Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’
Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı. Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında, Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.
Paketin açıklandığı böylesi bir basın toplantısında muhalif basına dahi tahammülü olmayan bir hükümetin sunduğu ‘’Demokratikleşme Paketi’’den sanıldığı gibi bir demokrasi çıkmayacağı açıktır. Devrimci ve ilerici kesimler açısından bu paketin içinin tamamen boş olduğu zaten tahmin ediliyordu. Açıktır ki, bu paket AKP hükümetinin 2015’te yapılacak olan genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir yatırımdır.
Net bir belirleme olarak belirtmek gerekirse demokrasi sorunu sınıfsaldır. Demokrasiyi sınıfsal özünden ayırarak kendi başına bir olgu olarak ele alamayız. Emperyalist-kapitalist bir dünyada yaşıyoruz. Bu demektir ki, dünya iki kampa bölünmüş, birinci kampta, bir avuç egemenler, diğer kampta ise çoğunluğu oluşturan emekçiler yer almaktadır.
Sınıfsal bakış, bizi tüm meselelerde olduğu gibi, tarihsel gelişmelere de doğru yaklaşmamızı zorunlu kılar. Marks ve Engels, tarihin tüm aşamalarında somutu içermeyen, ezbere dayanan tüm metotlarla doğal olarak alay ettiler. Bunun içinde bugüne bıraktıkları en temel miraslardan biri öğretimizin bir doğmalar toplamı değil, bir eylem kılavuzu olduğu gerçeğidir.
Evet demokrasi bir devlet biçimidir. Çeşitli devlet biçimlerinden biri olarak da kabul edilmektedir. En gelişmiş burjuva devlet tiplerinden biri parlamenter demokratik cumhuriyettir. Bu burjuva devlet tipinde iktidar parlamentoya aittir. Devlet aygıtı burada da olduğu gibi burjuvazidedir. Sürekli ordu, polis ve mahkemeler burjuva devlet aygıtını korumakla görevlidir. ‘’Burjuva topluma özgü merkezi devlet iktidarı, mutlakıyetin çöküş döneminde ortaya çıkmıştır. Bu devlet makinesinin en ayırt edici iki kurumu, bürokrasi ve sürekli ordudur. Marks ve Engels, yapıtlarında birçok kez, bu kurumları burjuvaziye bağlayan binlerce bağın sözünü ederler. Her işçinin deneyi, bu bağlılığı açıklıkla ve göze çarpar bir biçimde gösterir. İşçi sınıfı kazık yiye yiye, bu bağı tanımayı öğrenir. Bu nedenle, işçi sınıfı, bu bağın kaçınılmazlığını açıklayan bilimi, küçük-burjuva demokratların, onlardan pratik sonuçlar çıkartmayı unutarak, onu ‘’genel olarak’’ kabul etmek gibi daha da büyük bir hafifliğe düşmedikçe, bilgisizlik ve hafiflik yüzünden yadsıdıkları bu bilimi, büyük bir kolaylıkla kavrar ve iyice sindirir.’’
Engels, devletin kökeni adlı yapıtında çok açık ve net olarak dile getirdiği gibi, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet devam ettiği müddetçe, burjuvazinin hâkim olduğu hangi devlet olursa olsun, bu devletin işçi sınıfını, köylüğü ve toplumun tüm kesimleri üzerinde bir baskı ve boyunduruk aracı olarak orta yerde durmaktadır. Parlamento, genel oy hakkı özü değiştirmeyen bir tür sözleşmedir.
Demokratik burjuva cumhuriyet, feodalizme göre ileri bir devlet şekliydi. Burjuva demokratik cumhuriyet proletaryayı bir araya getirme ve örgütleme imkânı verdi. Köylüler feodal sisteme karşı ayaklandılar. Kendi haklarını kazanmak için büyük bedeller ödeyerek özgürlüklerini kazandırlar. Ancak hiçbir zaman sınıf bilinçli bir çoğunluğu sağlayarak kendi partilerini kuramadılar. Burjuva cumhuriyet, parlamento ve genel oy hakkı, tüm dünyada işçi sınıfının gelişmesi, özgürlüklerin genişletilmesi, sendikaların kurulması, kadın örgütlülüklerinin yaratılması bakımından önemli ilerlemeler sağladı. Parlamento ve genel oy hakkı olmaksızın bu ilerleme olmazdı. ‘’İnsanlık, kapitalizme doğru ilerledi ve ancak kapitalizm, kent kültürü sayesinde, ezilen proleter sınıfına, kendini sınıf olarak görme ve kitlelerin mücadelesini bilinçli olarak yöneten o milyonlarca işçiyi, o sosyalist partileri yaratma imkânını verdi. Parlamentarizm olmaksızın, oy hakkı olmaksızın, işçi sınıfının bu gelişmesi olanaksız olurdu’’
Ancak demokratik burjuva cumhuriyet hangi renge bürünürse bürünsün, isterse en demokratiği olsun, eğer özel mülkiyet varsa ve sermaye tüm emekçileri ücret köleliğine tabi tutuyorsa, bu devlet bir sınıf adına başka bir sınıfı baskı altında tutuyor demektir.
Devrimciler, yıllardır Türkiye’nin demokratik olmadığını, faşizmle yönetilen bir ülke olduğunu haykırıp durdular. Bunun için büyük bedeller de ödediler. Burjuvazi her fırsatta, Türkiye’nin ‘’demokrasiyle’’ yöneltildiğini, ‘’örnek bir ülke’’ olduğunu söyleyip durdu. Son 11 yıldır da Erdoğan aynı şeyi bağırıp duruyordu. Açıklanan ‘’Demokratik Paket’’le nihayet Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığı gerçeği de açıklanmış oldu.
Erdoğan’ın açıkladığı ‘’demokratikleşme’’ paketinin boş olduğu gerçeği 45 dakika süren ön konuşmayla başından belliydi. Belirli kesimlerin önde gelen simgeleşmiş isimleri olarak ‘’Gazi Mustafa Kemal’’ ‘’Adnan Menderes’’ ‘’Turgut Özal’’ ve ‘’Necmettin Erbakan’’ın ülke ‘’demokrasisine’’ ‘’büyük katkılar yaptıklarını’’ konuşmasının birkaç yerinde tekrarlayan Erdoğan, sundukları paketin, öncekilerin bir devamı olduğunu birkaç kez vurgulama ihtiyacı duydu.
AKP hükümetinin sunduğu ‘’Demokratikleşme Paketi’’nin Kürt Ulusal Hareketiyle yapılan görüşmeler ve pazarlıkların bir sonucu olarak açıklandığı bilinmektedir. 11 yıldır hükümette bulunan AKP’nin son bir yıldır diline doladığı ‘’demokratikleşme’’ lafını bir yana bıraktığımızda, AKP’nin hiçte demokrasi yanlısı olamadığı, tam tersine baskıcı, gerici ve totaliter bir devlet yanlısı olduğu açıktır.
Son gezi olayları AKP’nin ülkeyi nasıl yönetmek istediğinin açık bir uygulamasıydı. Demokratik haklarını kullanarak Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesine karşı çıkan çevrelere karşı görülmemiş bir sadırı düzenleyen, beş göstericiyi katleden bir hükümettin nasıl bir demokrasi vaat ettiği bellidir.
AKP, iş başına geldiği günden itibaren baskıcı ve inkârcı bir politika izleyerek, başta Kürtler olmak üzere, azınlıkları, Alevileri ve diğer inanç çevrelerini hep yok saydı. Alevilere en büyük hakaret AKP hükümeti döneminde oldu. Sivas davasının zaman aşımına uğratılmasının ardından bizzat Erdoğan tarafından ‘’milletimize hayırlı ve uğurlu olsun’’ diyerek Alevilerle alay etmişti.
AKP, 11 yıllık hükümeti dönemi boyunca hep Kürtlere saldırdı, katletti. Kürtlere yapılan her saldırı sonrası ‘’ çocukta olsa, kadında olsa benim polisim gerekeni yapar’’diyen AKP hükümetiydi. Kürt ulusal direnişçilerini kimyasal silahlarla öldüren, Roboski’de 34 Kürt emekçisini katleden yine AKP hükümetiydi. AKP hükümeti döneminde onlarca kişi gözaltında kaybedilmiş, 152 çocuk öldürülmüş, KCK operasyonlarında on bin kişi gözaltına alınarak bunların yaklaşık yedi bini tutuklanmış, davaları devam etmektedir. Seçim dönemlerinde Kürtçe propaganda yaptıkları için tutuklanan, çeşitli cezalara çarpıtılan onlarca Kürt siyasetçiye verilen onlarca yıl hapis cezalarını AKP hükümeti unutmuş gibi.
AKP hükümetinin büyük bir ‘değişim’, ‘’tarihi bir adım’’ olarak sunduğu ‘’Demokratikleşme Paketi’’ içi boş bir adımdır. Paket içinde yer alan birçok başlığın şimdiye kadar beklenmesine gerek olmayan, genelgeler yayımlanarak haledilebilecek konular olmasına rağmen, beklenip beklenip, bir içinde sunulması göz boyamadan ibarettir.
‘’Demokratikleşme Paketi’’nin yaklaşık sekiz aylık bir serüveni var. Abdullah Öcalan’ın hükümete gönderdiği mektup ve ardından başlayan görüşmeler, Newroz’da okunan Abdullah Öcalan’ın mektubu, gerillanın geri çekilmesiyle başlayan aşamalar içinde hazırlanan bu paketin esası Kürt Ulusal Hareketinin öne sürdüğü şartların toplamından ibaret olacağı sanılırken, paketin açıklanmasının hemen ardından Kürt Ulusal Hareketinin verdiği ilk tepkiler, AKP’nin verdiği sözleri tutmadığını, istemlerini karşılamadığını göstermektedir.
Anadilde eğitim Kürt ulusunun temel bir talebi olmasına rağmen, pakette yer almaması, AKP’nin ciddi olmadığını, ‘ben ne verirsem sende kabul et’ demektir. Anadilde eğitim sorunu, eğer demokratikleşmenin temel bir unsuru olarak kabul edilecekse, pakette yer almaması, paketinde demokratik bir içerikte olmadığının en tipik göstergesidir. AKP, dalga geçer gibi, özel okullarda isteyen anadilde eğitim yapabilir diyerek, şimdiye kadar ısrarla dile getirdiği ‘’tek dil, tek millet, tek bayrak’’ anlayışından geri adım atmayarak, ırkçı ve şoven devlet politikasından taviz vermemiştir. Paket açıklanmadan önce de bunun böyle olacağı biliniyordu. Hükümet sözcülerinden Bülent Arınç’a paketle ilgili sorulan sorulara verdiği yanıtlarda ‘’kimse bu paketten anadilde eğitim beklemesin’’ diyordu. Pakette yer alan köy ve yerleşim yerlerinin yeniden Kürtçe isimlerle değiştirilebileceği bir geçiştirmedir. Fiili olarak zaten hükmü kalmayan önceki uygulamaya karşı Kürt illerindeki belediyelerin geliştirdiği otoriteyi tanımamayla Türkçe isimle anılan yerleşim yerleri Kürtçeyle anılmasıyla bu hak zaten elde edilmişti. Kürt ulusunun 30 yıldır kan ve can bahasına verdiği mücadeleyle pratikte elde ettiği bir hakkı, AKP hükümeti paketle sunuyormuş gibi açıklaması bir hiledir. Kaldı ki, pakette yer alan Köy ve yerleşim isimleri dışında kalan il ve ilçe isimlerinin ancak kanunla değiştirilebileceği hükmü dahi, AKP’nin ciddi olmadığını göstermektedir. Keza ‘’W, X, Q ‘’ harflerinin kullanılabileceği de aynı içeriktedir. AKP hükümeti normal şartlarda bu harflerin kullanılmasına karşıdır. Nitekim paket açıklanmadan önce verilen tüm demeçlerde bunu görmek mümkündür, ancak, Türkçe olan köy ve yerleşim yerlerinin Kürtçeyle değiştirilebileceği söylendikten sonra ‘’W,X Q’’ harflerinin serbest bırakılması zorunlu hale gelmiştir, zira birçok Kürtçe isimde W,X ve Q harfleri oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Kürtçe isimlerin deşikliği gündeme geldiğinde W,X ve Q harflerinin serbest bırakılmaması değişimde fiili bir engelleme olacağından AKP istemeye istemeye bu harflerin kullanılması razı olmuştur.
AKP hükümeti 11 yıllık hükümeti döneminde azınlıklara ve farklı dini inançlara sahip kesimlere hep düşmanca baktı. Sünni Hanefi dini esas alan bir anlayışla diğer dinlere hep mesafeli durdu. Alevilere karşı iki güzlüce yaklaşan AKP hükümeti, diğer dinden topluluklara da hiçbir zaman sıcak bakmadı. Vakıf mallarının geri verilmesi, bazı kiliselerin ibadete açılması iç kamuoyu ve uluslar arası kamuoyunun baskısı sonucu olmuştur. Ancak Alevilik meselesinde dış baskılar daha geri bir düzey de olduğundan AKP hükümeti Alevilere karşı bilinen politikalarına devam etti. Birçok kez Alevi kurultayı yapan AKP, Alevileri kendilerine biat eden bir düzeye getiremediği içinde bir daha bu Alevi kurultaylarını yapmadı/yaptırmadı. Pakette, Alevilere büyük bir jest yapılmış havası yaratılarak Nevşehir üniversitesine Hacı Bektaşi-i Veli adının verilmesiyle Alevilerin ağzına bir parmak bal sürülmek istenmiştir. Alevilerin temel istemi olan Cem Evlerinin ibadet yeri olarak kabul edilmemesi, Aleviliği ısrarla İslam’ın içinde gören bir hükümetten Alevilere demokrasi çıkmaz. Üçüncü Boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine karşı çıkan Alevilerin bu talebini dahi ciddiye almayan bir hükümetten demokrasi beklenebilir mi? Alevilerin artık yüzlerini devrimcilere dönmeleri, bu Kemalist faşist devletin kendilerine hiçbir şey vermeyeceğini bilmeleri gerekir.
Pakette ‘’Nefret suçlarına’’ verilen cezaların daha da artırılacağı vurgulanmaktadır. Toplumun yıllardır şoven ve ırkçı söylemlerle eğitildiği, yönlendirildiği, Kürlere, Alevilere, Ermenilere ve diğer tüm azınlık ve dini topluluklara karşı nefretin bir devlet politikası olarak uygulandığı bir ülkede, yasal bir değişikle bunun tersine çevrilmesi oldukça zordur. Bundan sonra, Kürtlere hakaret edilmeyeceğini kim garanti edebilir? Zorunlu din dersini ret eden bir Alevi çocuğunun okulundan tecrit edilmeyeceğini kim garanti edebilir? Bu ‘’yasal değişikliğin’’ daha çok türban ve başörtüsü takan kesime yönelik alındığı algısı toplumda ağır basmaktadır. Ebetteki bizler başörtüsü takan insanlara karşıda saygılıyız. Onların yaşam biçimlerine karışmaktan çok, onları bilinçlendirmek, dönüştürmek politikasını benimseriz. Bir toplum sadece yasaların değişmesiyle dönüştürülemez. Esas olan bilinçlendirmek ve inandırmaktır. Korkuyla yasakla, toplumsal nefretler değiştirilemez. Paketle hiç bir şey değişmeyecek, ırkçı ve şoven kesimler kin ve nefret söylemlerine devam edeceklerdir. Örneğin AKP, her fırsatta Kürtlere saldıran, hakaret eden MHP’ye karşı tavır alabilecek mi? Paketin açıklandığı saatlerde Demokratik Toplum Kongresinin Batman Sağlık Meclisi tarafından çeşitli ülkelerde yaşayan Kürt sağlıkçılarının katılımıyla Kürdistan sağlık Kongresi için hazırlanan Kürtçe afişlere Batman Emniyet Müdürlüğü tarafından ‘izin alınmadan çağrı yapılıyor’’ gerekçesiyle izin verilememesi, Kürtlere ve diline karşı nasıl bir tahammülsüzlük olduğunu göstermesi bakımından bu olay birçok şeyi açıklamaktadır. Nefret suçlarına karşı yasa çıkartan AKP hükümeti acaba Batman Emniyet Müdürüne karşı bir dava açacak mı?
AKP hükümeti Türkiye’nin ‘’demokratikleşme’’ yolunda attığı en önemli adımlardan birinin de Toplantı Ve Gösteri Kanunu hakkında yapılan değişiklik olduğunu açıkladı. Gezi ayaklanması sonrası çizilen imajını tersine çevirmek, öldürülen beş direnişçinin üstünü örtmek, polisin orantısız güç kullanmasını unutturmak için yeni bir hamle yaparak, gösteri ve yürüyüş kanununda değişiklikle ‘’sessiz devrim’’ yaptığını ilan etmiş bulunuyor. Yürüyüş saatinin fazlalaştırılması neyi değiştirecek? Ya da Hükümet Komiserliği yerine ‘’Düzenleme Kurulunu’’ nasıl demokratik davranacak. Yürüyüş ve toplantılarda polis ‘’Düzenleme Kurulunun’’ yasakladığı bir toplantı ve yürüyüşe polis yine saldırmayacak mı? Polis kurşun sıkmayacak mı? Gaz kullanmayacak mı? Gözaltı, işkence ve tutuklamalar olmayacak mı? Bunların hepsi olacak, polis istediği şekilde saldıracak, gözaltına alacak, işkence yapacaktır. Bu durumda yapılan değişikliğin biçimsel bir değişiklik olduğu açıktır.
Paket o kadar şişirilerek sunuldu ki, dileyenler de bir şey varmış sandılar. Örneğin siyasi partilere üye olmayı kolaylaştırdıklarını, partilerin tüzüklerine Eş Başkanlık hükmünü ekleyerek demokrasi yolunda çığır açtığını ilan eden AKP’nin sihirbazlıkları paketle daha da hoş bir durum almış bulunuyor.
AKP, ‘’Demokratikleşme Paket’’ ile tartışmaya açtığı seçim kanununun her üç seçeneği de hükümeti etkilemediği için, bunu tartışıp birini seçmek hükümetin zararına olmayacaktır. Burjuva demokrasisinin en temel özeliği olarak kabul edilen katılımcılıkta, temel kural her kesimden temsilcilerin eşit bir şekilde seçimlere katılmasıdır. Türkiye’de hiçbir zaman demokratik bir seçim sistemi olmadı. Burjuvazi sadece kendilerini temsil edecek partilerin seçimlere katılımını düzenleyen kanunlarla ülkeyi yönetti. Legal partilerin bir bölümü dışında, ilerici ve demokrat olan hiçbir partinin hazine yardımı alamadığı, eşit şartlarda seçime giremediği bir ülkede yaşıyoruz. AKP vb partiler dışında kalan ilerici ve demokrat partiler yeri geldiğinde yasa dışı ilan edilerek, operasyonlar yapılmakta, üye ve yöneticileri tutuklanıp yargılanmaktadır. DEP, HADEP yöneticilerinin neler yaşandığını herkes biliyor. Sırf mecliste Kürtçe yemin ettikleri için on yıl cezaevinde yatan Kürt milletvekillerinin başına neler geldiği hala unutulmuş değildir. Keza BDP’ye karşı yapılanlar ortadır. Birçok BDP yöneticisinin cezaevlerinde olduğu, birçoğunun ceza aldığı, parti binaların basılarak tahrip edildiği, yakıldığı şartlarda, seçimlere katılımda eşit ve adil bir yarıştan söz edilebilir mi?
Paketle birlikte Okullarda ‘’Andımız’’ın kaldırılacağının açıklanması, Kürt ulusunun ağzına sürülmek istenen acı bir baldır. Hükmü kalmayan, burjuvazinin de uygulamasında pek hayrını görmediği ‘’Andımız’’ uygulamasına son verilmesi, başta anadilde eğitim olmak üzere, Kürt ulusunun diğer temel haklarının önünü kesmeyi amaçlamaktadır.
Pakete elle tutulur değişiklik uzun yıllardır hazırlığı yapılan başörtüsünün kamu kurum ve kuruluşlarında serbest bırakılmasıdır. En büyük seçim yatırımı olarak yasallaştırılan başörtüsü serbestliğiyle AKP’nin din ağırlıklı devleti yönetme politikasının önü açılmıştır. AKP, Polis, Savcı, hâkim ve Askeri personel dışındaki tüm alanlarda başörtüsünün serbest bırakılmasıyla 2014 yılında yapılacak olan yerel ve 2015 yılında yapılacak genel seçimlerinde almak istediği oyları daha şimdiden garanti altına almayı hedeflemiştir.
Sonuç olarak;AKP’nin sunduğu ‘’Demokratikleşme Paketi’’nin içi boştur. Temel hak ve özgürlüklerin önünü açan bir içerikten uzaktır. Kendi istem ve hedefleri doğrultusunda yaptığı düzenlemeyle AKP, 2015’e sağlam adımlarla yürümek istiyor.
Dolaysıyla;
Paket; Kürt uslusunun beklentilerinden uzaktır.
Paket; İşlerin iş güvencesini düzenleyen içerikten uzaktır.
Paket; Kadınların yaşam güvecisini garanti altına almaktan uzaktır.
Paket; Gençlerin gelecek güvencesinden uzaktır.
Paker; Azınlıkların beklentisinden uzaktır.
Paket; Alevilerin istem ve taleplerini karşılamaktan uzaktır.
Paket; Cezaevlerindeki politik tutsakların istemlerini karşılamaktan uzaktır.
Paket; işkence, tecavüz, kötü muameleye son vermekten uzaktır.
Paket; Köylülerin istem ve taleplerini karşılamaktan uzaktır.
Bunları daha da uzatmak mümkündür. Türkiye faşizmle yönetilen bir ülkedir. Bu gerçek AKP’nin sunduğu sözde ‘’Demokratikleşme Paketi’’ne rağmen böyledir. AKP, 2002 yılında hükümet olduğundan bu yana Kürt meselesinde, demokrasi, temel hak ve özgürlükler sorununda hep oyalamacı bir yol izledi. Bunların değişmesi için hiçbir zaman ciddi olmadı. Tüm düzenleme ve değişimler AKP’nin kendi istem ve arzularının karşılanması üzerine kuruldu. Her seçim dönemi yaklaştığında toplumu ‘heyecanlandıran ‘ laflar etti. Seçimler olup bittiğinde AKP bildiğini okudu. AKP, Kürtleri de sürekli oyaladı, kandırdı. Verdiği sözlerin hiçbirini tutmadı. Önce ‘’kardeşlik projesi’’ dedi, Dağdan inen gerillaları apar topar yakalayıp cezaevine koydu. Ardından büyük operasyonlar yaparak tam bir terör saldırısı gerçekleştirdi. İşkence, gözaltında kaybetmeler AKP’nin değişmez politikası olarak günümüze kadar geldi. AKP, tüm toplumu karşına alarak saldırdı. İşçi ve emekçilerin çalışma şartlarında görülememiş değişikler yaparak kazanılmış birçok hakkını gasp etti. Tekel işçilerinin direnişinde olduğu gibi, Türk Hava Yolları grevlerini de zorla bastırdı. Kazanılmış haklarını vermediği gibi, binlerce işçi işten atıldı. Kentsel dönüşüm yasasıyla milyarlarca lirayı kendi yandaş firmalara peşkeş çekti. ‘’Demokratikleşme paketi’’ olarak sunulan bu paket bir oyalama adımıdır. Kürt ulusal direnişini pasife etme, tasfiye etme planı üzerine inşa edilmiş olan bu paketle AKP, seçimlere kadar nefes almak istiyor. Seçimlere sorunsuz ve çatışmasızlıkla girmek isteyen AKP’nin sunduğu paketin deşifre edilmesi kaçınılmaz bir görev olarak durmaktadır. AKP, bir yandan demokratikleşme diyor, ancak bir ülkede olmazsa olmaz olan örgütlenme ve ifade özgürlüğü önündeki hiçbir engeli kaldırmaya yanaşmıyor. ‘’Terörle Mücadele Yasası’’nın orta yerde durduğu bir ülke hiçbir zaman demokratik olamaz. AKP, sunduğu pakette bu uygulamanın değiştiğini açıklamasını bir yana bırakın, bunun en kısa zamanda tartışmaya açılacağı, ya da kaldırtacağına ilişkin en küçük bir vurgu dahi yokken, paketin demokratik bir içeriğe sahip olduğunu kim iddia edebilir? Öte yandan toplumun önemli bir talebi olan gözaltında ve yargısız infazlarda katledilen devrimci ve yurtseverlerin naaşlarının ailelerine verilemesi isteminin sözünü bile etme gereği duymayan bir hükümetten demokrasi açılımı beklemek hayaldir.
Türkiye’de cezaevleri tam bir işkence merkezlerine dönüştürülmüş durumda. Yargılamalar tamamen göstermelik yapılıyor. Devrimci ve komünistlere cezalar en yüksek maddelerden verilmekte, ömür boyu ve ağırlaştırılmış ömür boyu cezaları sıradan cezalar haline getirmiş bulunuyor. Cezaevlerindeki keyfi uygulamalar ve disiplin cezalarıyla devrimci tutsakların infazları yakılmaktadır. Cezaevlerinde 300’ün üzerinde hasta tutuklu bulunmaktadır. Bu soruna hiçbir çözüm getirmeyen bir paket demokratik olabilir mi? Değişim ve demokrasi AKP’nin sunduğu bu paketle de karşılanamaz. ‘’yetemez ama evet’’ tavır bizim tavrımız olamaz. Bu pakete karşı demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelemiz devam edecektir. Ülkemizde gerçek bir demokrasi, herkesin eşitçe yaşadığı, ulusların kendi kaderlerini özgürce tayin ettiği, azınlıkların ve inanç gruplarının baskı görmeden yaşadıkları bir ülke er ya da geç kurulacaktır.
Metin Atak
Teorik ve inceleme yazıları bulunan yazarımızdır.
metinatak@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)