Perşembe Kasım 7, 2024

Delinin biri kuyuya “Taş” atmış…

Politik alanın sınırları kimi zaman kırılganlık duvarlarına dayanır. Gün gelir koşullar bazen, esneklik ile ilkesizlik arasındaki sınırları olanca yüküyle inceltir. Bunun bir gerekçesi Marksizm’den doğru yöntemle nasip almamakken diğer gerekçesi ise toplumsal muhalefetin karşısında doğru konumlanmamak olmaktadır.

Bilindiği üzere yakın bir zaman sonra yerel seçimler gerçekleşecek ve bir süredir adaylar, bölgeler, parti ve ittifakların tutumları yoğun şekilde tartışılıyor. Bu yazı vesilesi ile ele almak istediğimiz konu tüm bu tartışmalara içre bir şekilde adaylardan birisinin, CHP Beyoğlu Belediye Başkan Adayı Alper Taş’ın “HDP solu kapsamıyor, daha güçlü bir çatıya ihtiyaç var” mealindeki açıklamasıdır.

Derdimiz sadece Alper Taş’ın sözleri ile kuyuya attığı taşı değil 40 akıllının taşı çıkaramayaşını irdelemektir. Zira olay; olayın bir kıymeti olduğu için değil, olayın kıymetsizliği yaşadığımız coğrafyanın sosyalist solunun tipolojisini çizdiği için konuşulmalıdır.

Her Sürecin Liberal Sloganı: Solun Birliği

Esas itibari ile Alper Taş’ın röportajdaki bahse konu sözler ile eksikliğini ifade ettiği şey yanlış değildir.

Biz bu iki çizginin dışında sosyalist solun, devrimci solun bağımsız ve kolektif bir ekiple Türkiye’ye ilişkin fikrini toplumla buluşturma konusunda ortak adayla seçime girelim istedik. Bu olmadı. HDP tamam barajı aştı ama bir şey ifade etmedi. Sonuçta Türkiye’nin siyasi tablosu değişmedi. Barajı geçmesin diye demiyorum, barajı geçmeye büyük misyonlar biçtiğinde bunun karşılığı da olmuyor. Bugün memlekette sosyalist bir hareket eksikliği var. HDP bunun karşılığı değil. İçerisinde sosyalistlerin olması sosyalist hareket anlamına gelmiyor. Solda başka bir alan açmamız gerekiyor. Bu Kürt hareketi için de sosyal demokrat hareketi için de önemli. Her ikisi de kendilerinin dışında gelişebilecek emek-sınıf eksenli sosyalist hareketin büyümesiyle pozitif anlamda kendilerini şekillendirebilirler” derken kast ettiği ittifaklara, ulaşılabilinen en geniş nüfuz alanı ile birleşmesine yönelik temenni olumludur. Gel gelelim sözü eylemle sınandığında, siyasal sürecin imbiğine sokulduğunda süzülen şeyin başka olduğu görülmektedir.

Burada sıkıntının ilki Alper Taş’ın “sosyalistlerin çatısı”nda HDP’ye yer vermemesi, sosyalistlerin ulusal sorun karşısındaki görevlerini silikleştirmesi anlamına gelmektedir. Zira Alper Taş’ın ve düşündaşlarının anladığı sol dünyaya sadece mülkiyet ilişkilerinden bakan ve bunun dışındaki mücadele olanaklarını küçümseyen bir çerçeveye mi sahiptir yahut ulusal sorun temelinde süren özgürlük mücadelesinin biçimleri bu camianın boyunu aşmakta mıdır bilemiyoruz. Lakin pratiğe yansıyan şeyin sosyal şovenizmle malul bir siyasal çizgi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

İkinci bir sıkıntı ise, bahse konu yaklaşım ayrıca yaşadığımız coğrafyanın siyasal sürecine ve seçimlerin de üzerine oturduğu politik arenanın güncel haline de kör bakmak anlamına gelmektedir. Zira, AKP’nin dış politikasından tutalım da seçimleri de içine alacak şekilde son yıllardaki temel meselelerinin tümünde bir Kürt rengi bulmak hiç de zor değildir. Suriye politikasından kayyumlara, OHAL uygulamalarından fezlekelere kadar AKP’nin siyasal pratiğinin önemli bir bölümü Kürt halkının karşısında ve onun kazanımlarını geriletmek temelindedir. Bu siyasal cenderede sol birlikteliği emek temelli mücadeleler kapsamına indirgemek, ittifak tanımını HDP’siz tahayyül etmek sosyalist olmanın sınırlarını liberalizmin sınırları ile kaynaştırmaktan başka bir anlama gelmemektedir.

Diğer bir sıkıntı ise Alper Taş’ın ittifak algısının kapsam ve boyutları ile ilgilidir. Devrimci sosyalistlerden sosyal demokratlara değin kimi muhalif bulduysa aynı torbaya koymaya kalkan bu algıdaki Troçki’den miras liberalizmin keskin kokusu hemen görülmektedir.

Bir şeye karşı olmanın tek başına bir siyasal nitelik edinmeye yetmediğini en yoğun Haziran Hareketi pratiği ile bilmesi gereken Alper Taş’ın orada muvaffak olamadan devletin kurucu partisi CHP’den aday olması ise ilkeden yoksun bir birlikçiliğin ne denli bir savrulmaya kapı aralayabildiğinin net örneğidir.

 

Solun Utanç Duvarı: Kemalizm

Tüm bu keşmekeş içerisinde biliyoruz ki Alper Taş olumsuz bir niyet taşımamaktadır. O ve düşündaşlarının bu savunuları temelde egemen sistem ve onun kurucu ideolojisi ile kurduğu ilişkiden zemin bulmaktadır. Ve maalesef ki burada yalnız da değillerdir.

Sol mahallede ciddi bir yaygınlık gösteren bu sosyal şovenizme bulaşık liberal yönelimin temelde Kemalizm’le hesaplaşmamak, onun siyasal niteliğini faşizm olarak tespit etmemekle bağı vardır. Zira Kemalizm dün de bugün de TC’nin siyasal sürecine yönelik tartışılabilecek her başlıkta karşımıza çıkmakta, ülke siyasetinin kangrenleşmiş her sorununda yüzünü göstermektedir. Devletin niteliğini belirleyen temel olarak Kemalizm’i sorgulamadan, “Kemalist değiliz ama Mustafa Kemal devrimcidir.

Onun cumhuriyetini ilerleteceğiz” mealindeki bir yaklaşımın, solun çekim merkezi olamadığı bir dönemde CHP’nin kapısına çıkması bu nedenle hiç de şaşırtıcı değildir.

Diğer yandan yaşadığımız coğrafyada Gezi İsyanı sonrası toplumsal muhalefetin günden güne geriye çekilmesi, gelinen aşamada AKP’nin öyle ya da böyle inşa ettiği başkanlık sistemi karşısında etkin bir müdahale zemininin olmayışı sol açısından asgari müştereklerin en geri zemine çekildiği bir siyasal arena inşa etmiştir. Böylesi suyun ziyadesi ile bulanık olduğu dönemlerde egemen sistemi net bir tanıma kavuşturmadan siyaset yapmanın sosyalist niteliği aşındırmak dışında bir işlevi ise yoktur.

Vaziyet böyle olunca da “sosyalist”ler CHP’yi çatı yapabilmekte, Gezi İsyanının bütün cenkleşme sürecini Taksim pikniği ile geçirenlerin Haziran adını alması gibi yaşadığımız coğrafyanın devrimci tarihinde devletle karşı karşıya gelmeden sosyalist adını almak da mümkün olabilmektedir.

18172

Su,...Nergis,...7 Haziran!

Acı ve mutluluk bu kadar uç birarada yaşanır mı! İkisi de en uçta, ama o kadar yoğun birarada! Gözyaşları iki sebebe karıştı bugün birçok yürekte! 7 Haziran!

7 Haziran! “Tommiks-Teksas” çizgi romanını aratmayacak hızda, karelere sığmakta zorlanan, bombalamaları-tutuklamaları, ölümleri izledik; uzaktaki satılmış topraklarımızdan. Buralarda hiç böyle anlara tanıklık etmeyeli yıllar oldu; gerçekten Tommiks-Teksas çizgi romanını aratmayacak hızda görünüyor gözümüze, uçuşan kurşunlar!!! “Bu kadar olur mu?” diyoruz her gün, dudaklarımız uçuklayarak, yüreklerimiz delik deşik edilerek!!

Partizan: AKP Korktukça Saldırıyor; Biz Kazanacağız!

Tüm saldırılara, baskı, engelleme ve yasaklara rağmen adeta bir çığ gibi büyüyen HDP’yi durduramayan AKP, seçimlerde kan akıttı.

Dün Amed de düzenlenen ve görkemli bir kalabalığa sahne olan seçim mitinginde yaşanan saldırıda, resmi açıklamalara göre şu ana kadar dört yurtsever yaşamını yitirdi.

"Oy vermek devrimci bir eylem midir artık?"

"Katliamcı TC seçimlere çok az bir zaman kala yeni bir katliama daha imza attı. Yüzlerçe kişi yaralandı, onlarca kişi ağır yaralı ve yaşamını yitirebilir, binlerce insan patlatılan bomba ile yaşamını yitirebilirdi. Düşüncenize sevinesi geliyor insanın daha fazla insan ölmedi diye, neyse ki öyle olmadı diye.

Dünden bu yana öyle öfkeliyim, yüreğim öyle acı olu ki yazmazsam eğer alışacakmışım gibi geliyor, öfkemi, acımı, mücadelemi paylaşmalı diye kaleme döktüm hissettiklerimi.

ATİK ve Yeni Kadın tutsakları için imza metni‏

Atik yalnız değildir

Fransa Partizan: Sami Solmaz için dayanışma eylemine çagrı

13 HAZİRAN tarihinde Fransa'da tutsak edilen yoldaşımız Sami Solmaz için dayanışma ve özgürlük eylemi gerçekleştirilecektir

Tarih: 13 Haziran, saat 11

Adres: Maison d'arrêt de chalon

1 ruelle Saint-Jacques

51000 REIMS

Fransa Partizan

 

Adıyaman'dan fransa'ya bir devrimcinin anatomisi Misak Manuşyan:Mehmet Can

Misak Manuşyan 1906  Adıyaman doğumlu  Ermeni  köylü bir ailenin çocuğuydu. Babası 1.Dünya Savaşı aşamasında Adıyaman ‘da ki çatışmalarda yaşamını yitirmiş, annesi de 1. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı kıtlık ve yoksulluğa daha fazla dayanamayarak hayatı sonlanmıştır. Misak Manuşyan annesiz ve babasız kalınca bir Kürt aile onu yanına alarak soykırımcı Osmanlı ve yerel Kürt derebeyi feodallerinden korumuştur. Bu şekilde katliamlardan kurtulmuş ve zaman içerisinde Ermeni kiliseleri aracılığıyla Suriye’de bir yetimhaneye yerleştirilerek burada büyümüştür.

Leyla Qasım 41 yıl sonra da biz kadınlara ışık oluyor:Armen Semsur

Bir süre önce, arkadaşlarla toplaşıp Leyla Qasım’ı yâd ettik. Hatıralarını kimi hüzünle, onurlu mücadelesini ise hafif bir tebessümle anlattık, umutla paylaştık.

Türkiyelileşme Siyasetinin Getirdiği Olanaklar ve Entegrasyon

Siyasi partiler sınıfların,kitlelerin,halkların,örgütlerin ve bazen de devletlerin genel gidişatı yönlendirmek,değiştirmek,kendi çıkarlarını savunmak için kullandıkları araçlardır.Her zaman iktidarı hedeflemeleri gerekmez.Siyasi partilerin hedefledikleri sonuçlara ulaşmaları, uygulanan taktiklerin stratejiyle uyumunu ve parti kadrolarının bunu içselleştirmelerini gerektirir.Karşıtı olunan güçlerin de partiyle ilgili fikirleri,politikaları ve yönlendirme güçleri olabileceği de hesaba katılmalıdır.Bu nedenle Türkiyeli bir siyasi parti olarak HDP sözkonusu olduğunda üzerinde yolalınan bıçaksır

Armenak ile Ferhat Amca

100.yıl anmaları çerçevesinde Türkiye'nin her tarafında yapılan anma etkinliklerinde Dersim ve Diyarbakır'da bir ilk yaşandı.Son senelerde Taksim'de saat 19.15'de yapılan anmaların yanısıra bilge adam,Agos gazetesi yazarı ve kurucularından Sarkis Seropyan'ın görüş ve önerileri ile Dersim ve Diyarbakır'da soykırım anmaları yapıldı.

Dersim'in Asırlık Asi kadını Şah Senem Cihan Ana'yı Kaybettik!

Dersimli Alevi bir Kürt kadını olmanın tüm özelliklerini, Ovacık’ın, Munzur Dağlarının ve Munzur Suyunun bütün asiliği, isyankârlığı ve dik duruşunu Senem ana da görüyor, kararlı otoriter tavırlarına hayranlık besliyordum. Aynı zamanda Senem Ana geleneksel bir aşiret kadınıydı.  Asırlardır Dersim’de süre gelmiş tüm geleneksel özellikleri taşımakla birlikte, “Kadın-Erkek” ayrımını takmayan, deyim yerindeyse Ev yönetimi başta olmak üzere, Aileyi yöneten, içeride ve dışarıda karar almalarda belirleyici olmaktaydı.

Bir faşistin portresi

12 Eylül askeri darbesinin mimarı, Türkiye’nin 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’ın 9 Mayıs’ta 98 yaşında ölmesinin ardından, başta Evren olmak üzere darbecilerin yargılanamayışı konusu bir kez daha gündeme geldi. ‘Resmigeçit’ romanında darbeyi ve yakın dönem Türk siyasetini ironiyle sergileyen ve son olarak 26 Mayıs akşamı Notre Dame De Sion Fransız Lisesi ile Notre Dame De Sionlular Derneği tarafından düzenlenen NDS Edebiyat ödülünü alan Şebnem İşigüzel, bu vesileyle Kenan Evrene ilişkin özel bir yazı kaleme aldı.

Sayfalar