yeni bir dönem başlıyor. Şeyh Seid hareketi ve daha sonraki Kürt hareketleri daha çok bir örgütün önderliğindedirler. Ancak Şeyh Seid hareketinde Şeyhlerin belirgin bir etkisi vardır.
Şeyhlerin hareketin önderliğinde etkin olmalarının başlıca nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Şeyhler; Kürdistan toplumunda büyük nüfuz sahibi idiler. Sürekli halk arasında dolaştıklarından, halk tarafından tanınıyorlardı. Bundan dolayı kitleleri örgütlemede ve harekete geçirmede, önemli bir rol oynayabiliyorlardı.
2 – Şeyhlerin ekonomik güçleri vardı. Bu ekonomik güç halkın silahlanmasında ve örgütün diğer parasal giderlerini karşılamada, önemli bir rol oynayabilirdi.
3 – Şeyhlerin faaliyet sahaları ve etkileri aşiretler üstü idi. Şeyhler, ağalar gibi sadece kendi aşiretleri üzerinde değil, toplumun geniş kesimleri nezdinde, otorite idiler. Ayrıca Şeyhler aşiretler arasındaki çelişkileri çözmede de önemli bir rol oynuyorlardı.
Dünyadaki birçok toplumda olduğu gibi din Kürdistan toplumunda da dünden bugüne önemli bir etkiye sahiptir. Ulusal hareketler bütün ulusu kapsayan hareketler olduğu için toplumun ortak değerı olan dinin hareketi etkilemesi gayet normaldir. Ancak 1925 Hareketinde esas neden ulusaldır, harekete damgasını vuran ulusal istemlerdir.
Kısacası 1925 Kürt Halk Hareketi; örgütlü bir Ulusal Kurtuluş Hareketi’dir. Halkı harekete geçirmek için dini motifler kullanılmıştır, bu da gayet normaldir. Zira birçok Arap Ülkesinde ve Malezya'da da ulusal kurtuluş hareketlerinde dini motifler kullanılmıştır. Yunanistan kurtuluş hareketinde ve daha sonra Latin Amerika`da olduğu gibi bazı hıristiyan hakların bağımsızlık hareketlerinde kilise önemli bir rol oynamıştır.
Kıyam neden erken patladı?
Seyîdxan Kurij: 1925 Kürt Ulusal Hareketi bazı olaylardan dolayı erken başladı. Bu olayları kısaca şöyle sıralamak mümkündür: Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’in erken harekete geçmesi ve 18. Alay’ın yaveri Alı Rıza Bey ile birlikte tutuklanması, Elkê – Çolemerg Beytûlşebap- Hakkâri olaylarının patlak vermesi, birtakım gizli belgelerin Türk hükümet yetkililerinin eline geçmesi. En önemlisi de Pîran`daki provakasyondur. Şeyh Seid, Pîran’da kardeşi Abdurrahim’in evinde iken Türk askerleri evi basıp, Şeyh Abdurrahim’e sığınmış bazı Kürtleri almak istiyorlar. Şeyh Abdurrahim, kendisine sığınmış bu insanları, Şeyh Seid orada iken vermeyi reddettiğinden, askerler bu kişilere saldırıyorlar. Bunun neticede askerler ile Kürtler arasında çatışma çıkıyor. Böyle bir kışkırtma sonucu, hareket beklenmedik bir şekilde planlan zamandan önce, 8 Şubat 1925’te başlıyor. Şeyh Seid bu oldu bitti karşısında mecburen hareketin genel komutanlığını üstleniyor.
Beytûlşebap olayında ve Pîran`daki olay da devletin provakasyonu söz konusudur. Beytûlşebap`da devlet Kürtler ile Nasturileri karşı karşıya getirmek istiyor. Binbaşı Kasım’ın ve Çewlîg`den bir öğretmen`in Ankara’ya gönderdikleri raporlardan dolayı devlet bir hazırlığın olduğundan haberdar oluyor. Bundan dolayı Pîran`da ki provakasyonu yapıp hareketin vaktinden önce başlamasını sağlıyor.
Kıyamın komutanlarından Yadîn Paşa nasıl bir direnişçi kişilik idi?
Seyîdxan Kurij: Yado’nun ailesi Dara Hênî (Genç) çevresinde meskûn Zıktê aşiretindendir. Yado’nun dedesi Ebas Dara Hênî’nin “Hançıgê” köyünden gelip Çewlîg’ın Yexkit mahallesine yerleşmiştir. Babasının adı Mehmud’tur. Bundan dolayı Yad Mehmud Ebas olarak tanınır. Yado, Çewlîg’de tahsildar olarak çalışıyor. Osmanlı Devleti adına köylerden vergi topluyordu.
Yado, 1916-17 yıllarında Şeyh Şerif’in alayında Ruslara karşı savaşıyor. Alayda erzak yokluğundan açlık baş gösteriyor. Yado da gidip Rus askeri depolarından erzak getirmeye çalışıyorken Ruslara esir düşüyor. Daha sonra nöbetçinin uyuduğu bir esnada da kaçıyor. Yado, ilk defa burada ayağından yaralanıyor. 1922’de tahsildarlık görevini bırakıyor. Azadi Örgütü kurulunca Halit Cibril haber salıp Sehdin Telha’yı Amerika’dan getirtiyor. Yado Sehdin Telha ile birlikte Azadi Örgütü’nün mesajlarını Diyarbakır’dan alıp Erzurum’a götürüyor.
Piran `daki olaydan sonra Yado ve arkadaşları 16 Şubat’ta Çewlîg (Bingöl)’un kontrolünü ele geçiriyorlar. Daha sonraYado ve Şeyh Şerif, Palu – Xarpêt cephesinin sorumluluğunu üstlenip köylerden silahlı güç toplayarak Xarpêt’a doğru yola çıkıyorlar. Yado ve Sehdin Telha binbaşı rütbesindedirler.
Şeyh Şerif ve Yado’nun kuvvetleri, 5 Mart 1925’te Xarpêt’ı zapt ediyor. Şeyh Şerif ve Yado Dêrsimli Hasan Hayri’nin Hüseynik’teki evine misafir oluyorlar ve Hasan Hayri ile birlikte Dersim’e bir telgraf çekiyorlar.
Kürt güçlerı Elazığ`dan geri çekilmek zorunda kalınca 3 Nisan 1925 tarihinde Çewlîg’in yakınındaki Mendo Boğazı’nda Türk ordusunun önünü kesiyorlar. Bütün bu cephelerde Yado büyük kahramanlıklar gösteriyor.
Şeyh Seid dahil hareketin önderlerinin önemli bir kısmı yakalanınca Kürdistan’da şiddetli bir devlet terörü başlıyor. On binlerce Kürt öldürülüyor, köyler yakılıp yıkılıyor, ülke viraneye çevriliyor. Fakat diğer taraftan da Kürtlerin direnişi sürüyor.
İşte bu direnişin en önemli önderlerinden biri Yado’dur. 1925 Halk Hareketi Diyarbekir’deki idamlardan sonra bıçakla kesilir gibi kesilmiyor. Aksine hareket uzun bir süre partizan savaşı biçiminde sürüyor. YADO Mendo Boğazı’ndaki geri çekilişten sonra arkadaşları ile dağlara çekilip, bir süre Çewlîg-Karakoçan-Palu bölgelerinde kalıyorlar.
Başta Yado’nun grubu olmak üzere Şeyh Husen ve Heseni Beg’in gurupları Mendo, Kirron ve Xezik çatışmalarında ortak hareket etmelerinden dolayı Türk ordusuna büyük kayıplar verdiriyorlar.
Yado, uzun süre Kara Cehennem Ormanları, Metan Dağı, Hesar Dağı, Ko Spî(Akdağ), Çotla(Çewtla) Dağı, Şem Dağı, Koz Dağı, Hamirpêrt Dağı, Çewlîg (Bingöl) Dağları, Mêrgemir, Şerevdin, Kanîreş Yaylaları, Az, Puex, Sancak, Şîrnan bölgelerinde kalıyor. Fakat şartlar gittikçe zorlaşıyor. Bu şartlarda kışı ülkede geçirmek imkânsız gibi idi. Bundan dolayı Yado ve diğer gruplar 1927 yılının sonbaharında Guevdere’nin Xeylan köyünde toplanıp, “Binxete”-Rojava- Suriye’ye gitme kararı alıyorlar. Bu karar sonucu idam edilmiş, hapishanelerde olan ve direnenlerin aileleri ile birlikte yaklaşık 500 kişi, 700 at ile "Bınxete” doğru yola koyuluyorlar.
Güzergah boyunca bir çok yerde devlet gücleri ile Kürtler arasında çatışmalar oluyor. Bu çatışmalara uçaklar da dahil oluyor. Karacadağ’da Yado bir uçağı düşürüyor. Karacadağ’daki bu yere hâlâ, “Yado’nun uçak düşürdüğü yer,” denir.
Yado Suriye`de de siyasi faaliyetlerini sürdürüyor, “Xoybun”un kongresine katılıyor ve bu ulusal örgütte faaliyetlerini sürdürüyor. 1928`de devlet af çıkarıyor. Bazı Kürtler bu aftan yararlanıp evlerine dönüyorlar. Ama Yado gelip teslim olmuyor. O “Xoybun”un verdiği görev üzerine Eylül 1929’da kalabalık bir gurup ile ülkeye giriş yapıyor. Grubun askeri sorumlusu Yado’dur ve “Hattın Altı”ndan gerilla faaliyetlerini sürdürmek için Kuzey Kürdistan’a geliyor.
Bilindiği gibi eşi Tellî ile birlikte bir müddet gerilla savaşı sürdürdükten sonra Telli Dara Hênî`nin Ulyan Köyü civarında Yado da Mistan – Botyan bölgesinde şehid ediliyorlar.
Yado 1925 hareketinin en önemli direnisçi komutanlarındandır. O teslim olmayı hiç bir zaman aklından geçirmemiş. Her koşulda direnişi seçmiştir. Yado Kurdistan toplumunda öyle bir efsaneleşmiştir ki, kesilen kafası bölge birçok insana gösterildiği halde halk hala da öldürüldüğüne inanmıyor.
Kıyamın direnişçi kadınlarında Tellî Xanım ile Sarê Ereban ve diğer direnişçi kadınlara ilişkin neler belirtebilirsiniz?
Seyîdxan Kurij: Bütün ulusal kurtuluş hareketlerin de olduğu gibi Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi‘nde de kadınlar her zaman önemli roller oynamışlar.
1925 Kürt Ulusal Hareketinde isimleri öne çıkmış başlıca direnişçi kadınlar, Gulnaz Xanım, Tellî Hanım, Derdê Mîrûn ve Sarê Erebûn dır.
Gulnaz Xanım ,Musa Bey’in kızkardeşi’dir. Türk askerleri Gulnaz Xanım’a psikolojik baskı yapmak amacı ile,kesik başları jandarma karakolunda yere diziyorlar ve ona “bunlari tanıyor musun?” diye soruyorlar. Gulnaz Xanım vakur bir edayla içeri giriyor, ayağıyla İzzet Bey’in kafasını itiyor, "Bu benim kardeşimin oğludur!",sonra ikinci kesik kafayı ayağıyla itiyor, "Bu da benim oğlumdur!" Diyor. Üçüncü kesik kafaya gelince, mahzun bir şekilde mırıldanıyor, "Buna yazık olmuş, hizmetkâr-askerdi!" diyor ve oradakilere dönerek , "Berxê nêr, ji bona kêr” diyor.
Tellî Hanım,Yado`nun eşidir. Bizim köyün (KUR) mezrası Qeldar dan Keye Ezîmşêr ( Ezimşer Ailesi) dendir. İki kardeşi Mehmedi ile Huseyni, kuzenleri Huseynî Firaset ve Meh Evd sonuna kadar Yado ile birlikte idiler.
Tellî Yado ile birlikte Binxête(Rojava) gitmiyor. Çünkü Yado dağda iken Tellî Filit`i doğuruyor. Yado Binxêt`den döndükten sonra Tellî ceng elbiseleri giyip,silahını kuşanarak Yado ile birlikte mücadeleyi sürdürüyor. Telli en Çapakçur çevresinde gerillacılık yaparken Dara Hênî/Genç mıntıkasındaki Ulyan köyü "Çevirme" civarındaki çatışmada şehîd düşüyor.
Tellî henüz 2-3 yaşında olan oğlu Filit`i kız kardeşine bırakıp dağlara çıkıyor.
Derdê Mîrûn, Çepaxçûr beylerinden Şeyh Ali Bey'in eşidir. Derdê Mîrûn`nın üç oğlu İstiklal Mahkemesi’nde idama mahkum edilirler. İsimleri Faik, Seid ve İbrahim’dir.
İdamlar infaz edilirken, önce İbrahim'i dar ağacına çekerler ve sonra diğerlerini. İdam edilenler arasında yakın akraba çevresinde birçok kişi daha vardır. İdamları hiç gözyaşı dökmeden izleyen Derdê Mirûn, her üç oğlunu idam sehpasından kendi elleriyle indirir ve tüm parasını harcayarak bu evlatlarını kendi elleriyle mezara gömer. İdamlarda yaşanan bu olaylar hızla yayılır. Derdê Mîro köyüne dönerken köylüleri, çevre köylerdekiler bu duruma hayıflanırlar; onun evlatlarının arkasından ağlamamasını yadırgarlar. Derdê Mîrûn onlara şu cevabı verir:
"Gerek merdim dişmenî xwi het di qehrî xwi beli mekir”(İnsan düşmanının yanında üzüntüsünü, kahrını belli etmemelidir)
Sarê Erebûn, Palu`nun Guevdere bölgesini Xeylan/Kebir köyündendir.. Sarê'nin eşi Yib Sel Erebun ve kardeşi Hes Tem Silemun Türk askerlerinin hedefleri arasındadır. Özellikle Sarê'nin kardeşi bu direnişçilerden en dikkat çeken kişiydi. Xeylan köyü kuşatılır; Sarê'nin eşi ve kardeşi yakalanmaz. Sarê ise saklanmak için Xeylan-Parsiyan arasında Kerkat Dağı’na çekilir.
Asker dağın etrafını kuşatarak Sarê’yi esir alıp, Palu-Elaziğ istikametine doğru birlikte götürürler. Sarê Murat Nehri'nin güzergahında askerin baskı, zulüm ve ahlak dışı hakaretlerine maruz kalır. Sarê'nin tutsak alınmasındaki amaç eşi ve kardeşinin teslim olmasıdır. Sarê, eşi ve kardeşine düzenlenen tuzağın bilincindedir. Bu tuzağı boşa çıkarmak için Zuvêr-Tanzut arasındaki Arye Wus "Yusuf'un değirmeni" bulunduğu mevkide kendisini Murat nehrine atar.
Kıyam niye yenilgi ile sonuçlandı?
Seyîdxan Kurij: Bence 1925 Kürt Ulusal Hareketi’nin yenilgi ile sonuçlanması bir yerde kaçınılmaz idi. Çünkü her şeyden önce çok büyük bir güç dengesizliği vardı. Bunun yanında yenilginin başka da birçok nedenini saymak mümkün. Bir defa yeterli bir örgütlülük sağlamadan hareket spontan olarak başladı ve kısa sürede yayılıp bir halk ayaklanmasına dönüştü. Böyle spontan halk ayaklanmalarının devletlerin düzenli orduları ile başa çıkmaları zordur. Henüz yeterli hazırlıklar yapılamadığı için dış destek, dış temaslar sağlanamadı. Dış temaslardan kastım sadece silah temini gibi askeri destek değil, yeterince diplomatik ilişkiler sağlanabilinse idi, o kadar vahşi katliamlara olmayabilirdi. Özellikle gerekli askeri örgütlenme ve hazırlık yapılamamıştı. Azadi Örgütü’nün önderleri ve askeri kadroları tutuklandıklarından ve yurt dışına çıkmak zorunda kaldıklarından bir çok askeri cepheyi şeyhler yönetmek zorunda kaldılar. Şeyh Şerif gibileri hariç, şeyhlerin çoğunun askeri teçrübesi yoktu.
Elazığ`ın elde tutulamaması ve Diyarbekir`in alınamaması hareketin kaderini Kürtlerin aleyhine değiştirdi. Bilindiği gibi T.C devleti o zaman Suriye`ye hakim olan Fransa ile anlaşıp demir yollarından asker ve cephane sevkiyatı yaparak Mêrdîn tarafından Diyarbekir üzerine yürüyerek Diyarbekir`in alınmasını engelledi. Bu da hareketin yenilgi ile sonuçlanmasında önemli bir etkendir.
Kıyamın bastırılmasından sonra ağırlıkta Kird Kürtlerinin yaşadığı bu coğrafyada Türk-İslam sentezinin etkili olmasını nedenleri nelerdir?
Seyîdxan Kurij: Ben Kird Kürtlerinin yaşadıkları coğrafyada Türk-İslam sentezinin etkili olduğu kanısında değilim. Zira Kuzey Kürdistan`ın genelinde de, bahsettiğimiz coğrafyada da hiç bir zaman entelektüel bir hareket olarak, teorik olarak Türk-İslam sentezi etkili olmamıştır.
Bilindiği gibi CHP tek parti döneminde Kürtlere çok büyük zulümler yapmıştır. 1950`lerde iktidara gelen DP`nin aslında Kürtler ile ilgili politikası CHP`den farklı değil. Ama bir muhalefet partisi olarak Kürtlere bir sarılınacak dal gibi geliyor. Sürgünlere af çıkarıyor, Mustafa Muğlalı olayını meclise getiriyor v.b. Bunlardan dolayı Kürtler daha çok DP`ye yöneliyorlar. DP sağcı, muhafazakar ve populist bir hareket idi. Daha sonar aynı çizgiyi izleyen AP, ANAP ve kısmen AKP`de bu nedenlerden dolayı Kürtlerden destek görüyorlar. Hatta AKP daha çok ümmetçi olarak algılandığı için Kürtlerden destek görüyor. Yoksa ne 1980`den önce bu coğrafyada Türk-İslam sentezinin en ufak entelektüel bir etkisi yoktu. Çewlîg, Xarpêt(Elazığ) gibi bazı yerlerde sivil faşist hareketin (MHP, Ülkü Ocakları) kısmen etkisi vardı, ama asla entelektüel bir üstünlükleri yoktu. Daha çok sokak hareketi idi. 1980`den sonra bu bölgede Türk-İslam sentezinden çok radikal İslami hareketler güçlendiler. Bunun bir çok tarihi ve sosyolojik nedeni vardır. Hepsini burada açıklamam mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim ki bunda 12 Eylül Faşist Cuntası’nın izlediği politikanın çok büyük etkisi var. Doğa boşluk tanımaz: Kürt Hareketi’nin boşaltmak zorunda kaldığı alana bu hareketler yerleştiler. Bu hareketler de Türk-İslam sentezi adına değil ümmetçilik adına hareket ediyorlar. En azından öyle bir algı yayıyorlar. Ama bana göre istisnalar hariç Türkiye’ deki bütün İslami hareketler Türk renklidir. Çünkü hepsi Türklüğü-Türkiyeliliği esas alır, hiç biri Kürtleri bir ulus, Kürdistan`ı işgal edilmiş sömürge bir ülke olarak tanımlamaz.
Kıyamda etkin olanların bazılarının çocukları ve torunlarının kendi özünden uzaklaşarak Türk Devleti’nin yana olmasını nasıl görüyorsunuz? Bu nasıl bir travmadır, halen devam ediyor mu?
Seyîdxan Kurij: Ben özelikle bu ailelerin çocukları ile de röportajlar yaptım ve aynı soruyu onlara sordum. Çoğunun verdikleri cevap aynı idi. Bu ailelerin çocukları çok korkmuşlar, zira sürekli baskı altında olmuşlar. Her aileden en az bir kaç kişi ya asılmış ya da öldürülmüş, ailelerin bazı fertleri yurtdışına çıkıp hiç dönmemişler. Burada kalanlar sürekli sürgünlere gönderilmişler ve gözaltında tutulmuşlar. Özelikle her olağanüstü yönetim döneminde, her askeri darbe döneminde bu aileler tekrar sürgünlere gönderilmişler ve baskı görmüşler.
Bu öyle bir travma yaratmış ki, bazıları bu baskılardan ancak devlete sığınarak kurtulabilineceğine inanmış ve öyle yapmış, yani cellatlarının merhametine sığınmışlar. Bazıları sessiz kalarak kendisini korumaya çalışmış.
Bu korku ile ilgili bir anekdot aktarmak istiyorum. Benim Üniversitede (1980-81) aynı yurt da kaldığımız Şeyh Seid ailesinden bir arkadaşım vardı. Bu arkadaş okula devam etmiyordu, ikide bir ortadan kayboluyordu. Bir gün neden böyle yaptığını sordum. “MİT bizi sürekli izliyor, onun için ben uzun süre bir yerde kalamıyorum”, dedi. MİT`in bu ailelerin bütün fertlerini izlediğini sanmıyorum, ama bu olay travmanın ulaştığı boyutu iyi anlatıyor.
Birde özelikle DP iktidarından sonra devlet bazılarına bazı imtiyazlar sağlayarak onları kendisine bağlamayı becermiş.
Burada geçen gün şahid olduğum bir olayı anlatmak istiyorum.
ATV de Türk Şövalyeleri adında bir program var. Bu programda alanlarında başarılı olmuş Türklerin hayat hikayeleri anlatılır. Geçen gün soy ismi Eren olan Mêrdînli bir doktor ile bir söyleşi vardı. Konuşan Mêrdînli doktor ailenin 3 defa sürgün edildiğini, en sonunda dedesinin kendilerini toplayıp, “ Bugüne kadar ne oldu ise oldu, olanları unutuyoruz ve devletimiz ile barışıyoruz” dediğini, söylüyordu. Bu doktor Turgut Özal tarafından özel davet ile ANAP`a alınmış. Adam ruhu ile ve beyni ile tamamen Türkleşmiş. Böyle örnekler de var.
Ama hepsinin çocukları da öyle değil, önemli bir kısmı gerek pasif olarak gerek aktif olarak Kürt Hareketi’nin içinde yer almışlardır.
Şimdi birde yurt dışına çıkanlar ile içerde kalanları da ayırmak gerekir. Dışarı çıkanların hemen hemen hepsi hayatlarını Kürtlere hizmet yolunda harcamışlar, ama içerde kalanlar sinmişler. Cemilpaşazadeler ve Bedirxaniler bu konuda iyi örnektirler.
Dışarı çıkan diğer ailelerin çocukları ve diğer aydınlar önce Xoybun`un saflarında yer almışlar daha sonra Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurmuşlar. Hatta Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (PDKT) de bunların etkisi ve Şeyh Seid`in katibi Fehmiye Bilal`ın teşviki ile kurulmuş.
Şeyh Seidlere idam kararı veren İstiklal Mahkemeleri ile şimdi siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt siyasetçilerini yargılayan Özel Yetkili ve Ağır Ceza Mahkemeleri arasında bir fark var mı?
Seyîdxan Kurij: Şimdi herşeyden önce İstiklal Mahkemeleri dönemi ile şimdi arasında 100 yıllık bir fark var ve en önemlisi zamanların ruhları arasında çok büyük fark var. Bugünkü dünyanın değer yargıları, uluslararası ilişkiler, Kürtlerin genel konumu ile 1925 arasında çok büyük farklar var. Evet İstiklal Mahkemeleri de Özel Yetkili ve Ağır Ceza Mahkemeleri de esas olarak Kürtleri yargılamak üzere kurulmuşlar ama pratik işleyişleri arasında büyük farklar var.
1925`de Diyarbekir, Xarpêt (Harput) ve Meleti (Malatya)’da kurulan İstiklâl Mahkemeleri’nde R. Olson’a göre 7. 440 kişi tutuklanmış, bunlardan 660 kişi asılmıştır.. Vet. Dr. Nuri Dersimi, sadece Xarpêt’de 400 Palulu ve Cebaxçûrlu gencin idam edildiğini bildirir. Şimdi bu kadar kısa sürede bu kadar insanın yargılanması ve idam edilmesi dünyanın çok az yerinde rastlanan bir uygulamadır.
Her şeyden önce bu mahkemelerin üyeleri hukukçu değiller, mahkemeler çok olağanüstü yetkilere sahipler, kararlarına karşı itiraz etme hakkı yok. Her şeyden önce savunma hakkı yok, mahkemelerde avukat yok.
Yine burada bir anektod aktarmak istiyorum. Aşağıdaki olayı 1980 öncesi faal olan TSİP`nin genel sekreteri olan Diyarbekirli Yalçın Yusufoğlu, bana özel bir sohbet de babasının kendisine anlattığı şu bilgiyi aktarmıştı:“Ben o aralar yeni köstekli bir saat almıştım. Bizden Şeyh Seid ve arkadaşlarının mahkemesine izlememizi istediler, ben de gittim. Sanıklar tek tek heyetin önüne geldiklerin de merakımdan sürekli saatime bakiyordum. Her sanığın, kimlik tespiti, iddianamenin okunması ve idam kararının verilmesi toplam 3-4 dakika sürüyordu“.
Şimdi bu sahne yalnız her şeyi anlatmaya yetiyor. Roportaj yaptıklarımdan Xarpêt’de yargılanan Hacı Zülfü şöyle demişti:“Ben Cafer Ağa`ya, “ eğer bize yataklarınızı alın derlerse bilin ki bizi asmayacaklar, eğer yataklarınızı alın demezler ise bilin ki bizi asacaklar”, dedim.”
Görüldüğü gibi insanların idam edilip edilmemeleri tamamen keyfi.
Şark Islahat Planı’nın olduğu gibi yürürlükte iken, o dönemden bu döneme kadar Türk Devleti’nin Kürt ve Kürdistan’a yaklaşımında ve zihniyetinde bir değişiklik olduğundan söz edebilir miyiz?
Seyîdxan Kurij: Bence Türkiye Cümhüriyeti Devleti’nin Kürdistan’a yaklaşımında ve zihniyetinde esaslı bir değişiklik yok. T.C kurulduğunda Kürdistanı elde tutmak için çok ciddi bir çaba gösterilmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun artığı olan T.C. imparatorluğun diğer toprak parçalarını kayıp ettiğinden, yani diğer uluslar ayrılıp kendi devletlerini kurduklarından, ellerinde kalan son parça olan Kürdistan’ı da kayıp etmemek için çok ciddi bir çaba içinde olmuşlar. Bu çaba hala sürüyor. Esas sorun Kürdistan üzerinde hükümran olma sorunudur. T.C. hiç bir şekilde Kürt Ulusunun kendi ülkesinde hükümran olma hakkını tanımaya, bunu özümlemeye hazır değildir.