19 Mayıs’tan bir gün önce 18 Mayıs (Rakıp Zarakolu)

İbrahim Kaypakkaya 19 Mayıs’tan bir gün önce öldürüldü. 19 Mayıs bizim gençlik bayramımızdır. 24 Nisan’dan bir gün öncesi 23 Nisan bizim çocuk bayramımızdır.
11 Eylül Şili’de Allende’nin sosyalist hükümetinin Pinochet’nin faşizan darbesi ile devrildiği tarihtir. İnsanların stadyumlarda oluşturulan toplama kamplarına konulduğu, kitapların Nazi Almanya’sındaki gibi ateşe verildiği tarihtir.
Aynı modelin uygulandığı Türkiye’deki 12 Eylül darbesi, bir gün sonra aynı senaryoyu sahneye koyar. Toparlanan insanların konulduğu yerler, örneğin Fatsa’da fındık fabrikası, ya da Perşembe’deki NATO Atom sığınağı, bir sürü yerde Eğitim Enstitüleridir. Hapishane ve kışlalarda koyacak yer kalmadığı için. Kadıköy’de kitapevlerinin sakıncalı olacağını düşündükleri kitaplarını denize döktükleri tarihtir.
Sultanahmet Adliyesi’ne tıka basa doldurulan kitapların Selimiye Kışlasında aleve verildiği tarihtir.
Keşke çocuk bayramı ve gençlik bayramı olarak saptadıkları tarihleri başka türlü belirleselerdi.
Zira 19 Mayıs bizde bayram iken Pontos Rumlarının matem günüdür.
23 Nisan ise, Ermeni yetimlerinin kaderini hatırlatır.
Her ulus devletin efsaneleri vardır. Keşke daha iyi Çocuk ve Gençlik bayramı tarihi seçselerdi, kendi efsanelerimizin sağlığı açısından.
18 Mayıs, arkadaşım İbrahim Kaypakkaya’nın onurlu ve işkenceden sağ biçimde çıktıktan sonra yargısız infazla öldürüldüğü tarih.
Tarihimizdeki birçok ayıptan biri… Tam gençlik bayramından bir gün önce…
Çapa’daki Yüksek öğretmen Okulu öğrencileriydiler hepsi. İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu’nu, Ali Taşyapan’ı, Ülkücüler tarafından okuldan kovuldukları zaman tanıdım. Çapa’yı İstanbul Üniversitesi’ndeki saldırıları için üsse çevirdiler. İstanbul’da İlk düşürdükleri yerlerden biri de, Belgrad Ormanındaki Orhan Fakültesi olmuştu. O zaman Fahri Aral, Talebe Cemiyeti başkanı idi. Oradan kovulmuş oldu.
Çapalılar, yatacak bir yer ayarlayana kadar, FKF lokalinin sandalyeleri üzerinde gecelemişlerdi.
Deniz Gezmiş, o zaman Ülkücü denmezdi, Turancı gençlerin saldırılarına karşı elinde sopası savunma gücü gibiydi 1968 öncesi.
1968 Temmuzunda Hukuk öğrencisi Vedat Demircioğlu, talebe yurdunu basan polis tarafından komaya sokulduktan sonra öldü. Deniz, Vedat’ın cenazesini bir protestoya çevirdi.
1960 28-29 Nisan öğrenci gösterilerinden bu yana ilk öğrenci katliydi bu.
1969 yazını Ülkücüler komando eğitim kamplarında geçirdiler.
1969 Eylül’ünde İÜ Öğrenci Birliği seçiminde Ülkücüler olay çıkarıp Kongreyi hükümet komiserine iptal ettirdiler. ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür ise sokakta bir siyasi şube elemanı tarafından vuruldu.
Daha sonra Komando eğitiminin sonuçları alınmaya başlandı. Artık sorunu polisin “halletmesine” gerek kalmayacaktı.
12 Mart öncesi, İstanbul’da, Ankara’da peş peşe sol eğilimli gençler öldürülmeye başlandı. Deniz’in en hüzünlü resimlerinden biri, vurulan DMMA öğrencisi Battal Mehetoğlu’nun başındaki resimdir.
Bütün bu altüstlükler arasında İbrahim Kaypakkaya, sorunun kaynağı resmi ideolojiye karşı açık, “ama”sız, siyasal tavır koyan ilk 68’lilerden biri oldu. Yalnız o mu? Kürt sorununu da siyasal bir kopuş sergiledi sol siyaset içinde. Ermeni gerçekliğini de ilk hissedenlerden.
Belki de onun için birçok Hay daha bir yakın buldu onun siyasetini, Hrant dahil.
Ama o noktaya ulaşana kadar da birçok kopuş kaçınılmaz olmuştu onun için. Önce TİP’ten kopuş, sonra MDD’den/Türk Solu’ndan kopuş, daha sonra da Perinçek’ten kopuş.
Ama daha devletten önce, sol içi şiddete, hatta infaza maruz kalacaktı neredeyse.
Kopuşların büyük polemikler, öfke ile yaşandığı dönemin ünlü tartışma forumlarından birinde İTÜ’de DÖB’lü arkadaşım Bombacı Zihni’nin kafasına tabure indirdiğini hatırlıyorum. Öfkeli DÖB’lüler, aşağıdan balkonda duran Beyaz Aydınlıkçılar’a bağırıyordu. İbrahim’i kim susturabilir? O da yanıt veriyordu. Aşağıdaki DÖB’lüler “bağırıyordu, “at, at” diye.
Kafasından kan akan İbrahim Kaypakkaya’yı, anfiden dışarı ben çıkardım. Gümüşsuyu’ndan yukarı doğru çıkarken Nail Satlıgan aşağı doğru iniyordu. İbrahim’i ona devredip anfiye geri döndüm.
Zihni daha sonra bana, “Ben tabureyi vurmasam, balkondan aşağı atacaklardı.” diyecekti.
Vedat Demircioğlu, İTÜ Yurdu’nda öfkeli polis tarafından aşağı atıldığı için komaya girmiş, daha sonra ölmüştü. 6. Filo’ya karşı protestonun merkezi gibiydi İTÜ Yurdu. FKF’lisi, DÖB’lüsü herkes orada. FKF sekreteri Veysi Sarısözen de iyi bir dayak yemiş, ama sağ kalmış, tutuklanmıştı, yataklarından alınan gariban pijamalı öğrencilerle birlikte.
Beyaz Aydınlık çizgisinden kopuştan sonra hakkında “örgüt içi infaz” kararı alınmıştı. Adil Ovalıoğlu gibi, bir başka siyasette.
Arkadaşları ile kurduğu partiyi, TKP/ML olarak adlandırdı İbrahim Kaypakkaya. Ve kadim TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi gibi katledildi. 68 gençlik başkaldırısı içinde yükselen 3 devrimci siyasi hareketin de kurucularının katledilmesi bir tesadüf değil. Klasik “yılanın başını küçükken ez” anlayışı!
Deniz’ler yargılı infaz ile, Mahir’ler yargısız infaz ile katledilirken, İbrahim Kaypakkaya sağdı ve yepyeni bir örgütlenme çabasını başlatmıştı kırsalda. Dersim’de, Siverek’te…
Çapa’dan başlayan bu uzun yürüyüşün, capcanlı bir tanığı var: Muzaffer Oruçoğlu. O bir kahramanı, bir önderi, bir şehidi, bir azizi değil bir İNSAN’ı anlatıyor.
Çapa’da birlikte başlayan uzun yürüyüşlerinin daha ilk başlangıcında, roman yazma eylemliliğini başlatmış bir genç Muzaffer. Her ikisi de edebiyat dergilerini takipçisi yakından.
FKF’nin Aksaray’daki, Divanyolu’ndaki ofislerinde karşılaşmalarımızı hatırlıyorum.
Bu edebiyatçı duyarlılığı ile anlatıyor İbrahim Kaypakkaya’yı şimdi de… An be an, capcanlı…
O sorgulayıcı bakış ve okuyuş ve yorumlayışı, o alaycı bakışı, o dost, sıcak kucaklayışı hissediyorsunuz, Oruçoğlu’nun satırlarında.
Neredeyse ona dokunduğunuzu hissediyorsunuz.
Muzaffer Oruçoğlu ile Selimiye Kışlası özel ahır bölümünde birlikte kaldık 4 Nolu koğuşta. Yüksek tavanlar, kalın demirden bir kapı, pencere yerine derin bir oyuk, ucunda ışık bile bulunmayan. Toplama kampları misali, duvar boyu uzanan tahtadan iki katlı toplu yatakta yan yanaydı döşeklerimiz. Bir yanıma THKO’lu Osman’ı öte yanıma TİKKO’cu Muzaffer’i almıştım.
Yukarı kattaki koğuşlarda Yılmaz Güney, Sırrı Öztürk vd. klasik komünal yaşam sürdürürken, aşağı katta General Türün’ün kurdurduğu “özel” bölümde çok farklı bir uygulama yapılıyordu. Ziverbey’deki işkence merkezinden getirilenlere…
Askeriye bölünmüştü, 9 Martçılar ile 12 Martçılar diye. Üst katın yönetiminde 9 Martçılar daha bir etkiliydi.
Örneğin Yusuf Küpeli, demir parmaklıklarla koridordan ayrılan özel bir hücrede tutuluyordu, çok ağır sağlık sorunlarına karşın. Hayvanat bahçesindeki kafesler gibi. Görüşe, avukata giderken önünden geçiyordunuz. Selam vermenin bedeli, diğer toplu koğuşların önünden geçerkenki gibi, erler tarafından toplu dayaktan geçirilmekti. Emin Karaca’nın başına gelenki gibi.
12 Eylül darbesinden sonra Emil Galip Sandalcı ile gözaltına alındıktan sonra, bu koğuşlarda birkaç gün kaldık. O toplama kampı bütün tahta ranza yerine normal ayrı ranzalar konulmuştu. Erler tarafından toplu hoş geldin dayağı vardı. Ama bize uygulamadılar.
Şili’de General Pinochet’nin 11 Eylül darbesinin haberini bu ahır zindanında almıştık. Allende’nin katledildiğini…
Daha bir haklı bulmuştuk, tek yol direniş, tek yol devrim anlayışını.
Türkiye’de de başka bir yol mu bırakmışlardı sanki!
Meclis’te linç edilmeye kalkılan Çetin Altan, fiili olarak parlamento dışı bırakılan TİP’ti. 12 Martçılar legal/illegal ayrımı mı yapmıştı. Herkesi doldurmuştu zindana.
Soğuk Savaş’ın anti komünizmi egemen kaldı hep, 1989 büyük çöküşüne kadar.
Maltepe 2 Nolu’da yeniden buluştuk Muzaffer ile 1973 seçimlerinden sonraki yumuşama döneminde.
Anayasa Mahkemesi sayesinde, 1973 yazı bizler tahliye olurken; cezaevini Muzaffer ve birkaç arkadaşına devrettik. Meclis’teki oylama sırasında 146/3’den hüküm giyenler kazara affolunmuş ama, CHP koalisyon ortağı MSP 141/142’ye “IH” demişti. Anayasa Mahkemesi, bunu haksız bulup 141/142 mahkumlarını af kapsamına almış; 146/1 den yatanları yasaya uygun bulmuştu.
Bu nedenle Muzaffer Oruçoğlu’nun serbest kalması, Ertuğrul Kürkçü ve diğerleri gibi 80’li yılların ortasını bulacaktı.
2014 yılında gittiğim Avustralya’da bir ressam ve yazar olarak bulacağım Muzaffer Oruçoğlu ile buluşmak benim için büyük keyif olacaktı. O eski günleri anacaktık. Armağanı olan “Ağlayan Kız” tablosu duvarımda asılı.
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)