Can Serdar… /Nubar Ozanyan

Dünyayı, kim olduğunu anlamaya-tanımaya çalışan Heval Serdar, bildiğini söyleyen ve söylediğini bilen insandı. Yaşamı boyunca bir yandan bir şeyler yazdı, bir yandan yazılacak değerler bıraktı. Bu uzun ve çileli yolda bütün hakikat savaşçıları gibi büyük acılar çekip bedeller ödedi. Amed 5 No’lu Zindanı’nda gizli bir Ermeni, açık bir devrimci olarak ağır işkenceler gördü. Sağlam ve onurlu duruşundan; ezilenden ve mazlumdan yana olan, net tutumundan dolayı kalbi zulme ve soykırımlara dayanamadı. Eylül ayının soluk bir gününde ölümsüzleşince geride tanımlanması zor ve ağır bir hüzün, tamamlamamızı istediği görevler ve zalimlere karşı sıkılı bir yumruk bıraktı.
Amedliydi. Nenesi Ermeni’ydi. Daha yürümeye ve çevresini tanımaya başladığı çocukluk yıllarında nenesinin masal gizemliliğinde anlattığı Ermeni Soykırımı’nı dinlemeye başladı. Çocuk dünyasına ait ilk hayallerinde kendisi olmanın adımlarını atmaya başladı. Masal anlatımları onun gerçek kimliğinin tohumları oldu. Yaşadıklarını şifresiz anlatamayan nenesi, o çocuk dünyasına neler mırıldandı? Neler anlatmak istedi? Neden yaşanılanları masal renginde anlattı? Doğrudan ve şifresiz anlatamaz mıydı? Heval Serdar, o ana kadar kendisine verilen isim ve öğretilen kimliğin gerçek olmadığını anladıkça kökenini sorgulamaya başladı. Ermeni olduğunu öğrenince tüm yaşamı boyunca görünmez olanların hikayelerini aradı. Arayışının derinliğinde onların masal dili olmaya çalıştı. İlk kez anlatılmamış olan Müslümanlaş(tırıl)mış Ermenilerin hikayesini “Nenemin Masalları”nı yazdı. Ardından sayısız isyan ve hüzün şiirleri kaleme aldı. Amed Zindanı’nın vahşetini kendisine özgü ustalıkla mizah dilinde yazınca dikkatleri daha fazla üstüne çekti. Her anlattığı aslında kendi hikayesiydi. “Nenemin Masalları” da bir anlamıyla masal tadındaki kendi hikayesiydi.
Soykırımın yüz yıllara varan bir zaman diliminde bile sürüp giden korku olduğunu gördü. Nenesi sonra annesi neden Ermeni olduklarını uzun süre gizledi? Kim bilir daha kaç insan görünmezlik içinde açık kimliğini gizleyerek yaşıyor? Nenesi nasıl bir vahşete ve nasıl gözü dönmüş bir zulme tanıklık etti ki; bütün Ermeniler gibi yüreklerini tutsak eden korkunun etkisinden bir türlü kurtulamadı. Soykırım, sadece ölüm ve sürgün değildir. Yüz binlerce Ermeninin kendilerine ait bir mezar taşına bile sahip olmadan, kum tanelerine isimlerinin yazılarak ruhlarının çöllere savrulmasıdır soykırım. Yüz binlere varan kadın ve çocuğun en sevdiklerinin gözleri önünde tecavüze uğramasıdır. Açlık ve hastalıktan kırılmasıdır. Geride kalanların zorla Müslümanlaştırılarak görünmez olmalarıdır. Serdar Can, görünmez olanların çocuğuydu. Gerçek kimliğini öğrendiğinde bunu ne gizleme yoluna gitti ne de kimliğinden dolayı anlamsız bir utancın zayıflığını yaşadı. Can Serdar, Ermeni Soykırımı sonrası yüz binlere varan insanın kalbinin bir yanının Kürt diğer yanının Ermeni gerçekliğinin kendisi oldu.
Yanı başında Ermeni devrimcilerle tanışınca daha fazla doğduğu ve yaşadıkları toprakların tarihini-dilini öğrenmeye çalıştı. Komutan Martager’le yolu Bekaa’da kesişirken ikisinin de yollarının bir gün Ermenistan’a düşeceğini hiç ama hiç tahmin etmemişti. Devrimci mücadele bilinen yollarda yürümek kadar tahminlerin çok üzerinde önceden öngörülmeyen patikalara çıkılmasıdır. Yazılmayan yollara düşülmesidir. O da bu öngörülemeyen yola bir gün düşeceğini kestiremedi. Ermenistan’da kaldığı süre içinde sayısız aydın-yazar ve Batı Ermenistan topraklarından gelip Sovyet Ermenistanı’na yolu düşen insanlarla tanıştı. Neden aradan bir asır geçmesine karşın halen bir kısım Ermeni’nin “nerelisin?” sorusuna “Muşluyum-Vanlıyım-Sasonluyum” yanıtı verdiğini merak etti. Bir derviş gibi dolaştığı köy ve kasabalarda, Erivan sokaklarında koltuğunun altında satranç taşları ve tahtası eksik olmadı. Ermenilerin satranç oyununda neden bu kadar usta olduklarının sırrını öğrenmeye çalıştığında beş bin yıllık tarihsel bir geçmişin derinliklerine gitmek zorunda kaldı.
İbrahim Kaypakkaya’nın fikirlerine inandı. 12 Eylül’ün karabasan zulmünde Kürdistan dağlarının ilk gizli Ermeni gerillası oldu. Soykırım sonrası ilk Ermeni fedaisi olarak Hazro’da düşman güçleriyle girdiği çatışmada ne teslim oldu ne de biten mermilerine yenik düştü. Parçaladı silahını, vermedi elini işgalciye. Gözlerinden asla gitmedi çatışmada yitirdiği iki yiğit yoldaşının yere düşen sureti.
Bekaa’da gördüğü ilk Ermeni komutanı Martager ile ikinci kez karşılaştığında düşünce ve duyguları onu bir kez daha görünmezlerin tarihine ve geçmiş anılarına götürdü. İlk komutanının Rojava’da ölümsüzleştiğini öğrendiği an, o gün yaşamının en yaslı günü oldu. Kalbi sıkıştı. Zulüm ve işkence dolu zorlu yolculukta zayıflayan kalbi zulme ve soykırım acılarına dayanamadı. Bizlere veda ettiği törende ise Güzel Anamızı kaybettik. Komutan Martager, Can Serdar ve Güzel Ana sanki birbirlerine halen söylenmemiş sözleri varmış gibi bakarak ölüme birlikte yürüdüler. Birlikte ölümsüzleştiler…
(21.09.2020, Yeni Özgür Politika)
Son Haberler
Sayfalar

Zor Yıllarda "Aydın olmak"
“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]
“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü.
Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...

Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!
Yusuf KÖSE
Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”

Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek
Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde.

Alamut Kartal Yuvasıdır
Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği) demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.

Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru
CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.
Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.

Adı aşk olsun
Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.

Çiğdem Diren Sarısülük;Sevgide Yoldaş olabilmek
Tüm Yoldaş kalabilenlere !
Sevgiyi, sensizlikte yaşamak öylesine zor ki güzel yürekli dost. Zamanı mıydı bu zamansız yolculuğun? Tüm güzellikleri onurluca yaşamayı, en güzel şeyleri hiç ummadığımız zamanlarda yapardın, yaparken de kıskandırırdın bizi.
Ya bu sefer ne demeli...

Hrant Dink’in Katline 2015 Perspektifinden Bakmak
Başlıklı Yuvarlak Masa Toplantısı (18 Ocak 2014, Alba Oteli, Ankara)
12.05 Moderatör Sibel Özbudun’un Hoşgeldiniz Konuşması.

İnsanı faşist kılan nedir? Ergün Aslan
Ya.. niye kullanmadığımız bilgilerimiz körelmek zorunda ya..
Haftanın son dört günü neydi?
Ne güzelde ara sıra olsa da göçmen işçi mi yoksa yerel işçi mi daha köylü olduğunu karıştırıyor olsam da kolektifliğin sözcülüğünü, tabanlığını kaptırmayan her göçmenle kolektiflikteki göçmenlerin yol açtığı gettolaşmayı değil de kolektifliğe hiç uğramayan yerel halkın kolektifte yol açtığı gettolaşmanın yarattığı sorunları tartışıyorduk.Ama şimdi...