Bu bahar umut biriktirmek için fazlasıyla nedenimiz var! – Orhan Ünal
“Her fırtına küçük bir damla ile başlar…” DAİŞ çetelerine karşı son öldürücü darbeyi indirdiklerinde enternasyonalist devrimci ve aynı zamanda halk ordusunun bir savaşçısı olan Tekoşer Pilîng yoldaş zaferin adı olarak ölümsüzleşti. Ondan geriye, devrim iddiasının sembolü olan bu mütevazi sözler kaldı.
Ülkemizin yakın tarihi incelendiğinde bu sözlerin, ülkemiz devrimi açısından ne kadar da anlamlı olduğu görülecektir. Gecenin sabaha, karanlığın aydınlığa döndüğü zaman dilimindeyiz. Şafak atarken ufukta beliren alaca kızıllık belirmeye başlamıştır.
Son Newroz kutlamaları bize biriken damlaların fırtınaya dönüşme emarelerinin belirdiğini, buzun kırıldığını ve yolun açıldığını göstermiştir.
Son altı yılın genel bir tablosunu çıkardığımızda, TC Gezi ve Kobane serhildanlarından duyduğu korkuyla kitlesel katliamlar yaparak kitlelerin gelişen mücadelesini kırmak istemişti. Ankara’da, Suruç’ta çeteler eliyle bu katliamları örgütlerken, T.Kürdistanında buna da gerek görmeyerek Sur’da, Cizre’de ve Nusaybin gibi yerlerde kendisi doğrudan katliamlara girişmişti. Bu katliamların da etkisiyle kitlelerde görece bir geri çekilme durumu yaşanmıştı. Elbetteki ne T. Kürdistanında ne de Türkiye metropollerinde başta işçi sınıfı olmak üzere, Kürtler, kadınlar, çevreciler, LGBTİ+lar sokaktan hiç çekilmediler. Bu süreçte sokaktaki bu direnç noktaları, kendi başına birer damla olarak sürekli mayalandı.
Son Newroz bu damlaların kendi akarında akarak birleştiğine şahit olan görüntülerle doluydu. Başta elbetteki Kürt halkı olmak üzere, Newroz alanlarında herkes vardı. Her renkten yüz binlerce insanın verdiği ve haykırdığı en anlamlı slogan ise birleşik mücadeleye vurgu yapan “Birlik, Mücadele, Zafer” sloganıydı. Kurtuluşun tek başına gelmeyeceğini anlatan, “Ya hep beraber ya da hiç birimiz” diyerek meydanları dolduran kitlelerin verdiği bu mesajı kendine öncülük anlamında belli misyonlar biçen hareketlerin doğru okuması gerekir. Birleşik mücadelenin önemi bir kez daha alanlarda test edildi. Birleşik mücadele güçlerinin direniş hattı bir çekim merkezi olarak öne çıkmaktadır. Kitlelerin, Newroz alanlarında verdiği mesajın adresi bu açıdan öncelikle birleşik mücadele perspektifiyle konumlanan hattın kendisinedir. Bu hat kitlelerin bu yıkıcı eylemi ile birleştiği oranda faşizmin sonu da ufukta görünecektir.
Bu bahar umut biriktirmek için fazlasıyla nedenimiz var! Boğaziçi’nde gençliğin faşist kayyumu tanımaması ve direnişe geçmesi; bir çok yerde irili ufaklı işçi direnişlerinin yaygınlık ve militanlık kazanması sınıf mücadelesinin yolunu açan önemli büyük direniş noktaları olarak tarihe kayıt edilmiştir. Yine İstanbul Sözleşmesinin feshine ve katliamlara karşı kadın ve LGBTİ+ların sokağı terk etmemesi ve en son 8 Mart’ta sokakların ve meydanların her türlü engele rağmen direniş alanına çevrilmesi umudumuzu büyütmüştür. Kadınların ve LGBTİ+ların sokaktaki direnişi artık sürekli bir isyana dönüşmüştür. Kadın isyanı, ezilenlerin diğer kesimlerine ilham kaynağı olmaktadır. Ve bu anlamda oldukça da öğreticidir.
Ve en son TC’nin Gare’ye yönelik işgal harekatından hezimetle dönmesi, tarihsel bir dönemeç olarak tarih sayfalarına kaydedildi bile. Özellikle gerillanın Gare’de TC’yi bozguna uğratması askeri ve siyasi dengelerde bir kırılma olmasa bile önemli bir çatlak yaratmıştır. Gare’de TC’nin almış olduğu yenilgi, basit bir yenilgi değildir. Askeri ve siyasi sonuçlarını ileriki dönemlerde daha iyi görebileceğimiz, emarelerini şimdiden hissettiğimiz önemli bir eşiktir. Bu eşik Kürt halkından ve ezilenlerden yana aşılmıştır. Bunun mimarı direnilebileceğini ve kazanılabileceğini gösteren gerilladır.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” şiarı doğrultusunda başlatmış olduğu hamlenin de bu zeminin döşenmesinde değerli katkıları olmuştur. Düşmanın her gün psikolojik savaşın bir gereği olarak “bitirdik, hareket edemez hale getirdik” propagandasına karşın, yaptıkları eylemlerle ve bunu süreklileştirerek yapılamaz denileni yapmış ve özellikle şehirlerde güçlenen bir silahlı mücadele hattı oluşturmuştur. Büyük şehirlerde her yerin eylem alanına çevrilmesi, TC’nin dikkatlerinin buraya yönelmesi anlamında etki gücünü göstermektedir. Faşist kalemler daha fazla HBDH’tan bahseder duruma gelmişlerdir. Bunun elbetteki yaklaşan sonları ile doğrudan bağı vardır. Silahlı birleşik mücadele hattının güçlenerek her alana yayılması faşizmin korkularını daha fazla büyütecektir.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi, ezilenlerin mücadelesinin ileri mevzilere taşınmasında önemli bir araçtır. Bazı hareketlerin kendilerini yalnızlaştırmak pahasına izledikleri sekter ve dağıtıcı tarzın aksine bir araya gelindiğinde bunun ortaya çıkardığı potansiyel, kitleleri domine eden bir yerde durmaktadır. Kitlelerin artarak sokağa, meydanlara taşmasında birleşik mücadelenin belirleyici bir payı vardır. Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye Devrimci Hareketi şu an bulundukları pozisyondan daha fazlasını temsil etmektedirler. Elli yıllık bir mücadele tarihi ve birikimdir söz konusu olan. Bu açıdan “Faşizmi Yıkacağız, Özgürlüğü Kazanacağız” kampanyası, için için dipten kaynayan bir devin helezonlar halinde yüzeye çıkmasını sağlamıştır. Şimdi bunu dev dalgalara dönüştürmenin zamanıdır.
Faşizm yıkılacak, gözümüz özgürlükte…
AKP/MHP faşist iktidarının kitleler nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Uzun bir süredir durgunluk dönemine girdiğine dair yapılan tespitler gelinen aşamada artık yıkılma süreci olarak tanımlanabilir. AKP/MHP iktidarının geriye sayımı başlamıştır. Bunun içindir ki, bir taraftan baskı ve şiddetin dozunu artırırken diğer taraftan yağma ve talana hız kazandırmış durumdadır.
AKP/ MHP iktidarının özellikle son dönemde attığı attığı her adım, kendileri için tırmık etkisi yapmaktadır. Yani her defasında tırmığa basmakta ve tırmığın şiddeti yüzünde patlamaktadır.
AKP/MHP faşist iktidarının son dönemde attığı her adım, kendisi için sonu hızlandırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. İktidarın içine girmiş olduğu girdap ona esneme payı dahi bırakmamaktadır. Açıkladıkları “İnsan Hakları Eylem Planı” ellerinde kalmıştır. Mecalsiz ve takatsizdirler.
Sondan başlamak gerekirse bir gece yarısı TC’nin cumhurbaşkanı kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi, kadınlar ve LGBTİ+lar için bardağı taşıran son damla olmuştur. Uzun bir süredir iktidarın gündeminde olan konu, atılan bu pratik adımla birlikte resmileşmiş oldu. İlk imzacılarından olduğuyla övünülen bu sözleşme artan kadın cinayetleri karşından hetero-patriarkal sistemin ayağına dolanan bir hal almaya başladı. Sözleşmenin uygulanması için mücadele eden kadınlar karşısında faşizm çareyi sözleşmeden çekilmekte bulmuştur. Bu çekilme ile birlikte kadın katillerine destek mesajları verilmesinin yanında kadın cinayetlerinin önünü sonuna kadar da açmış oldu. Elbetteki TC’nin bu sözleşmeden çekilmesi kadın isyanı ile karşılandı. Kadınlar bu kararı tanımayacaklarını beyan ederek, ardından sokaklara çıkarak ve çeşitli mücadele yöntemleri geliştirerek gösterdi. Kadın hareketinin bu mücadelesi AKP/MHP iktidarını yıkacak bir potansiyele sahiptir. Çünkü bu isyan sadece belli bir kesimden kadınların tepkisi olmaktan çoktan çıkmış ve toplumsal bir hareket halini almıştır. AKP/MHP faşist iktidarının kadınlardan ve onların mücadelelerinden bunca korkması boşuna değildir. Bunun için her fırsatta kadınlara saldırmaktan geri durmamaktadır. “Gözümüz özgürlükte” diyen kadınların isyanı her tarafa yayılmış durumdadır.
AKP/MHP iktidarının korktuğu diğer bir kesim de elbetteki Kürtlerdir. Gare bozgunu sonrası hıncını HDP’den çıkarmaya çalışmışlardır. İlk etapta yüzlerce HDP’li göz altına alınmış ve HDP’ye kapatma davası açılmıştır. Devamında zindanlardaki çıplak arama işkencesi ve onur kırıcı uygulamaları teşhir ettiği için, HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu hedef tahtasına koyarak önce millet vekilliğini düşürmüş sonrasında Gergerlioğlu meclisten çıkmayarak direnişe geçince, en savunmasız olduğu bir anda; ibadetini gerçekleştirmek için abdest aldığı bir sırada göz altına alınmıştır. Bu olay bile iktidarın kaybetme korkusuyla ne kadar şuursuzlaştığının kanıtı niteliğindedir. Kendi kitlesinde dahi tepki toplayacağı açık olan bir saldırıyı gerçekleştirmekten geri durmamaktadır. Bu saldırı elbetteki öncelikle Kürt halkına yöneliktir. HDP’ye yönelik bu saldırılar karşısında halk cevabını Newroz alanlarına akarak vermiştir. Bu açıdan HDP’ye yönelik saldırıların Kürtlere geri adım attıramayacağı, tam tersine bunun AKP/MHP iktidarını yıkıma götürecek bir tepkiye dönüşeceği görülmüştür.
AKP/MHP iktidarının dikiş tutturamadığı bir diğer alan da ekonomide yaşanmaktadır. Uzun zamandır ciddi bir krizle boğuşan sistem, bu alanda atılan her adımda krizi derinleşerek büyütmektedir. Merkez Bankasının kasasını hem yağmalayarak, hem de savaş ekonomisine dönüştürerek sıfırlayan iktidar, son çare olarak kuyumculardan belli bir miktarda altın istemek zorunda kalmıştır. Merkez Bankasının başkanını değiştirmesi de piyasaları olumsuz etkilemiş ve TL’nin dolar karşında erimesi hızlanmıştır. Faşist TC devleti, uzun bir zamandan beri hem içeride hem de dışarıda savaş politikası izlemiş ve yatırımlarının çoğunu özellikle bu alana yapmıştır. Bu süreçte özellikle iktidarı destekleyen sermaye grupları palazlanırken ekonomi de dibe çökmüştür. Savaş uzadıkça Türk devletinin kaynakları da tükenmiştir. Bu husus ekonomiyi krize sokan ve sürdürülemez duruma getiren etkenlerin başında gelmektedir. Bu açıdan TC’nin attığı her adım tırmık etkisi yapmakta, kurtulayım derken yeniden tırmığa basmaktadır.
AKP/MHP iktidarının her alanda yaşadığı kriz bir iktidar krizidir. Bu meseleye sadece bir hükümet olayı olarak bakılamaz. Devlet içinde iktidarlaşmış bir yapıdan söz edilmektedir. AKP başkanının “beka” vurgusu arkasında bu gerçek vardır. Bu açıdan AKP/MHP faşist iktidarının yıkımı devlet yapılanması içerisinde yaşanacak bir yıkımdır. Bu gerçeğin görülmesi gerekir. Ve AKP/MHP faşist iktidarı, başka bir egemen sınıf kliğine dahi olsa iktidarı bırakmamak için her türlü yola başvuracak durumdadır. Kendi içlerinde de kriz şiddet ve zor araçları ile yol alacaktır. Bu iktidarın elinde bu açıdan esas olarak devletin ordusu, polisi ve yargısından başka bir şey kalmamıştır.
Bu açıdan AKP/MHP faşist iktidarının açtığı topyekun savaşa karşı, ezilenlerin her alanda topyekun bir direniş ve mücadele hattı örgütlemesinden başka yol bulunmamaktadır.
Mart ayı, safını ezilenlerden yana belirlemiştir. Mart yerini Mayıs’a devrettiğinde iktidarın korkusu kat be kat büyüyecektir, bundan şüphemiz yoktur. Damlaların fırtınaya döndüğü günleri yaşıyoruz.
Komünist bilge, önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaşın elli yıl öncesinde söylediği “küçük gruplar, büyük cüretler” sloganı bugün en büyük ilham kaynağımız olmaya devam ediyor. Cüretimiz büyüdükçe faşizmin korkusu da ona paralel büyüyecektir.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)