Bir halkın iftiharı: Mehmet Hayri Durmuş
Yakın tarihimize göz attığımızda, önemli birçok olayla karşılaşırız. Bunlardan biri de 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi'dir.
14 Temmuz 1789'da Paris halkı krallığın zulüm merkezine dönüşen Bastille Hapishanesi'ni basarak baskıya ve zulme karşı nasıl ayaklandıysa 14 Temmuz 1982 günü Amed Zindanı'nda Büyük Ölüm Orucu Direnişi'ni başlatan devrimciler de kimliksiz, kültürsüz ve inançsız yaşanmayacağını göstererek büyük bir direnişin öncülüğünü yaptı ve Kürt halkına büyük bir miras bıraktılar.
Tarihte büyük bir iz bırakan bu direnişin 39'uncu yıl dönümünde Mehmet Hayri Durmuş'un kardeşi Ayten Durmuş ile ailesini, direnişin öncesini, sonrasını ve Bingöl'de neler yaşandığını konuştuk.
Mehmet Hayri Durmuş, Dersimli bir ailenin üçüncü çocuğu olarak doğar. Aile, Mazgirt'in Riçik köyünden Karakoçan'ın Qumik köyüne göçmüştür. Mutlu, barışık, misafirperver bir ailede büyürler.
Hayri, ilkokulu büyük abisi ile birlikte komşu köy Kızılpınar'da okur. O kadar zekidir ki, okula başladıktan kısa bir süre sonra ikinci sınıfa, oradan da beşinci sınıfa alınır. Bu durum, “Hayri de okul mu okudu sanki? Altı ay bile gelmedi okula” denilerek arkadaşları arasında mizah konusu olur o dönem.
Ayten çocukken, her sabah uyandığında evdeki yatakları gezer. “Her bir kardeşimin yatağında beş dakika yatardım. En son Hayri abimin yatağına gider, en uzun onunla kalırdım. Urfa'da ilk tutuklandığında onu görmeye giden babama, 'Baba ne olur, bir daha geldiğinde Ayten'i de getir' demiş. Çıktığında Ankara'ya gitmiş, oradan da eve gelmişti. Babamın ona verdiği harçlıkları biriktirip pilli bir bebek getirmişti bana. İlkokula başladığımda beni okula o götürmüştü. Yürüyüp yorulmayayım diye kucağında taşımıştı beni” diyerek anlatıyor çocukluğun
OKULUN ÖRNEK ÖĞRENCİSİYDİ
Çevre köylerden gelip Bingöl'de okuyan öğrencileri her hafta sonu eve çağırırlar. İki katlı evin üst katında onlara gönüllü olarak cebir ve kimya dersi verir Hayri. Üniversiteyi kazanmadan önce, okuduğu Bingöl Lisesi'nde iki kez örnek öğrenci töreni yapılır ona.
Ayten, derin bir nefes alarak konuşmaya devam ediyor: “Babam, anneme, 'Çocuklarla Kürtçe konuşma. Türkçeleri bozulmasın' derdi. Annemse 'Hiç Türkçe konuşmam. Kendimi o hale hiç düşürmem. Benim çocuklarım Kürtçe konuşmak istiyorsa Kürtçe konuşur' demişti. Hayri abim o zaman anneme, 'Anê, tu qet meraq neke, ez ji boy te tim Kûrmancî qezi dikim' (Anne, sen hiç merak etme, ben senin için hep Kürtçe konuşurum) diye yanıtlamıştı.”
Hayri'nin hayatında kitapların çok özel bir yeri vardır. Hep çok sessizdir. Sürekli okur ve düşünür. Öyle ki, daima dalgın bakar. Babası, çocuklarının okumasıyla gururlanır.
ANNEME KIYAMAZLARDI
Hayri de, Hüseyin de annesine o kadar bağlıdır ki, bunu şöyle dile getiriyor Ayten: “Annem hastaydı. Hüseyin abim, anneme ısrarla 'Anne, sen yeter ki ölme. Ben bir doktor olayım' derdi. Anneme kıyamaz, bütün evi o temizlerdi. İşini bitirdikten sonra, ona zorla meyve yedirirdi. Annemi hastaneye götürdüklerinde insanların yoksulluğunu, doktorların tavrını görmüş, bu nedenle doktor olmak istemişlerdi.”
'OKULDAYIM, STAJ YAPIYORUM'
Hayri, liseyi birincilikle bitirir. Okulda onun için çok büyük bir tören yapılır. Üniversite dördüncü sınıftayken Urfalı bir arkadaşı Ankara'da öldürülür. Onun cenazesini getirirken yakalanır ve bir ay Urfa Cezaevi'nde kalır. Dördüncü sınıfın sonlarına doğru eve gelmez olur artık. “Okuldayım, staj yapıyorum” diye haberler yollar ailesine. Bir süre sonra, okuldan bir mektup gelir eve. 118 kişi üniversiteden atılmıştır. İlk sırada da Hayri vardır. “O listeyi ben okumuştum. Babam çok üzülmüş, yıkılmıştı adeta. 'He oğlum' dedi, “Niye kalktın böyle yaptın?' Babam, onları yokluklar içinde okutmuştu” diye sürdürüyor sözlerini.
'HERKESE İLAÇ OLMAK İSTİYORUM'
Daha sonra eve gelir Hayri. Aileye okulu bıraktığını ve örgüte katıldığını söyler. “Sadece benim annem hasta değil ki, herkes hasta” der ve ekler: “Kızıltepe'de 33 insan kan davasından öldürülmüş. Gittik, o meseleyi çözdük ve ben o zaman orada gördüm ki, tüm Kürtlerin bana ihtiyacı var. Doktor olsam sadece hastalarımı muayene edeceğim ama ben herkese ilaç olmak istiyorum, olabilirsem.”
Ayten, o güne gidiyor: “Babam, 'Ben çok üzüldüm' deyince, ona, 'Bana güvenebilirsin. O güçte ve o yetenekteyim hâlâ. Siz bunu belki çok sonradan göreceksiniz. Şunu da söyleyeyim, yakalanabilirim, öldürülebilirim de, ama ben artık size ait değilim' dediğinde annem çöktü. Abim, gitti artık. Evde büyük bir hüzün oldu” derken sesi titriyor.
GÖLGESİ BİLE ÇOK AĞIRDI
Engel olmak istemediler mi, diye soruyorum. “Gölgesi bile çok ağırdı abimin. Annem, Hüseyin abim gittiğinde onun önüne atmıştı kendisini. Hiç dinlemedi. Ona dedi ki, 'Anne, çok seviyorum seni ama hiç kimse engel olamaz gitmeme. Dünya da gelse beni durduramaz, düşman dahi. Ben kararımı verdim.' Hayri abim gideceğini söylediğinde annem dondu kaldı. Hiçbir şey demedi. Babam da müdahale etmedi” diyerek yanıtlıyor.
HEPSİ ÇOK YAKIN ARKADAŞTI
“1 Ekim 1978'de Hüseyin abimin düğünü olmuştu. Bütün arkadaşlar gelmişti. Zeki (Yıldız) abi ile Delil (Doğan) türkü söylüyordu. Delil çok heybetli, Zeki abi ise çok esprili biriydi. Hayri abim onların şakalarına çok gülerdi. Yıldız yengemin abisi Osman abi, 'Hayri, sen de bir şeyler anlat, biz de biraz gülelim” dediğinde, Hayri abim, 'Ben hiç bilmiyorum' demişti. Onun şaka yaptığını hiç görmedim. Çok sakin ve olgun biriydi” diye anlatan Ayten, sözlerini sürdürüyor:
“Delil ve Zeki abinin bir türküsü vardı: 'Min Qersê dikan vekir/ xezalê hêli can/ bazarê qirasê te kir/ delalê ez heyran.' Onların meşhur bir türküsüydü bu. Hayri abim, en son Hüseyin abimin düğününe gelmişti. Herkes oradaydı. Mazlum da Hayri abimin başka bir versiyonuydu. Delil'le arasında dağlar kadar fark vardı. Delil, vurdulu kırdılı, Mazlum ise çok kibardı. Onlar ne kadar ciddiyse Hüseyin abim de o kadar güler yüzlü biri...”
ARKADAŞLAR KOLTUĞUNUN ALTINDAN TUTMUŞ
“Her üç kardeşim aynı süreçte katıldı. Sakine Cansız'ın Bingöl'e gelmesiyle evimiz örgütün evi gibi olmuştu” diyen Ayten Durmuş, şöyle devam ediyor: “Hayri abimin yakalandığını bilmiyorduk. Şubat'ın sonlarına doğruydu. Çok kar yağmıştı o sene. Bize bir kâğıt geldi. 'Oğlunuz yakalandı. Üç ay gözetim altında kaldıktan sonra cezaevine götürüldü. Görüşebilirsiniz' yazıyordu. İlk görüşe annemgil gitti. 90 gün sorguda kalmış, çok işkence görmüş, dünyanın bütün çarkından geçmiş. Yürüyemiyormuş, arkadaşlar koltuğunun altından tutmuş…”
Bir halkın bitirilmek istendiği o karanlık günlerde aileleri sahip çıkar tutsaklara. Tutukluların anne ve kız kardeşlerinden oluşan bir grup kadın, görüşe gider ısrarla. Genelde kapı açılmaz kadınlara. Açıldığında ise Esat Oktay Yıldıran, cezaevi kapısının önüne attığı bir sandalyenin üstünde köpeği Co ile karşılar onları ama ne yapsa da yıldıramaz o kadınları. Eninde sonunda görüş hakkını elde ederler.
Aile, düzenli olarak görüşe gider. 1 No'lu'dayken tüm tutsaklar görüşe çıkar. Ziyaretçilerini gördüğünde ilk sözü hep şu olur Hayri'nin: “Kadın arkadaşların ihtiyaçlarını getirdiniz mi?”
ANNEMİN ELİNDEKİ KAŞIK YERE DÜŞTÜ
Katılımından bir sene sonra, evde Şah Hüseyin diye seslendikleri Hüseyin Durmuş, Karlıova'nın Lîçik köyünde şehit düşer. Üzerinde Hasan Hayri Güler'in kimliği vardır. Anlatırken, o günü yeniden yaşıyor sanki Ayten:
“Akşam saat on dokuz. Yemek yiyoruz. Radyo açık. Haberleri dinliyoruz bir yandan da. Hüseyin'in eşi Yıldız, doğum yapmış. Salih, dört aylık. Annem, hiç uyumuyor. 'Hüseyin mutlaka gelecek oğlunu görmeye. Uyanık olayım' diyor. 'Kapıyı çalarsa kimse görmesin' diye düşünüyor. Haberlerde, 'Bingöl'ün Karlıova ilçesinin Kaynarpınar köyünde çıkan çatışmada Hasan Hayri Güler öldürüldü, Hasan Tekin ise yaralı ele geçti' denildi. Bunu duymasıyla annemin elinde tuttuğu kaşık yere düştü. 'Oy duman dilê diya te bigirî! (Duman annenin yüreğini sarsın) Kimin evine ateş düştü?” diye nasıl bağırdı. Babam, 'yalandır' dedi hemen. Annem, inanmadı ona. Kadının içi dışına çıktı. Babam işe gidip geliyor. Annem, 'Ew cinaze çi bu?' (O cenazeye ne oldu?) diye soruyor hep. Dört gün sonra, tam yılbaşı günü, babam geldi eve. Pardösüsünü aldı. Anneme dedi ki, “Erê! Lawê te kuştin...” (Oğlunu öldürdüler...)
Sözlerini güçlükle tamamlayan Ayten, bir duygu patlaması yaşıyor adeta. Zorunlu bir ara veriyoruz. Karşımda çok güçlü bir kadın var. Bir süre sonra toparlıyor kendini ve kaldığımız yerden devam ediyoruz konuşmaya.
KİMİN EMEĞİ VARSA…
Ertesi gün birkaç akrabayla Karlıova'ya giderler. Her yerde cemseler vardır. Askerler her tarafı sarmıştır. Babası, onca askerin içinde Karlıovalılara şunu söyler: “Kimin oğlumun önünde emeği varsa herkes hakkını helal etsin...”
Eşine ve çocuklarına, “ağlamayacaksınız” der ısrarla. “Benim çocuklarım Bingöl'ü çok seviyordu. Hep bu caddelerden geçtiler. Son kez onu Bingöl'den geçireceğim” deyip cenaze arabasına bütün Bingöl'ü dolaştırdıktan sonra Bingöl Lisesi'nin önüne götürür. Orada bir dakika bekletir arabayı. 1 Ocak 1981 günü, Bingöl'deki Duzağaç mezarlığına gömerler Hüseyin'i. O kadar baskı ve yasağın olduğu o dönemde, kırk gün taziye kurarlar evde.
SON GÖRÜŞ/EME/ME...
Hayri, bir buçuk sene 2 Nolu'da kalır. 80'in sonunda E Tipi'ne götürülür ve kıyamet de ondan sonra kopar. Esat Oktay'ın gelişiyle Amed Zindanı cehenneme dönmüştür adeta. “Görüş”ler karanlıkta yapılmaya başlanır.
“Karanlıkta bağır bağır. Göremiyorsun hiçbir şey. 'Abi, geldim' dediğimde, 'Annem nasıl?' diye sordu. Son sözü, ‘Anneye çok iyi bakın' oldu. Bu son görüşmemizdi” diyor Ayten, abisini göremeyip sadece sesini duyduğu son buluşmayı anlatırken. Bir dahaki “görüş”e babası gider. Mahkeme için bir takım elbise ister Hayri. Baba, elbiseyi götürür. Mahkemeye de katılır. Eve geldiğinde eşine, “Artık kabulleneceksin. Hayri bugün kararını verdi. Ölüme imzasını attı” der ve bir daha da görmezler onu.
Bu arada kız kardeşleri Yıldız da tutuklanmış, Elazığ'da cezaevine konmuştur.
“Annem her sabah gelip caddeye oturuyor. Polis ne zaman haber getirecek diye bekliyor. Yapayalnızız. Öyle bir sessizlik var ki, ama irademiz hiç kırılmıyor. Aile olarak o kadar güçlüyüz ki, anlatamam. Her şeye rağmen ayaktayız. Pes etmiyor, direniyoruz. Almanya'daki amcam ne zaman para yollasa görüşe gidiyoruz hemen” diye anlatıyor Ayten.
ARKADAŞLARIM YERDE YATARKEN...
Almanya demişken, araya giriyorum, Hüseyin'in Almanya'ya gelişini soruyorum. “Hüseyin abim, 1976 ve '77 yaz tatillerinde Hamburg'a geldi. Burada elma bahçelerinde çalışmış. Arkadaşlarının demesine göre, şefi onu o kadar seviyormuş ki, ona 'Castro' diyormuş. Abime bir yatak vermiş bu kişi, ama Hüseyin abim bir gün o yatakta uyumamış, arkadaşlarına ayırmış. Şefi, 'o yatak senin' dediğinde, 'arkadaşlarım yerde yatarken, ben yatakta uyuyamam' demiş. O kısa sürede bile Almanca öğrenip arkadaşlarına yardım etmiş. Döndüğünde katıldı zaten ve bu fedakârlığını son anına kadar sürdürdü” diyor.
UMUT HEP VAR
Büyük Ölüm Orucu Direnişi'ne getiriyorum sözü tekrar. Her 14 Temmuz'da dirhem dirhem eridiğini söylüyor Ayten. “Biz de onunla eridik” diyor ve devam ediyor: “62 gün boyunca Bingöl'de caddede oturup haber bekledik. Hayatla tüm bağımız kopmuş. Ablam, iki ay cezaevinin önünde bekledi inatla. Hayri abimin ya dirisini ya ölüsünü alıp getirecek. Başka bir gün babam ve ablam gittiler yine. Hayri abim görüşe çıkmadı ama biz hep çare arıyoruz. Kaybetmek istemiyoruz. Umut, hep var. Diyoruz ki, devlet belki bir kapı açar. Kemal Pir şehit düşünce, tüm umudumuz kırıldı. Günleri sayıyoruz. Ölüm, her gün biraz daha yaklaşıyor. Hissediyoruz.”
Korkunç haberi nasıl aldıklarını ise şöyle anlatıyor: “Babam yolda giderken polisler önünü kesiyor. 'Sana bir haberimiz var' diyorlar. Babamın dizleri kırılıyor. 'Hayri mi?' diye soruyor. 'Evet' diyorlar, 'öldü…'
'İFTİHARLA GİTTİN, İFTİHARLA DA GELDİN'
Ağır bir sessizlik oluyor. Uzun uzun ellerine bakıyor Ayten. Bir süre sonra şu cümleler dökülüyor ağzından: “Annem divanda oturuyordu. Babamın söylemesiyle yerinden fırladı. Cenazeyi Amed'den babam, ablam ve bir akrabamız getirdi. Boynunu kırmışlardı. Bir deri bir kemik kalmıştı. O gece, evde kaldı.
Ertesi gün babam birkaç taksi tuttu. Hepimizi birer ikişer bindirdi, cenaze kalabalık gözüksün diye. Ona da tüm Bingöl'ü gezdirdi ve Bingöl Lisesi'nin önüne getirdi. Orada bağırdı: 'Seni getirdim!' dedi, 'Buradan iftiharla gittin, iftiharla da geldin…' Eve geldik. Taziyesini yaptık. Hep çok dirayetli, hep onlara çok yakışır…” Son cümlesini tamamlayamıyor…
SAKİNEN'NİN TÜRKÜSÜ...
7 Ekim'de Delil, 27 Aralık'ta Hüseyin, birkaç ay sonra da Zeki vurulmuş, çok geçmeden Mazlum, ardından Hayri, tarihe unutulmaz bir not düşmüştür. Evdeki yaşam ve keyif bitse de, ev politik bir arenaya dönüşmüştür. Sakine Cansız'ın Bingöl'den ayrılmadan önce tüm kadınlarla gittiği ziyarette söylediği “Hazin hazin ağlar gönül” türküsünün ezgisi kalmıştır geriye bir de.
O dönemde evleri devlet güçlerince basılır sürekli. Her yer didik didik aranır. Hüseyin'in eşi Yıldız'a oğlunu da alıp gitmesi için çok baskı uygulanır ama o çok güçlü durur. Bırakıp gitmez aileyi. Türlü hakaretler, işkenceler görürler. Ezilmez, büzülmez, geri adım atmazlar asla ve bu, gelenleri daha da çileden çıkarır.
15 Ağustos Atılımı'nı duyduğunda sevinçten tavana fırlar baba İsa Durmuş neredeyse. Sabah kalkar, mezarlığa gider hemen. “Xêyri ile Şaho'mun amacı tekrar filizlendi” der, sevinir.
ANNEM KUŞAK YAPTI KENDİNE
Eşyalarını, kitaplarını soruyorum. “Bir kısmı Bingöl'deki evde, bazıları ise ablamın yanında. Ablam her yıl gidiyor, eşyalara bakıyor, ilaçlıyor, bakımını yapıyor. Hayri abimin de, Hüseyin abimin de iç çamaşırlarını yırtmışlardı. Yıldız giderken bir atleti kalmıştı evde. Annem onları birleştirip bir kuşak yapmıştı kendisine. Yıllarca beline sardı onu. Öldüğünde, kefenini o kuşakla bağladık” diyor duygulanarak.
Onların o günlerde ektiği tohumlar, bugün başta Rojava olmak üzere ülkenin her yanında filizleniyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi Şehitleri şahsında tüm şehitlerimize saygı ve minnetle...
Kaynak: Yeni Özgür Politika
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)