Solcu Molcu....
Siyasi terminolojimizde yer alan ve sıklıkla da kullandığımız kavramlardır “sol” ve “solculuk.” Görece “halkçı” politikaları savunanların meclisin sol tarafında oturuyor olmasından hareketle, 1789 Fransız burjuva devriminden sonra meclisteki oturum düzeninden geldiği rivayet edilir. Kökeni itibariyle burjuva siyasetine ait olmakla birlikte bilimsel sosyalizmin ustalarının da kullandığı bir kavramdır “sol” ve “solculuk.” Ancak ustalarda genel olarak “halktan yana” anlamında kullanılmaz. Daha ziyade, -devrimden çıkarı olan sınıflar bütününü kastederek kullandığımız- halktan yana olan politik kesimler içerisinde, devrimin dostu ve düşmanı sınıflara dair tespitlerinde ve/veya pratik uygulamalarında, çeşitli hatalı bakış açılarıyla, birinci kesimi daraltan ikinci kesimi genişleten yaklaşımlar için kullanılmıştır. Çeşitli maceracı politikalar, reel politiğin gerektirdiği esnekliği gösteremeyen yaklaşımlar hep bu şekilde değerlendirilmiştir.
Nitekim MLM partilerin ve kadroların da politika belirlerken diğer politik unsurları “solcu” ve “sağcı” diyerek ayırmadığını, devrimin -doğal olarak halkın- çıkarları perspektifinden soruna baktığını görebiliriz. Hem uluslararası planda hem de ülkemiz yerelinde, burjuva politik arenada “sağcı” olarak nitelendirilebilecek kesimlerle dönem dönem ittifaklar yapılabildiğinin, “solcu” nitelendirilen kesimlerle de karşı karşıya gelindiğinin onlarca örneği bulunabilir. Ülkemizde ise yaygın kullanımla MLM ideolojisini savunan komünistlerden tahrif eden revizyonistlere, sistem içi iyileştirmeleri savunmakla yetinen reformistlere kadar geniş bir kesimi nitelemek için kullanılagelmektedir bu “sol” ve “solcu” kavramları. Doğal olarak geniş kesimler uzunca bir süredir “sol olmak” ile “halktan yana olmak” aynı anlamı taşıyormuş gibi bir değerlendirme içerisindedir.
Bu kavramın ortak algılanışının böyle olması görünüşte bir soruna da yol açmamaktadır. Oysa tam da kritik bir noktada ciddi bir sorun vardır. Kavramın geniş kesimlerce algılanışının aksine, halktan yana olmadığı halde öyle sunulan kimi kesimlerin de “solculuk kontenjanından” siyaset arenasında kendisine yer bulması ciddi bir sorundur. Öyle ki bu yanlış değerlendirme gerçekten halktan yana olan kesimlerin yanlış politik tercihler yapmasına yol açmaktadır. Daha vahimi halkın bu tablodan doğrudan etkileniyor oluşudur.
“Ortanın Solu”(!)
İsmet İnönü’nün partisi CHP’yi “ortanın solu” olarak nitelemesinin üzerinden hayli zaman geçti. Elbette İnönü böyle dedi diye CHP, kavramın geniş kesimlerce algılanıldığı haliyle “sol” olarak anılmadı. TKP’nin (burada 1920 TKP’sinden söz ediyoruz) Kemalizm’i küçük-burjuva ulusal devrimci bir ideoloji olarak nitelemesine kadar uzanan tarihsel bir arka plan ile CHP hep “halktan yana” doğal olarak da “sol” bir parti olarak anıldı. Aydınlanmacı tarihsel gelişim bağlamında egemen sınıflardan ilericilik çıkaran, hatta ezilenlerin mücadelesine bu bağlamda karşıtlık kuran bir tarihsel sakatlığa uzanır süreç!
Zaman zaman bu duruma karşı çıkışlar olsa da bütünlüklü olarak ve gözünü budaktan sakınmadan kitlelerin önünde Kemalizm’in faşizm demek olduğunu ilk kez İbrahim Kaypakkaya ortaya koydu. Kaypakkaya’nın tespitlerinin üzerinden 40 yıldan daha uzun bir süre geçmişken eskisine oranla daha geniş kesimlerce Kemalizm’in ve CHP’nin gerçek niteliği kavransa da, halen CHP'yi ve Kemalizm’i “sol” olarak niteleyenler vardır.
Kürt Ulusal Hareketi’nin etkisiyle Kürt ulusunda Kemalizm’in gerçek yüzünün büyük oranda kavrandığını söylemek yanlış olmaz. Ancak Türkiye devrimci hareketinin kimi bileşenlerinin ve çoğu reformist örgütlerin Kemalizm’den halen ideolojik bir kopuş gerçekleştirmediği koşullarda bu kavrayışın halkın geneli içerisinde olması gerekenden çok daha gerilerde olduğunu da tespit etmek gerekir.
Nitekim geride bıraktığımız yerel seçimlerde özellikle HDP’ye yöneltilen “oy bölme” eleştirisinin köklerini de aynı kavrayışsızlıkta aramak gerekir. “Kendisine sosyal-demokrat diyen bir parti…” diyerek başlayıp, arkası kimi zaman bir işçi direnişinde patrondan yana oluş ile tamamlanan, kimi zaman en temel insan hakkı düzeyinde hak taleplerinin karşısında durduğunu anlatan CHP eleştirileri bitip tükenmemektedir. Keza Kürt ulusal sorununda izlediği faşist pratik orta yerde durmaktadır. Buna rağmen bugün özellikle AKP karşıtlığı üzerinden çevresinde, -özünde halktan yana olan- kimi kesimleri “sol” görünümüyle tutabilen bir CHP gerçekliği vardır.
Dün Öyle Bugün Böyle!
Faşistliği konusunda kafalarda bir soru işareti bile yaratmadığı halde kitlelere “sol” diye sunulan bir diğer parti ise İşçi Partisi(İP). Kemalizm savunuculuğunun bir politik hareketi nereden nereye getirebileceğinin ibretlik örneği olarak arzı endam eden bu yapı yine esasen halktan yana kaygıları olan bir kitleyi peşinden sürüklemekte, adeta siyasi bir bataklıkta bu enerjiyi öldürmektedir. ’70’lerin Türkiye’sinde İP geleneğinin gerçek yüzü yine Kaypakkaya tarafından ortaya konulmuşsa da, bugün bu çevre çok daha geri bir noktada bulunmaktadır. CHP’den farklı olarak sık sık “emperyalizm karşıtlığı” naralarını ulu orta dillendirip öte yandan “Şanghay Beşlisi” olarak bilinen emperyalist oluşumu desteklemek, aynı şekilde enternasyonalizmden söz edip Ermeni düşmanlığı örgütlemek bunların olağan pratikleridir.
Bu çevrenin üniversitelerde devrimci demokrat öğrencilere satırlarla saldırmak, Veli Küçük gibi faşistlerle kol kola eylem yapmak, postal yalayıcılığı vb. rutin eylemleridir.
Halktan Yana Olmak ya da Olmamak!
Görünen o ki Türkiye siyasetinde kimi kriterlerin yeniden tanımlanması gerekiyor. Daha doğru ifadeyle kimi tanımların hatırlanması gerekiyor. “Sol” veya “solcu” kavramlarını madem halktan yana olanı anlatmak için kullanıyoruz o halde “halktan yana olmak ne demektir?” sorusu karşımıza çıkıyor. Sınıfsal bir kavram olarak halk, devrimden çıkarı olan sınıfların bütününü ifade ettiğinden halktan yana olmak da sınıfsal bir duruş içerir. İşçilerin, köylülerin, toplumsal gelirden hak ettiği payı alamayan diğer kesimlerin siyasi, ekonomik, sosyal taleplerinin savunucusu olmayı, bu bağlamda bu taleplerin hayat bulmasına engel olan her türlü güç odağının da karşısında durmayı içerir. Emperyalizmin her türden saldırısına karşı mücadele etmek, ülke içinde ya da dışında ezilen uluslardan yana tavır koymak konusunda tereddütsüz olmak, halktan yana olup olmadığınızın bir ölçüsüdür.
Ezilen din ve mezhep mensuplarının yanında olmak, bilimin, eğitimin ve bu bağlamda sürdürülen faaliyetlerin egemenlerin değil halkın çıkarlarına hizmet etmesini savunmak, kadının ezilen bir cinsiyet olduğunun farkında olarak, erkek egemen zihniyete karşı durmak unutmamamız gereken diğer kriterlerdir. En azından andığımız bu değerleri savunan, buna uygun bir pratik içerisinde olan kesimler ancak halktan yana olarak değerlendirilebilir. Eğer “sol” ve/veya “solcu” denen cenah andığımız değerleri savunuyorsa, yukarıda örnek verdiğimiz yapılar ve benzerleri asla bu klasmanda değerlendirilemez. Bizde gönül rahatlığıyla solcu olduğumuzu söyleyebiliriz. Yok bu yapıların dahil olduğu bir “sol”dan bahsediliyorsa yine gönül rahatlığı ile solcu-molcu olmadığımızı ilan edebiliriz.
Her şey gibi kavramlarda sınıfsaldır. Ülkemizde sol adına CHP'nin, İP'in, bilumum karşı devrimci ve halk düşmanı anlayışların revaçta olduğu bir entelektüel kapasitenin var olduğu düşünülürse, işimizin pekte kolay olmadığı görülür. Ama devrim yapmanın kolay olduğu nerede görülmüştür? Türkiye siyasetinde hakim olan bu kavram kirliliği işimizi zorlaştırsa da; “Mustafa Kemal'in değil, Mustafa Keser'in askerleriyiz” diyenlerin var olduğu bir ortamda gelecek umutludur! Yeter ki “kararmasın sol memenin altında ki cevahir”!