Perşembe Kasım 7, 2024

Ճշմարտություն մարտիկներն են ապրում! Şervanên rastiyê dijîn! Hakikat savaşçıları yaşıyor!

Üzerinde yaşadığımız coğrafyada savaşlar, göç, hastalık, açlık hiç eksik olmamış aksine ivmesi her geçen gün hızla yükselmektedir. Bereketli topraklar paylaşım savaşında emperyalist haydutlar tarafından kan gölüne çevrilirken bütün acı, gözyaşı ve savaşın faturası en ağır biçimde burada yaşayan mazlum halklara ödetilmiştir/ödetilmektedir.

Büyük Felaket ile yurdundan imha edilerek dağılan Ermenilerden sonra bu kez sırada Filistin halkı vardı. Filistinliler Büyük Felaket (El Nakba) ile yüz yüze kaldı.1948 yılında Filistin halkının topraklarını işgal ederek kurulan İsrail devleti,70 yıldır Filistin halkına zulmetmekten geri kalmadı. Milyonlarca Filistinli çeşitli ülkelere göç ederek mülteci konumunda yaşamaktadır. Bir gün vatanlarına, topraklarına, evlerine dönebilmenin kavgasını veren Filistinliler bugün yine bir kez daha katliama maruz kalıyorlar. Yine başka bir halk olan Kürtler önce dört parçaya bölünmüş, ancak ulusal birlik rüyası asla son bulmayan ve bunun çabasında olan Kürtlere dönük katliamlar devam ederken Kürt sorunu dört parçada devletlerin “güvenlik politikalarının” baş gündemine oturmuştur.

Her sınıf, iktidar ve mücadele yürüten örgütlenme ya halka ya burjuvaziye hizmet eder. Bunun arasında üçüncü bir yol olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. 1,5 milyon Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanan Ermeni Soykırımı’nı kabul etmemek, tarih ile yüzleşmemek, Kürtlerin varlığını inkar etmek, UKKTH savunmamak, reddetmek bugün yaşanılan krizlerde devlet açısından hep bir sorun dinamiği olarak ele alınmıştır. Dolayısıyla bu konuda hak ve özgürlükleri savunmak, Ermeni ile Kürt sorunu karşısında mazlum halkların mı yoksa soykırımcı, talancı bir geleneğin yanında mı olduğumuzu belirleyecektir.

İttihat ve Terakki yöneticileri Talat-Enver-Cemal üçlüsünün önderliğinde gerçekleşen gizli toplantılarda “Hıristiyanların tasfiye edilerek Anadolu’nun Türkleştirilmesi” için raporlar hazırlandı. Uygulamaya konuldu. 3 bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir ulus olarak Ermeniler 1.5 milyon insan katledilip, bir o kadarı da sürgünlere yollanılarak bu politikalar doğrultusunda soykırıma uğratıldılar. Soykırıma giden yolun örgütlenmesi ise Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulması ile başladı. İlk önce cezaevlerinden bulunan katil, ağır suçlu kişiler özel afla serbest bırakıldılar. Kafkaslardan, Balkanlardan gelen muhacirler Teşkilat-ı Mahsusa etrafında silahlandırıldı. 15-60 yaş arasında olan Ermeni erkekler seferberlik adı altında toplanarak yol inşaat gibi işlerde çalıştırıldı. Soykırım planının uygulanması için erkek Ermeniler etkisizleştirildi.

Balkanlar ile Afrika’da kontrolden çıkan, Doğu’da Rusların işgal ettiği topraklar Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı arifesinde Osmanlı’nın kötü olan durumunun ağırlaştığına işaret ediyordu. Hakimiyeti altındaki bütün toprak parçalarını kaybetmenin vermiş olduğu dürtü ile elindeki toprakları da kaybetmemek için yeni yol ve yöntemler bulma çabasına itiyordu bu egemenleri. Her ne kadar bu yeni yol ve yöntemler ulus ve azınlıkların kanlı bir şekilde sürülmesini, coğrafyanın acıların coğrafyasına dönüştürülmesine neden olsa da… Bunun için Talat-Enver-Cemal üçlüsü, Ermenilerin bölgeden uzaklaştırılması için Kanlı Tehcir planını uygulamaya koydu.

1915’te İçişleri Bakanı olan Talat Paşa Halep Valisi’ne gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Hükümet’in Türkiye’de yaşayan mevzu bahis insanları tümüyle yok etmeye karar verdiği konusunda bilgilendirilmiş bulunuyorsunuz. Önlemler ne kadar trajik olursa olsun varlıkları ortadan kaldırılmalıdır. Yaşa, cinsiyete, bakılmadan vicdan muhasebelerine girişilmemelidir.” Bu emir, tüm coğrafyada söylemin kesinliğine ek vicdansızlıklarla birleşerek yürürlüğe konuldu. Muhtemelen planın kurucularına bile parmak ısırtacak şekilde “vicdan muhasebesine girişmekten” uzak bir şekilde hem de!

Binin üzerinde Ermeni halkının önderleri bir şafak vakti evlerinden alınarak tutuklandılar. Ayaş, Çankırı ve Çorum’a sürüldüler. Yine en değerli sosyalist devrimci Hınçak Partisi önderleri 15 Haziran 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler.

 24 Nisan 1915’ten 24 Nisan 1972 Manifestosu’na…

24 Nisan1915 Büyük Felaketi Osmanlı hegemonyası altında bulunan Suriye topraklarında tamamlanmıştır. Mardin, Diyarbakır ve Urfa üzerinden gelen kafileler El Bab, Resul Ayn, Halep, Rakka ve cehennem olarak bilinen Der Zor çöllerinde bulunan Meskene, Dipsi gibi kamplarda 300 bin Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanmıştır. Der Zor Kaymakamı Salih Zeki, Zor soyadını bu şehirden almıştır. Talat Paşa’dan gelen emirler doğrultusunda hareket ederek 200 binden fazla Ermeni’nin kanına girmiştir. Katliamlardan sonra durmamış, Bakü’ye geçmiş, kendini gizleyerek TKP’nin kuruluşunda yer almıştır. Daha ileri giderek Kemalistlerle Mustafa Suphiler arasında diyalog sağlayarak Suphilerin Karadeniz’de hunharca öldürülmesinde önemli rol oynamıştır.

Ermeni ulusunun yok edilmesinden sonra iktidarı ele geçiren yeni cumhuriyet Türkiye’sinde Kemalistler Kürt isyanları ile karşı karşıya geldiler. 1921 Koçgiri,1925 Şeyh Sait, 1928 Ağrı, 1930 Zilan,1938 Dersim İsyanları ve PKK’nin kuruluşuyla bugün doruk noktasına ulaşan Kürt halk hareketinin kökenleridir u isyanlar. Koçgiri halk hareketi, Cumhuriyet tarihinde ilk Kürt ayaklanması olması bakımından ö nemlidir. Eski bir İttihatçı olan Sakallı Nurettin Paşa “Zo’ları hallettik, sıra Lo’larda” diyerek, bu halk hareketini bastırmaya gelmiştir. Ermeni ve Rumlara yönelik gaddarlık ve zalimlikleri ile ün yapmış Nurettin Paşa aynı zamanda İzmir yangınının planlayıcısındandır.

Son olarak Ermeni soykırımından sonra Kemalist dönemin en barbar katliamlarından biri olarak Dersim soykırımını saymalıyız.1937-38 yılında Seyit Rıza ile 6 arkadaşının idamı ile sonuçlanan Dersim Tertelesi, ulus devlet projesinin hayata geçirilmesinin önünde Dersim coğrafyasındaki azınlık ve inanç zenginliğinin, Kızılbaş kimliğinin engel olarak görülmesi, 1915 soykırımında 20 bin Ermeni’ye kucak açan, koruyan, gizleyen Dersimlilere intikam duygusuyla hareket edilmiş olmasının sonucudur.

Kamuoyunda bugün de tartışılan, haklarında övgü ile söz edilen, ulusal kahramanlar olarak gösterilen Kuvay-i Milliyeciler Ermeni ve Rum katliamlarında yer almış, Teşkilat-ı Mahsusa’da görev almış eli kanlı birliklerdir. Ermenilerin mallarına, mülklerine el koyan bu çeteler aranan, cezaevlerinden salıverilen kesimlerden oluşmuştur. Bu çeteler için Mustafa Kemal, Kürt önderlere mektup göndererek “Ermeniler geri gelecek, kırım nedeniyle intikam alacaklar” şeklinde çağrılar yapmış, bu birlikler savaş sonrası yeniden sahneye çıkarılarak bu kez Kürt halkının katledilmesi planlarında yer almışlardır.

Çetelerden bazıları Marmara bölgesinde Dayı Mesut, Yahya Kaptan (ki kendisi Mustafa Suphileri Karadeniz’de hunharca öldürme emrini yerine getiren kişidir), Kara Aslan, İpsiz Receplerdir. Karadeniz’de Topal Osman’dır. Adana’da Avni Paşalardır. Bu gerçeği göremeyen bazı sol çevreler mahkeme savunmalarında verdikleri mücadelenin “ikinci kurtuluş savaşı”, kendilerinin de “ ikinci Kuvayi Milliyeciler” olduğunu söylemekte; bu gerçekleri görmezden gelmektedirler.

Mustafa Suphilerin ölümünden sonra yanlış bir politik hat izleyen TKP, tamamen Kemalistlerden medet umar duruma düştü. Kanla bastırılan Kürt ulusal hareketler için “Dersim’de feodal gericilik eziliyor” diyerek, bu katliamlara arka çıkmış, Kürt ulusal mücadelesine ta o vakitten Türk egemenler safında yer tutarak mesafesini koymuştur.1925 Şeyh Sait ayaklanması için söyledikleri “arkalarında İngiliz emperyalizminin parmağı var” söylemleri de bu duruşlarının başka bir göstergesi olmuştur. Bu 60 yıllık tarihi koşullanışın analizini yapan ve buradan radikal sonuçlara ulaşan komünist önder Kaypakkaya, 72 Manifestosu’nda bu dönemleri bu bilinçle kaleme almış ve genç yaşında Kürt meselesiyle komünist hareket arasına çekilen duvara güçlü bir darbe vurmuştur.

24 Nisan 1972 yılında kurulan Türkiye Proletaryası’nın öncü müfrezesi, kendi ismini, revizyonist-oportunist akımlar ile TKP’den kesin olarak farklı olduğunu göstermek için TKP/ML olarak ilan etmiştir. Kaypakkaya’nın günümüzde bu kadar güncel olmasının sebebi ileri sürdüğü tezlerin, sosyal pratik karşısında hala hayat buluyor olmasıdır. 60 yıllık aradan sonra bile hala sosyal şoven, milliyetçi akımlarla arasına kalın çizgi çekerek Kürt milli meselesi, Kemalizm tahlili, azınlıklar sorunu ile Ermeni soykırımı konularına verdiği önem ve bu konudaki devrimci tarih okuması hala değerini korumakta ve bugün Türkiye devrimci hareketinin bu konudaki kırılmalarına öncülük etmektedir.

Kuşkusuz Kaypakkaya’nın güncelliğini sürdürme konusunda kendi mücadelesi, tezleri, cüreti bir buz kırmakla birlikte, esasın, onun açtığı gediği büyüterek işçi sınıfının, ezilen cinsiyet, ulus, azınlık ve inançların üzerinden yükselen faşist Kemalist iktidara karşı aynı çizgiden mücadeleyi sürdürmek olduğu açıktır. Bunun güncel karşılığının ise Kürt meselesinde alınan tutumlar üzerinden değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Putin ile Erdoğan’ın eli kanlı

Dört parçaya bölünen Kürt ulusunun özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi emperyalist ve uşaklarının uykularını kaçırırken Rojava Kürdistanı’nda Kürt halkının kazanımlarına tahammül edemeyen işgalci, soykırımcı Erdoğan “bedeli ne olursa olsun asla müsaade etmeyeceğiz” açıklamasında bulunarak faşist Kemalist iktidarın güncel kopyası olduğunu kanıtlamıştır bir kez daha. Ve tarihsel devlet refleksine sahip olduğunu göstermiştir.

Bu yüzden Kaypakkayacılar Kürt sorunu ve Rojava devrimine kayıtsız kalmamış, burada yerlerini almıştır. Bedel ödemekten çekinmemiştir. Komutanını şehit vermiştir. Tüm bu koşullarda Kaypakkaya geleneğinin tavırsız kalmaması, bu konuda tarihi misyonunu oynamak için adım atması, büyük idealleri olan bir hareket için olmazsa olmazları arasındadır. Herkesin umutla bu adımı beklediği bir sırada Kaypakkaya geleneği içinde yaşanan ayrılığın önemli bir gerekçesinin Rojava üzerinden olması acı bir durum olsa da tesadüfî değildir.

Kaypakkaya gibi Kürt meselesinde buz kırmış bir önderin ardılları olarak bu tür bir konuda böylesi bir ayrışmaya gitmek acı olan yan olsa da; bilimsel olan ve tesadüfi olmayan olgu ise Kürt meselesi gibi Kemalist faşist diktatörlüğün hedef tahtası gördüğü ve kalıtsal refleksler verdiği bir konuda “gri” duruşun kabul görmeyeceğidir. Yani Kürt meselesine dair güncelin hak ettiği net duruşu sergileyen/bu yönlü adımlar atanlar ise bundan uzak duranlar ve net olamayanların yan yana duramayacağı günlerin gelip çattığının göstergesi olmuştur bu ayrılık… Elbette bu “gri” duruşun altında yatan ideolojik olarak sahip olunan çizgidir. Kürt meselesine yaklaşımda Kaypakkaya’nın söylemlerini taklit etmenin bu gerçeğin önüne geçme durumu olmadığı, bu çizginin sahipleri dışında emekçi halklar nezdinde açıktır.

Her önüne gelenin “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” açıklaması yapmasına karışın Suriye artık bölünmeye doğru gitmektedir. Rusya ile ABD arasında süregelen pazar kavgasında çelişkileri kullanarak Osmanlı hayallerini gerçekleştirmeye çalışan Türkiye, Zeytin Dalı ile Fırat Kalkanı işgal hareketleri ile Suriye’nin bir parçasına göz dikmiştir. Cerablus, El Bab, Azez’den sonra Efrin’i de işgal ederek iki yüz binden fazla Kürdü evlerinden, yurtlarından etmiş, çeteleri sahiplenerek faşist Kemalist diktatörlüğün hala ilk günkü reflekslerini koruduğunu göstermiştir.

Rusya ile yapılan kirli pazarlıklarda cihatçıların korunması karşılığında önce Halep boşaltıldı. Arkasından Guta’nın boşaltılması karşılığında Efrin’in işgal edilmesine müsaade edildi. Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ÖSO ve çetelerinin yağma, talan, linç, tecavüz olayları yaşandı. Halen devam eden çetelerin yaptıklarının siyasi sorumluları Erdoğan ile Putin’dir. ÖSO’yu öven Erdoğan çetelere “Suriye’nin Kuvayi milliyesi” demektedir. Yoksul Kürt halkının el konulan ganimetlerini “helal” diye teşvik eden, “Efrin’den aldığınız ganimetler size yeter” diyecek kadar, her şeyi alenen ortaya dökmektedirler.

Yüz yıl önceden yaşanan Ermeni trajedisi, bugün Erdoğan tarafından Kürtler üzerinden sürdürülmektedir. Talat Paşa’nın “bir tek Ermeni kalmasın” derken; Erdoğan da bugün çeteler, TSK, istihbarat üyeleri ve atadığı Valiler yoluyla “bir Kürt bırakmamaya” yeminli görünüyor.

Ancak egemenlerin durumları ve konumları bu şekildeyken buna karşı savaşanların durumları yüz yıl öncesinin aynısı değildir! Rojava devrimi sadece Kürt ulusunun mücadele yeteneğine ve olanağına bırakılamayacak denli enternasyonalist mücadelenin odak noktası olmuştur. Jack Klebs (ABD), Alina Sanchez (Arjantin), Anna Campbell (İngiliz), Haukur Hilmarson (İzlanda), Samuel Prada Leon (Fransa), Olivier Francois Jean (İspanya), Sjoerd Heeger (Hollanda), İvana Hoffman (Almanya), Jac Holmes (İngiliz), Oliver Hall (İngiliz), Ryan Logic (Britanya), Robert Gradt (ABD), Soro Zinar (Britanya), Luke Ruttler (İngiliz), Paolo Todd (ABD), Michael Israel (ABD), Anton Leschek (Almanya), Antonio Cassun (Kanada), Ramon Maria Rull Linhoff (İspanya)’lar bu uğurda boşuna şehit düşmemişlerdir.

Türkiyeli devrimcilerin burada konumlanışı, halkların birleşik mücadelesi için bedel ödeyişi bu konuda üzerlerine düşen görevleri yerine getirme çabalarının göstergesi olmuş ve yüz yıllık faşist diktatörlük karşısında Kürt ulusunun yüz yıl önceki kaderle yeniden yüz yüze gelmesine karşılık direnişin adı olmuşlardır. Bu uğurda ölümsüzlüğe uğurladığımız hakikat savaşçıları Ulaş Bayraktaroğlu, Gökhan Taşyakan, Ulaş Adalı, Doğan Kırefe, Mehmet Kurmaz, Muzaffer Kandemir, Destan Temiz, Hasan Ali, Ayşe Deniz Karacagil, Bayram Ali Akdeniz, Nurhak Can, Taylan Demircioğlu, Sinan Ateş, Zeynel Seyid Rıza, Özgür Avaroni, Tiraj Alişer, Suphi Nejat Ağırnaslı, Nubar Ozanyan, Rıfat Horozlar bu hakikat savaşında her daim var olmaya devam edeceklerdir!

40759

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar