Cumartesi Mart 1, 2025

2014ʼten 2015ʼe çakal tedirginliği

Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girerken hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan gelişmelere dair kısa bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır. 2014 yılı hem enternasyonal proletarya hem de Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı açısından yoğun bir sömürü, baskı ve katliamın yanında; buna paralel isyan, direniş ve mücadeleyle dolu bir yıl oldu. Dünya proletaryası ve ezilen halklar, kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı isyan etti, sokaklara çıktı ve meydanları doldurdu. Bu isyanların kimileri kazanımla, kimileri ise yenilgiyle sonuçlandı. Kabul etmek gerekir ki; bu gelişmelerin hepsini burada değerlendirebilmenin koşulu bulunmamaktadır. Dolayısıyla sadece genel bir değinmeyle yetinme zorunluluğumuz olduğunu hatırlatmakta yarar var. Dünya üzerinde emperyalist kapitalizmin süregelen krizinin etkileri geride bıraktığımız yılda da kendisini göstermeye devam etmiştir. Bu gerçeği emperyalist sermayenin savunucularından bazıları da ifade etmektedir. Nitekim emperyalist ülkeler arasında yaşanan çelişkiler ve bunun sonucu olarak yer yer süren vekâlet savaşları, bu krizin sonuçları olarak önceki yıllardan devralınıp sürdürülmüştür. Buna rağmen 2014 yılında ön plana çıkartılan ve tartışılan emperyalist kapitalist sistemin krizi değil, daha çok bu krizin doğrudan ürünleri olarak ortaya çıkan çelişkiler ve çatışmalar olmuştur.

Örneğin ABD-Rusya arasında yaşanan “Ukrayna Krizi” ve bunun etrafında dönen kapışma, Suriye’de süren emperyalist ve bölgesel gericilik destekli iç savaş; bir katliamcılar örgütü olarak desteklenen ve beslenen IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de uyguladığı vahşet ve katliam; pek tabii ki İsrail Siyonizmi’nin saldırıları vb. tartışılan gündemler oldu. 2014’te de kapitalist emperyalist sistemin insanlığın geleceğine dair bir şey veremeyeceği aksine daha fazla yıkım, sömürü ve katliam vaat ettiği görülmekle kalmamış, pratikte de bir kez daha tecrübe edilmiştir. Sadece vekâlet savaşları anlamında değil, sınırsız kâr hırsıyla devam ettirilen çevre ve doğa katliamlarının yanında, Ebola gibi salgın hastalıklarla mücadeleyi kendilerine dokunmadığı için yerine getirmeyen bir sistem ve onun sahiplerinden bahsediyoruz. Bu bağlamda emperyalist kapitalizmin yaşadığı krizin sonuçlarının somutlanması olarak, bir yanda dünyanın çeşitli bölgelerinde emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşlar, çatışmalar ve saldırılar yaşanmaya devam etmekte, binlerce insan bu çatışmalarda ölmekte, sakat kalmakta ya da yerinden yurdundan edilmektedir. 2014 yılında başta bu çatışmalar olmak üzere, insanlığa dayatılan yaşam koşulları nedeniyle göçmenlik olgusunun daha da arttığına tanık olunmuştur. Milyonlarca insanın yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldığı, binlercesinin bu göç sırasında katledildikleri bir durumdan bahsedilmektedir. Kriz emperyalist merkezlerde de etkisini sürdürmekte, bunun sonucu olarak örneğin Avrupa’da göçmenlere ve Müslümanlara yönelik giderek artan saldırganlık ve ırkçılık ortaya çıkmakta ya da ABD’de olduğu gibi Siyahîlere yönelik devlet destekli saldırılar artarak sürmektedir. Kuşkusuz ki bu uygulamalara karşı işçi sınıfının ve halkın tepkisi ortaya çıkmakta, yer yer eylemlerle ifade edilmektedir.

Ancak emperyalist krizin en çok etkilediği coğrafyalar, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarıfeodal ülkelerin bulunduğu Latin Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkeler olmuştur. Birkaç yıl öncesinden başlayan ve “Arap Baharı” olarak tanımlanan, Kuzey Afrika ve Arap coğrafyasında yaşanan halk isyanları geriye çekilmiş, yer yer hareketin önderliği başka hâkim sınıf klikleri tarafından ele geçirilip kurulu düzen tahkim edilmişse de, bu coğrafyalarda işçi sınıfının ve halkların isyanı çeşitli biçim ve içeriklerde devam etmiştir. Bu vesileyle 2014 yılı, bir kez daha “dünyanın kırları”nın ve bu anlamıyla “devrimin fırtına merkezleri” olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri olmaya devam ettiğini göstermiştir.

Bu noktada ayrıca kaydetmekte yarar vardır. Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürtler, dört parçaya ayrılmış ve bu anlamıyla da farklı uluslaşma yaşamış olsalar da tarihlerinde ilk kez önemli oranda birlikte hareket etme imkânını yakalamışlardır. Bunda IŞİD’in Şengal’e ve ardından da Kobane’ye saldırması etkili olmuştur. Kürtler Kobane’de tarihsel bir direniş ortaya koymuşlar ve bu direniş daha şimdiden Kürt ulusunun bilincinde önemli bir yer edinmiştir. 2014 yılında da emperyalist kapitalist sisteme tüm varlığıyla bağlı olan Türk hâkim sınıfları ve onların devleti, uygulanan politikalardan doğrudan etkilenmeye devam etti. Örneğin bu çelişkilerinin Türk hâkim sınıflarına yansımasının bir boyutu da “yeni Osmanlıcılık” adı altında Ortadoğu’ya açılan seferin hüsranla sonuçlanması olmuştur. TC devletinin başta Suriye, Irak ve Mısır politikaları olmak üzere Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar tam anlamıyla karşıtına dönüşmüştür. Bu durumu anlatmak için icat edilen “değerli yalnızlık” kavramı bile işe yaramamıştır. 2015 yılı bu “değer”in ne menem bir şey olduğunu fazlasıyla gösterecektir.

Ve Türkiye: Hiç Bitmedi ki!

Her ne kadar R. T. Erdoğan, “Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazandı” (24 Aralık) dese de, bütün bir yıl boyunca korkusunun sürdüğünü kaydetmek gerekir. Bu ifadeler, R. T. Erdoğan ve onun temsil ettiği şebekenin Gülen Cemaati’nin 17–25 Aralık operasyonları karşısında yaşadığı sarsıntının atlatıldığına işarettir. Öldürmeyen her darbenin güçlendireceği gerçeğine bağlı olarak 2014 yılında Erdoğan ve hempaları, Gülen Cemaati‘ne karşı tasfiye operasyonlarına hız vermişlerdir. Son operasyonlar ve ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla belli bir sonuç aldıklarını düşünmektedirler.

2014 yılına hâkim sınıflar açısından damgasını vuran bu gelişmelerin nedeni olarak Türk hakim sınıflarının kendilerini İslamcı olarak tanımlayan iki kliğinin iktidar dalaşı olduğunu, bu dalaştan işçi sınıfı ve halk yararına bir sonuç çıkmasının mümkün olmadığını birçok kez ifade etmekle birlikte; başta Erdoğan ve şebekesi olmak üzere, Cemaat de dahil bir bütün Türk hakim sınıf kliklerinin esas korkusunun işçi sınıfı ve halkın mücadelesi olduğunu kaydetmek gerekir. Bunun en önemli göstergesi halka yönelik saldırıların tüm hızıyla sürmesidir. Son olarak “hırsıza hırsız, katile katil” dediği için Konya’da 16 yaşında bir çocuğun tutuklanması, İzmir’de Gezi eylemlerine katılan çocuklara hapis cezası verilmesi gibi gelişmeler, Gezi’nin ve dolayısıyla korkusunun halen sürdüğüne işaretidir. Türk hâkim sınıflarının tedirginliği nedensiz değildir. Başta Erdoğan ve suç şebekesi olmak üzere Türk hâkim sınıfları, asıl tehlikenin işçi sınıfı ve emekçi halktan geldiğinin farkındadırlar. Cemaat ve onun kriminalize edilmiş tanımlaması “paralel yapı”ya yönelik mücadele adı altında çıkartılan yasaların hedefinde esas olarak devrimciler, işçi sınıfı ve halk vardır. Devlet denen aygıtın bütün uygulamaları, hâkim sınıfların kendi aralarında dalaş olsa bile, esas olarak temsil ettiği sınıfın çıkarlarını hayata geçirmeye programlanmıştır. Çıkartılan yasaların ve fiiliyatta uygulananların bu çıkarlara hizmet ettiği geride bıraktığımız yılda fazlasıyla görülmüştür. Örneğin; her gün ortalama dört işçi iş kazaları adı altında katledilirken, bu rakamlar Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te tavan yaparken, sorumlu olanlar bırakalım hesap vermeyi, işçi sınıfına ve halka saldırmaktan geri durmamışlardır. Devletin attığı her adım işçi sınıfına saldırı olarak yansımıştır. Bu nedenle Kütahya Seyitömer işçilerinden, Cam işçilerine, Yatağan’dan Soma’ya ve Ermenek maden işçilerine kadar işçi sınıfı; hem kendilerine dayatılan kölece çalışma koşulları sonucunda ölümüne çalışmaya, hem de taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeye karşı direniş bayrağını kaldırmışlardır.

Geride bıraktığımız yıl, bir yandan kadın katliamlarının tüm hızıyla sürdüğü ama buna karşı da kadın örgütlerinin direnişinin de yükseldiği bir yıl olmuştur. Benzer durumun diğer bütün mücadele alanları için geçerli olduğunu kaydetmek gerekir. Nerede bir baskı, zulüm ve katliam varsa orada direniş geliştirilmiş, karşı koyuş örgütlenmiştir. Faşizmin teslim alma saldırılarına yanıt olunmuş, çakalların ulumasına tepkisiz kalınmamıştır. İşte tam da bu nedenle faşizm rahata ermemiş, tedirginliğini üzerinden atamamış, her fırsatta “kamu düzeni”nden bahseder olmuştur.

Kürt halkına yönelik saldırıların, sürdürüldüğü ifade edilen “çözüm süreci”ne rağmen tüm hızıyla devam ettiğini kaydetmek gerekir. Yılın sonlarına doğru yaşanan Kobane Serhildanı’na yönelik faşist devlet saldırganlığı sonucunda onlarca insanın katledilmesi ve binlerce insanını gözaltına alınması ve yüzlercesinin tutuklanması bu saldırganlığın son örneğidir. Buna rağmen Kürt halkı 2014 yılında da direniş bayrağını dalgalandırmaya devam etmiştir. Kobane direnişi bu anlamda sadece Kürt halkına değil, bilinçleri şovenizmle zehirlenmemiş Türkiyeli devrimcilere de ilham kaynağı olmuş, direniş ateşini harlamıştır. Türk hâkim sınıflarının en büyük korkusunun, Gezi’yle ortaya çıkan halk isyanının, Kürt hareketiyle birleşme ihtimali olduğu, 2014 yılında uygulamaya konulan politikalardan rahatlıkla anlaşılabilir. Bu tür bir birlikte hareket etme hali ya da diğer bir ifadeyle demokratik devrim çizgisi, hakim sınıfların iktidarını hedef alan bir perspektifle ortaya çıktığında, iktidarlarının bir gün bile ayakta duramayacağının farkındadırlar. Onlar başta Kürt halkı olmak üzere, bir bütün Türkiye halkına karşı işledikleri suçların hesabının sorulması korkusuyla yaşamaktadırlar. Saraylarında güvende olmadıklarının farkındadırlar. Zaten tam da bu korku nedeniyle Erdoğan her fırsatta Gezicileri anmakta ve nedense “paralele karşı kazandıkları zaferi” Gezi’ye karşı da kazandıklarını söyleyememektedir! Her fırsatta Gezi’yi karalamaya çalışmaları bu yüzdendir. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Onlar her ağızlarını açtığında duyduğumuz şey çakalların ulumasıdır. Varsın ulusunlar! Bizler ise Türkiye işçi sınıfının ve halkının oğulları ve kızları olarak, Gezi şehitlerinin, Kobanê dayanışmasında şehit düşen devrimcilerin ardından yeni yılda da yürümeye ve mücadeleye devam edeceğiz. 2015, toprağa düşenlerin düşlerini gerçekleştirme, çakalların tedirginliğini ise kuvveden fiile çıkarma yılı olacaktır.

72108

Nazaret VARTANOĞLU / Ermeni Soykırımını Lenine "mal etmek "gafleti

Soykırımın yüzüncü yılına ramak kala Sarkis Hatspanyan tarafından yazılan bir yazı Ermeni Soykırımını çarpıtmakta ve Lenin'i soykırımın “suç ortağı” vb. ithamlarla suçlamaktadır. Sardarabad Zaferi ile ilgili yazdığı yazıda Hatspanyan tarafından getirilen bu suçlama tarihsel gerçeği yansıtmadığı gibi, soykırımın ardındaki gerçek sorumluları kamufle etmeyi beraberinde getirmektedir. 

Gezi / Haziran ile Gençliği .”[2]

“Gençlik, sahip olunmaya değer tek şeydir.”[2]

Hepimiz Hacettepe-Beytepe kampüsündeki bir amfinin isminin ‘Ali İsmail Korkmaz Amfisi’ olarak değiştirmek için Ali İsmail’(ler)in, Ethem’(ler)in, Mehmet’(ler)in, Abdullah’(lar)ın, Medeni’(ler)nin, Ahmet’(ler)in, Ferit’(ler)in yani Gezi/ Haziran isyanının ölümsüzlerin yoldaşları olarak buradayız…

Siyaset ve Taktik Üzerine Kısa Bir değerlendirme

"Siyaset ve taktik partinin canıdır. “Türkiye ve Kürdistan devrimini iyi kavramak için siyaset nedir? Taktik nedir? Bunların doğru kavranması gerekiyor.  Legal, yarı legal faaliyet yürüten partilerde,  gerekse illegal faaliyet yürüten partilerde, özellikle de Komünist partilerinde mevcut emperyalist sisteme ve ona bağımlı sömürge -yarı sömürge ülkelerdeki faşist diktatörlüklere karşı yürütülen sınıf savaşında izlenmesi gerekli siyaset ve taktik zafer ve yenilgide belirleyici rol oynamaktadır.

Seçim tiyatrosu ve esir figüranlar

Bir ağanın eli sopalı kâhyasını marabalarına seçtirmesi ile bu düzenin  cumhurbaşkanını halka seçtirmesi arasında esasta bir fark yoktur. Marabaların seçtiği kâhya nasıl ki marabaların değil de ağanın temsilcisi ise, bu düzende halka seçtirilen  cumhurbaşkanı da halkı değil devleti ve düzeni temsil eder. Kâhya görevi gereği ağaya, cumhurbaşkanı da doğal olarak kurulu düzene hizmet eder. Çünkü bu düzen öyle kurgulanmış ve anayasası, kanunları, yargısı, parlamentosu, silahlı kuvvetleri, emniyet ve istihbarat teşkilatı ve her derece bürokrasisiyle temelden çatıya kadar öyle inşa edilmiştir.

Buluşmak,kavuşmak birlikte yürümek:Ganime Gülmez

Bugün buluştuk. “Buluşmak” hep “kavuşmak”la kardeş sanırım sürgünde! Eve dönüp “duygularım kaçmadan” bugünü yazmak, paylaşmak istiyorum. Çünkü yarın, yine duygularımızın başka gediklere girmek zorunda kalacağı yaşamlara döneceğiz.

Herkese ve her şeye ragmen

Bu aralar kendimle yerle gökle tanrıyla insanlarla hayvanlarla ne aklıma geliyorsa sataşıyorum.
 “tanrıya mektuplar”  adlı kitapları olan Hasan Basri Aydın üstadım aklıma geliyor. Birçok mahkemesine katıldım, kendi mahkemelerimin dışında sanırım en çok Hasan Basri Aydın ın mahkemelerine katıldım. Hatta “ sultan Ahmet adliyesi, yol olur her pazartesi” diye de şiir bile yazdım.

Tarihte kadın

Kadının yeri hakkında kısır bilgiler (bilgisizlikler) içimize o kadar sinmiş ki; kadının bugünkü haksız konumu kadın tarafından bile kabullenilmiştir. Bu kabullenişin başarıyla sürdürülmesindeki önemli etkenlerden biri de verilen tarih bilincidir. “Böyle gelir, böyle gider” güdümünde gördüğümüz ve bize böyle hissettirilen tüm dünya dönemleri haliyle biz de bilinç bulanıklığına neden olmaktadır. Bunun üzerine de okumayan, araştırmayan, elindeki ile yetinen kuşaklar yaratılınca da bu cehalet içimize iyice sinmiştir.

TKP/ML Hapishane Kadın Komitesi, Beşler için

2 Şubat 2011’de Dersim’de gerilla barınaklarında yaşanan göçük sonrası şehit düşen ve geçtiğimiz günlerde mezar yerleri açıklanan ve görkemli bir törenle toprağa verilen TKP/ML TİKKO’lu 5 kadın gerillayı andı.

“Kadınlar olarak daha çok öne çıkmanın zamanıdır”

Erdoğan Aydın’nın Son Kitabı ve Tarihe Sınıfsız Bakış Üzerine /Osman Tiftikçi

Genelde İslam ve tarih üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Erdoğan Aydın’ın, son olarak, Osmanlı’nın Son Savaşı isimli kitabı yayınlandı. Erdoğan Aydın bu kitabında Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girdiğini araştırıyor. E. Aydın’ın çalışması esas olarak siyasi karar alma süreçleri üzerinde, uluslararası anlaşma ve karşılıklı yazışmalar, gizli açık görüşmeler, özetle sorunun biçimsel yanları üzerinde duruyor. Bu konuda ulaştığı birçok belgeyi de okuyucuya sunuyor.

Evet O, Sunuz. Siz O, Sunuz

Güzeli yaşama aktarabilme çabası kitselleşebilme (cennete gidebilme ) çabası değil insan olabilme çabasıdır.

Hikaye bu ya.

Kapitalizmin insanlar yüzerinde yol açtığı kirliliğin, yabancılaşmanın.... köylerine de bulaşmaması için nehir... kenarlarında giydikleri tangalarla yıllarca mücadele vermiş şehirliler....

Ülkelerin sosyo ekonomik yapılarında hiç bir şey değişmediğini ispatlamaya çalışan kliplerini... çekebileceklerini düşündükleri köylerine gelirler.

İsyankar değerler toplamı: Alevilik

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim.”[2]

 

Alevîlerin hâli, Türkiye’nin laik olmadığının, ayrımcılık ve baskı gerçeğinin kanıtıyken; Hasan Ali Kızıltoprak’ın işaret ettiği üzere, “Alevîlik, değerler toplamıdır.”

Evet, “yürü bre hızır paşa/ senin de çarkın kırılır/ güvendiğin padişahın/ o da bir gün devrilir” diye haykıran bir değerler toplamıdır Alevîlik…

Hani Hacı Bektaş-ı Velî’nin, “hararet nardadır, saçda değil/ keramet baştadır, taçda değil/ her ne arar isen kendinde ara”!

Sayfalar