Pazartesi Aralık 2, 2024

Ulusal sorunun çözümü ve faşizm!

kaypakkaya-partizan
Son yaşanan gelişmelerle birlikte Kürt meselesi bağlamlı yürütülen bir tartışma oldukça anlamlı. Nedir bu tartışma?

 

“Hükümet ya da devlet mevcut demokratik ölçülerden geri adım atarken, daha fazla otokratikleşirken (biz faşizmin dozunun artması diyoruz) Kürt meselesini çözebilir mi?” Evet bu dönem “liberal” aydınların, demokrat aydınların ve çevrelerin ve Kürtlerin yaptığı bir tartışmadır bu. Demokrasinin gelişmediği tam tersine “diktatörlük” ve “tek adam” rejiminin etkinliğinin arttığı bir sistemde Kürt ulusal sorununda bir ilerleme ya da çözüm olur mu? Biz bu soruyu “faşist bir sistemde ulusal sorun ya da özgülümüzde Kürt ulusal sorununda bir ilerleme ve ulusal sorunda hak kazanımlarıyla bir süreç yaşanabilir mi?” şeklinde ele almak gerektiğini düşünüyoruz.

Ulusal sorunun sadece burjuva demokrasisinin geliştirilerek çözülebileceğini savunmak sorunun aslında çağımızda emperyalizme ve ezen ulus egemen sınıflarının insafına bırakılması gerektiğinin bir başka ifadesidir. Yani çağımızda aslında sorunun kaynağı olan güçlere sorunun çözümünü havale etmek anlamına gelir bu yaklaşım. Bir defa ulusal sorunun çözümüne dair net olarak belirlenmiş, tüm toplum ve sınıfların ortak kabulü haline gelmiş bir evrensel ölçüt ya da kriter yoktur. Her sınıf ve katman kendi durduğu yerden sorunun çözümüne dair bir yaklaşım benimsiyor. Haliyle bu katman ve sınıflar kendi çıkarları ekseninde bir çözüm anlayışı geliştiriyor. Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı kavramı ezilen sınıflar ve uluslar arasında dahi farklı farklı içerikler yüklenerek tanımlanabiliyor. Bu kavramı emperyalistler ve ezen ulus egemenleri ise daha başka içeriklerle dolduruyor. Genelde bu vampirlerin çözüm anlayışı ezen ulusun bağımlılığını sürdürecek ve sermayenin dolaşımının hakkını, özgürlüğünü ve güvenliğini gözetecek her türlü biçimi içermektedir. Emperyalistler arası çelişkilerin boyutuna göre bu kavramın içeriği de buna göre genişleyip daralmaktadır. Yani bunların bu noktada belirlenmiş bir ilkesi yoktur. Çıkarlarına göre biçimlenmektedir. Ancak genel yaklaşımları ya ezilen ulusun Özgürce Ayrılma Hakkını yok sayma ya da kendi güdümünde gerçekleşecek ve çıkarlarına hizmet edecek bir ayrılığı destekleme şeklindedir. Ezen ulus egemenleri içinse toprak bütünlüğünün parçalanması savaş gerekçesi olmaktadır. Toprak bütünlüğünü koruyacak ve bağımlılığı sürdürecek başka formüllere ise ilkesel olarak kapalı durmamaktadır. Özellikle genel gidişat ve konjonktür aleyhine ise bu seçeneklere daha yatkın olma durumu söz konusudur.

Ulusal sorunun çözümüne dair güncel olarak emperyalist güçlerin ve ezen egemen sınıflarının ve onların her renk ve türden aydınlarının yaklaşımı ise bireysel ve kültürel, “özgürlük ve demokratik” haklar eksenine oturmaktadır. Bunun içinde yerinde ve yerel yönetimlerin alanlarının ve yetkilerinin genişletilmesi şeklinde merkeziyetçilikten uzaklaşan bir yönetim ve idari anlayışın benimsenmesi olarak savunulmaktadır. Bunun yegâne gerçekleşme koşulu ise burjuva demokrasisi olarak sunulmaktadır. Ezilen ulusun dil, kültür ve kendi kendini yönetme talepleri adeta kolu kanadı kırılarak egemen ulusun tahakkümü altında yeniden üretilerek yeni bir egemenlik biçimi olarak benimsenmektedir.

 

ULUSAL SORUN, FAŞİZMİ DEMOKRATİKLEŞTİRİR Mİ?

Türk egemen sınıfları da Kürt meselesinde bu anlayışın kendi siyasal kültürüne, devlet geleneğine ve toplumsal koşullara uyarlanmış bir türevini yaşama geçirme uğraşındadır. Kürt ulusal mücadelesinin dirençli ve kararlı mücadelesi ile gelinen aşama, uluslararası ve bölgesel konjonktörün artık Kürt meselesinde yeni bir dengeyi şart koştuğu bir kesişme noktasında, bu meseleyi tamda yukarda bahsettiğimiz temelde bir “çözüme” kavuşturma sürecine girdiği şeklinde ifade edilebilir. Türk egemen sınıfları, artık baskı, sindirme, asimilasyon ve katliamlarla yönetemediği sorunu şimdi Kürtlere belli haklarını vererek yeni bir dengeye kavuşturmaya çalışıyor. Temel ilkesi ise Özgürce Ayrılma Hakkını (yani ayrı bir devlet kurma hakkını) ret etmedir. Mevcut bütünlüğü koruyacak her seçenek ise, -faşist bir devlet olsa da- masasında durmaktadır.  

Ulusal sorunun varlığı ya da yokluğu egemen sistemin siyasal niteliğini etkileyen ama belirleyen bir sorun değildir. Demokrasisi gelişmiş ülkeler de ulusal sorunların varlığı o ülkenin siyasal rejiminin niteliğini değiştirmez. Ancak o ülkenin toplumsal gelişimini ve sınıf mücadelelerinin seyrini etkiler ve belirler. Aynı şekilde ülkenin siyasal rejimi bu sorun karşısında meselenin sistem içi demokrasi bağlamlı sıkışmışlığına karşı alınacak tavrı belirleyebilir. Örneğin burjuva demokrasisinin var olduğu bir rejimde ezilen ulusun dil, kültür ve sınırları belirlenmiş bir “kendi kendini yönetme” talepleri kolaylıkla benimsenebilirdir. Yani demokratik hak bağlamlı talepler burjuva demokrasilerinde daha kolay karşılanabilirdir. Zira bu onun rejimiyle uyumsuz değil tam tersine rejimin kendini yeniden üretme olanaklarıyla uyumludur. Ancak bu durum ulusal sorunun çözüme kavuşmasını içeren bir muhtevaya sahip değildir. Burjuva demokratik rejimlerde de onun burjuva diktatörlüğünün bir biçimi olduğu gerçeği yani baskıcı ve katliamcı yüzü, bu sorunun esaslı çözümü gündeme geldiğinde hemen açığa çıkar. Özgürce Ayrılma Hakkı yani egemen ulusun ayrıcalıkları ya da egemen burjuvazinin pazardaki egemenliğinden vazgeçmesi kesinlikle kabul edilmez. İngiltere’de İrlanda sorununun varlığı ya da İspanya’da çok uluslu yapının varlığı ve yarattığı çelişki o ülkelerin burjuva demokrasisini uygulamasının önünde engel değildir. Tam tersine kendi burjuva demokrasisinin güvencesi karşılığında ezilen ulusa bir dizi hak vermekten hiç çekinmez. Ancak bu sorun o ülkenin toplumsal gelişimini, sınıf mücadelesinin seyrini, ülkenin güvenlik anlayışını ve siyasal kültürünü belirlemektedir. Ezilen ulusun, kendi demokrasisi sınırlarında ayrılıp Özgürce Devlet Kurma Hakkı ise kesin ve katı çizgilerle ret edilir. Bu anlamda bu sorunu bir demokrasi sorunu gibi algılatmak, böyle tanımlamak onun egemenliğini sürdürmesinin bir biçimi haline gelir.

Aynı şekilde faşist ya da monarşik ya da her hangi bir otokratik sistemin ulusal sorun karşısında ki konumlanışı o sistemin toplumsal yapısı, tarihsel süreci, devlet geleneği ve içinden geçtiği politik sürecin karakteriyle belirlenir. Bu sorun karşısında sistem içinde ezilen ulusun belli haklarını kabul etmesi, bu noktada ezilen ulusun lehinde tavizler vermesi o sistemin niteliğini esasta değiştirmez. Yani pek ala faşist niteliğini ya da baskıcı diktatöryal karakterini koruyarak ezilen ulusun mücadelesi karşısında tavizler, esnemeler ve belli “demokratik haklar” tanınabilir.

Burada belirleyici olan o devletin daha doğrusu egemen sınıfların çıkarları meselesidir. Çıkarlarına geldiği noktada ezilen ulusun dil, kültür ve mevcut rejim altında sınırlı bir özerklik (federasyon, eyalet vs) talebine karşılık verebilir. Ancak ulusal sorunun aynı zamanda bir demokrasi sorunu olduğunu göz önüne alırsak bu türden rejimlerin bu hakları sistemine entegre etmesi, uyumlu hale getirmesi oldukça güçtür. Bu hakları bir yandan verirken diğer yandan sürekli ve kararlı bir şekilde bu hakları yeni biçimlerle gasp etmenin, sınırlamanın ve koşullar el verdiğinde ortadan kaldırmanın mücadelesi içinde olur. Her türlü baskı, sindirme ve engelleme yöntemine başvurur. Irak’ta Saddam’ın Kürt ulusal meselesindeki politikası buna iyi bir örnektir. Çıkarları bu konuda hakları belli oranda kabul etmeyi gerektiriyorsa bunu yapmış, ancak her fırsatta da Kürtlerin haklarını gasp etme mücadelesini acımasızca sürdürmüştür.

“ULUSAL SORUNUN” ÇÖZÜM ANLAYIŞINDA BURJUVA SAHTEKÂRLIKLARI!

Ulusal meseledeki baskının dozunun azalması ve belli hakların tanınması kuşkusuz demokratik kazanımlardır. Bu kazanımlar ülkenin genel siyasal ikliminde yansımasını bulur. Ancak bu durum sistemin siyasal niteliğinin başkalaşmasını ya da demokratik rejime dönüşmesini tek başına sağlamaz. Bir bütün sınıf mücadelesinin ortaya çıkaracağı etkiyle belirlenir rejimin karakteri. Ancak yine ulusal meselede kazanılacak hak aynı zamanda toplumsal gelişim ve sınıf mücadelesinin seyrine ve durumuna dolaysız katkı sunar.

Faşist rejimlerin ulusal meselede esnemeyeceğini düşünmek bu anlamda hatalıdır. Ulusal meselenin çözümü için demokrasinin zorunlu olduğu kabulü ise tam bir burjuva sahtekarlığıdır. Çözümün nasıl tanımlandığı burada belirleyicidir. Ezilen ulusa ayrılma özgürlüğüne yaklaşım ister faşist sistemde olsun isterse burjuva demokrasilerinde olsun aynı özsel sınıfsal çıkarlarla ele alınır ve tavır belirlenir. Burjuva demokrasilerinde savaş olmadan barışçıl biçimde ezilen ulusun özgürce ayrılma hakkı istisna olarak gerçekleşebilir. 1905’de Norveç’in İsveç’ten ayrılması ve yakın zamanda Çek ve Slovenya ayrılığı buna örnektir. Ancak bunlar istisnadır. Genel yaklaşım savaş pahasına bu hakkın ret edilmesi şeklindedir. İstisnalar kaideyi bozmamaktadır.

Kürt ulusal meselesinde barışçıl, uzlaşmacı bir çizgi ile sistem içinde ulusal hakların kazanılma mücadelesi aynı zamanda demokratik muhtevayı da içerir. Ancak Kürt ulusal hareketinin toplumu, devleti demokratikleştirme perspektifi taşıyor olması, sorunun çözümüne dair bu içerikteki programı olması onun ulusal haklar noktasında sistem içi kazanımlarını devletin demokratikleştirme şartına bağlamaz. Yani devlet demokratikleşmeden de pek ala Kürt ulusal haklarında ulusal hareketle belli bir noktada uzlaşabilir. Bu durum toplumsal mücadelede demokratik hak ve özgürlüklerin daha güçlü ve etkili bir şekilde gerçekleşmesine nesnel bir zemin sunar. Ancak Kürt ulusal sorununun sistem içinde bir uzlaşmayla belli hakları kazanması, ne sorunun ortadan kalkmasına, nede rejimin başkalaşmasına illa da yol açmaz. Ulusal sorun yeni bir biçim alarak devam ederken, aynı zaman da devlet faşist ve baskıcı niteliğini bu biçimde -ve belki de daha güçlü bir zeminde- sürdürmeye devam eder.

Ki Kürt meselesinde devletin belli hakları tanıdığı, Kürt ulusal hareketiyle diyalog kurduğu ve bunu açık bir şekilde yaptığı koşullar aynı zamanda bu noktada demokratik kazanımlar olarak toplumsal mücadelenin hanesine yazılan şeylerdir. Ancak aynı devlet bu noktada Kürtler lehine demokratik tavizler verirken diğer toplumsal mücadelelere (Gezi İsyanı en başta olmak üzere, gösteri ve toplantı hakkına ve daha bir dizi hak ve özgürlüklere yönelik) karşı dozu artan ve şiddetlenen boyutlarda saldırgan ve katliamcı olabilmektedir.  Kürt meselesinde “demokratik adım” diye sunulan her yasal düzenlemenin içine sürekli yeni yasaklar, hak gaspları ve özgürlüğü kısıtlayıcı düzenlemeleri de iliştirdiği de gözden kaçmamaktadır.

Son olarak egemenler arasında yaşanan çatlak ve devletin yaşadığı siyasal kriz bu saldırganlığın dozunu daha fazla arttırmıştır. Devlet kriz sürecini daha fazla saldırganlaşarak ve özgürlük alanlarını daraltarak yönetmeye çalışmaktadır. Ancak aynı saldırganlık ve kısıtlama Kürt ulusal haklarına yönelik gerçekleşmemektedir. Bu durum kimi çevrelerde son süreçte “Doğu'ya demokrasi Batı'ya otokrasi” ifadelerinin dillendirilmesine neden olmaktadır. Kürt ulusal hakları da genişlememektedir, ancak var olandan daha geri düzeye de çekilmemektedir. Bu durum ulusal sorunun demokrasi sorunu ile ilişkili olduğu gerçeğini ortadan kaldırmadığı gibi, demokrasinin de sadece bu konuyla ilişkili olmadığını göstermektedir. Aynı zamanda ulusal sorunun siyasal rejimin niteliğini kökten değiştirmeyeceğini de gösterir.

Burada görülmesi gereken nokta, faşist ve anti-demokratik sistemlerin bu neviden sorunlar karşısında sistem içi demokratik çözüme yönelik yeteneklerinin kısıtlı olması gerçeğidir. Eğer Türkiye demokratik bir rejime sahip olabilseydi Kürt meselesinde mevcut çizgi ve yönelimler göz önüne alındığında sistem içi bir uzlaşma ve barış çok daha kolay ve daha az sancılı gerçekleşebilirdi. Devletin faşist niteliği ulusal sorunun sistem içi çözümünde dahi zorluklar yaşamasına neden olmaktadır. Ve henüz gelinen noktada bu niteliğinden dolayı sorunda hangi çizgide ilerleyeceği muğlâk, belirsiz ve kendisi açısından sancılıdır. Sorunun demokratik niteliği ve bu noktada toplumsal gelişmeye sunacağı katkı rejimin esas alerjisidir.

Devletin var olan sınırlı hak ve özgürlükleri sürekli gasp etmesi ve faşist uygulamalarını derinleştirmesi Kürt meselesinde hak ve özgürlüklere yaklaşımını belirleyecek midir? Bu soruyu çok katmanlı ama oldukça net bir şekilde yanıtlayabiliriz. Devletin Kürt politikasını belirleyen faktörün sadece iç çelişkiler olmadığı, bölgesel ölçekli olduğunu göz önüne alırsak soruna yaklaşımın esasen değişmeyeceğini net şekilde belirtebiliriz. Ki egemenlerin yaşadığı politik krize rağmen Kürt meselesine dair oluşturulan politikanın görece bu kavgadan azade tutulduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu durum sorunun basit bir iç sorun, sadece demokrasi sorunu olmadığını bize gösterecek bir veridir. Bir bütün Türk egemen sınıflarının, -bu noktada- esasen bir konsensüs içinde olduğunu gösterir. Bu meselede demokratik tavizleri vermeyi belli oranda göze almaktadır. Bunun rejiminde gedikler açılması pahasına göze almaktadır. Çünkü aksi durumda gelişmeler ona daha pahalıya mal olacaktır. Yani daha üst düzey çıkarları için rejiminde gedikler açmayı göze alacaktır. Diğer bir ifadeyle Türk hakim sınıfları “kaz gelecek yerden tavuk esirgememekte”, “kazan için tencereyi feda etmekte”dirler.

ÖZET VE SONUÇ

Bu nokta da soruna dair şunları özet olarak belirtebiliriz:

-          Faşist ve anti-demokratik rejimler, sistemin niteliğini değiştirmeksizin ulusal sorunda tavizler verebilir. Sorunun demokratik kazanımları içermesi ona siyasal rejimi demokratikleştirerek değiştirmesi yeteneğini tek başına vermez. Bu rejimler anti-demokratik rejimini derinleştirirken de ulusal sorunu özgün bir şekilde ele alarak sistem içine yedekleyebilir.

-          Bu sorunda sistemin vereceği demokratik tavizler rejimin niteliğini değiştirmemekle birlikte, toplumsal gelişime ve sınıf mücadelesine doğrudan olumlu katkılar sunarak, onu etkiler.

-          Bu türden rejimler ezilen ulusun haklarına yönelik verdiği her tavizi aynı zamanda ideolojik ve politik bir basınç altına alır. Hakları dejenere etmeye, gerçekleşmemesi için sistemli bir mücadeleye de girişir. Kazanılmış hakları tıpkı bütün alanlarda ve kesimlerde olduğu gibi burada da geri almaya dönük mücadele konusu haline getirir. Lehine oluşan her siyasal gelişmeyi ve konjektürü bu hakları gasp etme saldırısına çevirir. Bu bağlamda ulusal haklar ve özgürlükler meselesinde anti-demokratik niteliği onların sistemini yeniden üretecek ve pekiştirecek değil onu aşındıracak bir özelliğe sahip olduğunu bilerek saldırgan yaklaşımı esas alır. Bu bağlamda hak ve özgürlükler tıpkı diğer ezilen kesimlerin kazanımlarında olduğu gibi kurumsallaştırılmama, kalıcı hale getirmeme ve her an gasp edilme politikasına maruz kalır.

-          İster burjuva demokratik rejimlerde isterse faşist ve her türlü anti-demokratik rejimlerde ulusal sorunun gerçek çözümünü yani Özgürce Ayrılma Hakkını ret etmek, savaş gerekçesi haline getirmek esas ve baskın yandır. Bunun gerçekleşmemesi için denemeyeceği yol, gerçekleştirmeyeceği baskı ve katliam yoktur. Birlikte yaşama koşulunu ezilen ulusun özgürce tercih etmesini kabul etmez. Esasen kendi egemenliğinin güvence altına alınmasını içeren bir birlikte yaşam şartı koşar. Bu bağlamda faşist ya da burjuva demokrasisi olan rejimler ulusal sorunu bu yanıyla çözme yeteneğine sahip değildir. Demokratik bağlamlı tavizler ve sistem içi uzlaşmalar ulusal sorunu çözmez, ona yeni bir biçim verir.

-          Ulusal sorun demokrasi sorunu olduğu kadar ondan daha fazla devrim sorunudur. Emperyalizm çağında ulusal sorun burjuva demokratik nitelikten kopmuştur. Ulusun özgürce kendi tercihini yapması ve tam kurtuluşu ve özgürlüğe kavuşması Demokratik Halk Devrimi ve Sosyalist Devrimlerin parçası haline gelmiştir. Bunların tam ve kayıtsız şartsız gerçekleşmesi ancak bu devrimci süreçle mümkündür.  Gerçek ve kesin “çözüm” ancak bu yoldan geçmektedir. “Çözüm ve müzakere sürecini” birde bu açıdan değerlendirmekte yarar vardır. (Bir Partizan)

2218