Çarşamba Kasım 27, 2024

Yedinci yılında adaletin bittiği yerden...

kaypakkaya-partizan
Zirve Yayınevi’ndeki katliamdan kıl payı kurtulan Gökhan Talas, Zirve’nin Türkiyeli Protestanları nasıl etkilediğini agos.com.tr için yazdı.

 

18 Nisan 2007 Türkiye Hıristiyanlarının tarihini değiştiren gün. Yaklaşık 30 yıllık bir öyküsü olan Türkiye Protestan kiliselerinin kırılma, sarsılma, güven kaybı veya türlü travmalarla adlandırabileceğimiz milâdıdır. (Burada bahsettiğimiz Türkiyeli Hıristiyanlar, genel tabirde ‘converted’ olarak adlandırılan fakat Türkçe’de ‘dönmüş’, ‘sonradan olmuş’, ‘dönek’ artık siyaseten nasıl söylemek icab ediyorsa öyle tabir edilen, sayıları 5 bini geçmeyen küçük bir cemaat yapısıdır. Türk Kilisesi tanımı bence uygun olmadığı için ‘Türkiyeli Hıristiyanlar’ı tercih ediyorum.)

Üç Hıristiyan’ın, -benim de çok yakından tanık olduğum üzere- vahşice ve planlı olarak katli, ülkenin büyük kısmı için alışılmış katliamlar tarihinde bir detay olarak kaldıysa da, bizi her şeyimizle değiştirdi. Öncelikle öldürülen Hıristiyanların kimliği burada büyük önem arzediyor. Bu üç kişi naifliği, hizmetkârlığı ve sevilmesi açısından (ölenin arkasından yapılan geleneksel övgülerden ayırın lütfen...) örnek karakterlerdi. O yüzden tıpkı ağır bir şiddetin bir çocuğu hedef aldığında yarattığı dehşet gibi, bu kardeşlerin ölümü de büyük bir travma yarattı. Üstelik en vahşi yöntemlerle.

Bunun yanında ülkede bir fısıltı şeklinde dolaşan Hıristiyan katlinin, Santoro cinayetiyle azıcık fark edilmesi, Hrant Dink’in öldürülmesiyle toplumsal bir tepkiye dönüşmesi ve Malatya’yla zihinlere kazınması ‘herhalde’ toplumsal bir rahatsızlık da yarattı.  Ümmet refleksi olan kimilerinin ‘sahiplenme’ duyguları, bazılarının “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmasından” duyduğu rahatsızlık ve daha da beterlerinin katilleri kahramanlaştıran hezeyanı arasında biz nasıl bir rahatsızlık oluştuğunu sezemedik gerçi. Marjinal addedilen kimi sol grupların sessiz sahiplenmesi gözlerimizi yaşartsa da, Malatya’da ölenler, Hıristiyanların katledilmesi falan çok uzun süre gündem de kalmamalıydı. Öyle de oldu. Sahiplenme duygusu içindekilerin dahi bu misyonerlerin sağı solu belli olmaz kaygısı sessizliği büyüttü. En nihayetinde ulusal bazı kaygılar içinde değerlendilirse, misyonerler gerçekten de o kadar masum olmayabilirdi. Bütün bu gelgitler, Malatya davasının Ergenekon’la ilişkilendirilmesiyle yerini kahraman olmak isteyenlerin kararlı duruşlarına bıraktı. Dava süreci boyunca olayların gidişatından çok da bir şey anlamadığı belli olan Hıristiyan cemaat için artık elle tutulur bir düşman profili vardı. Zaman bize kimin ne kadar katliamdan sorumlu olduğunu gösterecek. Ancak bizim bugün başka bir derdimiz var.

Malatya’da üç Hıristiyan katledildi. Üç baba, üç adam, üç koca... Ve bugün, olayın bir numaralı failleri, suçüstü yakalanan, kanlı elleriyle yaka paça tutulan katiller sokakta. Türkiye’de hukuk sistemi, adalet sistemi gibi kavramlar benim için çok bir şey ifade etmiyor. Hafifsemiyorum, anlamıyorum sadece. Konjonktürel olarak kat’i değerleri bile tartışılabilen ve şirazesi kaymış bir yapı söz konusu olan. Malatya öncesinde ve sonrasında bu kavramların içinin neredeyse tamamen boşaldığına da eminiz artık. Ergenekon davası, 17 Aralık sürecinin dalgaları arasında bir pazarlık konusu edilerek farklı bir mecraya çekilince, dünün büyük şeytanları bir bir salıverilmeye başlandı ve bizim elimizde de bu beş ‘olası’ katil kaldı. Elektronik kelepçe uygulamasıyla yüksek güvenlik konusunda içimizi rahatlatmak isteyen savcılar, bugün davanın ileriye dönük olarak nasıl yeniden şekilleneceğine dair belirsiz bir yerde duruyorlar. Çünkü her şey yeniden başlıyor.

Bu hengame arasında Hıristiyanlar ne yapıyorlar? Malatya’ya gidiyorlar. 18 Nisan günü hâlâ şehirde yaşamakta olan kardeşlerine destek vermek, hiç ölmemiş olan şehitlerinin anısını haykırmak, unutmadık demek ve adalet talep etmek için. Öyle teolojik tartışmalar içerisinden meselenin eksenini şaşırmasına falan müsade etmeden. Çünkü adalet talep etmek İsa’nın çocukları içinde hak. Hem de insan olmalarının birincil gereği olarak, yaradılışlarından ötürü. Bu noktada hâlâ “Bu misyonerlerle yan yana durmayalım, sakata gelmeyelim” kaygısı taşımayan herkes için de tarihi bir fırsat var. Çünkü yaşadıkları toplumun temel öğelerinden birine, insanlığa yapılmış bir saldırıda, gerçekten insani bir duruş sergilemek için 18 Nisan 2014 önemli bir tarih. Katiller sokakta geziyorken üstelik...

1590