Birleşik Mücadelenin Olanaklarını Emeğin Dünyasında Aramak!
‘Tek Adam Rejimi’ne karşı devrimci, ilerici ve yurtsever güçler, birleşik mücadelenin olanakları ve sürekliliğine dair verimli, anlamlı tartışmaları sürdürüyor.
OHAL altında, tamamen eşitsiz koşullarda gerçekleştirilen, AKP-MHP ittifakının hile ve devlet terörü ile kazandığı 24 Haziran seçimleri, söz konusu birleşik mücadelenin ne tür olanaklar sunabileceğine ve sahada nasıl bir sinerjiyi açığa çıkartabileceğine ilişkin zengin veriler sundu.
24 Haziran’da faşist diktatörlüğün, yönetim mekaniğini sadeleştirip, merkezileştirme yönelimine paralel bir şekilde inşa edilen ‘Tek Adam Rejimi’nin ilk başkanı seçildi.
AKP-MHP faşist gerici ittifakı, onunla farklı renkte ancak aynı kulvardaki CHP-İYİ Parti ve Saadet bloğu ile kapışsa da asıl mücadele bu ikisi ile demokrasi güçleri arasında cereyan etti.
Aynı kamptaki bu iki gerici blok karşısında HDP ve HDK bileşenleri ile onlarla ittifak yapan devrimci, ilerici güçlerin kurduğu birliktelik 24 Haziran seçimlerinde önemli bir başarı sağladı.
Tüm engellemelere, baskılara, gerçekleştirilen sayısız operasyonla neredeyse çalışma yapamayacak hale getirilmesine karşın başta HDP olmak üzere devrimci, ilerici güçler önemli bir iddia ve irade ortaya koyarak, ondan da önemlisi birleşik mücadele adına anlamlı bir duruş sergiledi.
Hâkim sınıf sözcülerinin sıklıkla dile getirdiği üzere seçim, asıl olarak HDP ve ittifakları ile diğerleri arasında yaşandı. HDP’nin barajın altında bırakılmasına yönelik R.T.Erdoğan’ın da ağzından düşürmediği söz konusu gaye başarıya ulaşamadı. HDP, 12 Eylül cuntasının ürünü barajı yıkarak iddiasını ve gücünü ortaya koydu.
Kuşkusuz bu başarıyı getiren temel dinamiğin başında, HDP etrafından inşa edilen devrimci, ilerici güçlerin birleşik mücadelesi vardı.
Sonuç olarak OHAL’le adeta üstüne karanlık bir sis perdesi çekilen, her türlü hak arama eylemi zapturapt altına alınan coğrafyamızda, 24 Haziran’da yakalanan başarı ezilenler cephesinde önemli bir umut ve moral kaynağı oldu.
Yerel seçimler birleşik mücadeleyi ileri taşır mı?
AKP/R.T. Erdoğan, 24 Haziran’la birlikte bugüne değin yaşama geçirdiği her türlü hukuksuzluğu, fiili durumu artık yasal bir mevzuata da kavuşturmuş oldu. Tepeden tırnağa devlete ait her türlü tasarrufun AKP/Saray’a bağlandığı bir ‘Tek Adam Rejimi’ de yasal olarak yaşama geçmiş bulunmakta.
Gelinen aşamada, devrimci, demokratik güçlerin karşısında, hükmünden sual olunmayan bir AKP/Saray iktidarı duruyor. OHAL rejiminin süreklileşmesi olarak da okunabilecek yeni sürecin ezilenler açısından daha ağır olacağı ise açık.
Tam da 24 Haziran’la işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi adına daha çetin bir sürece girilmişken ‘Tek Adam Rejimi’ne karşı mücadelenin olanaklarını tartışmak ertelenemez bir ihtiyaç dahası bir görev olarak ortaya çıkmıştır.
HDP ve HDK ile ittifaklarının, 24 Haziran’da yakaladığı birliğin sürekliliğinin sağlanması ve açığa çıkan sinerjinin de sürdürülmesine yönelik tartışmalar başlamış bulunuyor.
Tartışmalar, esas olarak politik manzaranın yeni koordinatları düzleminde, faşist diktatörlüğün taarruzlarının nasıl püskürtüleceğine ilişkin. Açık ki, 24 Haziran’da birleşik mücadelenin bu bağlamda elde ettiği zaferin açtığı yoldan yürümeyi zorlamak gerçekçi olan.
“Birleşik mücadele hangi temel kolonlar, ana gündemler, başlıklar üzerinde yükselecek?” sorusu tartışmaların esas olarak yoğunlaştığı –belki de tıkandığı- temel başlık.
Tartışmaları sürdüren ana aktör olarak HDP’de hâkim eğilim 24 Haziran’da sağlanan sinerjinin yerel seçimlere taşınması yönünde. Faşist diktatörlüğün OHAL’in sağladığı avantajlarla Kürt halkının iradesini gasp ederek el koyduğu yerel yönetimler gündemi üzerinden bir hesaplaşmaya girmek ve yeniden moral tazelemek yaklaşımı dikkat çekiyor.
Bu yaklaşımın birleşik mücadelenin üzerinde yükseleceği temel olma kabiliyetini taşıdığı ya da günün acil ihtiyacı olduğu ise tartışmalıdır. Zira birleşik mücadele, tüm bileşenlerin sürece damgasını vuran ana gündem ve ortak bir hedef, yine asgari ortak bir amaç etrafında kenetlenmesidir.
Buradaki birleştirici harç, herkesi içine alacak politik gerekçeler etrafında en geniş birleşik kümenin yakalanmasıdır. Yerel seçim perspektifinin (yerel seçimde birlikte hareket etmenin zorunluluğu bir yana) bu ihtiyacı karşılayacak bir niteliğe sahip olmadığı açıktır.
İktidarın zayıf karnına vurmak
İşçi sınıfı ve emekçilerin hayat pahalılığı karşısında derin bir yoksullaşma ve yoksunlaşma yaşadığı günlerden geçiyoruz. Sadece seçimlerden bugüne hane halkı düzeyinde yüzde 30-40’lara varan bir yoksullaşma yaşanmış durumda.
İflası kabul edilmediği için konkordato ilan eden şirketlerin sayısı çığ gibi büyürken bunun sonucunda artan sayıda işçi kapının önüne konuluyor. Kriz, büyük bir dalga halinde toplumu derinden sarsıyor. Belki de en kötüsü bugüne kadar yaşananların, yıkımın belki de ilk işaretleri olması.
Krizin, hayat pahalılığının, yoksulluk ve işsizliğin herhangi bir siyasi parti ayrımı yapmaksızın tüm toplumsal kesimleri böylesine çaresiz bıraktığı bir konjonktürde birleşik mücadelenin temel gündemi de aslında kendiliğinden ortaya çıkıyor. Kriz ve yoksulluk karşısında yığınların her türlü etkiye böylesine açık halde olmasının başlıca nedeni ise olabildiğince örgütsüz olmasıdır.
Örgütsüzlük hali, egemen sınıfların krizi bir kez daha fırsata çevirmesine de olanak sunabilecek düzeyde. Devrimci-demokratik güçlerin bugün temel hedefi, hızlıca ezilen emekçi yığınlarla kendi gündemleri üzerinden ilişkilenmek ve örgütlenmek, örgütlemek olmalı.
Parlamentonun olabildiğince işlevsizleştiği bir siyasal gerçeklikte, ‘Tek Adam Rejimi’nin şirazeden çıkmış salvolarına karşı koymanın en etkili ve yegane yolu, dümeni hızlı ve en etkili şekilde, yığınların kendiliğinden hareketine, fiili meşru mücadeleye çevirmektir. Emeğe dönük saldırılar, kriz ve etkileri öyle görünüyor ki önümüzdeki uzunca bir süre yığınların yakıcı hatta sarsıcı gündemi olacak.
24 Haziran’da açığa çıkan sinerji, dolardaki her dalgalanmanın ezilenler için yeni bir sömürüye tekabül ettiği, her gün yüzlerce işçinin işsizler ordusuna dahil olduğu bir atmosferde, özellikle de yerellerde fiili, meşru mücadele perspektifiyle yürütülecek örgütlenme çalışmaları ile sürdürülebilir.
Devrimci-demokratik güçler, faşist diktatörlükle savaşımında hasmının güçlü olduğu alanlardan uzak durup onun en zayıf yanlarına vurmalıdır. Açık ki kriz, hayat pahalılığı, başka bir deyimle emek ekseni AKP iktidarının bugün en zayıf karnıdır. 3. Havalimanı işçilerinin, toplumu bir anda sarsan direnişi bu gerçekliğe işaret ediyor.
Bu sarsıntının en şiddetli şekilde AKP/Saray’da hissedildiğine ise şüphe yok!
Yerel seçimleri, gücünü tazelemek, kendini örgütlemek ve kayıpları telafi etmek adına ele almak taktik politikanın gereğidir. Ancak bu alanın iktidarın belki de en güçlü olduğu, ona çok geniş bir hareket alanı sunan bir saha olduğu unutulmamalıdır.
Aslolan, sürecin genel karakterine uygun daha geniş bir yaklaşımla, yerel seçimleri de içine alan, bu başlıktaki hesaplaşmada da kazanımların korunmasına dönük, asgari bir siyasetin, tutumun, belirlenmesi sorunudur.
Sürecin ağırlığı bunu zorunlu kılıyor. Aksi durumda birleşik mücadelenin kısa dönemli politik gelişmeler etrafında uzun süreli yol alma şansı son derece düşüktür.
Nihayetinde gerçek sahiplerinin eline geçen yerel yönetimlere yeniden kayyum atanacağı bir gerçek. Bunu durdurmanın yegane yolunun, halkın kendi iradesine sahip çıkmasından geçtiği de…
Güçlü, etkin ve birleşik mücadelenin olanaklarını, yaşamı yaratan ve şekillendiren emeğin dünyasında aramak doğru olandır!
(Bir Partizan)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)