Ayran kabarması
Yaz sıcağında Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimleri gerçekleşti. Beklenen oldu ve R. T. Erdoğan'ın seçildi. Hâkim sınıflar açısından merak edilen Erdoğan'ın ne kadar oy alacağı ve seçimlerin ikinci tura kalıp kalmayacağıydı. Seçim sonuçları açısından hâkim sınıflar nezdinde şaşırtıcı olan bir diğer olgu da katılım oranının düşüklüğü oldu. Aslında farklı farklı nedenleri olsa da CB seçimleri öncesinde, geniş halk kitlelerinin Gezi İsyanı’nında da görüldüğü üzere; kendisine dayatılan koşullara karşı sokağa çıkarak isyan ettiği, bunun için başta ölüm olmak üzere, gaz bombalarıyla, plastik mermilerle, ağır yaralanmaları, gözaltına alınarak ağır hakaretleri ve işkenceleri ve hatta hapsedilmeyi göze aldığı koşullarda böyle bir sonuç hiç de sürpriz değildi. Kitlelerin bu yönelimin güçlendirilmesi gerektiği CB seçimleri öncesinde bu sayfalarda dillendiriliyordu.
Gezi İsyanı'nda büyük bir çoğunluğunun ilk defa sokağa çıktığı, “sıradan halk kitleleri”nin tepkisi, 30 Mart yerel seçimlerinde “değişim” umuduyla sandıklara gitmesini getirmişse de; seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı beraberinde bu “sıradan” halk kitlelerinde, “seçimlerle bir şey değişmiyor” algısının daha da güçlenmesini doğurdu. Her ne kadar yerel seçimler, yerel olması nedeniyle bazı özgünlükleri taşımış ve bu anlamıyla seçimlere katılmak, devrimci faaliyetin ve bu anlamıyla Gezi'nin taleplerinin güçlendirilmesine hizmet edebilecek tarzda ele alınabilecekken; CB seçimleri tam tersine işaret ediyordu. Düzen, Gezi İsyanı'yla sarsılan ve 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla artan meşruiyet kriziyle göçmesini, geniş halk kitlelerine kendisine bir “başkan” seçtirerek engellemeyi amaçlıyordu. Hakim sınıflar bu amaçla CB seçimlerine katılımı önemsiyorlardı. Göçüklerine payanda olacak direk arıyorlardı.
“Milletin Adamı Milletin İradesi” tantanalarıyla yürütülen ve esasta Gezi İsyanı'nda katilliği, 17-25 Aralık’ta hırsızlığı tescillenen Erdoğan'ın “Çankaya'ya kaçmasına” siyaseten “Cumhurun başına cumhur geçecek” sloganıyla ortak olunmaması gerekiyordu. CB seçimlerinin daha başından eşitsiz koşullarda olacağı, (düzen içi tüm mücadele yöntemlerinde olduğu gibi), bu anlamıyla daha başından seçimlere katılarak, bu objektif durumu kabul etmek ve daha sonra da bu gerçeği eleştirmek hakim sınıfların yöntemlerini iyi öğrenmekle açıklanabilir ancak!
Ama hepsinden de önemlisi CB seçimlerine katılarak düzenin kendisini yeniden üretmesine; işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde yarattığı göçükten kurtuluşun madeni ele geçirerek, madenin mülkiyetini elde ederek değil; madenin çalışma koşullarında kısmi iyileştirmeler yaparak düzeltilebileceğini, işçi sınıfına ve halka vaad etmenin çözüm olmadığı gibi doğru da olmadığını anlatmak gerekiyordu. Devletin yıkılmadan düzen içinde demokratikleştirilebileceği, “cumhurun başında cumhurun temsil edilebileceği” yanılsamasına ortak olunmaması gerekiyordu.
Halk kitlelerinin önemli bir kesimi şu veya bu nedenle de olsa sandık başına gitmedi. CB seçimlerine katılım % 74.3'le 12 Eylül’den sonra en düşük katılım oranına karşılık gelmektedir. 54 milyon seçmenden 14 milyon, yani seçmenin % 26'sının şu veya bu gerekçeyle de olsa “boykot” tavrı içinde olduğu, “tıpış tıpış” sandığa gitmediği ifade edilmektedir. Diğer bir ifadeyle dört seçmenden biri oyunu kullanmadı. Bu durum aynı zamanda “temsili demokrasi”nin krizine kitlelerin düzen dışı yönelimine dair son derece önemli bir veridir. Düzenin temsili demokrasi yalanı göçmektedir.
Denilebilir ki seçimlerini boykot politikası karşılığını bulmuştur. Nitekim şu veya bu nedenle de olsa seçime katılmayan milyonlardan bahsedilmektedir. Burada kanımızca asıl önemli olan ve bizce değerli olan, halk kitlelerinin düzen dışı eğilimini öngörmek ve onlara, seçimlere katılmayarak, CB seçimlerini boykot ederek de bir tavır alabileceklerini bir politika olarak sunmak olmuştur. Halk kitlelerinin en azından Gezi'de sokağa çıkan belli bir kesiminin, bu eğilimini görerek politika belirlemek ve onlara boykotu bir seçenek olarak sunmak, kimi dostlarımızın gözünde apolitiklik olarak propaganda edilse de hayatla karşılığını bulmuştur.
Önemli olan kitlelerin bu eğiliminin farkında olmak ve düzen dışı yönelimini destekleyecek, teşvik edecek bir tavır içinde olmak, devrimci bir tutumdu.
HDP'nin seçimlerde elde ettiği bir başarıdan söz etmek gerekir. HDP dillendirdiği “yeni yaşam” çağrısıyla, başta Kürtler olmak üzere, düzenden umudunu kesen ya da alternatifsiz olan, çatı adaya tepki gösteren belli bir kitleyi düzen içine çekmiş ve bu anlamıyla seçimlerden kendi iddiası doğrultusunda başarıyla çıkmıştır.
HDP'nin seçimlere katılması, başta “Türkiye'nin bölünmesinin önünde durulması” olmak üzere “demokrasinin hayata geçmesi” adına yeminli halk düşmanları tarafından taltif edildi. Hemen hemen tüm halk düşmanlarının ağızbirliği etmişlercesine HDP'nin başarısından söz etmeleri bu anlamıyla dikkate değerdir.
Önümüzde genel seçimler olduğu göz önüne alınırsa, HDP'nin seçimlerde oylarını yükseltmesi, yıllardır hakim sınıfların “çöplüğünde eşelenen” ve üstelik de bunu “devrimci politika” olarak pazarlayanların ağızlarını sulandırmış görünüyor. Bu kesimlerin düzen içi hayallerinde bir ayran kabarması yaşandığı anlaşılmaktadır. Öyle ki CB seçimleri de şu veya bu nedenle de olsa sandık başına gitmeyen, geniş bir kitlenin varlığına rağmen, bu kitlenin düzen dışı eğilimini güçlendirmek yerine, düzen içine çekmenin hesapları içinde olmak başka türlü açıklanamaz. Nitekim HDP'nin daha da başarılı olamamasının nedenini, boykot tavrına bağlayanlar ve hatta bu tavrı Erdoğan'ın CB olmasını kolaylaştırdığını ileriye süren değerlendirmeler bile yapılabilmiştir.
Örneğin, Emek Partisi'nin CB seçimlerine dair açıklamasında geçen “...bazı kesimlerin boykot tutumunun etkisiyle Cumhurbaşkanlığı için kritik düzeyde de olsa yeterli oy oranını yakalayan Erdoğan için bu seçim sonucunun mutlak bir başarı olduğu söylenemez. Kimi solcu kesimlerin boykot ve tutumsuzluk kararı, bu seçimlerde Erdoğan’ın CB olmasını kolaylaştırmıştır” ifadelerindeki “boykot” vurgusu kanımızca önemlidir. Önemlidir çünkü biz biliyoruz ki bu yeminli reformistleri devrimciler olumsuz anlamda dahi olsa açıklamalarına konu etmezler. Nitekim açıktan devrimcileri dillendirmek yerine, “bazı kesimler” ifadesini kullanmaları, onların devrimciler karşısındaki “hassasiyetleri”nden kaynaklıdır.
Bu durum reformistlerin her ne kadar devrimcileri eleştirmek adı altında olsa da boykot tavrının etkisini kabul ettiklerini gösteriyor. Bu yeminli reformistlerin “boykot” tavrını Erdoğan'ı iktidara taşıdığı iddiası ise, devrimci çizgiden ne kadar uzaklaştıklarını da göstermektedir. Benzer yaklaşım yani boykot tavrının Erdoğan'ın ilk turda seçilmesine neden olduğu fikri, burjuvazinin yeminli ideologlarınca işlendiğinden kendisine solcu ilerici diyen “mahallede” belli bir karşılık bulmuş görünüyor.
Bu kesimler kendilerini seçim oyununa öyle bir kaptırmışlardır ki; ikinci turda Erdoğan'ın seçilebileceğini göz ardı ediyorlar. Ama asıl önemli olan bu kesimlerin ne kadar düzen içileştiğinin göstergesi olarak, boykot tavrının gerçekte Erdoğan'ın ve düzenin meşruiyetini sarsabileceğinin basit gerçeğinin bile farkında değillerdir. Seçimde şu veya bu gerekçeyle de olsa sandığa gitmeyenlerle, HDP'ye oy verenlerin toplamı göz önüne alındığında hiç de azımsanmayacak bir rakama erişilebileceği, üstüne üstlük bu güçlerin ortak bir boykot politikasında birleşmesiyle birlikte, seçmenlerin neredeyse yarısının sandığa gitmediği bir ortamda seçimin meşruiyetinin tartışılacağı, düzenin sarsılıp göçeceği çok açık değil midir? Böylesine çok açık bir gerçeği görememek ve boykot tavrının Erdoğan'a yaradığını ileriye sürebilmeyi ancak ve ancak gözü kararmış reformizmle açıklamak gerekir!
Bu arada bir hususun altını çizelim. Kendileri “süzme reformist” olan ve varlıklarını düzen içiliklerine borçlu olanların bir kısmının CB seçimlerini boykot etmesinin nedeni, kitlelerin düzen dışı yönelimlerini güçlendirme, bunun için çalışma değil de, başta Kürt ulusal sorunu karşısındaki sosyal şovenist tutumları nedeniyle HDP'ye mesafeli durmaları ve bu anlamıyla CB seçimlerini boykot etmeleridir. Bu çevrelerin boykot tavrıyla aramızda kalın bir çizgi değil “Çin Seddi” olduğunu belirtelim. HDP'nin seçim başarısı bu çevreleri, sosyal şovenizmleriyle inceltilmiş Kürt düşmanlığıyla düzen içinde yer alma çabaları arasında bir ikilemde bırakmış görünüyor. Önümüzdeki süreç bu çelişkinin hangi yönde çözüleceğini gösterecektir.
Gezi İsyanı'nın çıkış noktasını hatırlayalım. Yasalar “üç beş ağacı” önemsemiyor, Gezi Parkı'na Topçu Kışlası adı altında AVM'nin dikilmesine cevaz veriyordu. Belediye Meclisi'nden, Başbakan'a kadar bütün yasal kurumlar ve kişiler görevlerini yapıyordu. Ya yapılacak ya yapılacaktı! Ama geniş halk kitleleri kendilerine dayatılan bu yasal yaptırımı kabul etmediler. Ayaklandılar. Düzen içiliği ret ettiler. Ve bizlere, halk kitlelerine isteklerinin nasıl ve hangi yolla gerçekleştirilebileceğini gösterdiler. Yolumuz seçimlerin, düzeniçiliğin değil, sokağın, meşruluğun, haklılığın yoludur. Yeter ki ayranımız düzeniçilik, reformizm, tasfiyecilik için değil, sokak için, devrim için kabarsın!
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)