Açlık grevleri mücadelenin büyütülmesinin manivelası olabilmelidir

15 Şubat’la birlikte 100. gününü geride bırakan Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi her geçen gün artan katılımla devam etmektedir.
Süresiz açlık grevleri, ölüm oruçları bu topraklar için hiç de yabancı değildir. Çözülemeyen sorunlar karşısında, son aşamada halkların vicdanlarına sesleniş, sistemi reddediş olarak beliren güçlü bir politik duruştur açlık grevleri. Bedenler hücre hücre esirken toplumsal hareketin büyümesi beklenir esas itibariyle. Bu nedenle, tutsakların açlık grevlerinin dışarıdan yani sokaktan beslenmesi zorunludur.
Açlık grevleri “vicdanlara sesleniştir” dedik. Baskılar, saldırılar, tecrit reddedilse de bunu sessizlikle kabullenen yüreklerin tekrar karartılması hedeflenir. Ses çıkarmaya, itiraz eylemli kılmaya bir davettir açlık grevleri. Halen kaybedecek bir şeyleri olduğunu düşünenleri hesaplayanları; dar dünyalarından çekip çıkarmak için yapılan güçlü bir hamledir.
Politik duruş ve kararlılık, açlık grevlerinin üstünde yükseldiği zemindir. Politik amaca, tek başına değil, aynı zamanda harekete geçen halkların aktif mücadelesiyle ulaşılır. Yani açlık grevleri, sistemi çeşitli nedenlerle reddeden tüm kesimleri ve aynı zamanda hareketleri birleştirici bir rol de oynar.
Leyla Güven’in eylemi tarihi anlamlarla yüklü bir mekanda başlamıştır; Diyarbakır zindanlarında… Bu zindanlar ezilenlerin sayısız direnişine tanıklık etmiştir.
Kaypakkaya yoldaşın işkenceler altında vücudu parçalanırken ‘ser verip sır vermeyerek’ şehit düştüğü mekandır Diyarbakır zindanı.
Sakine’nin işkenceci cellat Esat Oktay’ın yüzüne tükürdüğü, Mazlum Doğan’ın 3 kibritle yangını tutuşturduğu, dörtlerin 18 Mayıs gecesinde ateş topuna dönüştükleri mekandır. “Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevenlerin” direniş-mücadele tarihiyle dolu bir mekandır Diyarbakır zindanı. Komünist bir hareketin lideriyle Kürt Ulusal Hareketi’nin çok sayıda öncü kadrosunun farklı zamansallıklardaki mekan çakışmasıyla ortak bir irade ve duruşun ifadelendirilmesiyle anlam bulur Diyarbakır zindanı!
Birleşik Mücadele Yükseltilmelidir!
Tarihimiz göstermiştir ki devrim; sınıfsal, ulusal, cinsel, mezhepsel her çeşit baskıya, ezilmeye, şiddete karşı ortak bir mücadele hattı örülebilmesiyle gerçekleşecektir.
Türkiye coğrafyasında mücadele, güçlü bir ulusal hareketin varlığına rağmen politik dengeleri etkileyebilme kapasitesine sahip olmayan Komünist Parti ve faklı devrimci hareketlerin varlığıyla özgüllüğünü göstermektedir.
Ezilenler kendi içlerinde hem egemen sınıfların ideolojisinin hem de devrimci-demokrat kesimlerin ideolojilerinin etkisiyle ayrışmakta, ortak bir kanalda birlikte hareket edememektedirler. Bütün bunlar, süreçleri karşılamaktan ve zaferi yakınlaştırmaktan uzak etkenlerden bir kısmıdır.
Her genellemenin içinde yanlışlıklar ve kısmi haksızlıklar barındıracağını bilerek ekleyebileceğimiz önemli bir husus da Türkiye Devrimci Hareketi’nin genel olarak politik davranabilmekten uzak, mücadele biçimlerinde tutucu, dogmatik ve grupçu özeliklerinin olduğudur.
Bütün bu özellikler konjonktürel olarak ortaya çıkan fırsatların kaçırılabilmesine yol açmaktadır. Gönül rahatlığıyla diyoruz çünkü oluşturulan dar ideolojik dünyalarında kendilerini devamlı olarak haklı görme hali vardır. Diyalektiğe rahmet okutan bir haklılıktır bu! Politika yapma imkânının bu şekilde kaybedilmesi, ortak mücadele ekseninin de yakalanamamasını getirmektedir.
Kürt Ulusal Sorunu’nun ve Ortadoğu dengelerini etkileyecek güçlü bir ulusal hareketin varlığı; sosyal şovenizmle mücadelenin güncel olmasına yol açmaktadır. Sosyal şovenizm, devrimci harekette genel olarak aşılamamış bir şekilde durmaktadır.
Rojava’da gerçekleşen direniş ve devrimsel süreç Kürt hareketiyle ortak mücadeleyi öne çıkarmıştır.
HBDH’nin bu sürecin önemli bir etkisi vardır. “HBDH’nin varlığını sürdürse de hali hazırda aktif bir hareket haline gelmemesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hususken, burada ortak mücadele ekseninde ortaya çıkan irade ve o dönem kendi Partimizin içinde olanlar dahil olmak üzere sosyal şovenleri/şovenliği teşhir etmesiyle önemlidir) Aynı şekilde legal alanda ortak hareket etme sınırları olsa da bizlerinde olduğu belli yapılarca sağlanmaya çalışılmıştır. Fakat “çökertme operasyonları” acı bir gerçeği ortaya çıkartmıştır. “Çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde TDH’nin çoğunluğu ‘tasfiyecilik’, ‘uzlaşma’ diyerek ‘PKK’ye masa değil mücadele’ çağrıları yapmıştır.
Bu ‘keskin’ lafları söyleyenlerin çoğunlukla silahlı mücadeleyi tefekkür etmekten bile zorlanan yapılar olmasını da bir yana koyalım. ‘Çözüm sürecinde’ keskin laflarla üstü örtülmeye çalışılanın; savaşa hazırlık mefhumundan uzaklık olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Devletin topyekûn saldırısına, bastırma-sindirme harekatlarına karşı kayda değer bir tutum ne legalde ne de illegalde geliştirilemedi.
Bu süreci, uzlaşmacılıkla suçlanan PKK’nin “savaşa hazırlık” olarak ele aldığı başta özyönetim direnişleri olmak üzere sürdürdüğü silahlı mücadeleyle açıkça ortaya çıkmıştır. Fakat sosyal şovenlik öyle bir boyutta ki, mücadelenin özgün bir hali olarak gelişen açlık grevi eylemleri yine ‘aldatmaca oyunları’ dönüş isteğiyle ‘çözüm sürecini tekrar başlatmak’ olarak açıklanmasında beis görülmemektedir.
Böylece açlık grevlerinin taleplerinin anlamını kavramaktan uzak bir şekilde yine ‘gönül rahatlığıyla’ genel bir destek açıklaması yeterli görülebilmektedir.
Tekrarlamak gerekir ki, politik bir hareket ‘her türlü zorbalık, baskı, zor ve suiistimale karşı, her türlü keyfiliğe karşı tüm demokratik ve sosyalist talepleri en önde haykırmasıyla, en önde tepki göstermesiyle ona devrimci niteliğini vermektedir. Kürt sorunu ekseninde TC kurulduğundan itibaren mevcut olan baskı, imha ve inkar siyasetinin karşısında eylemli olarak en başta komünist devrimcilerin durması gereklidir. Kaypakkaya yoldaşın TİİKP revizyonizmine karşı yazdığı ilk belgenin Kürt sorununa dair olması yol gösterici olmalıdır.
Politik davranabilme özelliğinden uzaklık, politik devrimcilik anlayışındaki yıpranmalar, sosyal şovenizm zehrinin varlığı ve dar grupçuluk, devrimci hareketler ve Kürt Ulusal Hareketi arasında ortak mücadelenin yükseltilmesindeki en önemli engellerdir. Dünya devrim tarihleri ittifakların, ortak mücadelenin tarihidir.
Lenin’in dediği gibi “İttifaklar olmasaydı tek bir siyasal parti var olamazdı.” İhtiyaç olunan, faşizme karşı birleşik mücadelenin yükseltilmesidir. Ezilenlerin her kesimine karşı yapılan en ufak saldırıyı birlikte göğüsleme ve birlikte cevaplama iradesinin gösterilmesidir. Bundan uzak duran hiçbir siyasi hareket, kendine ‘öncü’ sıfatını yakıştırsa bile, politik bir varlık haline gelemez. Sadece kendi varlığını sürdüren, dar, amatör gruplardan biri haline gelir.
Damlayı büyütelim…
Leyla Güven’in ve taleplerini tümüyle sahiplenen PKK-PAJK tutsaklarının eylemi haklıdır/meşrudur. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tecridinin Kürt ulusunun tecridini de amaçladığı açıktır. Öcalan’a yönelik en küçük bir uygulama dahi devletin Kürt ulusuna ve hareketine yönelik planlarından-saldırılarından bağımsız değildir. Öcalan’a uygulanan tecridin normalleştirilmesi, diğer tüm tutsakların yaşadıklarıyla aynılaştırılması Öcalan’ın Kürt ulusu nezdindeki öncü/önder rolünün kavranamamasının, bunun görülmek istenmemesinin bir sonucudur.
Devlet, etki gücüyle, savaşçılığıyla, Ortadoğu üzerindeki dengeleri değiştirmesiyle PKK’yi ve onun önderi Öcalan’ı mevcut konjonktürde ‘baş düşman’ olarak göstermektedir.
TC, Ortadoğu’da ki bütün politikalarını PKK’yi sınırlamak, yok etmek üzerinden yaşama geçirmektedir. Binlerce tutsağı ve gerillasıyla legal-illegal örgütlenmesiyle PKK’nin ulusal mücadelesinin devlete ‘beka’ sorununu oluşturacak ölçüde olduğu açıktır. Bu yanıyla, süresiz açlık grevinin temel talebi olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması isteminin sadece genel tecrit karşıtlığı üzerinden ele alınması, konjonktürü okuyamamak kadar açık bir kavrayışsızlıktır ve sosyal şovenlikten beslenmektedir. Leyla Güven ve yoldaşlarının süresiz olarak sürdürdüğü, TKP/ML tutsaklarının da iki defa yaptıkları destek açlık grevleriyle katıldığı bu eylem; devlete karşı çıkıştır!
Bütün bu özelliklerinden hareketle ortak mücadele şiarı öne çıkarılarak, tek bir alanla sınırlamadan, direniş çizgisi yükseltilerek ele alınmalıdır. Başta komünist devrimciler tek kişi oldukları alanlarda bile bu eylemi gündemlerine almalıdırlar. Kolektifimizin, sosyal şovenizmden beslenen darbecilikle birlikte önemli bir güç yitimine uğradığı açıktır. Fakat kendimize güveniyoruz! Doğru politikaları yaşama geçirmemiz, darbeciliğin etkisinde kalan yoldaşların ve kitlelerin bize olan güvenini tazeleyecektir.
Rosa Lüksemburg’un şu şiarı her zaman rehberimiz olmalıdır: “Çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez, devrimci taktikle çoğunluk olunur” Güç durumu ne olursa olsun, bu süreç dışında durularak, kıyısında köşesinde kalınarak ele alınamaz.
Leyla Güven TKP/ML tutsaklarına yazdığı mektupta şöyle diyordu: Sevgili yoldaşlar, ben insanlık suçu olarak gördüğüm bu tecrit karşısında sessizliği kırabilmek için açlık grevine başladım. Denizde bir damla olduğumun farkındayım. Ancak açıklamanızda belirttiklerinizde bu damlanın büyüyeceğinin işaretidir.”
Bize düşen damlayı büyütmektir, damlayı büyütelim!
Son Haberler
Sayfalar

Roboski: Taammüden devlet katliami!
SORU(N)LAR “RAİSON D’ETAT”SINDAN VAZGEÇMEYEN TUTUM YALANLAR, YALANCILAR “GERÇEK” ROBOSKÎ HÂLİ AKP: “CİNAYET VAR (DA), CANİ YOK(MUŞ)”?! (S)ÂKÎL -BEYAZ- KÜRTLER MUHATAPLAR YORUM(LAR) HUKUK(SUZLUK) ADALET DEĞİLDİR! “NE OLACAK” MI? ROBOSKÎ: TAAMMÜDEN DEVLET KATLİAMI![*]
“Herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı…”[1]
Veysi Altay’ın yönettiği ‘Faîlî Dewlet’ adlı belgesel, Cizre’de 90’lı yıllarda devlet eliyle işlenmiş cinayetleri anlatır ki, Roboskî de bu “realite”den bağışık değildir…

Deli dumrul'un "kentsel dônüm"ü yada yolsuzluk rantin ikizkardesidir
“Ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz.”[1]
Şaşırmadınız, değil mi?
Şaşırmış gibi yapmanıza da gerek yok.
Ne de olsa, AKP medyasının her şeyden çok anlayan, her şeyi en iyi bilen gülücüksüz prenslerinden, her şeyi çok uzaklardan seyreden, dalgın bakışlı, nazlı prenseslerinden değilsiniz…
Yani şaşırmış gibi yapmadığınızda dolar bazında her ay banka hesabınıza geçen maaşınız tehlikeye girmez.

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."
Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu
Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt
(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine
İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen
Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan
Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil
Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.

“Iyi” Papa mı?
“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]
Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?
Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…
Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)
“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]
Şiir şöyle:
“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.
Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"
Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il