Zerifa'dan Sakine'ye :Munzur Cem
Zerîfa, Dersimlilerin söylemi ile „Zerîfa Xanime“, Qoçkîrî(Koçkiri)li, yani Batı Dersimlidir. Eşi ve akrabası Aliîşêr Efendî gibi o da ateşli bir Kürt yurtseveriydi. Bu nedenle de, 1921 tarihli Koçkiri ulusal direnişide en ön saflarda yer almaktan kaçınmadı.
Bu direnişin yenilgi ile sonuçlanması üzerine Alîşêr ile birlikte Dersim`in merkezi bölgelerine (çekirdek Dersim`e) gitti. Bu gidiş elbet o ve Alîşêr Efendî için kenara çekilip oturmak anlamına gelmiyordu. Ne göçmenlik koşullarının ortaya çıkardığı güçlükler, ne aşiretçi ilişkilerin eğemen olduğu toplumda çokça göze çarpan bilinçsizlik, çıkarcılık ve kaypaklık gibi sorunlar caydırabildi onları yollarından. Birbirlerine „heval“ diye hitap eden Zerîfa ile Alîşêr, merkezi Dersim`e adım attıkları günden yaşamlarının noktalandığı güne kadar aynı özveri ve kararlılıkla halkı için çabalamaya devam ettiler.
Ve işte bu iki yılmaz özgürlük savasçısı, bu iki militan, 9 Temmuz 1937 tarihinde, konaklamaya geldiklerini sandığı, tanıdık bir grup Dersimli tarafından katledildiler. Pusu haince, alçakça ve barbarca idi. Üstelik, bu iki büyük devrimciyi katledenler, planlayıcılardan aldıkları talimat gereği, her ikisinin başlarını keserek 17. Tümen karagahına teslim ettiler.
Zerîfa Xanime ile Alîşêr Efendî, o gün bu gündür Dersim halkının yüreğinin derinliklerinde sönmeyen birer meşaledir. Halkımız, bu iki kahramanı kutsallık derecesinde sevip sayıyor.
Bu iki kahramanın 9 Temmuz 1937 günü kalleşçe bir tuzakla katledilişlerinin yarattığı üzüntü, şaşkınlık ve öfke ne idiyse, 9 Ocak günüp Paris`te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez`in başına gelenlerin yarattığı etki de odur. Genç bir aktivist olan Leyla; bilgisi, becerisi, çalışkanlığı ile diplomasi alanında parlak bir gelecek vaad eden Fidan ve günümüzün gerçek bir Zerifası olan Sakine! Biri Dersimli, bir Elbistanlı, bir Liceli; ikisi alevi, biri ise êzdi olan 3 Kürt kadını.
Sakine ile hiç yüz yüze konuşma olanağım olmadı. Ne var ki bu, onu tanımadığım anlamına gelmez. Onunla aşağı-yukarı aynı yıllarda aktif politika yapmaya başladık. Ama o yaşça benden daha küçüktü ve dolayısiyle de bana göre daha erken yaşlarda başlamıştı bu işe. İkimizin de politik olarak seçtiğimiz yer, Kürt yurtsever hareketiydi fakat örgütlerimiz ayrıydı. Hem de aralarında çok önemli görüş farkları olan örgütlerdi bunlar. O, PKK`nin kurucularındandı, ben ise kuruluştan sonra PSK saflarına katılmış olanlardandım.
Ben 1980 darbesinden bir kaç ay önce ülkeyi tertkettiğim için, 12 Eylül zulüne yakalanmaktan kurtulmuştum. Oysa o tarihlerde Sakine Cezaevindeydi. Yıllar sonra ben aktif politikayı bırakıp çabalarımı başka alanlarda sürdürürken o katledildiği an hala kurucusu olduğu partideydi.
İdeolojik ve politik olarak birbirinden oldukça farklı yerlerde olmamıza rağmen, Sakine`nin dik duruşuna, direnişçi ruhuna ve halkının davasına olan bağlılığına hep saygı duymuşumdur. Özellikle de Diyarbekir zındanlarında, düşmanı kahreden kahramanca tutumu, Kürt kadınının mücadele tarihinde, özel bir yere sahip olacak türdendir. Bu isyancı Kürt kızı, ölüm ve korkunun kol gezdiği günlerde bile işkenceci cellatların yüzüne tükürmekten geri kalmamıştı.
Kürdistan halkı, bu kalleşçe katliama karşı olaganüstü denilebilecek derecede bir hassasiyet gösterdi. Sünnisi, alevisi ve êzdisiyile tüm Kürtler, Ermeniler, Asuri-Suryaniler birleştiler, elele verdiler; barış, demokrasi ve ögürlük istemlerini, bir kez daha yüksek sesle tüm dünyaya duyurdular. Kürdistan`ın öteki parçalarındaki Kürtlerin gösterdikleri tepki de yine önemli boyutlarda oldu. Türkiye`de ve dünyanın dört bir yanında bulunan Kürt dostlarının, demokratların ve insan hakları savunucularının tutumu da yine bundan farklı olmadı.
Bundan sonra yapılacak şey bellidir: Kürtler, aralarındaki görüş farkları ne olursa olsun ortak paydalarda buluşmayı başarmalı ve birlikteliği en düzeye çıkartmak için çabalamaya devam etmeliler. Halk olarak bizim barıştan korkmamız için her hangi bir neden yok. Tersine barış en az her kes kadar, hatta herkesten çok bize gereklidir. Biz bir halk, bir ulusuz. Bütün farklılıklarımız ve renklerimizle istediğimiz şey, barış, eşitlik ve özgürlük; geleceğimizi serbestçe belirleme yani kaderimizi tayin etme hakkıdır. Kölelik zincirlerini yok ederek dünya halklar ailesinin özgür bir üyesi haline gelme hakkını kimse bu halkımızın elinden alamaz. Üc Kürt kadın devrimcinin katledilmesinden sonra ortaya çıkan tablo, Kürt halkının geri dönülmez bir biçimde bu yolda yürümekte olduğunun açık kanıtıdır.
Beri taraftan katledilen 3 yurseverin gömülmesiyle de bu olay sona ermeyecek elbet. Kürtler, ne olrusa olsun bu işin peşini bırakmamalı, cinayetin bütün yönleri ile aydınlatılması için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmamalılar. Eğer birileri geçmişteki pek çok örneğe bakarak „Kürdü katlederim, yanıma kar kalır“ mantığı ile hareket ediyorlarsa, kürdün,köprülerin altından çok sular aktığını ve bunun kolay olmadığını onlara göstermeiz gerekir. Bu, Kürt halkı ve onun dostları için ödenmesi gereklen bir boyun borcu olmalı.
Kürdistan halkı, acılarla ileriye gitmesini bilen bir halktır ve Dersim`in de bu davada çok özel bir yeri var. Halkının „Hardo Dewrês“ yanî „kutsal toprak“ dediği bu toprağın mayası, Sey Riza`nın kızları Zerîfa`dan Sakîne`ye uzanan bu direnişçi gelenektir. Bariş, eşitlik ve özgürlüğe sariilma geleneğin, bundan sonra daha da güçlenerek devam edeceğinden kuşku duymak için her hangi bir neden yok. Bu toprağa ve bu toprağın insanına ancak bu yakışır.