Pazar Ocak 5, 2025

12 Eylül yargılandı... mı?

“Eğer biz imkânsızı yapmazsak,olanaksız ile karşı karşıya kalacağız.”[1]

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye 12 Eylül darbesi aktörlerini “yargıladı”, “mahkûm etti”, hatta mahkeme darbeci generallerin “rütbelerinin sökülmesine” hükmetti…

Böylece, onyıllar sonra da olsa, “adalet yerini bulmuş”, ülke “darbe geçmişiyle hesaplaşmış”, ve bu yolla da “demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atılmış” ve hatta (galiba) “ileri demokrasi”ye geçilmişti…… mi?

Kuşkusuz fark etmişsinizdir; bu ülkede siyaset, kanayan yaralarını sağaltma adına, tarihsel-toplumsal koşulların, iç-dış konjonktürün dayattığı adımları “çok geç, çok az, çok saptırılmış/sulandırılmış” bir biçimde atmanın üstadıdır. “Kürt sorununu çözüyoruz” denir, seçmeli Kürtçe derslerle, TRT Şeş’le filan idare edilir; “Alevîlerin kimliğini tanıdık,” denir; devlet büyüklerinin Hacı Bektaş Veli şenliklerinde boy göstermesiyle yetinilir; “kadınlara yönelik şiddeti önledik”, denir, hâkime, savcıya, polise kurslar, Cuma hutbeleri, kadındansa “aile”yi korumayı hedefleyen bir yasa ile sorun baştan savılır; “taşeronu kaldırıyoruz” denir, taşeronlaşma yaygınlaştırılır…

Bu nedenledir ki “çözüm” adına atılan adımlar, genellikle “sorun”u daha da vahimleştirmek, yaraları kangrene dönüştürmekten öte bir anlam taşımaz. Bu, egemenlerin “yönetme” biçimidir; yani ezilenler ve sömürülenler üzerindeki baskıyı, her karşı çıkış dalgası yükseldiğinde şekil değiştirerek sürdürme taktiği…

AKP iktidarının bu “idare-i maslahat” sanatında usta olduğunu hepimiz teslim etmeliyiz. İktidara geldiğinden bu yana, bu ülkenin kronikleşmiş pek çok sorununu “çözüyormuş” gibi yapıp kendi “restorasyon” girişimine dolgu malzemesi kılmakta (ve kabul etmek gerekir ki her seferinde kimi “muhalifler”i “müttefik”e dönüştürmekte usta…

12 Eylül’ün bir ayağı çukurda iki generalinin yargılanması da -12 Eylül darbesinin (karşı) “taraf”ını oluşturan devrimcilerin cansiperane çabaları bir yana- iktidar açısından böyle bir farsın sahnelenmesinin ötesine geçmedi. 2010 Anayasa değişikliği referandumuna, liberalleri ikna etmek üzere son dakikada eklenmiş bir elma şekeriydi, kabul edildi. Dava gerçekten açıldı. Yargılama, ileri yaşın her türlü arazıyla malûl iki “hazret”in gıyabında sürdürüldü. Başka hiç kimseye “bulaştırılmaması” hususunda tüm heyetin aşırı özeniyle. Ne bir komutan dâhil edildi yargılama sürecine, ne bir er, ne bir gardiyan, ne bir istihbarat görevlisi, ne bir polis amiri, ne bir memur… 4 yıllık karabasan, ev baskınları, gözaltında kaybedilenler, onca işkence, idamlar, bütün bir toplumu lâl eden devlet terörü, sansür… Sanki iki iblisin yazıp sahnelediği sürreel, şom bir oyundu; o ikisini yuhalayıp sahneden kovaladığımızda “olmamış” sayabileceğimiz. Nitekim, yeni devletlûlar, oyunun sonunda; “haydi artık, soğutun yüreklerinizi” deme yüzsüzlüğünü gösterdiler bizlere; “adamlar 100 yaşına merdiven dayamışlar; cezaevine atsak ne olur. Hem bakın, rütbeleri de söküldü; öldüklerinde devlet töreni de yapmayacağız… Unutun olup bitenleri.”

Neyi unutalım? Nasıl soğutalım yüreğimizi? Er Kenan Evren ile er Tahsin Şahinkaya’nın, diğer kafadarlarıyla birlikte yaptıkları darbeyle idam edilen, işkencelerle katledilen, bir kısmının kemiklerini hâlâ aradığımız yüzlerce canımızın, cezaevlerinde, işkencehanelerde karartılan hayatlarımızın üzerine sünger çekerek mi? 12 Eylül zulmünün dönüştürdüğü devlet mekanizmasının 1990’lar boyunca Kürtlere kan kusturmasını bağışlayarak mı? Yoksa 12 Eylül rejiminin arkaplanını ve yapısal nedenini oluşturan neo-liberal ekonomik politikanın bu ülkenin tüm işçileri, emekçileri, esnafı, küçük işletmecilerini sürüklediği cehenneme “istikrar rejimi” diye alkış tutarak mı? Ya da hâlâ 12 Eylül’cülerin topluma geçirdiği deli gömleği Anayasa altında, bu Anayasa’nın topluma dayattığı kurumların cenderesinde yaşamakta oluşumuzu görmezden gelerek mi? Söyleyin, nasıl?

Kabul etmek gerekir, Türkiye siyasetinin kronikleşmiş sorunları zamana yaya yaya, sulandıra sulandıra, sündüre sündüre “çözme” alışkanlığı, geriye insanın havsalasını zorlayan tuhaflıklar bırakıyor. Son vak’ada, ülkenin son otuz küsûr yılını, “Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu işledikleri, 12 Eylül 1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men” suçunu işledikleri gerekçesiyle TCK’nın 146/1. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edilen bir kişinin hazırlattığı bir Anayasa altında geçirmiş olması, ve mahkûmiyet kararıyla kadükleşmiş aynı Anayasa’yla kimbilir daha kaç yılını geçirmeye mahkûm olduğu gibi…

Bütün “devletlû”ların aklımızla alay etmelerine daha ne kadar izin vereceğiz, acaba?

 

24 Haziran 2014 10:05:11

 

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:8, No:253, 27 Haziran 2014…

[1] Murray Bookchin.

95995

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar